Forum Zero
ForumZero

İletileri Göster

Bu özellik size üyenin attığı tüm iletileri gösterme olanağı sağlayacaktır . Not sadece size izin verilen bölümlerdeki iletilerini görebilirsiniz


Konular - Domani

Sayfa: 1 2
18
Standart 2010 Client Türkiyede İlk


BUYRUN BEYLER 2010 CLİENTİ PAYLAŞIYORUM.

İLK ÖNCE Kralcocuk'a TEŞEKKÜR EDERİZ.

*Chat bug yok

*içgüdü küresi aktif

*gm komutları işler

*pazar questini attıysanız tr gibi pazar kurulur

*İtemleri chatde göstermek için iç görü küresi istemez

*fısıltı engelleme bulunmakta

*hayalet modu bulunmakta

*Giriş ekranında extra menuler bulunmakta

Yeni itemler eklidir

*Yeni moblar eklidir

*Full Türkçedir

*Lv Gösterir [ Serverda Lv Bulunması lazım]

*Gizlenebilir Ekran Klavyesi

*Otomatik Giriş Bulunmaktadır.


[hide]Message to show when link is hided[/hide]

rar pas:1forum.us

19
Şehirlerimiz / İLÇELERİMİZ
« : 01 Kasım 2010, 19:44:44 »
NUSAYBİN: Tarihte adı Nisibis olarak gedmektedir. Türkiye-Suriye hududu'nun tam üzerinde Suriye'nin Kamışlı kasabasına bitişiktir. Tabak gibi dümdüz ve ekime elverişli arazisi olan ilçede tahıl üretilmekte, küçük bas hayvan yetiştirilmekte ve son yıllarda pırın, pamuk üretimine ağırlık verildiği belirtilmektedir. Nusaybin Romalılar döneminden kalma bir Mar Yakup Kilisesi'ne Süryani azizlerden Mar Yakup'un mezarı bulunmaktadır. Denizden yüksekliği 1500 metre, yüzölçümü ise 1177 km2'dir. İlçeye bağlı 67 koy vardır. Ayrıca (Domani'in Memleketi.)

DARGEÇİT: Mardin'in 96 km kuzey doğusunda, 40 koyu olan bir ilçesidir. Eski adı Kerburan olan ilçede, genel olarak tahıl üretilmekte, hayvancılık yapılmaktadır. Yüzölçümü 1383 km2'dir.

DERİK: Mazıdağı kütlesi'nin güney eteklerinde denizden yüksekliği 780 metre yüzölçümü ise 1367 km2'dir. İklimi'nin müsait olması nedeniyle Zeytin üretimine önem verilmiş ve bu konuda büyük bir gelir kaynağı sağlamıştır. ilçede birçok Zeytin imalathanesi ile sabun imalathaneleri mevcuttur. 58 koyu vardır. Bu köylerin çoğu Zeytin üretmektedir.

KIZILTEPE:
Eski adı Koçhisar veya Düneysir olan ilçemizin denizden yüksekliği 500 metre, yüzölçümü ise 1403 km2'dir. Mardin'in Şanlıurfa yolu'nun 27.cif kilometresi'nin üzerinde bulunmaktadır. Mardin'in güneye doğru uzanan ovanın batı kısmındadır. Ortaçağda ve özellikle Artuklular döneminde, Diyarbakır-Musul yolu üzerindeki en önemli bir ticaret merkezi idi. Artukoğullarından kalma, Ulu Camii şehrin en değerli bir tarihi eseridir. İçenin, zaman içerisinde yerleşmeye müsait bir araziye sahip olması nedeniyle, iç göce sahne olmuş ve her gecen gün hızla artmıştır. ilçede yoğu bir şekilde tahıl üretilmekte, bostan yetiştirilmekte ve küçük ve büyük bas hayvancılık yapılmaktadır. İlçeye bağlı 198 koy vardır.

MAZIDAĞI: Eskiden buraya BASİUS MONO veya İZALA'da denirdi. Mardin eşiği'nin doğu kesiminde olup, denizden yüksekliği 1250 metredir. Yüzölçümü ise 869 km2'dir. İlçe'nin eski adı SAMRAH'tır. Bu yörede asırlar önce SEMRA adında bir kaleden bahsedilir. Bu kale civarındaki kale köyünde Bizansların gümüş bulup islettiklerinden dolayı burasını güvence altına almak için  kaleyi yaptırdıkları bilinmektedir. Mazıdağ'da sulu ziraat ile hayvancılık yapılmaktadır. İlçeye bağlı 50 koy vardır.             

MİDYAT:
Tur-Abdın olarak nitelendirilen yöre'nin samaniler tarafından kurulduğu sanılmaktadır. Midyat'ta Bizanslılar döneminde kurulmuş bazı kilise kalıntılarına rastlanmaktadır. Mardin, Midyat-Cizre yolunun 80.cif km.sinde kurulmuştur. Denizden yüksekliği 950 metre, yüzölçümü ise 1577 km2'dir. Gercusten gecen bir yolla Siirt'e bağlıdır. ilçede tarım, hayvancılık, bağcılığın yanı sıra kuyumculukta, gümüş telkari isi, ipek böcekçiliği, ipek dokuma, bez dokuma gibi el sanatları yapılmaktadır.


