Forum Zero
ForumZero

İletileri Göster

Bu özellik size üyenin attığı tüm iletileri gösterme olanağı sağlayacaktır . Not sadece size izin verilen bölümlerdeki iletilerini görebilirsiniz


Mesajlar - Zero

Sayfa: 1 2 3 4 ... 99
35
Atatürk ve Diğer Türk Önderlerimiz / Atatürk ve TDK
« : 25 Şubat 2011, 17:54:46 »
TDK’nin kurucu ve koruyucu (hami) başkanı Yüce Atatürk, 12 Temmuz 1932 tarihinden itibaren ölünceye dek TDK ile yakından ilgilenmiş; çalışmalarını takip etmiş, bazen Genel Merkez Kurulu ve Terim Kolu toplantılarına başkanlık etmiş, bazen de bazı yönetici ve üyelerle sofrasında uzun uzadıya Kurum çalışmalarını ele almış, yönlendirici uyarılarda, tavsiyelerde bulunmuştur. Bu yazımızda, nda TDK’nin nasıl yer aldığını,  sırasına göre kısaca açıklamaya çalışacağız:

11 Temmuz 1932: I. Türk Tarihi Kurultayı’nda seçilen  Tetkik Cemiyeti (Türk Tarih Kurumu) Merkez Heyeti üyelerinden Âfet (İnan), Yusuf (Akçura), Sâmih Rifat (Horozcu), Sadri Maksudî (Arsal), Hâmit Zübeyr (Koşay) ve Macar Prof. Zayti Ferenç, Cumhurbaşkanı ve Türk Tarihi Tetkik Cemiyetinin de kurucu ve koruyucu (hami) başkanı Gazi  tarafından Çankaya Köşkü’ne davet edilirler. Prof. Clemens Holzmeister’in planını çizdiği yeni köşke henüz taşınılmıştır. Ruşen Eşref Ünaydın Bey de köşke davetlidir.

Türk iyle ilgili konular görüşüldükten sonra Gazi, şu soruyu sorar:

“-Dil işlerini düşünme zamanı da gelmiştir. Ne dersiniz?”

Düşüncesinin sevinçle karşılanması üzerine:

-Öyle ise Türk Tarihi Tetkik Cemiyeti gibi bir de ona kardeş bir dil cemiyeti kuralım. Adı, Tetkik Cemiyeti olsun” der.

O akşam, Gazi’nin önerisiyle Sâmih Rifat Bey Başkan, Ruşen Eşref Bey Umumi Kâtip (genel yazman) olurlar. Ruşen Eşref Bey’in önerisi üzerine de Yakup Kadri (Karaosmanoğlu) ve Celâl Sahir (Erozan) Beyler de kurucu üyeliklere uygun görülürler. Ertesi gün, kuruluş izninin alınması kararlaştırılır.

12 Temmuz 1932: Türk Dili Tetkik Cemiyeti (TDTC)’nin İçişleri Bakanlığından kuruluş izni alındı. İzinnamenin ekindeki Türk Tarihi Tetkik Cemiyeti tüzüğünün benzeri ilk tüzük de yürürlüğe girdi.

18 Ağustos 1932: Gazi Mustafa Kemal, TDTC’nin kuruluş amacı ve yapması gereken çalışmalar konusunda gazeteci Yunus Nadi (Abalıoğlu) ile Yalova’da görüştüler. Yunus Nadi Bey, o sırada hazırlıkları sürdürülen I. Türk Dili Kurultayı’nı düzenleyen TDTC Teşebbüs Heyeti üyesiydi. Gazi’nin düşüncelerine çok değer verdiği bir yazardı. Kurul (heyet) toplantılarına düzenli olarak katılamadığından, daha sonra yerine başka bir üye alındı. TDTC kurulalı henüz bir ay geçmişti. Cumhuriyet gazetesinin 21 Ağustos 1932 tarihli baskısında yer alan ve Söylev ve Demeçler kitabına girmemiş “Gazi Hz. ile Bir Hasbıhâl” başlıklı makalede yayımlanmış bu sohbette şunlar konuşulmuştur:

Büyük Reis ve Rehber, birkaç gün evvel kendilerini Yalova’daki son ziyaretimizde maksadın Türk milletine kendi mazisinde mevcut ve kendi mazisinden mevrus (miras) ve bu itibar ile bittabi daha mütekâmil (gelişmiş) şekiller ile istikbaline de şamil kendi kültürünü ortaya çıkararak göstermek olduğunu izah ettikten sonra Türk Dili Cemiyetinin bu yoldaki mesaisinden ortaya cidden hayret olunacak neticeler, yani hakikatler çıkması muhakkak bulunduğunu bütün bir emniyet ve kuvvetle beyan buyurdular ve:

“-İsterseniz”, dediler, “evvela mevzuubahsimiz olan kültür kelimesini ele alalım.”

Şöylece bir tesadüf bu kelime bile bizi tenvire (aydınlatmaya) kifayet etti.



Bunları söyleyerek büyük reis bize yanlarındaki bir kitabı uzatarak:

“-Evvela”, dediler, “bu kitabın ismini, müellifini (yazarını) ve basma tarihini okuyunuz.”

Okuduk:

-Lûgat-i Çağatay. Müellifi Şeyh Süleyman Efendi Buharî. İstanbul 1298



Sonra da:

“-Şimdi”, dediler, “bu kitapta kilturmak kelimesini bulunuz!”

Bulduk.



“-Kelimenin karşısındaki mana izahlarını okuyunuz.” dediler.

Şöylece okuduk:

-Getürmek, ihzar, isal. İrat ve peyda etmek. Sevk ve ikame etmek. Takarrür.

Bundan sonra Gazi Hz. şunları söylediler:

-“ fiillerinde mek ve mak lahikalarının (eklerinin) kaldırılmasıyla geri kalan maddenin asıl kelime olduğunu bilirsiniz. Kilturmak fiilinin asıl maddesi kilturdur demek. Fransızca, İngilizce, Almanca gibi belli başlı Garp dillerinde pek az telaffuz farkıyla kullanılan  kelimesi ile bu kiltur kelimemiz arasında telaffuz itibarıyla olduğu gibi mana itibariyle de mevcut olan kuvvetli tetabuka (uygunluğa) dikkat etmemek mümkün müdür? Malûmdur ki garp dillerinde kültürün manası hem maddidir, hem manevi. de de aynı. Nihayet Çağatayî Türkî de yapılacak işe takarrür edecek son şeklini vermeye kiltur diyor. Frenk tarlayı ekmeye kültür dediği gibi ulum ve fünunda tekemmül muhassalasına da kültür diyor. Şeyh Süleyman Efendi Buharî’nin bu kiltur kelimesini Garp lisanlarından almamış olduğuna şüphe yok. Öyle bir şey hatıra dahi gelemez. Bu zatın Türk dilleri şubelerinden Çağataycanın kelimelerini toplamış ve onların manalarını yazmış olduğu meydandadır. Pek ufak bir telaffuz farkıyla kelime bütün manaları itibarıyla Asya’da ve Avrupa’da aynıdır. Acaba onun asıl menşei Asya mıdır, Avrupa mıdır? Burasını tetkike çok zaman ve imkânımız vardır. Fakat şimdiden söylenebilir ki kelime esasen Asyalıdır. Avrupa’nın hâlen çok müterakki (ileri) olduğunda şüphe olmayan kültürü dahi aslen Türk’tür demek olur…

Filhakika biz kültür kelimesini Garp medeniyetinde gördükten sonra onu Arapça bir kelime ile ifade etmek için hars kelimesini almışız. Hars ve haraset, kültürün aslına ve iştikaklarına maddi ve manevi manalarıyla tetabuk eden (uygun düşen) bir kelimedir. Garp dillerindeki kültür kelimesine menşe olarak Latince kültüra (cultura) ve kültive (cultiver) mukabili olarak da kültivare (cultivare) kelimelerini buluyoruz ki aynı ile hars ve haraset demektir. Fakat şimdi asıl Türk dilinde kiltur kelimesini buluyoruz, bunun da aynen kültür demek olduğunu görüyoruz.”

Gazi Hz.nin bu yolda verdikleri izahlara ve tafsillere (açıklamalara) nazaran yukarıya kaydetmiş olduğumuz bu kültür ve kiltur tetabuku şöylece ilk misallerden biridir. İlk tetkiklerin umumi bir göz gezdirişten ibaret olan ilk araştırmaları ortaya şimdiden böyle yüzlerce misal koymuştur. Bu tetkikler ise yoktan bir şey icat etmek veya yakıştırmak için yapılmıyor. Evvela Türk’ün tarihi tespit olunmuştur. Bu tarih, tarihe hâkim olan bir hayattır. Ondan sonradır ki şimdi bu hakikatin diğer evsaf ve eşkâli üzerinde çalışmaya geçilmiştir. Vereceği müspet neticeler evvelinden bilinerek diyebiliriz ki Türk’ün kültürü uyanmıştır, ayaklanıyor. (Yunus Nadi)

27 Ağustos 1932: Gazi Mustafa Kemal, TDTC’yi kurarak Dil Devrimi çalışmalarına başlaması dolayısıyla kendisini kutlayan Sivas Millî Türk Talebe Birliği Araştırma Heyetinin telgrafını cevaplandırdılar:

Millî Türk Talebe Araştırma Heyetine:

“Dilimiz çok zengindir, güzeldir. Bunu ortaya çıkaracaklar, sizin gibi duygusu derin, yorulmaz Türk gençleridir. Türkçemizi günün en ileri bilgi dili yapmak, değerli araştırmanızdan beklenir. Sizlere uğurlar dilerim.”

2 Eylül 1932: Gazi , Dolmabahçe Sarayı’nda TDTC Başkanı Sâmih Rifat (Horozcu), Umumi Kâtip (Genel Yazman) Ruşen Eşref (Ünaydın) ve TDTC Teşebbüs Heyetinden gazeteci Yunus Nadi (Abalıoğlu) ile görüştüler. O günlerde Sâmih Rifat Bey çok hastaydı. Gazi’nin emriyle Sarayda TDK’ye bir büro tahsis edilmiş, bir odaya da Sâmih Rifat Bey yatırılmıştı. Doktor gözetiminde, hasta yatağından Kurultay hazırlıklarını yürütmekteydi. Basına herhangi bir açıklama yapılmamış olmakla beraber, söz konusu görüşmede Kurultay hazırlıkları üzerinde durulduğu kesindir.

5 Eylül 1932: Gazi’nin emriyle ünlü   Paris Büyük Elçiliğine çekilen bir telgrafla I. Türk Dili Kurultayı’na davet edildi. Telgraf Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri Y. Hikmet (Bayur) imzasıyla çekilmiştir.

10 Eylül 1932: Atatürk’ün Nöbet Defteri; Gazi, I. Türk Dili Kurultayı Düzenleme Kurulu (TDTC Teşebbüs Heyeti) üyelerinden Ruşen Eşref (Ünaydın), Ragıp Hulûsi (Özdem), Ahmet İhsan (Tokgöz), Ruşenî (Barkın), İhsan (Sungu) ve Ahmet Cevat (Emre) ile Dolmabahçe Sarayı’nda görüştüler. Bu görüşmelerin toplu veya tek tek yapıldığı hakkında elimizde bir belge yok. Ancak, her ne şekilde olursa olsun Kurultay hazırlıkları ve sunulacak tezler üzerinde durulduğunu kesinlikle söyleyebiliriz. Kurultay’ın 26 Eylül 1932 tarihinde Dolmabahçe Sarayı’nda toplanacağı gerçeğinden yola çıkarak bu kanıya ulaşmış bulunuyoruz. Hastalığı sebebiyle Başkan Sâmih Rifat, yatağından kaldırılmamış olmalıdır.

15 Eylül 1932: Gazi, Dolmabahçe Sarayı’nda I. Türk Dili Kurultayı Düzenleme Kurulundan Ruşen Eşref (Ünaydın), Ahmet İhsan (Tokgöz), Ahmet Cevat (Emre), Prof. Ragıp Hulûsi (Özdem), Ruşenî (Barkın), Celâl Sahir (Erozan), ,  ve Prof. Dr. Saim Ali (Dilemre) Bey’le görüştüler. Bu görüşmeler sırasında da I. Türk Dili Kurultayı hazırlıklarının gözden geçirildiğine şüphe yoktur. Kurucu ve Koruyucu Başkan, Kurultay’da sunulacak tezleri önceden okuyup bilgi sahibi olmaktaydı. Başkan Sâmih Rifat’ın yatağından kaldırılıp hırpalanmamasına dikkat edilmiştir görüşündeyiz.

20/21 Eylül 1932: nı, çalışmalarını gün gün inceleyen Niyazi Ahmet Banoğlu’na göre, Gazi bu günlerde de Dolmabahçe Sarayı’nda I. Türk Dili Kurultayı’nı düzenleyen TDTC Teşebbüs Heyeti üyeleriyle toplantılar yapmış, Kurultay’da sunulacak tezleri incelemiştir. Her ne kadar, Atatürk’ün günlük çalışmalarının not edildiği Nöbet Defteri’nde bu konuda bir bilgi bulunmamaktaysa da, Gazi’nin dil konusuna verdiği önem dolayısıyla verilen bilginin doğru olduğuna inanıyoruz.

21 Eylül 1932: Gazi’nin emri üzerine Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterliğince Sofya’da yaşayan Ermeni Dil Bilgini Agop Martayan’a (Ata’nın isteği üzerine TDK’de görev alarak 1936-1978 yılları arasında çalıştı. Soyadı, Ata tarafından “Dilaçar” olarak verildi.) I. Türk Dili Kurultayı’na yetişmek üzere vize verilmesi hakkında Dahiliye (İçişleri) Vekili (Bakanı) Şükrü Kaya’ya bir telgraf yazıldı ve Agop Martayan Kurultay’a katıldı.

22 Eylül 1932: Gazi, Dolmabahçe Sarayı’nda I. Türk Dili Kurultayı’nı düzenleyen TDTC Teşebbüs Heyeti üyelerinden Ruşen Eşref (Ünaydın), Ragıp Hulûsi (Özdem), Ruşenî (Barkın), Ahmet İhsan (Tokgöz), Hasan Âli (Yücel), Celâl Sahir (Erozan), İhsan (Sungu), Ahmet Cevat (Emre), Reşat Nuri (Güntekin) ve Prof. Dr. Saim Ali (Dilemre) Beylerle görüştüler. Bu görüşmelerde Kurultay hazırlıklarının gözden geçirildiği kesindir.

24 Eylül 1932: I. Türk Dili Kurultayı’nı düzenleyen kurul üyeleri ve bazı dil bilginleri, Gazi’nin başkanlığında saat 15.00’te Dolmabahçe Sarayı’nda toplandılar. Saat 15.00’te başlayıp gece yarısına değin süren toplantıda iki gün sonra başlayacak olan Kurultay’da sunulacak tezler gözden geçirildi. Başkan Sâmih Rifat Bey yine yataktaydı. Son gücünü açılış gününe saklıyordu. Toplantıya Ruşen Eşref (Ünaydın), Ragıp Hulûsi (Özdem), Ruşenî (Barkın), Ahmet İhsan (Tokgöz), Hasan Âli (Yücel), Celâl Sahir (Erozan), İhsan (Sungu), Ahmet Cevat (Emre), Reşat Nuri (Güntekin), Dr. Saim Ali (Dilemre) ve Sofya’dan Gazi’nin isteği üzerine gelen Ermeni dil bilgini Agop Martayan (Dilaçar) katıldılar.

26 Eylül 1932: Cumhurbaşkanı, Kurucu ve Koruyucu Başkan Gazi Mustafa Kemal, 13.30-19.00 saatleri arasında, Dolmabahçe Sarayı’nda çalışmalarına başlayan I. Türk Dili Kurultayı’nın açış toplantısında hazır bulundular. Kurultay açış konuşmalarını ve oturumda sunulan Sâmih Rifat Bey’in “Türkçenin Ari ve Sami Lisanlarla Mukayesesi” başlıklı konferansını dinlediler.

27 Eylül 1932: Gazi Mustafa Kemal, konuğu ABD Genelkurmay Başkanı Gen. Mc Arthur’la birlikte saat 14.00-18.00 arasında I. Türk Dili Kurultayı çalışmalarını izlediler. Ahmet Cevat (Emre), Prof. Dr. Saim Ali (Dilemre) ve Agop Martayan (Dilaçar)’ın tezlerini ve tartışmalarını dinlediler. Ayrıca, Ruşen Eşref (Ünaydın) ve Celâl Sahir (Erozan) Bey’le bir süre görüştüler.

28 Eylül 1932: Gazi Mustafa Kemal, saat 14.00’ten itibaren Kurultay toplantı salonunu teşrif ederek; Mehmet Saffet, Hakkı Nezihi, Artin Cebeli ve Prof. Yusuf Ziya (Özer) Beylerin tezlerini dinlediler. Ayrıca TDTC yöneticilerden Ruşen Eşref (Ünaydın) ve Celâl Sahir (Erozan) Beylerle görüştüler.

29 Eylül 1932: Gazi, öğleden sonra (14.00-18.00) Dolmabahçe Sarayı’ndaki Kurultay toplantı salonunda Prof. Ragıp Hulûsi (Özdem), Sâmih Rifat (Horozcu) ve Hasan Âli (Yücel) Beylerin tezlerini dinlediler.

1 Ekim 1932: Öğleden sonra 14.00’te Kurultay toplantı salonunu teşrif ederek; Köse Raif Paşaoğlu Fuat, Abdullah Battal (Taymas), Bedros Zeki (Usman) Beylerin tezlerini ve tartışmalarını dinlediler. Ayrıca, TDTC yöneticilerinden Kurultay düzenleyicilerinden Ruşen Eşref (Ünaydın), Ruşenî (Barkın), Hasan Âli (Yücel), Ali Canip (Yöntem), Celâl Sahir (Erozan), Ahmet Cevat (Emre) Beylerle de bir süre görüştüler.

2 Ekim 1932: Gazi, Niyazi Ahmet Banoğlu’nun yazdığına göre bugün de Dolmabahçe Sarayı’nda Kurultay çalışmalarına katıldılar. Dil tartışmalarını dinlediler. O gün, Hüseyin Cahit (Yalçın) ve Faik Âli (Ozansoy) Beyler tezlerini sunmuşlardır. Hüseyin Cahit Beyin tezi tartışma yaratmıştır. Hasan Âli (Yücel), Ali Canip (Yöntem), Fazıl Ahmet (Aykaç), Dr. M. Şükrü (Akkaya), Sâmih Rifat (Horozcu), Sadri Etem (Ertem) ve Namdar Rahmi (Karatay) söz alarak bu tez üzerinde görüşlerini açıklamışlardır.

3 Ekim 1932: Gazi, öğleden sonra (14.00-18.00) Kurultay toplantı salonunu teşrif ederek Halit Ziya (Uşaklıgil), Ahmet Cevat (Emre), Ali Canip (Yöntem), Reşat Nuri (Güntekin) Beylerin tezlerini dinlediler. Ayrıca; Kurultay’ı düzenleyenlerden Ahmet İhsan (Tokgöz), Ali Canip (Yöntem), Ahmet Cevat (Emre), Prof. Dr. Saim Ali (Dilemre), İhsan (Sungu) ve Ruşenî (Barkın) Beylerle bir süre görüştüler.

4 Ekim 1932: Öğleden sonra (14.00-19.00) Kurultay çalışmalarını takip ederek; Prof. Dr. Saim Ali (Dilemre), İhsan (Sungu), Ruşenî (Barkın), Ahmet İhsan (Tokgöz), , Besim (Atalay) Beylerle, Mediha Muzaffer Hanımın tezlerini dinlediler. Toplantıdan sonra Celâl Sahir (Erozan), Ruşenî (Barkın), Ahmet İhsan (Tokgöz), Falih Rıfkı (Atay), Prof. Yusuf Ziya (Özer), Besim (Atalay) Beylerle görüştüler. Gazi’nin, Kurultay’ın günlük çalışmalarının ardından Kurultay düzenleyicilerinin bazılarıyla yaptığı görüşmelerde o günkü çalışmaları değerlendirdiği görüşündeyiz.

5 Ekim 1932: Gazi Mustafa Kemal, öğleden sonra (14.00-16.00) Kurultay’ın son oturumunda hazır bulundular. Tüzük değişikliği ve program çalışmalarını izlediler. Seçimlerden önce salondan ayrıldılar. Kurultay kapandıktan sonra Boğaziçi’nde tekneyle bir gezinti yapıp 20.00’de Dolmabahçe Sarayı’na döndükten sonra Kurultay’da TDTC Umumî (Genel) Merkez Heyetine (Kuruluna) seçilen Başkan Sâmih Rifat (Horozcu), Genel Yazman (Umumi Kâtip) Ruşen Eşref (Ünaydın), Sayman (Muhasip) Besim (Atalay), Celâl Sahir (Erozan), Ahmet Cevat (Emre), Prof. Ragıp Hulûsi (Özdem), Hâmit Zübeyr (Koşay), Hasan Âli (Yücel) ve İbrahim Necmi (Dilmen) Beylerle Maarif Vekili Dr. Reşit Galip (Baydur) Beyi, ayrıca Kurultay düzenleme kurulundan Ali Canip (Yöntem) ve Ruşenî (Barkın) Beyleri kabul ettiler. Bu kabulde, Gazi’nin Merkez Heyeti üyelerini tebrik ettiği, başarılar dilediğini tahmin etmek güç olmasa gerek. Ayrıca, Kurultay’ın değerlendirilmesinin yapıldığını da bu tahmine ekleyebiliriz. Gazi, aynı gün, Kurultay’ın tamamlanması dolayısıyla Başbakan İsmet (İnönü) Bey’e bir telgraf göndererek; “Kurultay’ın değerli çalışmasından, yüksek duygular ortaya koymasından ne kadar sevindiğini” bildirmişlerdir. Telgrafta ayrıca Kurultay’ın kapanışında İsmet Bey’in adı geçince çok alkışlandığı da belirtilmiştir.

6 Kasım 1932: Gazi, Çankaya Köşkü’nde, TDTC Fahri Başkanı ve Maarif Vekili Dr. Reşit Galip (Baydur), TDTC Genel Merkez Heyeti Üyesi ve Kol Başkanlarından Ruşen Eşref (Ünaydın), Ahmet Cevat (Emre), Hâmit Zübeyr (Koşay), Prof. Ragıp Hulûsi (Özdem), İ. Necmi (Dilmen), Celâl Sahir (Erozan), Naim Hâzım (Onat) ve Besim (Atalay) Beyleri kabul edip görüştüler, muhtemelen yemek yediler. Falih Rıfkı Atay da o gün Köşk’teydi. Ata’nın sofrası bir akademik tartışma alanıydı. Bu yemekte Türkçe ve yapılması gerekenler konusunun konuşulduğundan hiç şüphemiz yok.

4 Aralık 1932: TDTC’nin ağır hasta olan Başkanı Sâmih Rifat (Horozcu) Bey’in 3 Aralık 1932 günü İstanbul’da vefat etmesi üzerine Kurucu ve Koruyucu Başkan Gazi Mustafa Kemal, TDTC Başkanlığına bir başsağlığı mektubu gönderdiler.

21 Aralık 1932: Gazi, SSCB Ankara Büyükelçiliği tarafından kendisine armağan edilen dille ilgili 23 kitabı, Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterliğinin bir yazısıyla TDTC’ye gönderdiler.

4 Ocak 1933: Gazi, saat 17.00’de TDTC’nin Ankara Vakıf Apartmanı sırasındaki Anadolu Kulübünden devralınan binasına gelip Genel Merkez Kurulu (Umumi Merkez Heyeti) toplantısına başkanlık ettiler. Bu toplantıya; Millî Eğitim (Maarif) Bakanı Dr. Reşit Galip (Baydur)’in yanı sıra Ruşen Eşref (Ünaydın), Besim (Atalay), İ. Necmi (Dilmen), Celâl Sahir (Erozan), Ahmet Cevat (Emre), Prof. Ragıp Hulûsi (Özdem), Hâmit Zübeyr (Koşay), Hasan Âli (Yücel) Beyler ve Türk Tarihi Tetkik Cemiyetinden Âfet (İnan) Hanım katıldılar. Toplantıda alınan kararların en önemlisi, tüzüğe göre fahriî başkan konumundaki Millî Eğitim Bakanı Dr. Reşit Galip’in başkanlığı gelecek kurultaya kadar asaleten yürütmesi oldu. Millî Eğitim Bakanlarının TDK Başkanlığını yürütmesi uygulaması öylesine benimsendi ki, tüzük değişikliği yapılarak 1936 (III. Kurultay)’dan itibaren 1951 yılı olağanüstü kurultayına değin devam etti.

7 Mart 1933: TDTC Genel Merkez Kurulu, Kurum binasında Gazi Mustafa Kemal’in başkanlığında toplandı. Toplantıda Arapça ve Farsça kelimelere karşılık bulunması için bir dil anketi açılmasına karar verildi. 8 Mart gününe de sarkan toplantıya TDTC Başkanı ve Millî Eğitim Bakanı Dr. Reşit Galip (Baydur), Ruşen Eşref (Ünaydın), İ. Necmi (Dilmen), Besim (Atalay), Celâl Sahir (Erozan), Ahmet Cevat (Emre), Prof. Ragıp Hulûsi (Özdem), Hâmit Zübeyr (Koşay), Hasan Âli (Yücel)’in yanı sıra CHP Genel Sekreteri Recep (Peker) ve Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri Yusuf Hikmet (Bayur) Beyler de katıldılar. Alınan karar uyarınca dil anketi açılıp birçok Arapça ve Farsça kelimeye Türkçe karşılık bulundu.

23 Mart 1933: Gazi, TDTC Başkanı ve Millî Eğitim Bakanı Dr. Reşit Galip (Baydur) ve Genel Merkez Kurulundan Besim (Atalay), Ahmet Cevat (Emre), Prof. Ragıp Hulûsi (Özdem), Hasan Âli (Yücel), Naim Hâzım (Onat) ve Hâmit Zübeyr (Koşay) Beyleri Çankaya Köşkü’nde kabul edip görüştüler. Bu görüşmede TDTC’nin çalışmaları ve dil anketi uygulamasının konuşulduğu muhakkaktır. O gün ayrıca, S. Maksudî (Arsal), Hasan Cemil (Çambel), ve Yusuf (Akçura) ile de bir süre görüşmüşlerdir.

2 Nisan 1933: Çankaya Köşkü’nde gece Gazi Mustafa Kemal’in başkanlığında TDTC Genel Merkez Kurulu ve bazı üyeler toplandılar. Toplantıya; TDTC Başkanı ve Millî Eğitim Bakanı Dr. Reşit Galip (Baydur), Genel Yazman Ruşen Eşref (Ünaydın), Sayman Besim (Atalay), Prof. Ragıp Hulûsi (Özdem), Ahmet Cevat (Emre), Celâl Sahir (Erozan), İ. Necmi (Dilmen), Hâmit Zübeyr (Koşay), Naim Hâzım (Onat), Prof. Yusuf Ziya (Özer), Yusuf (Akçura) ve Sadri Maksudî (Arsal) katıldılar. Bu toplantıda dil anketi çalışmaları üzerinde durulduğunu tahmin ediyoruz.

27 Temmuz 1933: Genel Yazman Ruşen Eşref (Ünaydın) Bey’in başkanlığında toplanan TDTC Genel Merkez Kurulunun dil anketi değerlendirme toplantısına bir ara Gazi de gelmiş, çalışmaları incelemiş, memnuniyetini bildirerek üyeleri teşvik etmişlerdir.

17 Ağustos 1933: Yalova’dan İstanbul’a dönen Gazi Mustafa Kemal, Dolmabahçe Sarayı’na gelen TDTC Genel Merkez Kurulu üyeleriyle bir toplantı yaptılar. Bu toplantıyla ilgili Anadolu Ajansının haberi şöyledir:

Türk Dili Tetkik Cemiyeti Umumi Merkez Heyeti, bugün Umumi Kâtip (Genel Yazman) Ruşen Eşref (Ünaydın) Bey’in reisliği altında Dolmabahçe Sarayı’nda toplanarak iki celse (oturum) yapmıştır.

Cemiyetin hami (koruyucu) reisi Gazi Mustafa Kemal, Cemiyetin müzakere etmekte olduğu odayı, yanlarında Muallim Âfet (İnan) Hanım, Meclis Reisi Kâzım (Özalp) Paşa, Hikmet (Bayur, Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri) olduğu hâlde lütfen teşrif ederek uzun zaman toplantıya riyaset (başkanlık) ettiler.

Bu toplantıda dil anketine gelen cevaplar üzerinde çalışıldığına şüphe yoktur. Çünkü, aynı konudaki toplantılar, 23 ve 24 Ağustos 1933 günleri de sürdürülmüştür.

23 Ağustos 1933: TDTC Genel Merkez Kurulu, Genel Yazman Ruşen Eşref (Ünaydın) Bey’in başkanlığında Dolmabahçe Sarayı’nda toplanarak dil anketi çerçevesinde Arapça ve Farsça kelimelere bulunan Türkçe karşılıklar üzerinde çalışmıştır. Gazi’nin bu konuya verdiği önem ve çalışmaları yakından izlemesi dolayısıyla bu toplantının ve devamının Dolmabahçe Sarayı’nda yapıldığı açıktır. Toplantılar; 24, 26 ve 31 Ağustos 1933 günlerinde de sürdürülmüştür. Sarayda, TDTC’nin bir çalışma odası bulunmaktaydı. Toplantıyla ilgili bilgi Anadolu Ajansı kanalıyla kamuoyuna verilmiştir.

12 Ağustos 1934: TDTC Genel Merkez Kurulu ve II. Kurultay Merkez Bürosu üyeleri Dolmabahçe Sarayı’nda biri sabah, diğeri öğleden sonra iki toplantı yaptılar. Gazi Mustafa Kemal, öğleden sonraki toplantıya başkanlık ettiler. Toplantıda, 18 Ağustos 1934 tarihinde sarayda toplanacak olan II. Türk Dili Kurultayı’nın hazırlıklarını gözden geçirdiler. Toplantıya TBMM Başkanı Kâzım F. (Özalp), Genel Yazman İbrahim Necmi (Dilmen), Sayman Besim (Atalay), Naim Hâzım (Onat), Hasan Âli (Yücel), Ahmet Cevat (Emre), Ali Canip (Yöntem) ve Prof. Dr. Saim Ali (Dilemre) katıldılar.