ÖMERLİ: Mardin-Midyat yolu'nun 38.km2'sinde denizden 1100 metre yüksek, yüzölçümü ise 433 km2'dir. Ömerli'de tarım, hayvancılık, tiftik keçisi ve bağcılık yapılmaktadır. İlçenin sınırları içerisinde Fatih Kalesi olarak anılan bir kale ile bir kaç Kilise kalıntısına rastlanmaktadır.

SAVUR: Yüzölçümü 1049 km2 olan ilçe'nin tarihi, Mardin kadar eskidir. Her Mardin'e yapılan saldırıda, Savur'da etkilenmiş tahribe edilmiş ve ahalisi asırlarca çileli bir yasam sürmüştür. Savur'un en gözde eseri Savur kalesidir. Bu kale Mardin-Savur-Midyat ve Hasankeyf ile Cizre Kervan ve Fetih yolları üzerinde çok eski ve stratejik acıdan güçlü bir kaledir. Mardin'e düzgün bir yolla bağlı olan Savur'un yeşilliği, bağları ve bahçeleri bol suları ile unludur.

YEŞİLLİ: Mardin'e 14 km mesafede merkeze bağlı bir koy iken, halkı2nın çok çalışkan olusu ve köylerine olan bağlılıkları koyu ilçeye çevirmiştir. İlçeye bağlı 12 koy bulunmaktadır.

20
Şehirlerimiz / TARİHİ YERLER
« : 01 Kasım 2010, 19:29:40 »

Taşın Dili Olsa...

 
Güneş son ışığını hırsla gönderiyor evlerin üstüne. Taş evlerin yüzeyleri, köşeleri kızıla boyanıyor. Gölgeler mahsun, son ışık heyecanlı. Heyecan var çünkü dakikalar sonra sunduğu görsel şölenin sona ereceğini biliyor. Zamanın acımasızlığı alıp götürecek onu evlerin üstünden.

Güneş ovayı fosfor gibi parıldatıyor. Tarlalar renkleniyor son ışığın önünde. Kafesli pencerenin önüne kurulan Mardinliler ovaya bakıyor. Güneş öylesine keyifleniyor ki düzlükte renkten renge konuyor. Sonra yavaş yavaş yenik düşüyor karanlığa; ovanın üstünden siliniyor. Gölge iniyor gün boyu güneşten kavrulan ovanın üstüne. Irgatlar çapalarını sırtlarına vuruyor. Akşam yelinin önünde tarlalardaki ekinler dalgalanıyor. Renkler bir bir silinip duman rengine bürünüyor ova. Koca ova deniz oluyor bir anda. Yanıp tutuşanlar, taş pencerenin önüne kurulup bakanlar denizin maviliğini buyur ediyorlar gözlerinin içine. Yaz sıcağına serinlik düşüyor. Ova bir baştan bir başa pencerenin önündekilere bu akşam keyfini yaşatıyor. Denize iniyor Mardinli. Bedenleri değil ama yürekleri düşüyor masmavi denizin içine.
Bir bardak şarap kalkıyor havaya pencerenin önünde. Ovanın güneşle yanıp tutuşmuş üzümlerinin buruk tadı damağa bulaşıyor. Çıkıp gidiyor pencerenin önünde oturanlar. Kimisi Mezopotamya ovasının derinliklerine iniyor. Kimisi Akdeniz'e kimi Karadeniz'e... Ovanın gizemine kapılanlar yüzyılların uçurumuna iniyor. Denizde yitinceye dek. Her şey karanlığa gömülünceye dek öylece bekliyor pencerenin önünde olanlar ve damda serin rüzgara bedenlerini sunanlar. Ova ile barışık kent. Hiçbir ev sırtını dönmemiş bu uçsuz bucaksız deryaya. Binlerce yıl olup biteni görmek için pür dikkat ovaya bakıyor pencereler...


Message to show when link is hided

MARDİN KALESİ

Evliya Çelebi diyor ki, "Tarif etmekte, lisan kısa, kalem kırıktır..." Ne zaman kaleye baksam bu sözü anımsadım. Bazen bulutlara sarılıyor, bazen gökyüzüyle el ele tutuşuyor
.