18 Ağustos 1934: Kurucu ve Koruyucu Başkan Gazi Mustafa Kemal, Dolmabahçe Sarayı’nda toplanan II. Türk Dili Kurultayı’nı 14.00’te teşrif edip 18.00’e değin çalışmaları izlediler. Millî Eğitim Bakanı Abidin (Özmen) Bey’in açış konuşmasını, Genel Yazman İ. Necmi (Dilmen) Bey’in iki yıllık çalışma raporunu dinleyip, yeni program taslağının müzakerelerini takip ettiler. Ahmet Cevat (Emre) Bey’in tezinin birinci bölümünü dinlediler.

19 Ağustos 1934: Gazi, öğleden sonra 14.00’te II. Kurultay toplantı salonunu teşrif ederek akşama değin yapılan konuşmaları dinlediler. Ahmet Cevat (Emre), Prof. Dr. Saim Ali (Dilemre), Doç. Ahmet (Caferoğlu) Beylerin tezlerini ilgiyle takip ettiler. Doç. Ahmet (Caferoğlu) “Rus Dilinde İlk Türk Dili Yadigârları” başlıklı tezini sunarken konu dışına çıkan sözler söyleyince Gazi, salonu terk ettiler. Bunun üzerine Kurultay Başkanı TBMM Başkanı Kâzım F. (Özalp), konuşmacının sözünü keserek kendisini kürsüden indirdi.

20 Ağustos 1934: Gazi, 14.00-18.00 saatleri arasında II. Türk Dili Kurultayı’nda hazır bulunup sunulan tezleri dinlediler. Bugün, Naim Hâzım (Onat), Yusuf Ziya (Özer) Beyler tezlerini sundular.

21 Ağustos 1934: Gazi, 14.00-18.00 saatleri arasında II. Kurultay çalışmalarını izlediler. Prof. Dr. Reşit Rahmeti (Arat), Tahsin Ömer, Dr. Şevket Aziz (Kansu), Prof. Meşçeninov ve Prof. Dr. W. Friedrich Carl Giese ve Agop Martayan (Dilaçar)’ın tezlerini dinlemişlerdir.

22 Ağustos 1934: Gazi, 14.00-18.00 saatleri arasında II. Kurultay’da yapılan konuşmaları dinlediler. Bugün; Hakkı Nezihi, Prof. Salih Murat (Uzdilek), Prof. Aleksandr N. Samoiloviç, Harp Akademisi Komutanı Korg. Ali Fuat (Erden) tezlerini sundular.

23 Ağustos 1934: Gazi, saat 14.00’te II. Kurultay’ın toplandığı salonu teşrif ettiler. Saat 15.30’da Kurultay sona erinceye değin çalışmaları izlediler. Komisyonların sunulan tezler hakkındaki raporlarını dinlediler.

26 Eylül 1934: Gazi Mustafa Kemal, yanında Başbakan İsmet (İnönü) Bey olduğu hâlde saat 17.30’da Ankara Halkevi’ni teşrif edip locasından TDTC’ce düzenlenen II. Dil Bayramı toplantısını izleyip saat 19.30’da Çankaya Köşkü’ne döndüler. Aynı gün; TDTC Başkanı ve Millî Eğitim Bakanı Abidin (Özmen) ve TDTC üyelerinden Besim (Atalay), Naim Hâzım (Onat) ve Velet Çelebi (İzbudak) Beylerle görüştüler.

31 Ocak 1935: Atatürk, akşamüstü TDTC yönetici ve üyelerinden bir grupla Dolmabahçe Sarayı’nda bir toplantı yaptılar. Basına yansımayan bu toplantıya kimlerin katıldığı ve hangi konuların görüşüldüğü bilinmiyor. Ancak, TDTC çalışmalarıyla o günlerin güncel konusu Arapça ve Farsça kelimelere Türkçe karşılıklar bulunması üzerinde durulduğu söylenebilir.

15 Nisan 1935: Atatürk, 14 Nisan gecesinden başlayarak uyumaksızın Çankaya Köşkü’nde dil bilginleriyle birlikte Türkçeyle ilgili incelemeler yaptılar. Bu çalışmaya TDTC Genel Merkez Yönetici ve Kol Başkanlarından İbrahim Necmi Dilmen (Genel Yazman) Naim Hâzım Onat, Ahmet Cevat Emre, Hasan Âli Yücel, İsmail Müştak Mayakon ve Üye Reşat Nuri Güntekin katıldılar.

12 Temmuz 1935: Atatürk, TDTC’nin kuruluşunun 3. yıl dönümü dolayısıyla Genel Yazman İ. Necmi Dilmen’in saygı ve teşekkürlerini bildiren telgrafını cevaplandırdılar. Çektikleri telgrafın başında “Türk Dili Araştırma Kurumu Genel Sekreterliğine”, hitabı bulunmaktadır. Telgrafta; “Kurumun üç yıl içinde büyük işler yaptığı, Kurum çalışanlarının bununla övünmeleri gerektiği” belirtilerek başarılar dilenmektedir.

26 Eylül 1935: Atatürk, 3. Dil Bayramı dolayısıyla TDTC’nin çektiği telgrafı cevaplandırdılar. “TDK’nin verimli çalışmasını sevinçle andığını belirterek Dil Bayramı’nı kutladığını” bildirdiler. Tamim Telgraf ve Beyannameler, kitabında telgraf tarihi yanlış olarak 21 Eylül yazılmıştır. III. Kurultay’dan önce TDK adı kullanılmaya başlamıştır.

1 Kasım 1935: Atatürk, TBMM yasama yılını açış konuşmasında Türk Tarihi ve Türk Dili Tetkik Cemiyetlerinin çalışmalarından; “Türk tarih ve dil çalışmaları büyük inanla beklenilen ışıklı verimlerini şimdiden göstermektedir” diye söz etmişlerdir.

25 Kasım 1935: Atatürk, Cenevre’de bulunan Afet İnan’a yazdığı mektuba, Çankaya’daki sofrasında “dil dersleri” sırasında çekilmiş bir fotoğrafı, 25.XI.1935 tarihini atarak imzalayıp göndermişlerdir.

12 Ocak 1936: Atatürk, saat 17.00’de Çankaya Köşkü’nde DTCF öğretim üyeleriyle TTK ve TDTC üyelerine bir çay verdiler. Aynı gün, ayrıca TDTC Başkanı ve Kültür (Millî Eğitim) Bakanı Saffet Arıkan, TDTC Genel Yazmanı İ. Necmi Dilmen’le dilci ve edebiyatçılardan Prof. Fuat Köprülü, Prof. Yusuf Ziya Özer, İhsan Sungu, Abdülkadir İnan ve İsmail Müştak Mayakon’u da kabul edip görüştüler.

22 Ağustos 1936: Atatürk, Dolmabahçe Sarayı’nda Türk Tarih Kurumunun III. Türk Dil Kurultayı dolayısıyla verdiği çayda, dil bilginlerine şu sözü söylemişlerdir: “Dünya dil âlimlerinin Türk âlimleriyle beraber çalışmaları, dil ilminin şimdiye kadar halledemediği birçok güçlüklerin hallini kolaylaştıracaktır.”

24 Ağustos 1936: Atatürk, Dolmabahçe Sarayı’nda toplanan III. Türk Dili Kurultayı’nın açılış törenini şereflendirdiler. Açılış oturumunda bir konuşma yapan Türk Tarih Kurumu Asbaşkanı Âfet (İnan), Atatürk’ten naklen şunları söyledi: “Türk Tarih Kurumu, Türk Dil Kurumunun kendinden ayrılmaz eşidir. Bu iki kurum, birlikte yükselmesi, birbirini tamamlaması icabeden iki aydın abidedir.” Atatürk, açış konuşmalarını, TDK çalışma raporunu ve Prof. Yusuf Ziya Özer’in tezini dinlediler. Kurultay’ın o günkü çalışması 17.30’da sona erdi. III. Kurultay’da ağırlıklı olarak Güneş Dil Teorisi ele alındı.

25 Ağustos 1936: Atatürk, saat 14.00-18.00 arasında III. Türk Dili Kurultayı’nın çalışmalarını izlediler. İbrahim Necmi Dilmen ve Vecihe Kılıçoğlu (Hatipoğlu)’nun tezlerini dinlediler. Aynı gün TDTC Başkanı ve Kültür (Millî Eğitim) Bakanı Saffet Arıkan’ı da kabul edip bir süre görüştüler. Bu kabulde Kurultay çalışmaları üzerinde de durulduğunu söyleyebiliriz.

26 Ağustos 1936: Atatürk, saat 14.00-18.00 arasında III. Türk Dili Kurultayı’na zaman ayırarak Hasan Reşit Tankut ve Sabahat Türkân’ın tezlerini dinlediler.

27 Ağustos 1936: Atatürk, saat 14.00-18.00 arasında III. Kurultay çalışmalarını izlediler. Naim Hâzım Onat, Ahmet Cevat Emre, Prof. Abdülkadir İnan ve İsmail Müştak Mayakon’un tezlerini dinlediler. O gün, ayrıca TDTC Başkanı ve Kültür (Millî Eğitim) Bakanı Saffet Arıkan, Prof. Dr. Saim Ali Dilemre, Hasan Reşit Tankut, Ahmet Cevat Emre ve İ. Müştak Mayakon’la da görüştüler. Bu görüşmelerde Kurultay’da ileri sürülen görüşlerin değerlendirildiğinden şüphe yoktur.

28 Ağustos 1936: Atatürk, bugün de saat 14.00-18.00 arasında III. Kurultay çalışmalarını izlediler. Agop Dilaçar, Dr. Mehmet Ali Ağakay ve İ. Hâmi Danişment’in tezlerini dinlediler.

29 Ağustos 1936: Atatürk, saat 14.00-18.00 arasında III. Kurultay çalışmalarını izlediler. Yabancı dil bilginlerinin (Prof. Anagnastopulos, Prof. J. Deny, Prof. Dr. W. F. C. Giese, Dr. Miatef, Prof. Dr. M. Hilaire Barenton, Prof. Sir Denisson Ross, Prof. Bartalini, Prof. Okubo, Prof. Dr. A. Zajaczkowski, Prof. A. N. Samoiloviç ve Dr. Herman F. Kvergic) konuşmalarını dinlediler. Aynı gün, dil bilginlerinden Prof. Fuat Köprülü, Ahmet Cevat Emre, Abdülkadir İnan, Ruşen Eşref Ünaydın, Prof. Yusuf Ziya Özer’le bir süre görüştüler.

5 Eylül 1936: Atatürk, öğleden sonra Dolmabahçe Sarayı’nda TDK yöneticilerinden İbrahim Necmi Dilmen, Hasan Reşit Tankut, Ahmet Cevat Emre ve Dr. Mehmet Ali Ağakay’la bir süre çalıştılar. Bu toplantıda Atatürk’ün TDK’de görevlendirdiği ve soyadını bizzat verdiği Agop Dilaçar (Martayan) ve Avusturyalı dilci Dr. Herman Kvergic de bulundu. Toplantıda, Kurultay’ın değerlendirildiği, yeni dönemde yapılacak çalışmalar üzerinde durulduğundan şüphe yoktur.

13 Eylül 1936: Atatürk, saat 16.30’da Florya Deniz Köşkü’nden Dolmabahçe Sarayı’na gelerek TDK’nin toplantısına başkanlık ettiler. Bu toplantı, III. Kurultay’da seçilen yeni Genel Merkez Kurulu üyeleriyle yapılmış olmalıdır. Basına herhangi bir bilgi yansımamıştır. Kurucu ve Koruyucu Başkan, aynı gün TDK Genel Yazmanı İ. Necmi Dilmen ve dil bilginlerinden Dr. Mehmet Ali Ağakay ve Agop Dilaçar’la da görüşmüşlerdir.

28 Eylül 1936: Atatürk, 4. Dil Bayramı dolayısıyla halktan ve çeşitli kuruluşlardan gelen telgraflara Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterliği vasıtasıyla ve Anadolu Ajansı kanalıyla teşekkür etmişlerdir.

29 Eylül 1936: Atatürk, 4. Dil Bayramı dolayısıyla TDK Genel Yazmanı İ. Necmi Dilmen’in telgrafını cevaplandırmış; teşekkür ederek TDK’nin Dil Bayramı’nı kutlamış ve çalışmalarında başarılar dilemişlerdir.

19 Ekim 1936: Atatürk, öğleden sonra 15.50’de TDK’nin Ankara Ulus semtindeki binasına gelmiş, bir saat kadar yöneticilerle görüşmüşlerdir. Ata’nın yanında Bilecik Milletvekili Salih Bozok da bulunmaktaydı. Genel Yazman İbrahim Necmi Dilmen, üyelerden Hasan Reşit Tankut, Uzman Abdülkadir İnan ve Avusturyalı dil bilgini Dr. Herman F. Kvergic tarafından karşılanmışlardır. Gazetelere göre bu görüşmeden sonra Köşk’e, Nöbet Defteri’ne göre de Orman Çiftliği’ne gitmişlerdir. O gün, ayrıca TDK yönetici ve üyelerinden İbrahim Necmi Dilmen (Genel Yazman), Ahmet Cevat Emre, Hasan Reşit Tankut ve İsmail Müştak Mayakon’u Çankaya Köşkü’nde kabul ederek görüşmüşlerdir.

1 Kasım 1936: Atatürk, TBMM yeni yasama yılını açış konuşmasında Türk Tarih ve Dil Kurumlarının çalışmalarından övgüyle söz etmiş, “bu kurumların az zaman içinde ulusal akademiler hâlini almasını” temenni ettiğini söylemişlerdir.

1936-1937 kış ayları: Atatürk, bir geometri kitabı yazarak geometri terimlerine Türkçe karşılıklar bulmuşlardır. Bu terimler, okul kitaplarına girmiştir.

12 Mart 1937: Atatürk, saat 16.30’da TDK’nin Ankara Ulus semtindeki binasına gelerek saat 23.00’e değin Terim Kolu üyeleriyle çalıştılar. Daha sonra bazı Terim Kolu üyeleriyle birlikte Çankaya Köşkü’ne dönüp yemekte de tartışmalarını sürdürdüler. Atatürk’ün Nöbet Defteri’ne göre; o gece Köşk’e gelenler Hasan Reşit Tankut, Dr. Mehmet Ali Ağakay, Naim Hâzım Onat, Abdülkadir İnan ve İsmail Müştak Mayakon’du.

31 Mart 1937:  Atatürk, Çankaya Köşkü’nde sinüs ve kosinüs terimlerinin gelişimini söğüt çubuklarıyla TDK yöneticilerine açıklamışlar, bu açıklamanın bir anı olmak üzere bronz levha dökümü yapılmıştır. Bu bronz levha, TDK Kitaplığında sergilenmektedir.

27 Eylül 1937: Atatürk, 5. Dil Bayramı dolayısıyla TDK Genel Yazmanı İbrahim Necmi Dilmen’in kendisine çektiği tebrik ve şükran telgrafını cevaplandırarak; “TDK’nin hakkındaki duygularından çok mütehassis olduğunu belirterek kurumun değerli çalışmalarında başarılarının devamını” dilemişlerdir. Telgraf tarihi, Atatürk’ün Tamim Telgraf ve Beyannameleri’nde 29 Eylül olarak gözükmekteyse de Türk Dili Bülteni’nin 23-26. sayfalarındaki özgün yayımında 27 Eylül’dür.

1 Kasım 1937: Atatürk, TBMM yeni yasama yılını açış konuşmasında, Türk Tarih ve Dil Kurumlarının çalışmalarını övmüş; “bu kurumların değerli ve önemli birer bilim kurumu durumuna geldiğini” söylemişlerdir.

13 Temmuz 1938: Atatürk, TDK’nin altıncı kuruluş yıl dönümü dolayısıyla TDK Genel Sekreteri İbrahim Necmi Dilmen’in telgrafını cevaplandırmışlardır.

5 Eylül 1938: Atatürk, durumunun ağırlaşması üzerine vasiyetini yazmışlardır. Vasiyetinin 6. maddesinde Türkiye İş Bankasındaki hisselerinin gelirinden her yıl Türk Tarih ve Dil Kurumlarına eşit miktarlarda pay tahsis etmişlerdir. Vasiyet, 6 Eylül 1938 günü İstanbul 6. Noterine teslim edilmiş, Atatürk’ün vefatı üzerine 28 Kasım 1938 günü açılmıştır.

26 Eylül 1938: Atatürk, 6. Dil Bayramı dolayısıyla TDK Genel Sekreteri İbrahim Necmi Dilmen’in radyoda yaptığı konuşmayı dinleyerek takdirlerini İstanbul Radyosu kanalıyla bildirmişlerdir.

27 Eylül 1938: Atatürk, 6. Dil Bayramı dolayısıyla TDK Genel Yazmanı İbrahim Dilmen’in çektiği telgrafı cevaplandırmış; “kendisine karşı gösterilen temiz duygulardan çok mütehassis olduğunu belirterek Kurumun verimli çalışmalarında sürekli başarılar dilemişlerdir.

Aynı gün Dil Bayramı dolayısıyla yurdun her tarafından kendisine gönderilen kutlama telgraflarına, Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterliğinin hazırladığı teşekkür cevabı Anadolu Ajansı aracılığıyla kamuoyuna duyurulmuştur.

1 Kasım 1938: Atatürk, Başbakan Mahmut Celâl Bayar’a okutturduğu TBMM yeni yasama yılını açış konuşmasında Türk Tarih ve Dil Kurumlarının çalışmalarından övgüyle söz etmişlerdir.

36
Atatürk ve Diğer Türk Önderlerimiz / Anıtkabir
« : 25 Şubat 2011, 17:54:42 »


 



[/url]

font face="Times New Roman"font size="2"Cumhuriyetimizin kurucusu Ulu Önder Atatürk’ ün ebedi istirahatgahı olan Anıtkabir,

yurdun dört bir yanından ve yurtdışından gelen ziyaretçilerin akınına uğruyor.

/font

Anıtkabir 2006’da 8 milyondan fazla ziyaretçinin akınına uğradı.





font face="Times New Roman"ANITKABİR’İN YAPIMININ KISA TARİHÇESİ /font



font face="Times New Roman"font size="2"Ulu Önder Atatürk, Türk milletinin bağımsız ve milli egemenliğe dayanan demokratik bir devlet anlayışı içinde yaşaması için yürüttüğü mücadelesinde, milleti ile bütünleşerek başarıya ulaşmıştır./font/font

font face="Times New Roman"font size="2"Türk yurdunu işgal eden düşmana karşı, vatanın bağımsızlık ve bütünlüğünü milletin azim ve kararının kurtaracağını çok sevdiği milletine aşılayan Atatürk, bağımsız Türkiye Cumhuriyeti’ ni kurmayı başarmış, Türkiye Cumhuriyeti’ ni çağdaş uygarlığa götüren yenileşme yolunda Türk Milletine layık inkılapları gerçekleştirmiştir./font/font

font face="Times New Roman"font size="2"Türkiye Cumhuriyeti’ nin kuruluşunun 15 nci yılında hastalığı ağırlaşarak, 10 Kasım 1938 ‘ de Dolmabahçe Sarayı’ nda ebediyete intikal etmiştir. /font kendisi için bir mezar yaptırmadığı gibi, gömüleceği yer içinde vasiyette bulunmamıştı.

1923 yılında bir sohbet sırasında Atatürk; “Elbet birgün öleceğim, beni Çankaya’ ya gömer, hatıramı yaşatırsınız” demiş ve “Beni milletim nereye isterse oraya gömsün. Fakat benim hatıralarımın yaşayacağı yer Çankaya olacaktır” diye eklemiştir.

Türk Ulusunun O’ na karşı duyulan büyük saygı ve minnettarlığının bir ifadesi olan , Türkiye Cumhuriyeti’ nin en anlamlı eseridir.

, 10 Kasım 1938′de son bulmasından sonra, dönemin hükümeti tarafından oluşturulan bir komisyon, Anıtkabir’in yerinin seçilmesi için görevlendirildi. Bu komisyon çalışmaları sonunda, oy çokluğu ile 906 rakımlı Rasattepe’de Anıtkabir’in yapılmasına karar verdi. Aynı komisyon tarafından 1 Mart 1941 tarihinde uluslararası bir yarışma açıldı. Bu yarışmayaTürkiye, Almanya, İtalya, Avusturya, İsviçre, Fransa ve Çekoslovakya’dan toplam 47 proje katıldı. Bu projelerden 3 tanesi komisyon tarafından ödüle layık görüldü. Proje yarışma şartları gereğince birinciyi seçme hakkı hükümete verilmişti. Milli konuyu daha başarılı ifade etmesi ve projenin araziye uygunluğu sebebiyle, Türk mimarlar Prof. Emin ONAT ve Doç. Orhan ARDA’nın projesinin Anıtmezar olarak yapılmasına karar verildi. 9 Ekim 1944 tarihinde Anıtkabir’in yapımına başlandı. Inşaat 4 aşamalı olarak 9 yıllık bir sürede 1953 yılında tamamlandı. 10 Kasım 1953 tarihinde ise, Atatürk’ün naaşı, 1938 yılından beri, 15 yıl süreyle muhafaza edildiği geçici kabri olan Etnografya Müzesi’nden alınarak, büyük bir törenle ebedi istirahatgâhı olan Anıtkabir’e defnedildi. Anıtkabir750 bin m2‘lik bir alan üzerine kurulu olup bu alanın yaklaşık 120 bin m2‘lik kısmı Anıt Bloğu, geri kalan kısmı ise Barış Parkı’dır.

KADIN HEYKEL GRUBU

Anıtkabir için yapılan heykel ve kabartmaların konuları, kurtuluş savaşı ve Cumhuriyet tarihimizden ve Atatürk’ ün hayatından seçilmiştir.



İstiklâl Kulesi’nin önünde, ulusal kıyafetler giymiş üç kadından oluşan bir heykel grubu vardır. Bu kadınlardan kenarlardaki ikisi yere kadar uzanan kalın bir çelenk tutmaktadır. Başak demetlerinin meydana getirdiği çelenk bereketli yurdumuzu temsil etmektedir. Soldaki kadın, ileri uzattığı elindeki kapla Atatürk’e Tanrı’dan rahmet dilemekte, ortadaki kadın eliyle yüzünü kapamış ağlamaktadır. Bu üçlü grup, Türk kadınlarının Atatürk’ün ölümünün derin acısı içinde bile gururlu, ağır başlı ve azimli oluşunu dile getirmektedir. Heykel grubu Hüseyin ÖZKAN’ın eseridir.



ERKEK HEYKEL GRUBU



Hürriyet Kulesi’nin önünde üç erkekten oluşan heykel grubu vardır. Sağdaki erkek başında miğferi ve kalın kaputu ile Türk askerini , onun yanındaki elinde kitabı ile Türk gençliğini ve aydın insanını, biraz gerisindeki ise yerel kıyafeti ile Türk köylüsünü temsil etmektedir. Heykellerin yüzünde derin acı ile Türk Milleti’nin kendine özgü ağırbaşlılığı ve yüksek irade gücü dile getirilmiştir. Heykel grubu Hüseyin OZKAN’ın eseridir.



ASLANLI YOL

Ziyaretçileri, Atatürk’ün huzuruna hazırlamak için yapılmış olan 262 metre uzunluğundaki yolun iki yanında oturmuş pozisyonda 24 tane aslan heykeli bulunmaktadır. Atatürk’ün Türk ve Anadolu tarihine verdiği önem sebebiyle, Türk mitolojisinde güç ve kuweti temsil eden ve Anadolu’da uygarlık kuran Hititlerin sanat üslubu ile yapılan aslan heykelleri, kuwet ve sükûneti temsil etmektedir. Heykeller Hüseyin ÖZKAN’ın eseridir. Aslanlı Yol’un iki yanı çiçekler ve ardıç ağaçlarıyla süslüdür. Yol traverten taşlar ile döşelidir. Yolun sonunda Türk bayrağının ve daha ileride Çankaya’nın görünmesi Atatürk’ün yüce katına gidiş bakımından çok anlamlıdır.



TÖREN MEYDANI



Aslanlı Yol sonunda yer alan 15 bin kişi kapasiteli Tören Meydanı 129×84,5 metre boyutlarındadır. Bu alanın zemini; siyah, kırmızı, sari ve beyaz renkte traverten taşlardan oluşan 373 adet halı ve kilim deseniyle bezenmiştir.



BAYRAK DİREĞİ



Anıtkabir’in Çankaya yönündeki 28 basamaklı Tören Meydanı’na giriş merdivenlerinin ortasında, yüksek bir direk üzerinde Türk bayrağı dalgalanır. Amerika’da özel olarak yapılan 33 metre 53 santim yüksekliğindeki ve 4850 kg. ağırlığındaki bu direk 1953′te, Avrupa’daki çelik bayrak direklerinin en yükseğidir. Direğin 4 metresi kaidenin altında yer almaktadır. Amerika’da yaşayan Türk asıllı Amerikan vatandaşı Nazmi CEMAL tarafından, kendi bayrak direği fabrikasında imal edilerek 1946 yılında Anıtkabir’e hediye edilmiştir.



MOZOLE



Anıtkabir’in en önemli bölümü olan Mozole’ye çıkan 42 basamaklı merdivenlerin ortasında “Hitabet Kürsüsü” yer almaktadır. Mermer kürsünün cephesi dairesel geometrik motiflerle süslü olup, ortasında Atatürk’ün “Hakimiyet kayıtsız şartsız milletindir.” sözü yazılıdır. Kürsü Kenan YONTUÇ’un eseridir. Mozole 72×52x17 metre boyutlarında uzunca dikdörtgen bir plan üzerine kurulmuş olup, önde ve arkada sekiz, yan cephelerde on dört adet 14.40 metre yüksekliğinde kolonlarla çevrelenmiştir. Mozole cephesinde solda Atatürk’ün Türk gençliğine hitabı, sağda ise cumhuriyetin kuruluşunun 10′ncu yıl dönümünde söylediği nutuk taş kabartma üzerine altın yaldızla yazılıdır.



ŞEREF HOLÜ



Şeref Holü’ne bronz kapılardan girilir. Girişte sağda Atatürk’ün 29 Ekim 1938 tarihli Türk Ordusu’na son mesajı, solda ise ikinci Cumhurbaşkanı İsmet İNÖNÜ’nün Atatürk’ün ölümü üzerine 21 Kasım 1938′de Türk Milleti’ne söylediği taziye mesajı yer almaktadır. Girişin tam karşısında pencerenin yer aldığı nişin içinde, Atatürk’ün sembolik lahdi bulunmaktadır. Lahit taşı 40 ton ağırlığında tek parça mermerden olup Osmaniye ilinden getirilmiştir. Lahitin yer aldığı bölüm ise beyaz Afyon mermeri ile kaplıdır. Şeref Holü’nün zemini Adana ve Hatay’dan, duvarlar ise Afyon ve Bilecik’ten getirilen kırmızı, siyah, yeşil ve kaplan postu mermerlerle kaplanmıştır. 27 kirişten oluşan tavan ve yan galeri tavanları Türk halı ve kilim desenlerinden oluşan altın yaldızlı mozaik ile süslenmiştir. Tavan yüksekliği 17 metre olup, yan duvarlarında 12 adet meşale bulunmaktadır. Mozole yapısının üstü, düz kurşun çatı ile örtülüdür.



MEZAR ODASI



Atatürk’ün aziz naaşı Mozole’nin zemin katında doğrudan toprağa kazılmış bir mezarda bulunmaktadır. Mozole Şeref Holü’ndeki sembolik lahit taşının tam altında bulunan mezar odası Selçuklu ve Osmanlı mimari stilinde sekizgen planlı olup, piramidal külahlı tavanı geometrik motifli mozaiklerle süslenmiştir. Zemin ve duvarlar siyah, beyaz, kırmızı mermerlerle kaplanmıştır. Mezar odasının ortasında kıble yönünde kırmızı mermer sanduka yer almaktadır. Sandukanın çevresinde bütün illerden, K.K.TC’ den ve Azerbaycan’dan gönderilen toprakların konulduğu pirinç vazolar bulunmaktadır



İSMET İNÖNÜ LAHDİ



25 Aralık 1973 yılında vefat eden ikinci Cumhurbaşkanı İsmet İNÖNÜ’nün Batı revakında sembolik lahdi, alt katta ise gerçek mezar odası bulunmaktadır. İsmet İNÖNÜ Anıtkabir’e Bakanlar Kurulu Kararı ile 28 Aralık 1973′de defnedilmiştir.





SİNEVİZYON SALONU


60 kişilik kapasiteye sahip salonda Anıtkabir, Atatürk ve Millî Mücadele konulu belgesel filmler gösterilmektedir. Salon Mehmetçik Kulesi’nde yer almaktadır.



HATIRA EŞYA SATIŞ SALONU

Burada, Anıtkabir, Atatürk ve Kurtuluş Savaşı’yla ilgili kitaplar, CD’ler ve hatıra amaçlı eşyalar satılmaktadır. Satış Salonu Müdafaa-i Hukuk Kulesi’nde yer almaktadır.



ANITKABİR KİTAPLIĞI


Atatürk ve Kurtuluş Savaşı Müzesi Komutanlığı Karargâhı içinde Anıtkabir Kitaplığı bulunmaktadır. Atatürk, Millî Mücadele ve İnkılâplar konulu Türkçe ve yabancı dillerde kitapların bulunduğu bir “ihtisas kitaplığı” olarak araştırmacı ve okuyucuya hafta içi 09.00-12.30 / 13.30-17.00 saatleri arasında hizmet vermektedir.







BARIŞ PARKI: ANITKABİR’İN YEŞIL ALANI ATATÜRK’ÜN “YURTTA SULH, CİHANDA SULH” ÖZDEYIŞİNDEN İLHAM ALINARAK, YABANCI ÜLKELERDEN VE ANADOLU’NUN ÇEŞİTLİ BOLGELERİNDEN GETİRİLEN FİDANLARLA OLUŞTURULMUŞTUR. BU NEDENLE ADINA BARIŞ PARKI DENILMİŞTİR.

GENÇLİK CADDESİ NİZAMİYE GİRİŞİNDEN ASLANLI YOL’A OLAN MESAFE 600 METRE OLUP, YAKLAŞIK 12 DAKİKADA YÜRÜNEBİLMEKTEDİR. ASLANLI YOL’A, 26 BASAMAKLI GENİŞ MERDİVENLERDEN ULAŞILIR. 262 METRE UZUNLUĞUNDAKİ YOL BOYUNCA SAĞDA VE SOLDA I2′ŞERADET ASLAN HEYKELİ MEVCUTTUR.