Message to show when link is hided

Kentin her bir noktasından bakınca, değişik görünümler sunuyor. Işıkla oyun oynuyor kentin üstünde. Sabah başka, akşam bir başka görünüm sunuyor. Bazen mağrur bazen duygusal...
Ne çok şey yaşamış Mardin Kalesi. Yunus Peygamber yaşamış burada. Yaz aylarında buraya gelir, ibadet eder, zindeleşirmiş. Dara hükümdarı yaz sıcağında tepesine çıkar serinliği içermiş. Öyle bir havası varmış ki, ölüyü diriltirmiş... Nice prenses gelip burada derdine çare bulmuş. Kale kentin üstüne eğiliyor sanki... Sevgiyle kucaklıyor her bir şeyi... Ve hep korumaya hazır olduğunu söylüyor. Tarihsel bilgiler kadar anılar da yaşıyor insanların dilinde... Yaşlılar hep kaleye tırmanıp oralarda oyun oynadıklarını anlatıyorlar. Kalenin eteğinde geçen günleri ve kalenin içindekileri anımsıyorlar. Mağaralar, sarnıçlar ve burçlar... Gökyüzünden düşen tüm yağmur taneleri sarnıçlara dolarmış o günlerde... Mezopotamya'da bir avuç su hayattır. En çetin savaşları görmüş... Peygamberler, hükümdarlar çıkmış tepesine. Bazen yaşam bazen ölüm kol gezmiş burçlarında. Hastalık binlerce insanı bir anda bitirmiş bomboş kalmış kale. Asırlar önce salgın hastalıklar geldi mi ocakların tümü sönermiş. Geçmişi almış koynuna gökyüzüne tırmanıyor. Ne çok yakışıyor Mezopotamya ovasına... Günümüzde akşamları kale ışıkla donatılıyor. Her akşam bir deste çiçek alan sevgili gibi keyifleniyor. Kent kaleye omuz verip güçleniyor ve umutla içtenlikle geleceğe bakıyor...


Message to show when link is hided


MANASTIRLAR

Message to show when link is hided

Mardin'de çok ünlü mabedler var. Eşsiz eser Ulu Cami gibi Süryaniler'in de manas-tırı var. Deyrulzafaran, Midyat'taki Mort Gabriel ve köylerde birçok önemli kilise ve manastır hepsi taş işçiliğin önemli eserleri. Son yıllarda Süryani cemati bu manastırları restore etti, eski görünümlerine kavuşturdu. Mardin'in içindeki Mort Şmuni Kilisesi'ni de Özkök ailesi restore ettirdi. Lütfi Özkök'ün öncülük ettiği bu restorasyon sonucunda bir açılış yapıldı. Açılışı ben de izledim. Orada dinledim Mort Şmuni'nin öyküsünü... Kral Antiyakus tanrıya gönülden bağlı anneyi ve çok iyi yetişmiş yedi oğlunu huzuruna çağırarak yasak şeyleri yemelerini ve putlara tapmalarını istiyor. Çocuklar önlerine getirilen işkence aletlerine bakarak kralın isteğini reddediyor. Yedi kardeş inançlarından ötürü orada işkence edilerek öldürülüyor. Bu olay dinsel bir anlatı olarak yüzyıllardır yaşıyor. Bu olaydan sonra birçok yerde Mort Şmuni kiliseleri yapılıyor. Mardin'deki bu kilise bakımsız bir haldeyken Lütfi Özkök'ün öncülüğünde Özkök ailesi tarafından restore ettirildi. Mardin'in kültürel değerlerine yeni bir eser daha katılmış oldu. Açılışta yapılan ayine bütün Süryaniler katıldı. Bayanların fotoğrafını ayin sırasında çektim. Mardin'de diller kadar, dinler de diyalog içinde. Geçtiğimiz yıl içinde de Kasımiye Medresesi'nde, dinler arası diyalog toplantısı yapılmıştı. Ayrı dinden olanlar birbirine saygı gösteriyor, onların önemli günlerine, bayramlarına katılıyor. Bu yüzyıllardır süren bir gelenek. Dünyanın Mardin'in mimari değerleri kadar, dinler arasında sağladığı ilişkileri ele alıp incelemesi gerek. Mardin dünyaya örnek olacak bir kent. Yüzyıllar içinde kalan Mardin'deki yaşam sosyolojik biçimde incelendiğinde, örnek sonuçlar ortaya dökülecektir.


Message to show when link is hided

HAYAT MEZOPOTAMYA OVASINA AKAR


Su öylesine kutsal... Su doğumla özdeş... Her subaşında bir abide var. Burada anlatmışlar sözlerini insanlar... Su doğuyor hayat gibi. Akıyor...
Message to show when link is hided

Zaman içinde durmadan akıyor. Hayat da öyle değil mi? Hayat bir yerde sonlanıyor oysa su hep akıyor... Mardin'deki medreseler kitap gibi anlatıyor geçmişi... Günümüzde de geçerli olan felsefi boyutu olan öyküler bunlar. Su doğuyor hayat gibi. İnsan da su gibi başlıyor yaşama. Doğuyor, büyüyor. İnsan su gibi doğuyor ama insan ölümlü. Su devinim içinde... insanı da böyle mi betimlemiş Tanrı suyla özdeş kılarak... Medreselerde hayat anlatılıyor su yardımıyla. Önce doğuyor çocukluk günlerini tamamlayıp havuza doluyor. Havuz yaşamı anlatıyor. Sonra havuzdan çıkıp gidiyor. Orası da ölüm... İnsan ölümlü... Ya su. Su dolanıp geliyor bir kez daha. İnsan da öyle. Oda yeniden geliyor dünyaya... Bu benzetmenin felsefi boyutuna bakmak gerekiyor. Zinciriye Medresesi'nde, Kasımiye Medresesi'nde insan unutmasın diye şekille anlatılmış bunlar. Su medresenin içinde yaşamı anlatır biçimde düzene sokulmuş. Hayat Mezopotamya ovasına akıtılmış. Ova olmazsa hayat olur mu? insanlar yaşamını bu deniz gibi ovadan sağlamış yıllarca. Yüksekten bakıp sevinmişler, böyle zengin ova için. Suya bakıp düşünmüşler ölümlü olduklarını. Dualar okunmuş suyun başında. Suyun başı ilim yuvası olmuş. Suyun karşısına geçip duygularını söylemiş insanlar. Yaşamın içinde ne varsa. Aşklarını, en özel sözlerini su başlarında terennüm etmişler birbirlerine. Cennet bahçeleri yapılmış bazen. Bazen de böyle medrese. Ancak hep sözlerini de söylemiş insanlar. Gelenler unutmasın diye. Hayat su gibi akıp gidiyor. "Unutmayın sonunda ölüm var" diyerek... Bazen taşla söylemiş insan sözü, bazen suya anlattırmış diyeceklerini. Orada duruyor anlatılanlar, bakıp görmemiz için...


Message to show when link is hided

ZİNCİRİN TILSIMI

Message to show when link is hided

Ulu Cami görkemli yapıt... Minaresi kentin sembolü... Her noktada gözünüzün içinde... Yaz sıcağında cami avlusunun yeşilleri altına saklanıp serinliği yudumlarken minarenin haşmetini algılıyorsu-nuz. Taşlar uçup gitmiş gökyüzüne. Üstün-de ayetler yazılmış. Yukar-da Zinciriye Medresesi, aşağıda Ulu Cami. Kentin sembolleri. Aklı-nızdaki sembolleri birbirine düğüm ederken eski bir efsane gelip oturuyor önünüze. Zinciriye Medresesi ile Ulu Cami arasında yıllar önce bir zincir varmış, iki kutsal yapıt birbirine bağlıymış. Neden bağlanmış birbirine acaba? Kutsiyetleri birbirini güçlendirirmiş. Kenti koruyup kollarmış bu bağlılık. Gerçekten bir tılsımı varmış bu bağlılığın. Kenti kötülüklerden korurmuş. Özellikle insanı... Yaz sıcağında kente dağılan yılanlar, akrepler bu tılsıma çarpar düşerlermiş yere. Hiç kimseyi akrep sokmazmış. Mezopotamya'nın akrepleri el gibi. Zehri morartır öldürür insanı. Ne zaman ki bu zincir kırılmış, o zaman tılsım bozulmuş. Akrepler bayram etmiş.

Zinciriye'nin zinciri yok ama anlatılan efsanesi var. Ulu Cami muhteşem kolonları, minaresi, bahçesi ile kentin tam ortasında. Zinciriye kalenin dibinde. Her gün birbirlerine el uzatıyorlar hasretle. Zincir kırılınca bağları kopmuş. Ruhları ayrı düşmüş. Ama kentin panoraması içinde yine birlikteler. Zincirle değil ama kentin karşısına geçip hayranlıkla bakan insanlar onları gözleri ile birleştiriyor. Ellerini kavuşturup tılsımı görsel düzlemde birleştiriyorlar... Yüzyıllık minarenin üzerinden kalkan güvercinler biraz sonra Zinciriye Medresesi'nin kümbetinin üstüne konuyor. Kuşlarda ışık da gözler de onları hep ele ele tutuşturuyor.


Message to show when link is hided

YILANLARIN EFENDİSİ ŞAHMARAN


Öndeki bakır siniye işlemiş Şahmaran'ı... Sırtını duvara dayamış öylece kalmış, Fotoğraf çektiğimin farkında bile değil. Derinlerde geziyor belli... Yılanların efendisi önünde bakır sininin üstünde. Elleriyle yapmış Şahmaran'ı... Şahmaran'la söyleşmiş belli ki... Derin derin bakıyor. Bilinci buğulanmış. Efsanenin içine düşmüş. Düşlerin içinden kurtuluncaya dek ona değmemek gerek. Yılanların efendisi Şahmaran yanında... Öykü devinip duruyor düşlerin içinde... Belleğimdekiler, sanki bakır sininin üzerine düşüyor. Efsaneler doğru mudur? Asırlar öncesinin sanat tezahürlerimdir bunlar... Ben öyle algılıyorum.