HÜRRİYET KULESI: KULE İÇERİSİNDE ANITKABİR’İN İNŞAAT ÇALIŞMALARINI GÖSTEREN FOTOĞRAF SERGİSİ İLE İNŞAATTA KULLANILAN TAŞ ÖRNEKLERİ BULUNMAKTADIR.

İSTİKLÂL KULESİ: KULE İÇİNDE ANITKABİR MAKETİ YER ALMAKTA VE FOTOĞRAFLARLA AN ITKABİR TANITI LMAKTAD IR.

MEHMETÇİK KULESİ: KULE İÇERİSİNDE 60 KİŞİ KAPASİTELİ “SİNEVİZYON SALONU” BULUNMAKTADIR. BURADA ATATÜRK VE ANITKABİR LE İLGİLİ BELGESEL FİLMLER GÖSTERİLMEKTEDİR.

ZAFER KULESİ: KULENİN İÇERİSİNDE ATATÜRK’ÜN NAAŞINI TAŞIYAN TOP ARABASI SERGİLENMEKTEDİR.

İSMET İNÖNII LAHDİ: II. CUMHURBAŞKANIMIZ VE BATI CEPHESİ KOMUTANI İSMET İNÖNÜ’NÜN SEMBOLİKLAHDİ BULUNMAKTADIR. MEZAR ODASI LAHDİN ALTINDADIR.

BARIŞ KULESİ: KULENİN İÇERİSİNDE ATATÜRK’ÜN 1935-1938 YILLARI ARASINDA KULLANDIĞI LINCOLN MARKA TOREN VE MAKAM OTOMOBİLLERİ SERGILENMEKTEDİR.

23 NİSAN KULESİ: KULE İÇERİSİNDE ATATÜRK’ÜN 1936-1938 YILLARI ARASINDA KULLANDIĞI CADILLAC MARKA ÖZEL OTOMOBİLİ SERGİLENMEKTEDİR.

BAYRAK DİREĞİ: 33,5METREUZUNLUĞUNDAOLUPTURKASILLIAMERİKAN VATANDAŞI NAZMİ CEMAL TARAFI N DAN 1946′DAANITKABİR’E HEDİYE EDİLMİŞTİR.

MİSÂK-I MİLLİ KULESİ: KULE İÇERİSİNDE TÖRENLERDE ANITKABİR ÖZEL DEFTERİ’NİN İMZALANDIĞI KÜRSÙ İLE ANITKABİR’E YAPILAN ÜST DÜZEY ZİYARETLERİN FOTOĞRAFLARININ SERGİLENDİĞİ 2 ADET PANO YER ALMAKTADIR. BURASI AYNI ZAMANDA ATATÜRK VE KURTULUŞ SAVAŞI MÜZESİ’NİN GİRİŞİDİR.

İNKILÂP KULESİ: ATATÜRK’ÜN KIYAFETLERİ VE KENDİSİNE HEDİYE EDİLEN OBJELER YER ALMAKTADIR.

CUMHURİYET KULESİ: ATATÜRK’l1N BALMUMU HEYKELİ VE ORİJİNAL ÇALIŞMA MASASI YER ALMAKTADIR. AYRICA BU KULEDE “ATATÜRK VE KİTAP” KONULU DOKUNMATİK EKRANLI BİLGİSAYARLAR BULUNMAKTADIR.

MÜDAFAA-İ HUKUK KULESİ (MÜZE ÇIKIŞI): ANITKABİR VE ATATÜRK İLE İLGİLİ ÇEŞİTLİ KİTAPLAR VE HEDİYELİK EŞYALAR ZİYARETÇİLERE SUNULMAKTADIR. BU BÖLÜMDE KARTLI TELEFON HİZMETİ DE VERİLMEKTEDİR.

MOZOLE: MOZOLE CEPHESİNDE, SOLDA ATATÜRK’ÜN Tl1RK GENÇLİĞİNE HİTABESİ, SAĞDA İSE ONUNCU YIL NUTKU ALTIN VARAK HARFLERLE YAZILMIŞTIR. MOZOLE TAVANINA 15-16. YÜZYIL OSMANLI HALI VE KİLİM MOTİFLERİ ALTIN, GÜMÜŞ VE SEDEFLE İŞLENMİŞTİR. BURADAYER ALAN SEMBOLİK LAHİT 40 TON AĞIRLIĞINDA YEKPARE MERMERDİR.

DİNLENME SALONU: MÜZEMİZİ ZİYARETİNİZİN ÖNCESİNDE VEYA SONRASINDA BURADA DİNLENEBİLİRSİNİZ. SICAKSOĞUK İÇECEKLER LE YİYECEK ÇEŞİTLERİ SATILMAKTADIR. KARTLI TELEFON HİZMETİ DE VERİLMEKTEDİR.







ANITKABİR’İ ZİYARET KURALLARI


1. Anıtkabir’e bisiklet, motorsiklet, kamyon ve at arabası ile girilmez.

2. Anıtkabir’e el çantalarından başka hiçbir eşya, çanta, valiz, bavul, torba ve poşet alınmaz. Getirilenler nizamiyelerdeki emanet dolaplarında muhafaza edilir. Ancak bırakılan kıymetli eşyalarla ilgili sorumluluk kabul edilmez.

3. Anıtkabir’e asker ve polis gibi resmi görevli olarak gelenler dışında silahla girilmez. Silahlarnizamiyelerdeki emanetdoiaplarındamuhafazaedilir.

4. Ziyaretçiler araçlarını sadece kendilerine gösterilen otoparkta çizgilerle belirlenmiş yerlere park edebilirler. Park yeri kirletilmez ve araçta bırakılan kıymetli eşyalarla ilgili sorumluluk kabul edilmez.

5. Anıtkabir’in içinde piknik yapılmaz, ateş yakılmaz, çiçekler ve meyveler kopartılmaz, çimlere basılmaz.

6. Ziyaretçiler yanlarında kedi, köpek vb. evcil hayvanlar ile Anıtkabir’e giremez.

7. Anıt Bloğu içerisinde müsaade edilen yerler dışında oturulmaz, düşme tehlikesi olan yerlere yaklaşılmaz.

8. Aslanlı Yol üzerindeki heykellerin üzerine çıkılmaz, oturulmaz.

9. Ziyaretçiler dinlenme salonu dışında hiçbir yerde sigara içemez, elinde yiyecek veya içecekle dolaşamaz, yerlere kabuklu yemiş artıkları ile, kağıt, cikletvb. kirletici maddeleratamaz.

10. Atatürk ve Kurtuluş Savaşı Müzesi içinde fotoğraf çekilemez ve kamera ile kayıt yapılamaz. Ancak basin ve diğer kuruluşların Anıtkabir’i tanıtıcı film ve fotoğraf çekim talepleri özel izne tabidir.

11. Şeref Holü’ne resmi üniformalı kişiler dışında şapka ile girilmez.

12. Anıtkabir içinde görgü ve terbiyeye aykırı harekette bulunulamaz, gürültü yapılamaz, slogan atılamaz. Bildiri dağıtmak, siyasal ve toplumsal konularda basına demeç vermek ve topluluğa hitap etmek yasaktır. Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk’ün ebedi istirahatgâhına uygun davranışlar sergilenmesine özen gösterilir.

13. Ziyaretçiler müze içerisinde sergilenen vitrin, fotoğraf, tablo, rölyef ve büstlere dokunamaz ve yaslanamaz.

14. Kule içerisinde sergilenen otomobil, top arabası, fotoğraf ve diğer objeleri izlerken uyarı hatları geçilmez.

15. Grup ziyaretlerinde grubun başındaki rehber ve öğretmenler, gruplarının yukarıda belirtilen kurallara uymasından sorumludurlar.

37
Atatürk ve Diğer Türk Önderlerimiz / Atatürk Makaleleri
« : 25 Şubat 2011, 17:54:39 »
Aşağıdaki bağlantılarda Atatürk ile ilgili makaleleri bulacaksınız. Sol tarafta makalenin yazarı sağ tarafta ise ilgili kişinin makalesi bulunmaktadır. Okumak istediğiniz makalenin üzerinde sağ tıklayarak yeni pencerede açınız.

Yazar (52)Makale (63)Memeduh Aslan Akçay (1920-1938) (18.09.2006)
Eren Akçiçek (18.09.2006)
Prof. Dr. Fikri Akdeniz (14.12.2005)
 (14.04.2006)
Prof. Dr. Ekrem Aksoy (31.05.2006)
Prof. Dr. Okan H. Aktan (31.05.2006)
Tuğba Altan (18.09.2006)
Yard. Doç. Dr. Semra Alyılmaz (07.09.2006)
Öğ. Kd. Ütğm. Ömer Faruk Arslan (25.05.2005)
Yard. Doç. Dr. Cemal Avcı (07.02.2006)
Tevfik Bıyıklıoğlu (e-kitap) (10.11.2006)
Prof. Dr. Süleyman Bozdemir (12.05.2006)
Prof. Dr. Salican Cigitov (07.09.2006)
Dr. Yusuf Çam (06.08.2006)
Yard. Doç. Dr. Cengiz Dönmez (18.09.2006)
Selçuk Duman (27.09.2006)
Öğ. Ütğm. Mustafa Tuğbay Emiroğlu(25.05.2005)
Gülmisal Emiroğlu (18.09.2006)
M. Akif Erdoğdu (05.10.2006)
Prof. Dr. Vecdet Erkun (06.10.2006)
Prof. Dr. Rafet Evyapan (02.06.2006)
Prof. Dr. Önder Göçgün (09.03.2006)
Prof. Dr. Ali Güler (07.09.2006)
Ercan Haytoğlu (29.09.2006)
Prof. Dr. Tuğrul İnal (31.05.2006)
Prof. Dr. Afet İnan (10.11.2006)
Prof. Dr. Mustafa Keskin (27.09.2006)
 (29.10.2006)
Prof. Dr. Ahmet Taner Kışlalı (05.06.2006)
Araş. Gör. Yunus Kobal (04.08.2006)
 (04.08.2006)
Dr. Atilla Kollu (27.09.2006)
Prof. Dr. Zeynep Korkmaz (11.11.2006)
Prof. Dr. Cemal Kurnaz (11.01.2007)
Prof. Dr. Ergun Özbudun (11.01.2007)
Prof. Dr. Özdemir Nutku (25.05.2005)
 (26.05.2005)
Yekta Güngör Özden (11.01.2007)
Uzm. Aydın Özgören(25.05.2005)
Dr. Öğ. Alb. Yavuz Özgüldür (06.06.2005)
Tuncay Özkan (21.06.2006)
Yard. Doç. Dr. Yaşar Özüçetin(25.05.2005)
Araş. Gör. Serdar Sakin (04.08.2006)
Dr. Ayten Sezer (04.08.2006)
Yard. Doç. Dr. Serpil Sürmeli (26.05.2005)
M. Vehbi Tanfer (05.10.2006)
Uzm. Hüseyin Tosun (26.05.2005)
Prof. Dr. Mete Tunkocu (13.06.2006)
Prof. Dr. Cavit Orhan Tütengil (e-kitap) (10.11.2006)
İbrahim Ülgen (29.05.2006)    
Yard. Doç. Dr. Fatma Ürekli (30.05.2005)
Semih Yalçın (13.06.2006)
J. Tğm. Sedat Yaralı (07.02.2006)
Doç. Dr. Bilge Yavuz (11.01.2007)
Doç. Dz. Kur. Kd. Alb. Celalettin Yavuz (30.05.2005)
Prof. Dr. Dursun Yıldırım (13.06.2006)
Mehmet Serhat Yılmaz (27.09.2006)
Prof. Dr. Abdülkadir Yuvalı (04.10.2006)
Hacettepe Üniversitesi-Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Enstitüsü- (18.09.2006)  (18.09.2006)
 (18.09.2006)

39
Atatürk ve Diğer Türk Önderlerimiz / 1donem 1yasama yılı
« : 25 Şubat 2011, 17:54:28 »
    MUSTAFA KEMAL                  PAŞA(Ankara)                    Sayın milletvekilleri!

                   Bu gün içinde                  bulunduğumuz durumu büyük Meclisinizin huzurunda tam olarak ortaya koyabilmek                  için bazı açıklamalarda bulunmak istiyorum. Arzedeceğim konular birkaç bölüme                  ayrılabilir:

                   Birinci bölüm,                  Ateşkesten Erzurum Kongresine kadar geçen süre içindeki durumla ilgilidir.

                   İkinci                  bölüm, Erzurum Kongresinden 16 Mart tarihinde                  İstanbul'un düşmanlar tarafından işgal edildiği güne kadar olan süreyi içine                  almaktadır.

                   Üçüncü bölüm, ise 16 Mart’tan şu dakikaya kadar olan durumla ilgili olacaktır.

                   Açıklamalarım                  birtakım belgelere dayanacaktır. İzninizle o belgeleri gerektikçe burada okuyacağım.                  Yalnız birinci dönem ile ilgili açıklamalarım belki biraz şahsi olacaktır. İçinde                  bulunduğumuz durumu bütünüyle aydınlatabilmek için o dönemden söz etmeyi gerekli                  buluyorum.

                   Yüce makamlarınızca                  da bilindiği gibi, Ahmet İzzet Paşa Hükümeti,                  milli temele dayanan âdil bir barışı sağlayabilmek umudu ile ateşkes istedi.                  Bağımsızlığı uğrunda dürüst ve cesur bir biçimde savaşan ulusumuz, 30 Ekim 1918                  tarihinde imza edilen ateşkes antlaşması ile silahını elinden bıraktı.

                   İtilâf donanmaları                  İstanbul'a girdikten sonra ateşkes antlaşmasının hükümleri bir tarafa bırakıldı;                  gün geçtikçe artan bir şiddetle, saltanat hakları, hükümetin                  gururu, milli onurumuz hiçe sayıldı. İttilâf heyetinden gördükleri özendirme                  ve koruma sayesinde Osmanlı uyruğundaki müslüman olmayan unsurlar her yerde                  küstahça saldırılara başladılar.

                   Meclis-i Mebusan'ın                  feshi, kuvvetini milletten almayan hükümetlerin                  sık sık değişmesi ve halkın vicdanından doğan milli birlik uğrundaki çalışmaların                  üzücü bir şekilde siyasi ihtiraslara kurban edilmesi yüzünden dünyaya karşı                  milli varlığımız duyurulamadı.

                   Yabancı kuvvetlerin                  işgali altında inleyen başkentimizde kan ağlayan bütün onurlu kişiler, millet                  aydınları, din ve devlet hizmetlerinin önde gelen kişileri, büyük hilâfet ve                  saltanat makamı milli bağımsızlığımızın bu tehlikeli durumdan kurtarılmasının                  ancak milli vicdandan doğan birliğin azim ve iradesine bağlı bulunduğuna iman                  getirdiler. Fakat İstanbul'un baskı ve işgal altında bulunması sebebiyle milli                  onuru korumaya maddeten olanak kalmamıştır.

                   İşte bu sırada,                  Anadolu'ya mülki ve askeri işlerle görevli olarak ordu müfettişliğine atandım.                  16 Mayıs 1919 günü İstanbul'u terk ettim, Samsun'da bu iş için görevlendirilmemi,                  din ve millete hizmet etmek için en büyük ve kutsal bir şeref olarak kabul ettim.