Message to show when link is hided

Asırlarca yaşamış bu sözler. Şahmaran, Lokman Hekim efsanesinin bunca yıl yaşaması kalıcılık değil midir? Ef-saneye göre, Şahmaran yanındaki insanı gün ışığına salarken kendi-sinin bu adam yüzün-den öleceğini biliyor-muş. Öldürülmeyi neden kolay kabulleniyor. Kaynatılıp içilen sularıy-la veziri öldürüyor, prensesi yaşatıyor, Lokman Hekim'e ölüm-süzlük sırrını veriyor. Efsanenin içinde, her şey var. Yüzyıllarca önce insan bütün duygularını yüklemiş içine. İhanet var, yaşatma ve ceza var. Ama asıl önemlisi bu efsanenin sonunda bir arayış var. İnsanoğlu, ölümsüzlüğü arıyor. Yüzyıllar içinde insan hep bunu düşündü. Bugün de onu düşünüyor. Bilim adamları halen insanı daha çok yaşatmak istiyor, hep ölümsüz-lüğü arıyorlar... Ölüm-süzlük bedende mi yoksa yaratıların içinde mi? Şahmaran efsanesinin içinde bu sorunun yanıtı gayet açık. Lokman Hekim milyonlarca ot ve çiçeğin arasında ölümsüzlüğü bulamadı. Bir dilden dökülen anlatı ölümsüz oldu. Mardinli bakırın üstüne işliyor ölümsüz efsaneyi. Bir evin duvarına asılıp duracak Şahmaran motifleri. İnsanlar bu motiflere bakıp bin yıllık efsanenin betimlendiği öyküyü anımsayacak. Şahmaran efsanesi hep yaşayacak.

EFSANELER KOL GEZER

Message to show when link is hided

Her taşın her sokağın bir efsanesi var sanki... Daracık sokağın içinde, duvardaki taş dile gelir yürürken. Efsaneler karışır sokağın görüntüsüne... Her bir şey dile gelip anlatır geçmişi... Geçmiş ve gelecek bir olur önünüzde... Selam durup söyleşirler. Sokağın içinde sahne kurulur, oyun başlar. Taşlar anlatır elleri, çek­içleri. Çekiç sesleri fon müziği oluşturur. Çekiç sesleri notaya dönüşür. Aşk nameleri düşer sokağın içine. İçli nağmelerin sonu acıdır. Acılar gelir orta yere. Sokağın acıları. Mahcup kadınların duvar dibindeki sohbetlerin-den kahkahalar karışır acıların içine. Güneş sabah bir duvardadır akşam diğerinde. Göl-geye saklanıp ışığa bakar sokağın kadınları. Minareler, çan kuleleri üstten bakarlar sokağın içindeki oyuna... Çan sesi katılır çekiç sesine. Ezan sesi süsler sokağın üstünü baştan başa. Huşu ile bakar insanlar gökyüzüne. Güvercinler geçer. Takla atıp düşerler sokağın içine...
Peş peşe gelir güvercinler peş peşe düşerler oyunun ortasına. Zaman geçmişi tel tel döker sokağın içine. Yitip giden zaman, güvercinin kanatlarına bağlanmıştır. Geçmişin oyunlarını getirir güvercinler. Geçmişin varsıllıklarını, yoksulluklarını, acılarını, sev dalarını...
Çekiç sesi sürer sokağın içinde... Güvercinler damların ucuna çıkıp dizilirler. Mezopotamya ovasından fırtına kopup gelir. Savaşlar kılıçlarla sakırdar oyunun içinde. Taşlar aşka gelip anlatırlar gördük­lerini... Birbirine karışır sesler. Sokağın içindeki bin yıllık oyun sürer. Çocuk sesi gelir evin içinden. Çocuk ağlamaktadır. Kadın kocasına sarılır aşkla. Güvercinler kanat çırpar gökyüzüne. Taşlar sürdürürler sözlerini... Geçmiş ve gün buradadır, sokağın içinde... Taşlar da burada güvercinler de.
Güneş yorulmuştur bir kez daha kaçar sokağın içinden. Efsaneler iner sokağın içine. Sokaklara dağılırlar; yüzyıllık, bin yıllık sözler. Efsaneler kol gezer Mardin'de

21
Şehirlerimiz / MARDİN'İN TARİHİ
« : 01 Kasım 2010, 19:12:43 »
Belediye Terimi

 

Tanzimat döneminde kullanılmaya başlayan Belediye terimi, "ortak menfaatler ve karşılıklı ihtiyaçların zorlaması ile bir beldede oturan halkın, beldelerine ve dolayısıyla kendilerine ait meseleleri, hükümetin kanunla belirttiği sınır ve sorumluluk dairesinde seçmiş oldukları vekilleri vasıtası ile halletmeleri şeklinde tanımlanmıştır . Şemsettin Sami'nin Kamus-ı Türki adlı eserinde belediye, "bir şehrin umumi işleri ve sair ihtiyaçlarına bakan idare" olarak tanımlanır".

Modern belediyecilik açısından bakıldığında; belediyenin varlığı için yerleşik bir topluluk olmalı, kent/şehir topluluğu olmalı, belediye merkezi yönetimden ayrı bir yönetim örgütü olarak değerlendirilmeli'.

 

Batı'da Belediyecilik

 

Eski Yunan ve Roma şehir tarzı bugünkü belediyecilik anlayışının temellerini teşkil eder. Roma şehrini ifade eden "Municipe" terimi bugünkü İngilizce'deki "municipality" (belediye) teriminin kökenidir. Ortaçağ boyunca ve Yeniçağ'a kadar geçen süre içerisinde, Avrupa'da belediyeciliğin önemli gelişmeler kaydettiği söylenemez. Gerçek dönüşüm 18. yüzyılın sonunda Avrupa'nın Fransız ve Sanayi Devrimi ile tarım toplumundan, sanayi toplumuna geçmeye başlamasıyla yaşandı. Kentlerin sanayinin merkezi olarak ortaya çıkması ve buralara köylei-den yoğun göç olması yeni bir dönemin başlangıcıydı. 19. yüzyılda kentler önceki dönemlerden farklı olarak, yoğun nüfus, çarpık kentleşme, hava kirliliği, alt yapı yetersizliği gibi sorunlarla karşılaştılar. Bu sorunların çözümüne yönelik arayışlar ve çabalar, Avrupa belediyeciliğini derinden etkiledi ve yerel yönetimlere yeni bir anlam kazandırdı.

Batı'daki Belediyecilik ekollerini çeşitli başlıklar altında toplayabiliriz:

1.         Federal devletlerde belediye örgütlenmesi

a.         Alman belediyesi

b.         ABD belediyeleri

2.         Üniter devletlerde adem-i merkeziyetçi belediye örgütlenmesi

a.         İngiltere belediyesi

b.         Japonya belediyesi

3.         Sosyalist belediyecilik

4.         Fransız tarzı belediyecilik

 

Osmanlı'da Belediyecilik

 

Batı dünyası ile karşılaştırıldığında gerek ekonomik, gerekse sosyal statüler açısından sınıfsal farklar (Aristokrasi, Burjuvazi) oluşmasına izin vermeyen İslam toplumlarının kurup geliştirdikleri şehirlerde önemli farklar bulunmaktaydı. İslam dünyasındaki şehirlere örnek olarak Bağdat verilebilir. U/un yıllar Abbasi halifelerinin başkent olarak kullandıkları bu şehir, ticaret yollarının      üzerinde          ve

tarıma elverişli bir bölgedeydi. Asurlulardan beri bilmen dairevi şehir geleneğini ordugâh şehir stili ile birleştiren Araplar; çarşı, medrese ve evleri bir plan dahilinde yerleştirmişler ve mesleklere göre bir düzenleme yapmışlardı. Bu tip şehirlerde ihtisap emini bir nevi belediye başkanı (zabıta) olarak işlev görmekteydi. Söz konusu şehircilik anlayışı Osmanlı şehirciliğini de etkileyecektir.

Anadolu'nun Türkler tarafından fethini takip eden süreçte, yeni şehirler kurmak yerine mevcut yapılara yeni fonksiyonlar (kiliselerin camiye, manastırların tekke ve zaviyeye dönüştürülmesi) verilerek işe başlanıldı, ardından yeni ve orijinal mimari eserler ortaya çıktı.

Selçuklularda belediye işlerinde birinci derecede yetkili "kadı" idi. Osmanlılar da aynı geleneği devam ettirdiler. Zamanla içerisinde Osmanlılar kendilerine özgü bir kent yapısı meydana getirdiler. Bunu Arap şehirciliğinden ayıran iki temel özellik vardı, bunlardan birincisi, Araplar gibi şehirleri önemli yapılar grubunun meydana getirdiği bir merkezin çevresine oturtmak yerine, birden fazla minyatür merkezler meydana getirerek şehri külliye ya da imaret dediğimiz cazibe noktalarının etrafında büyütmekti. İkinci önemli nokta ise, İslami karakterli yapıların o güne kadar alışılmışın dışında, Türklerin Orta Asya'dan getirdikleri mimari karakteristiği yansıtan özellikler (Örneğin Bursa'daki Hüdavendigar külliyesi, Orta Asya'daki mimari geleneği yansıtan dört eyvan ve kapalı avlu tarzı ile inşa edilmişti) ile inşa edilmeleridir. Bu açıdan bakıldığında yüz yıllık süreç içerisinde Bursa, Osmanlı kent tipinin bir örneği olarak ortaya çıkmaktadır (camiler, hanlar, hamamlar, medreseler, esnaf ve tüccarın bir arada olduğu büyük ticaret merkezleri...). Osmanlı-Türk mimarisi, Bursa'dan sonra Edirne ve İstanbul'da kendini gösterdi. Son yüzyılda kent nüfusunun hızla artması ve çarpık kentleşme ile (plansız ve vizyonsuz imar hareketinin saldırısı sonucu), yüzyıllar içinde oluşan tarihi doku tahrip ve hatta büyük ölçüde yok edildi. Osmanlı şehirciliğinin imaret (külliye) kurumunu merkez alan bir sistem etrafında şekillenmişti. İmaretler; cami, medrese, bimarhane (hastane), aşevi, tabhane (misafirhane), kervansaray, sıbyan mektebi, kütüphane, hankah (zaviya), türbe, imalathane, arasta (çarşı), han, su tesisatı, hamam, umumi tuvalet, meşruta binalar, kahveler, bayram ve pazar yeri, muvakkithanelerden (küçük rasathane) oluşuyordu.