                   Milli vicdanın                  büyük iradesine bağlı olarak, milleti bağımsız ve vatanımızı düşmanlardan arınmış                  görünceye kadar çalışmak andıyla 16 Mayıs 1919 günü İstanbul'dan ayrıldım. Samsun'da                  işe başladım. İlk düşüncem, ülkemizde güvenliği kendi olanaklarımızla gerçekleştirebileceğimiz                  inancı oldu. Aslında Canik Livası'nın (Merkezi Samsun'da olan o zamanki sancağın                    adı) özel durumu da bu konuda en hızlı biçimde davranılmasını gerekli kılmakta                  idi. Gerçekten Rumların egemenliğini ve islâm halkının tutsaklığını amaçlayan,                  Atina ve İstanbul komitaları tarafından yönetilen Pontus Hükümeti,                  Karadeniz sahili ile kısmen Amasya ve Tokat'ın kuzey ilçelerinde oturan Osmanlı                  Rumlarının hayallerini körüklüyordu. Alınan önlemler sayesinde başarılı sonuç                  elde edildi. Fakat bu önlemler ve başarı yalnız Pontus dolayları ile sınırlı                  idi. Halbuki her gün haksızlıklarını artıran İtilâf Devletlerine milli varlığımızı                  siyasi olarak kanıtlamak ve fiili saldırılar karşısında ulusun namus ve bağımsızlığını                  bilfiil korumak çok önemli idi. Aslında doğuda ve batıda, hemen ülkemizin her                  yanında millet ve vatan haklarını korumak ve kollamak için dernekler kurulmuştu.                  Bu dernekler, düşmanlarının esaret boyunduruğuna girmemek amacı ile milli vicdanın                  azim ve iradesinden doğmuş kuruluşlardı.

                   Bu sıralarda,                  bütün belediye başkanlarımıza İstanbul'da İngiliz Muhipleri Cemiyeti (İngiliz                    Dostları Derneği.)                  kurulduğu ve her yerde derneğe katılarak İngilizlere yardım edilmesinin gereği                  konusunda Said Molla imzası ile bir telgraf geldi. Bu olayda Hükümetin                  ilgi derecesini ölçmek için Sadrazam (Başbakan) olan Ferit Paşa’dan bilgi istedim.                  Hiçbir cevap alamadım.

                   Bilinmeyen kişiler                  tarafından başlatılan böyle düzensiz ve çeşitli siyasi maceralara yönelik girişimlerin,                  büyük felâketlere sebep olacağını anlayan ulus, Said Molla’nın çağrısını önemsemedi.

                   Binlerce saldırı                  ve haksızlıklar altında inleyen ve İzmir faciası olayı karşısında kan ağlayan                  millet, hükümetten ve itilâf devletleri temsilcilerinden                  ağlayarak yardım ve hak isterken, pek çok belediye                  başkanı ve birçok milli hakları koruma dernekleri gönderdikleri telgraflarda                  hakkımda güvenlerini bildirerek benden bu konuda çalışma ve özveri istiyorlardı.

                   Yaşamımı ve kişiliğimi                  adadığım soylu ve ezilmiş ulusumun bu haklı isteği üzerine artık benim için                  kutsal görev, milli iradeye uymayı her şeyin üzerinde görmekti. (Sürekli alkışlar)

                   Bunun üzerine                  yayınladığım bir genelge ile millete kesin sözümü verdim. işbu genelgenin son                  cümlesi şöyle idi:«Geçirdiğimiz şu ölüm ve kalım günlerinde, bütün milletçe                  her tarafta arzu ve coşku ile elde edilmeye azmedilen milli bağımsızlığımız                  uğrunda tüm varlığımla çalışacağıma güvenmenizi isterim. Bu kutsal amaç uğrunda                  ulusumla birlikte sonuna kadar çalışacağıma da mukaddesatım adına söz veririm»

                   27 Mayıs 1919                  günü «Türkiye - Havas Reuter» adında itilâf devletlerinin kurduğu ajans, bildiğiniz                  gibi toplanan Saltanat Şürası                  (Padişahlık Danışma Kurulu) hakkındaki açıklamalarında «Genel kurulun                  düşüncesinin, Türkiye için büyük devletlerden birinin koruyuculuğunu sağlamak                  olduğu» kaydı ile yayın ve bildiride bulundu. Bu yayının doğruluk derecesi hakkında                  bütün ulusta büyük bir şüphe ve tereddüt uyandı. Ajans haberinin tamamen bir                  uydurmaya dayandığı ve Saltanat Şürasının                  hiçbir şeye karar veremediği, çoğunluğun hükümete                  güven duymadıkları ve geleceğimizle ilgili olayın bir milli şüraya                  sunulmasının gerektiği konusunda konuşmalar yapıldığı, bundan dolayı herkesin                  milli bağımsızlık taraftarı olduğu anlaşıldı. Bunun üzerine Sadaret Makamı’na                  aşağıda açıklayacağım bilgileri sundum ve durumdan halkı haberdar ettim.

                   

                   Y

40
Atatürk ve Diğer Türk Önderlerimiz / Atatürk - 2000 ...
« : 25 Şubat 2011, 17:54:24 »
Mustafa Kemal Dün BAĞIMSIZLIK BENİM KARATERİMDİR. diyordu.

Bugün BAĞIMSIZLIK AB'YE TESLİM EDİLDİ.



Mustafa Kemal Dün EGEMENLİK KAYITSIZ ŞARTSIZ MİLLETİNDİR diyordu.

Bugün EGEMENLİK BRÜKSEL'E DEVREDİLDİ.



Mustafa Kemal Dün MİLLETİ KURTARACAK YİNE MİLLETİN KENDİ İRASDESİ VE AZMİDİR MANDA KABUL EDİLEMEZ diyordu.

Bugün KURTULUŞ İÇİN ABD VE AB MANDASI KABUL EDİLİR.



Mustafa Kemal Dün NE MUTLU TÜRK'ÜM DİYENE Diyordu.

Bugün TÜRKİYELİYİZ Diye Bağırmak ÇAĞDAŞLIK ! Olmuş..



Mustafa Kemal Dün ULUS DEVLETİ Kurmuştu.

Bugün MİT MÜŞTEŞARI BİLE ULUS DEVLET TEHTİD ALTINDA Dedi.



Mustafa Kemal'in Her Sözünün Çiğnenmesinin Altındaki AB'nin Uzun Zamandır KEMALİZM'DEN VAZGEÇİN KEMALİZM AB ÖNÜNDE BİR ENGELDİR. Dayatması İdi.



Bu Süreçte KKK Birlik Armasından ATATÜRK RESMİNİ ÇIKARDI! (TEPKİLER ÜZERİNE GERİ GETİRİLDİ!)

41
Cumhuriyet tarihi ile ilgili kronolojilere bakarsanız, 21 Şubat 1925 tarihinin karşısında şöyle bir ifade görürsünüz:



“Eskişehir mebusu Abdullah Azmi Efendi’nin (Tolun) Kuran’ın Türkçeye çevrilmesi önerisi Meclis’te kabul edildi.



Önerge doğrultusunda Kur’an’ın Türkçeye çevrilmesi için Diyanet İşleri bütçesine 20 bin lira tahsisat konuldu.”



Önerinin asıl sahibi Mustafa Kemal Paşa’dır.



Cemalettin Aytemur’un araştırmasına göre Mustafa Kemal, nasıl bir tefsir istediğini yedi maddeyle özetlemiştir:



1-Ayetler arasında münasebetler gösterilecek.

2-Ayetlerin iniş (nüzul) sebepleri kaydedilecek.

3- On okuma tarzını geçmemek üzere kıraatler hakkında bilgi verilecek.

4-Gerektiği yerlerde kelime ve terkiplerin dil izahları yapılacak.

5-İtikatta ehli sünnet ve amelde Hanefi mezhebine bağlı kalınmak üzere ayetlerin ihtiva ettiği dini, şer’i, hukuki, içtimai ve ahlaki hükümler açıklanacak. Ayetlerin ima ve işarette bulunduğu ilmi ve felsefi konularla ilgili bilgiler verilecek.



Özellikle tevhid konusunu ihtiva eden ibret ve öğüt mahiyeti taşıyan ayetler genişçe izah edilecek.



Konuyla doğrudan ya da dolaylı ilgisi bulunan İslam tarihi olayları anlatılacak.



6-Batılı müelliflerin yanlış yaptığı noktalarda okuyucunun dikkatini çekecek gerekli açıklamalar yapılacak.



7-Eserin başına Kur’an hakikatini açıklayan ve Kur’an ile ilgili bazı önemli konuları izah eden bir mukaddime (önsöz) yazılacak.





* * *





3 Şubat 1928’de camilerde hutbelerin Türkçe okunması karara bağlandı.



Aynı yıl içinde hadislerin Türkçe çevirisi de tamamlandı. Ahmet Naim ve Kamil Miras tarafından hazırlanan “Sahihi Buhari Muhtasarı Tecrid-i Sarih Tercemesi” adlı 12 ciltlik hadis tercümesi 1928 yılında yayımlandı. Diyanet İşleri adına Ahmed Hamdi Aksekili, tefsirin Mehmed Akif’e yaptırılması için harekete geçti. Fakat Akif her seferinde Aksekili’ye ret cevabı verdi.



Akif Arapça ve Türkçeye tam anlamıyla vakıftı. Ayrıca Farsça ve Fransızca da biliyordu. Elmalılı Hamdi Yazır’ın ısrarıyla ikna olan Akif, Mısır’da tercüme çalışmalarına başladı.



Mehmed Akif, Kur’an tercümesini 1928 yılında bitirmesine rağmen Ankara’ya göndermedi. Devamlı düzeltmeler yaptı.



Tercüme, içine sinmemişti. Akif, 1931’de Diyanet İşleri ile arasındaki mukaveleyi fesih kararı verdi ve bir yıl sonra da aldığı avansı iade etti. Tefsiri yazma işi Elmalılı M. Hamdi Yazır’a verildi.



Elmalılı M. Hamdi Yazır’ın “Hak Dini Kur’an Dili” adlı 9 ciltlik tefsiri 1935 yılında tamamlandı. 10 bin takım basıldı, 8 bin takımı kamuoyunun önde gelen isimlerine ve din adamlarına ücretsiz olarak dağıtıldı.



Mason localarının kapatılması da 14 Ekim 1935’de Atatürk’ün emriyle gerçekleşti.



Mason locaları, İnönü ve Bayar’ın desteğiyle 5 Şubat 1948’de Türkiye Mason Derneği adı ile tekrar açıldı. Halkevlerine devredilen tüm mal varlıkları geri verildi.



--Alıntıdır--

 

(Arslan BULUT -Yeniçağ Gazetesi)

42
Atatürk ile 24 Ekim 1919'da yapılan röportaj

 

Efendiler !

   "Eğer bu millet, bu memleket parçalanacak olursa

genel ********liğin enkazı altında şunun bunun

sahsi şerefi de parça parça olur.

    Biz o genel şerefi kurtarabilmek için harekete

geçen millete ruhumuzla katıldık.

    Katılmamıza mani olabilecek sahsi rütbeleri.

mevkileri de genel şerefi kurtarmaya yönelik

bir gaye uğrunda feda ettik,..

    Bunu anlamayıp da, milleti hala kendi kafalarının

keyfine göre idare etmeye kalkışan

kuvvetler artık birer beladır.

   Bela çekmeye de bu milletin artık tahammülü kalmamıştır,"





(Atatürk'ün 24 Ekim 1919'da kendisiyle röportaj

yapan Rüşen Eşref'e söylediklerinden)

43
   Mustafa Kemal ATATÜRK Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu ve ilk cumhurbaşkanıdır. (Selanik 1881-İstanbul 1938).  

   Gümrük kolcusu Ali Rıza Bey ile Zübeyde Hanım'ın oğlu olan Mustafa Kemal Atatürk, ilköğrenimine Selanik'te başlayıp, babasının ölümü (1893) üstüne annesi ve kız kardeşiyle bir süre dayısının kâhyalık yaptığı Çalı çiftliğinde (Langaza, Selanik yakını) yaşadı. Öğrenimini sürdürebilmek için yeniden Selanik'e anneannesi ve teyzesinin yanına gönderilip, askerî rüştiyeyi (1895), Manastır Askerî İdadisi'ni (1898) bitirdi. İstanbul'a gelerek Harbiye'ye girdi (1899).

   Bu arada Harbiye'den tanıdığı Ali Fuat Cebesoy ve iki subay arkadaşıyla birlikte padişahı eleştirdikleri ve yasak kitapları okudukları gerekçesiyle tutuklanıp, Yıldız Sarayı'nda bir süre sorguya çekildiyse de, bağışlandı. Harbiye'yi kurmay yüzbaşı rütbesiyle bitirip (1905), Şam'daki 5. Ordu'ya atandı (1905 Şubatı).

   Şam'da tanıştığı Mustafa Cantekin ve Müfit Özdeş adlı arkadaşlarıyla birlikte, Vatan ve Hürriyet Cemiyeti'ni kurup (1906), cemiyetin Yafa, Kudüs ve Beyrut şubelerinin örgütlenmesinde rol oynadı.

   Cemiyetin şubesini kurmak için Selanik'e gidip, yeniden Şam'a dönerek, Vatan ve Hürriyet Cemiyeti'nin İttihat ve Terakki ile birleşmesi (1907) ardından, Manastır'daki 3. Ordu'ya atandı. İttihat ve Terakki Cemiyeti'ne girdiyse de, cemiyetin kurucularıyla pek anlaşamadı. Bu arada İttihat ve Terakki, 1786 Anayasası'nın geri getirilmesini isteyen bir bildiri yayınladı ve İstanbul hükümetinin Rumeli'ye yolladığı birliklerin İttihatçılarla birleşmesi üstüne, İkinci Meşrutiyet ilan edildi (1908).

   Meşrutiyetin ilanını köklü reformların izlemesi ve ordunun siyaset dışı kalması gerektiğini öne sürdüğü için İttihat ve Terakki'yle arası açılan Mustafa Kemal, Rauf (Orbay), Kâzım Karabekir, Fethi (Okyar), İsmet (İnönü), Refet (Bele), Ali Fuat (Cebesoy) beyler gibi subaylarla muhalif bir grup oluşturdu. Bu arada Bingazi ve Trablusgarp'ta patlak veren ayaklanmaları bastırmakla görevlendirilip, görevini kan dökmeden tamamlayarak, Selanik'e döndü.

   31 Mart Olayı patlak verince İstanbul'a yürüyen Hareket Ordusu'nun (bu adı kendisi vermiştir) Yeşilköy'e kadar kurmay başkanlığını yapıp, Selanik'e dönerek, İttihat ve Terakki Büyük Kongresi'ne Trablus delegesi olarak katıldı (22 Eylül 1909).

   Ordunun siyaset dışı kalması gerektiği görüşünü tekrarladığı için, İttihat ve Terakki Cemiyeti tarafından tehlikeli kişi sayılmaya başlanarak, iki kez öldürülmek istenmesi üstüne bir süre siyasal etkinliklerine ara verdi.

   1911'de İstanbul'da Erkânı Harbiye-i Umumiye Nezareti'nde görevlendirilip, aynı yıl başlayan Trablusgarp Savaşı'na gönüllü olarak katılarak, Tobruk ve Derne'de başarıyla savaştı; Binbaşılığa yükseltilip, ertesi yıl (1912) Balkan Savaşı başlayınca, Bolayır'daki kolorduya atandı.

   Edirne'nin geri alınması harekâtına katıldı. Sofya Askerî ateşeliğine getirilip (1913), bir yıl sonra yarbaylığa yükseldi. Birinci Dünya Savaşı başlayınca, İttihat ve Terakki hükümetinin, yazılı uyarılarına karşın Almanya'nın yanında savaşa görmesinden sonra, Tekirdağ'daki 19. Tümen komutanlığına getirildi.

   Gelibolu yarımadasına çıkmaya başlayan İtilâf Devletleri birliklerine karşı Anafartalar, Conkbayırı ve öteki cephelerde önemli muharebeler verdi. Hastalandığı için İstanbul'a dönüp, rütbesi albaylığa yükseltildi (1915). 1916'da Edirne'de 16. Kolordu komutanlığına, hemen ardındanda livalığa yükseltilerek Doğu'da bir başka kolorduya atandı;

   Diyarbakır'da Kâzım Karabekir Paşa'yla birlikte, yeni kurulmakta olan 2. Ordu'yla Muş ve Bitlis'i düşman işgalinden kurtarıp (6-7 Ağustos 1916), ertesi yıl 2. Ordu'nun komutanlığına getirildi (18 Mart 1917), Falkenhayn komutasında kurulan Yıldırım Orduları grubu içindeki 7. Ordu komutanlığına atandıysa da, askerî stratejiyle ilişkin görüş ayrılıkları nedeniyle istifa ederek İstanbul'a döndü (1917 Ekim).

   Genel karargâh emrine alındı. Alman imparatorunun davet ettiği Veliaht Vahdettin efendiyle birlikte Almanya'ya gidip, yolculuk boyunca veliahta savaşın kaçınılmaz sonuçlarını anlattı. Vahdettin tahta çıkınca 7. Ordu komutanlığına ve padişahın fahri yaverliğine getirilip (1918), cephenin İngiliz saldırısı karşısında çökmesi ve Almanya'nın ateşkes istemesi üstüne, padişaha bir telgraf çekerek, Talat Paşa hükümetinin yerine kurulan yeni hükümetin, hemen Osmanlı devletinin müttefiklerinden ayrı bir barış antlaşması imzalamasını, elde kalan kuvvetlerin Anadolu'ya çekilerek ulusal direnişe geçilmesini istedi.

   Ahmet İzzet Paşa'nın sadrazamlığa getirilmesi ve Rauf Bey ile Fethi Bey'in de görev aldığı yeni hükümetin Mondros ateşkesini imzalamasından (30 Ekim 1918) sonra, Liman Von Sanders'in ayrılmasıyla Yıldırım Orduları grubu komutanlığına getirildi. İngilizlerin müdahalesiyle Yıldırım Orduları grubu dağıtılınca, İtilâf Devletleri birliklerinin İstanbul'u işgal ettikleri (13 Kasım 1918) günlerde İstanbul'a dönüp, Anadolu'ya geçme olanaklarını araştırmaya başladı. İngilizlerin Samsun dolaylaındaki Rum çeteleri ile Türkler arasındaki çatışmaların önüne geçilmesini istemeleri üstüne, çok geniş yetkilerle 9. Ordu müfettişliğine atanmasıyla beklediği fırsatı bulup (o sırada Yunanlılar İzmir'e asker çıkardılar), 19 Mayıs 1919'da Samsun'a ayak bastı.

   İlk iş olarak askerî alanda, Anadolu ve Trakya'da ayakta kalmış birliklerle, siyasa l alandaysa Müdafaayı Hukuk ve Reddi İlhak gruplarıyla ilişki kurdu; İstanbul'un kendisine verdiği görev bu grupları dağıtmak olduğu halde, aralarındaki bağları pekiştirmek ve Kuvayı Milliye adı altında kurulmakta olan silahlı halk kuvvetleriyle ilişkiye geçmek için çaba gösterdi.

   Havza'ya, ardından da Amasya'ya geçerek çalışmalarını sürdürdü. 3 Temmuz'da Vilayatı Şarkiye Müdafaayı Hukuki Milliye Cemiyeti'nin kongresine katılmak için Erzurum'a gidip, İstanbul hükümetinin durumdan kuşkulanarak geri dönmesini bir telgrafla bildirmesi (7 Temmuz 1919) üstüne, görevinden ve askerlikten istifa ettiğini bildirdi. 23 Temmuz-7 Ağustos arasındaki Erzurum Kongresi'nde seçilen temsilciler kurulunun başkanlığına getirildi ve alınan kararları bir bildiriyle açıkladı.

   Sivas Kongresi'nde (4 Eylül 1919) Erzurum Kongresi'nin kararlarının onaylanmasından sonra, istifa etmek zorunda kalan Damat Ferit hükümetinin yerine kurulan Ali Rıza Paşa hükümetinin temsilciler kuruluyla (Heyeti Temsiliye) görüşmeler yapmak için gönderdiği Salih Paşa'yla Amasya'da görüşerek (20-22 Ekim 1919), Amasya Protokollerini imzaladı. Erzurum milletvekilliğine seçildiği (7 Kasım 1919) halde, 12 Ocak'ta İstanbul'da toplanan Mebusan Meclisi'ne katılmadı (Mustafa Kemal'in katılmadığı bu son Osmanlı meclisi misak-ı milli ilkelerini kabul etti.) (17 Şubat 1920).

   Bu arada Damat Ferit Paşa yeniden sadrazamlığa getirilip, Anadolu'daki ulusal hareketi "isyan", bu hareketi yönetenleri de "eşkıya" diye niteleyerek, "hilafet ordusu" adı altında toplanan birlikleri Mustafa Kemal Paşa'ya bağlı kuvvetlerle savaşmak için Anadolu'ya gönderdi. Bu durum karşısında Mustafa Kemal, 23 Nisan 1920'de Ankara'da ilk Türkiye Büyük Millet Meclisi'ne toplayıp, meclisin seçtiği 11 kişilik icra vekilleri heyetinin başkanlığına getirildi (24 Nisan 1920).

   Birinci Büyük Millet Meclisi döneminde Mustafa Kemal en çok, savaşın yönetimine ilişkin sorunlarla ilgilendi. Bir yandan düşmana karşı çarpışılırken, öte yandan Çerkez Ethem gibi çetecilerin disiplin dışı davranışlarıyla uğraşmak zorunda kaldı. Doğu cephesindeki savaşlar Kâzım Karabekir Paşa tarafından yürütülürken, Batı Anadolu'da verilen savaşların yönetimini Mustafa Kemal Paşa üzerine aldı.

 Bir yıldır İzmir ve çevresini ellerinde bulunduran Yunanlılar 22 Haziran 1920'de, Osmanlı hükümetine Müttefikler tarafından önerilen barış antlaşmasını kabul ettirmek amacıyla ileri harekâta geçmeleri üstüne, bu ilerleyişten ürken İstanbul hükümeti, 10 Ağustos 1920'de Sevr Antlaşması'nı imzaladı. Ankara hükümetinin bu antlaşmayı tanımadığını açıklamasının ardından, Garp Cephesi komutanlığına getirilen Albay İsmet (İnönü) Bey, Birinci İnönü Savaşı'nda (10 Ocak 1921), Yunanlıları geri çekilmek zorunda bıraktı.

   Savaş yeniden başladıysa da, İkinci İnönü Savaşı (1 Nisan 1921) da Yunanlıların yenilgisiyle sonuçlandı. 10 Temmuz'da Yunanlılar bir genel saldırıya geçince, Garp Cephesi karargâhına giderek, İsmet Paşa'ya, orduyu Sakarya'nın doğusuna geçirme buyruğunu verdi ve komutayı üstüne aldı. Ardından, olağanüstü yetkilerle, Büyük Millet Meclisi orduları başkomutanlığına getirildi.

   Yunan ordusunun 23 Ağustos'ta yeniden başlattığı genel saldırıya karşı, aralıksız 22 gün 22 gece süren çetin savaşta (Sakarya Meydan Savaşı) cepheyi bizzat yönetip, Sakarya'nın doğusundaki bütün Yunan birliklerinin yok edilmesini sağladı. 19 Eylül'de Büyük Millet Meclisi tarafından müşirliğe (mareşal) yükseltildi ve "gazi" unvanı verildi.

   Sakarya Meydan Savaşı'ndan sonra Eskişehir-Kütahya-Afyon'un doğusundan geçen bir hatta güçlü biçimde mevzilenen Yunan ordusunu kesin yenilgiye uğratmayı tasarlayan Mustafa Kemal 26 Ağustos 1922 sabahı "Ordular ilk hedefiniz Akdeniz'dir ileri!" komutuyla Büyük Taarruz'u başlattı ve ilk Türk birliklerinin 9 Eylül'de İzmir'e girmeleriyle, üç buçuk yıldır işgal altındaki Anadolu toprağı düşmandan kurtulmuş oldu.

   Bu arada Uşakizade Latife Hanım'la tanışarak evlenen (29 Ocak 1923); (bu evlilik 6 Ağustos 1925'te anlaşmazlık nedeniyle boşanmayla sonuçlandı) Mustafa Kemal, Mudanya Mütarekesi'nin (11 Ekim 1922) imzalanması, Vahdettin'in Türkiye'den ayrılması (17 Kasım 1922), Lozan Antlaşması'nın (24 Temmuz 1923) imzalanması, İtilâf Devletleri'nin İstanbul'u boşaltmaları (2 Ekim 1923), Ankara'nın başkent olması ve Halk Fırkası'nın kurulmasının ardından, 29 Ekim 1923'te Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin cumhuriyeti ilan etmesiyle, cumhurbaşkanı seçildi.

   Sonra toplumsal devrimlere girişip, ülkeyi çağdaş uygarlık düzeyine yaklaştırmayı gerçekleştirdi. 26 Kasım 1934'te TBMM, çıkardığı özel bir yasayla, Mustafa Kemal'e "Atatürk" soyadını verdi.

   Dış siyasette "Yurtta sulh, cihanda sulh" ilkesini benimseyen Atatürk, Türkiye'nin bağımsızlığını ve toprak bütünlüğünü, dostluk antlaşmaları, bölgesel paktlarla güvence altına aldı (Balkan Paktı, 1934; Sadabat Paktı, 1937), Montreux Antlaşması'yla (20 Temmuz 1936) Boğazların yeniden Türk savunma sistemi içine alınmasını, Fransızlara bırakılan Hatay'ın Ankara Antlaşması'yla anavatana katılmasını (7 Temmuz 1939) sağlayıp, yakalandığı siroz hastalığının hızla ilerlemesiyle 10 Kasım 1938'de İstanbul'da Dolmabahçe sarayında öldü.

   Naaşı İstanbul'dan Ankara'ya taşınarak önce Etnografya müzesindeki geçici kabine konuldu (21 Kasım 1938); ölümünün on beşinci yılında da, büyük bir törenle Anıtkabir'e aktarıldı (10 Kasım 1953).




44
Kronolojik Sırayla Hayatı



1881 - Atatürk'ün doğumu



1893 - Askeri rüştiyeye öğrenci oluşu



1899 - Harbiye'ye geçişi



1902 - Erkan-ı Harbiye'ye girişi



1906 - Üç dört arkadaşıyla Şam'da gizli olarak "Vatan ve Hürriyet" adındaki cemiyeti kurması ve aynı yılda Selanik'e geçerek aynı cemiyetin şubesini açması



1907 - Askeri rütbesi kolağası oluşu ve yine aynı yıl içinde görevinin Makedonya'daki 3. Orduya nakli, Cemiyetinin Merkezi Selanik'te İttihat ve Terakki Cemiyeti ile birleşmesi



23 Temmuz 1908 - Yukarıdaki gizli ve siyasi faaliyetlerinin sonucu 2. Meşrutiyetin, padişah Abdulhamit'e kabul ve ilan ettirilmesi



13 Nisan 1909 - İstibdat taraftarlarının yeni rejime karşı ayaklanmaları Rumeli'den bunları bastırmak için yola çıkan Hareket Ordusunun Kurmay Yüzbaşkanlığına deruhte etmesi ve bu ayaklanma da önemli bastırıcı rol oynaması

       



1911 - Trablusgarb savaşına iştirak etmesi ve oradaki kuvvetlerimizin Kurmaylığını üzerine alması. Bu arada rütbesinin binbaşılığa yükseltilmesi



24 Ekim 1912 - Balkan Savaşının başlaması üzerine İstanbul'a dönmesi ve Bolayır'da toplanmış olan kuvvetlerimizin hareket şubesi müdürlüğüne tayin edilmesi



27 Ekim 1913 - Sofya Ataşelikleri görevlerinin uhdesinde toplanması bu arada rütbesinin yarbaylığa yükselmesi



2 Şubat 1915 - Tekirdağ'da kurulması kararlaştırılan yeni bir tümenin komutanlığına tayini. Onun teşkil ettiği ve 19. Tümen adını alan bu tümen Çanakkale savaşlarında parlak başarılar göstermiştir



1 Haziran 1915 - Çanakkale savaşlarında gösterdiği büyük başarılardan dolayı rütbesi albaylığa yükseldi

1 Nisan 1916 - Çanakkale savaşları zaferlerimizle bittiğinden Diyarbakır'daki kolordunun komutanlığına tayin edilmiştir. Oraya giderken de rütbesi generalliğe yükseltildi



6-7 Ağustos 1916 - Rusların Diyarbakır istikametindeki taarruzlarını kırarak Bitlis ve Muş'u düşman işgalinden kurtardı. Bu başarısı üzerine 2. Ordu komutanlığına atandı.



31 Ekim 1918 - Mondros Mütarekesini müteakip Yıldırım Orduları Grubu Başkomutanlığını devir alması.



16 Mayıs 1919 - Acı mütareke günlerinin bir kısmını çok üzgün olarak geçirdiği İstanbul'dan 3. Ordu Müfettişliği göreviyle Bandırma vapuruyla geçti.



19 Mayıs 1919 - Kurtuluş Savaşının başlangıç noktası olan Samsun'a çıkmaları.



21 Mayıs 1919 - Erzurum'daki 15.Kolordu Komutanı Kazım Karabekir Paşa ile temas etmesi

       



23 Mayıs 1919 - Ankara'daki 20. Kolordu Komutanı Ali Fuat Paşa ile temas etmesi



28 Mayıs 1919 - Türk Milletini işgallere protesto için mitingler yapmaya davet etmesi



3 Haziran 1919 - Doğu vilayetlerinde bir Ermeni Hükümetinin kurulması ve İngiliz himayesi fikirlerine muarız olduğunu beyan etmesi



21 Haziran 1919 - Yurdun bağımsızlığını kurmak için Türk Milletini kendisiyle birlikte çalışmaya davet eden tarihi beyannameyi yayınlaması



8-9 Temmuz 1919 - Erzurum'dan askeri görev ve askerlik mesleğinden istifa ettiğini İstanbul Hükümetine bildirmesi



23 Temmuz 1919 - Başkanlığını yaptığı Erzurum Kongresinde millet iradesine dayanan bir millet meclisiyle kuvvetini, gene millet iradesiyle oluşan bir hükümetin kurulması lüzumunu ilk hedef olarak ilan etmesi.