Tüm bu özelliklere sahip olan imaretler padişahlar tarafından kurulmuş olanlardı. Diğerleri ise, bu birimlerin tamamını içermiyordu. İmaretlerin finansmanı vakıflar aracılığıyla oluyordu. Osmanlı sosyal hayatında vakıfların büyük rolü vardı. Sosyal yardımın, eğitim ve kültür hizmetlerinin büyük bölümü vakıflar aracılığı ile yapılıyordu. Vakıfların bu ölçüde yaygın olmasının nedenlerinden biri de, özel mülkiyetin garanti altında bulunmamasıydı. Özel mülkiyetini garanti altına almak isteyen zenginler, mallarını vakfediyor ve yönetimini (ve gelirin bir bölümünü) aile bireylerine bırakıyorlardı. Böylece, hem sosyal yardımda bulunuyor, hem de mülklerini kuşaklar boyunca garanti altına almış oluyorlardı. Kuruluşundan 1850'li yıllara kadar Osmanlı devletinde bir belediye örgütlenmesi yoktu. Devletin görmesi gereken belediye hizmetleri vakıflar aracılığıyla görülüyordu. Bunlar arasında su işleri, temizlik ve aydınlatma işleri, parklar ve bahçeler, mezarlıklar, yol ve altyapı hizmetleri, halk sağlığını koruyucu çalışmalar olarak sayılabilir. Bu tip hizmetler için halktan vergi toplanmaması, devletin bu işler için para harcamaması ve hizmetlerin halka parasız olarak sunulması olumlu yanlar olarak sayılabilir. Geleneksel dönem boyunca bu hizmetlerin yürütülmesinde büyük sorunlar yaşanmadı.

Ancak geleneksel yapının bozulmaya başladığı 16. yüzyıl sonrasında, toprak sisteminin bozulması, vakıf gelirlerinin azalması ve özellikle 19. yüzyıldan itibaren Osmanlı ekonomik sisteminde görülen büyük çöküntü (Sanayi devrimi sonrasında Osmanlı'nın hammadde ve pazar kaynağı haline gelmesi, el sanatlarına dayalı geleneksel ekonominin çöküşü (ve vakıfların buna paralel gelir kaybına uğraması) vakıf hizmetlerinin sağlıklı bir şekilde görülmesini engelledi4. Belediye hizmetlerinin görülmesinde kadıların büyük bir rolü vardı. Bunların başında esnaf ile ilgili konular gelmekteydi. Esnafı kadılar karşısında meslek örgütü olan loncalar temsil ederdi. Kadıların esnafla ilgili en önemli işi narh meselesiydi. Devlet, fiyatların artmasını kontrol altında tutarak tebaasını korumak istiyordu. Kadının belediye işlerini görebilmesi için idari işlerde ve zabıta alanında yardımcıları vardı.

19. yüzyılda devleti yeniden yapılandırma ve merkeziyetçiliği güçlendirme politikaları çerçevesinde, belediye örgütlenmesinin de Batılı tarzda ortaya çıkışı 19. yüzyıla rastlar. Bu, geleneksel örgütlenmesinin yerini modern örgütlenmenin almaya başladığı bir dönemdir. Osmanlı Devleti'nde belediyecilik anlayışı, Avrupa kentleri ile olan ilişkiler sonucu 19. yüzyılın ikinci yarsında, ilk olarak İstanbul'da "Şehremaneti*' unvanıyla bir memuriyet ve "Şehir MeclisF adıyla bir meclisin kurulmasıyla başlamıştır. İstanbul'da başlayan belediyecilik, 1867'de "Vilayatta Devair-i Belediye Meclislerinin Vezaif-i Umumiyesi Hakkında" başlığı altında çıkarılan kanunla başlıca büyük kentlerde

 

uygulama alanı buluyordu . Bu kanunla vali ve mutasarrıfın görevlendireceği bir başkan (reis) ile altı azadan oluşacak bir "Belediye Meclisi" oluşturuluyordu. Ayrıca kent merkezindeki mühendis ve hükümet tabibi, meclisin müşavir azaları idiler. Belediye meclisi azalığına seçilmek için aranan şartlar diğer kurulların azalarmkiyle benzerdi. O yerin mutebârmdan olmak şarttı. 1871 Tarihli Vilayet Nizamnamesi seçim şartlarını daha ayrıntılı biçimde belirlemektedir. Azaların seçimlerinde uygulanan yöntem, vilayet, liva, kaza idare meclisleri azalarının seçilmelerine de uygulanan yönteme benzemektedir. 30 yaşını geçmemiş, Türkçe okuryazar olmak ve vilayet ile liva merkezlerinde yılda en az 500 kuruş, kaza merkezlerinde ise 150 kuruş vergi vermiş olmak, azalık için aranan şartlardır. Azalar 2 yılda bir seçimle değişirlerdi. Bu meclislerde Müslümanlar ile gayrimüslimlerin eşit oranda temsil edilmeleri öngörülüyordu  . Belediye meclisleri ile ilgili zaman zaman küçük değişiklikler yapılsa da  konumu açısından çok fazla önemli olmadıklarından bunlara değinmeyeceğiz.

Mardin'de belediye örgütü muhtemelen 1867 kanununun hemen ardından oluşturulmuştur. 1869 tarihli ilk Diyarbekir Salnamesinde Mardin'de belediyeye rastlamaktayız.

1869-1871 arası Daire-i Belediye Meclisi'nde bulunan 5 azadan ikisi gayrimüslimdir. Hanna Hidaye Efendi ve Hanna Nuri Efendi isimli bu azalarda Hana Hadaye Süryani Protestan iken Hanna Nuri de muhtemelen Süryani'dir. 1872'de altı azadan Karabet Efendi ve Melkon Efendi gayrimüslim iken, İlyas Efendi'nin gayrimüslim olması muhtemeldir. 1873'te Hanna Karabet, Osan Amun, İlyas Kıs mecliste bulunan 3 gayrimüslim azadır. 1874'te 6 azadan Hanna Karabet Efendi, Mihail Efendi, İlyas Efendi yer alırken; 1875 ve 1876'da İlya Efendi, Yahya Efendi ve İlyas Efendi muhtemelen gayrimüslimdir. 1877'de isimlerden bir ayrım yapmak mümkün görünmüyor. 1882'de Rafael Efendi, İlyas Efendi gayrimüslim iken, diğer azalar arasında biri daha gayrimüslim olabilir. 1883'de Yusuf Bülbüli, İlyas Efendi gayrimüslimdir. 1884 ve 1890'da 5 azadan Hanna Efendi ve İlyas Efendi gayrimüslim aza olarak yer almaktadırlar. 1894, 1898, 1899 ve 1900'de isimlerden gayrimüslimleri ayırmak mümkün olmamaktadır.

Mardin'de belediye meclislerinde müşavir aza olarak bulunan Şehii tabipleri de 1898 tarihine kadar gayrimüslimdirler. Bu tarihten sonra ordu içinden yüzbaşı tabipler bunların yerini alacaktır.

Mardin'in kazalarında belediye ilk kez 1873 yılında teşkil ediliyordu. Bu tarihte Midyat'ta gayrimüslim aza bulunmazken, Cizre'de 5 azadan 4'ü gayrimüslimdir. Bu 4 gayrimüslim azadan 2'si Şemmas unvanlı Süryani iken diğer ikisinin isimleri Hamatori Ağa ve Cercis Toma'dır. Bu tarihte Avine Kazasında henüz belediye teşkil olunmamıştır. 1874,1875 ve 1877'de Midyat'ta 4 aza arasında isimlere göre bir ayrım yapmak mümkün olmamaktadır. 1874'te Cizre'de 4 gayrimüslim azadan 3'ü bir önceki yıl da aza olan Hamatori Ağa ile Şemmas İsa ve Şemmas Patris isimli Süryanilerdir. 1875 ve 1876'da Cizre'de 4 azadan ikisi gayrimüslimdir. Bu gayrimüslim azalar önceki yıllarda da azalık yapan iki Şemmastır. 1877'de Cizre'de 4 azadan üçü Hanatori ve Şemmas Patris, Şemmas İsa isimli Süryanilerdir. 1882'de Cizre'de 4 azadan ikisi Anton Efendi ve İshak Efendi isimli gayrimüslimlerdir. Midyat'ta 4 azadan biri Hanna isimli bir Süryanidir. 1883 ve 1884'te Cizre'de 4 azalıktan biri münhal iken, biri Müslüman ikisi ise gayrimüslimdir. 1884'te isimlerden bir değerlendirme yapmak mümkün olmamaktadır. Aynı yıl Midyat'ta 4 azadan ikisi Hanna ve Cercis isimli gayrimüslimlerdir.

1890 Salnamesinde hiç bir kazanın belediye meclis azalarının isimleri verilmemiştir. 1894'te Cizre'de gayrimüslim aza yok. Nusaybin'de 5 azadan ikisi muhtemelen gayrimüslimdir. Midyat'ta 5 azadan 4'ü gayrimüslim gibi görünmektedir. Bu azaların isimleri şöyledir: Melki Şemmas Cercis Ağa, İsa Körpe Ağa, Cercis Kıs Ağa, Körpe Şemon Ağa. 1898, 1899 ve 1900'de Cizre'de azaların ikisi de Müslüman'dır. Aynı tarihlerde Midyat'ta ise 4 azadan sadece biri gayrimüslimdir. Bu azanın da hangi milletten olduğu anlaşılamamaktadır .

 

 Dr.Hüseyin Haşimi GÜNEŞ

 

Dicle Üniversitesi Mardin MYO İktisadi ve İdari Programlar Bölüm Başkanı.

 

Sayfa: 1 2