4 Eylül 1919 - Sivas Kongresinde yurdun muhtelif bölgelerinde kurulmuş olan müdafaa cemiyetlerini Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti adı altında birleştirip bütün millet kuvvetlerini bir elde idare etmek imkanını sağlaması



11 Eylül 1919 - Çalışmalarını bitiren Sivas Kongresi delegeleri tarafından seçilen Temsil Heyeti Başkanlığına getirilmesi



15 Eylül 1919 - Temsil Heyeti, Türk Milletinin yetkili makamı olarak ilan edildi



7 Aralık 1920 - Temsil Heyeti ile birlikte Ankara'ya yerleşmesi ve bu şehri milli harekatın merkezi yapması



23 Nisan 1920 - Ankara'da Büyük Millet Meclisinin törenle açılması ve bu meclise başkan seçilmesi



20 Ocak 1920 - "Egemenlik Kayıtsız, Şartsız Milletindir" idare usulü halkın mukadderatını bilfiil elinde tutulması esasına dayanır, kayıtlarını taşıyan ilk demokratik Anayasayı Meclise kabul ettirmesi.

       



5 Ağustos 1921 - İlerleyen Yunan Taarruzu karşısında T.B.M.M. O'na Başkumandanlık görevini verdi.



19 Eylül 1921 - Sakarya Zaferinden altı gün sonra T.B.M. Meclisinin çıkardığı bir kanunla Mareşallik rütbesi ve Gazilik unvanı verildi.



27-28 Eylül 1922 - Gecesi büyük taarruz savaşının planlarını hazırladı.



26 Ağustos 1922 - Cumartesi sabahı Kocatepe'den büyük taarruz emrini verdi.



30 Ağustos 1922 - Dumlupınar'da ateş hatları arasında idare ettiği Başkomutanlık Meydan Muharebesini kazandı.



1 Eylül 1922 - Muzaffer Türk Ordularına "İLK HEDEFİNİZ AKDENİZDİR İLERİ" emrini verdi



10 Eylül 1922 - Halkın çılgınca alkışları arasında İzmir'e girdi



2 Ekim 1922 - Ankara'ya dönüşlerinde eşsiz merasimle karşılanmışlardır

1 Kasım 1922 - Saltanatın kaldırılmasını temin eden Kanunu Meclis karşısında müdafaa kabul ettirmiştir



29 Ekim 1923 - 20:30 da "CUMHURİYET" ilan edilmiş ve Türkiye'nin ilk Cumhurbaşkanı seçilmiştir



3 Mart 1924 - Cumhuriyet rejiminin Türkiye'de kökleşip yerleşmesi için şart olan hilafetin kaldırılmasını sağlamıştır. Aynı yıl içerisinde medreseleri kapattırarak milli eğitim alanındaki birliği sağlama yolunu açmıştı. Gene bu suretle laik ve modern esaslara göre eğitim ve öğretim yapan müesseselerin kurulmasına zemin hazırlamıştır.



1 Mayıs 1924 - Orta Çağın dini hukuk geleneklerine göre çalışan Şer'iye mahkemelerini kaldırdı



26 Ağustos 1924 - Milli sermayeyi çoğaltmak özel teşebbüsleri teşvik ederek kurmak ve Türk bankacılığını geliştirmek amacıyla İş Bankasını kurdu.

       



5 Mayıs 1925 - Memlekette modern çiftçiliği geliştirmek maksadıyla yapılacak teşebbüslere bir örnek olmak üzere kendi parasıyla bir Orman Çiftliğini kurdurdu



1925 - Tekke, zaviye ve türbelerin kapatılması ile ilgili kanun kabul edilerek batıl inanç ve taassup yatakları ortadan kaldırıldı



25 Aralık 1925 - Medeni kıyafeti getirdi



26 Aralık 1925 - Miladi takvim ve modern saat ölçüsünü değiştiren kanun kabul edildi



17 Şubat 1926 - Türk Medeni Kanununun kabul edilmesiyle Türk milleti ümmet devrinden çağdaş medeniyete geçirildi



1 Kasım 1928 - Çıkarılan bir kanunla Türk Milletinin kolayca okuyup yazmasını temin edecek olan yeni Türk alfabesi kabul edildi.



12 Temmuz 1932 - Yüzyıllardan beri ihmal edilmiş olan Türk dilini geliştirmek ve bu gelişmeyi kolaylaştırmak için lüzumlu gördüğü Türk Dil Kurumunu meydana getirdi

1934 - Yılının kasım ayında Türk kadınına siyasi hakları tanıyan yasa çıkarıldı.



24 Kasım 1934 - Hayatı boyunca Türk Milletine yaptığı eşsiz hizmetler göz önüne alınarak her Türk vatandaşının bir soyadı aldığı sırada T.B.M.M. O'na ATATÜRK soyadını verdi.



1934 - Avrupa'da baş gösteren siyasi buhran karşısında Balkan Antantının kurulmasında en önemli rolü oynadı.



1936 - Montrö Antlaşması ile boğazların tahkiminin sağlanmasını temin etti.



1936 - Sadabat Paktıyla memleketimiz için gerekli güvenlik tedbirlerinin alınmasında nazım rol oynadı.



4 Temmuz 1938 - Türkiye'nin ayrılmaz bir parçası olan Hatay'ın bağımsız bir Türk devleti olmasını sağlamıştı ki bu vatan parçası ölümlerinden sonra Anavatan'a katılmak imkanını bu sayede buldu.



1938 - Yurt içinde her zaman yaptığı inceleme gezilerinin birinde hastalanmış bu rahatsızlığı Mayıs ayına kadar sürmüştü.

       



5 Eylül 1938 - Saraya gizlice çağırttığı bir notere vasiyetnamesini yazıp vermişti.



16 Ekim 1938 - Gittikçe ağırlaşan hastalığı karşısında günlük raporlar neşredilmesine başlanmıştı.



8 Kasım 1938 - Günü durumu çok ağırlaşmış ve neşredilen rapor üzerine bütün yurdu ağır bir acı kaplamıştı.



10 Kasım 1938 - Günü nihayet korkunç sonuç bütün acılığıyla gerçekleşmiş, Atatürk perşembe sabahı saat 9.05'te hayata gözlerini yummuştu.

45
Atatürk ve Diğer Türk Önderlerimiz / atam izindeyiz
« : 25 Şubat 2011, 17:54:04 »
 atam izindeyiz                                                       atam, senin yolundayız.

yaptığın devrimlerin arkasındayız.

bu vatanın hep yanındayız.                                                                     atam izindeyiz.

 





mehmetçiğin her operasyonunda

avrupada, anadoluda

vatan için dökülen her damla kanda

atam izindeyiz.

 



bize bırakyığın bu cennet vatanda,

tarımında,

çağdaşlıkta,

atam izindeyiz.

 



istiklal marşımızla,

bayrağımızla,

bu cennet vatanla ,

izindeyiz atam.

 

 

 

kendi  yazmış  olduu  bu  şiiri  umarım beğenirsiniz

46
ATA NİNE OY VERECEK...

 

YA SEN?...Herşey senin elinde...Belki farkında değilsin ama "hala" herşey senin elinde...Demokrasinin kör topal işlediği zamanlarda bile elindeki OY senin en güçlü SİLAHIN...Ve KARANLIK ZİHNİYET senden çok korkuyor...Son 10 yıldır siyasetin aldığı VAHİM DURUM seni asla umutsuzluğa sürüklemesin...SEÇMEN OYU ile şekillenen bir ortamda her zaman senin istediğin olacak...Ama 30 dakikanı verip sandığa gidersen...Hergün izlediğin diziler bile 1-1,5 saat sürüyorsa 4-5 yılda bir olan seçimlerde 30 dakika senin için bir sorun yaratmaz değil mi? Belki aklına şöyle bir soru gelebilir; "Sana ne benim oyumdan ya da oy kullanmamdan?"...Niyetim sana akıl vermek ya da yargılamak değil...Ama senin kullanmadığın OY beni,çocuklarımı,ailemi,ilimi,ilçemi,ÜLKEMİ ve GELECEĞİMİ etkiliyor...Bir parça oy ile başa gelenler kendilerini ÜLKENİN HAKİMİ sanıyorlar..SAHTE ÇOĞUNLUĞU gerçek sanarak boylarından büyük laflar etmeye başlıyorlar...Aldıkları yanlış ve yanlı kararlar seni ve beni etkiliyor...Ben OY kullandığım için TEPKİ hakkım olabilir...Ama bir dakika düşün lütfen; Sen OY kullanmadıysan ve sistemin bir parçası olmadıysan yoksulluğa ya da yolsuzluğa,haksızlığa tepki vermeye hakkın olur mu? Ülkede öyle insanlar var ki şaşarsın; 30 dakikasını verip sandığa gitmekten üşenen tembeller, seçimde sürülen bit kadar boya yüzünden sandık başından geri dönenler, oy kullanacağı sandık başında 10 dakika fazla beklediği için sıkılp geri dönen gençler(Türk Gençliği!),yanında bulundurması gereken belgeleri unuttuğunu fark edip eve geri giden ve bir daha geri gelmeyenler...Seçim günü sandık yerine cafeyi,pikniği,eğlenceyi tercih edenler,TEPKİ için "boş oy atıyorum " ya da "oy kullanmıyorum "diyen olgun,güngörmüş teyzeler,amcalar!...Tüm bunlar ve daha fazlası KARANLIK ZİHNİYETE hizmet ediyor...Bunu ikimizde çok iyi biliyoruz...Bazı rakamlar veya sayılar seni aldatmasın...Sayılar her zaman GERÇEĞİ göstermez...Seçim sonuçları % ile ifade edilir..Ve % çok aldatıcıdır...Seni sıkmadan küçük bir örnek vereceğim...OY verme hakkına sahip 4 kişi olduğunu varsayalım...4 ümüz birden oy kullansaydık şöyle bir durum olduğunu düşünelim; A:%25(karanlık zihniyet) B:%50(aydınlık zihniyet) C:%25...Diyelim ki yukarıdaki sebeplerden dolayı SEN ya da BEN oy kullanmadık...Bu sefer seçmen sayısı 4 iken,oy kullanan sayısı 3 kişi oluyor..Siyasi tercihler değişmediği halde yeni sonuçlar şöyle oluyor: A:%33 (karanlık zihniyet) B:%33 (aydınlık zihniyet)...C:%33....Gördüğün gibi oy kullanmazsak ya da boş atarsak karanlık zihniyet hiçbir şey yapmadan %25 den %33 e yükseldi...İşin acı yanı aydınlık zihniyet %50 den %33 e geriledi..Bu rakamlar MİLYON tane OY da olsa değişmez...Birilerinin senin 30 dakikanı verip OY kullanmadan KORKTUĞU çok açık...Son aylarda yaşananlara bir baksana; oy kullanmayanlara uygulanan PARA CEZASI kalktı...(senin bu yüzden sandığa gitmeyeceğini düşünüyor olabilirler mi?)...Para cezası için sandığa gidilir mi? Söyle bana sen olsan GELECEĞİN için mi? PARA CEZASI için mi? sandığa gidersin... PARMAK BOYASI KALKTI...seçim güvenliği biraz daha tehlikede olabilir mi? SENDEN ve BENDEN korkuyorlar...Şu yaşadıklarımıza bir bakar mısın; Önce ADRESE DAYALI SİSTEM diye "garip" bir şey oldu....Garip çünkü bir süre sonra nereden çıktığı tam anlaşılamayan 6 MİLYON seçmen ortaya çıktı...Bir şekilde tüm ülke "kayıt" altına alınmış oldu...il il,sokak sokak,hane hane...daha sonra yine "garip" olaylar olmaya başladı...Bazı ilçeler kapatıldı...bazı YENİ! ilçeler kuruldu..Her nasılsa bu ilçelerdeki OY ORANLARI hep aynı zihniyete yarayacak şekilde değişti...Bir örnek verelim; malum partinin ezici oy aldığı küçük bir ilçe 40-50 kilometre uzaklıktaki ÇANKAYAYA ekleniverdi..neden yapıldığı çok açık değil mi? Böyle örnekler bir çok büyükşehirde yaşandı...Sonra bir baktık açıklanan seçmen listelerinde daha da garip şeyler olmaya başladı...5 kişilik hanelerden 70 kişi seçmen oluvermiş..boş apartmanlardan yüzlerce seçmen türemiş...tavuk kümeslerinde seçmenler belirmiş...Bütün partiler itiraz etmiş...sesini çıkarmış...ekranlarda bir şeyleri deşifre etmiş..Nedense? bir partiden TIK çıkmamış! İşin daha ilginç tarafı bu şaibelerin ortaya çıktığı yerlerde bu sesi çıkmayan parti çok düşük OY almış...Hakimlerin,savcıların,askerlerin çoğunlıkta olduğu site ve apartmanlarda ya da semtlerde bu şaibelerin olması size bir şeyler anlatır sanırım...İtirazlar sonucu listeler ikinci kez askıya çıktı..Ama yine aynı sorunlar...Ve yüzbinlerce vatandaş bezmiş halde kendi adını tekrar aramaktan vazgeçti...Belkide bunun sonucunda seçimde hakkı olduğu halde oy kullanamayacak...Sonra anket faslı başladı...Aydınlık insanların direncini kırmak ve "sandığa gitmene bile gerek yok" demek için % 40lar olmuş %50 hatta %60...yok daha neler...Bu yöntem her hafta değişen oranlarda devam etti...Ve alt beyinlere verilen mesaj şu; "Biz zaten %50 leri geçtik senin sandığa gitmen bir şeyleri değiştirmez" BU OY-UNA ASLA GELMEYİN...Yukarıda çok basit anlatılan matemetiksel hesap doğrudur....SEN ve BEN sandığa gidip o zarfı attığımız sürece bu ülkede YER YERİNDEN OYNAYACAK...bunu unutma LÜTFEN..Devlet olmanın ne olduğunu bilmeyenler KENDİ CEBİNDEN veriyormuş gibi YARDIMLAR yapmaya başladı...Kömür,bulgur,un,şeker,para,top,balon,süt  ,et,çamaşır makinesi,buzdolabı...Bunların parasının BENİM ve SENİN cebinden çıktığını bildiği halde YARDIM ALANLAR seçimde tercihlerini değiştirecekler...(eğer bu olursa seçim sonrası ilk yazımı lütfen okur musun? 6 yıldır bekleyen bir yazıyı üzülerek yazmak zorunda kalacağız çünkü) Miting faslı ise tam anlamı ile REZALET ve SKANDAL...Medyadan gördüklerin yanında birde duymadıkların,bilmediklerin var...VALİ kararı ile zorla meydana gelen memurlar,resmi araçlar ile oradan oraya taşınan BİNDİRİLMİŞ KITALAR, mitingden bir gün önce 100 YTL para dağıtılan onbinler,mitinge gelmesi için telefon ile TACİZ edilen yüzbinler...Çoğunluğu sağlamak ve korumak için sürekli dağıtılan çiçekler,oyuncaklar,balonlar,şemsiyeler,kumanyalar  ,memba suları,gazozlar,kolalar,alış-veriş çekleri..Açılış adı altında yapılan GÖSTERME ESER ÜRETMELER!...yeniden açılışı yapılan yerler,yarısı yapıldığı halde açılışı yapılan yerler,açıldıktan 1 hafta sonra ÇÖKEN yollar,mezbaha ya da "Kütüphane yolu genişletme çalışması" gibi komik ve küçük açılışlar...85 yıldır bu DEVLETTE binlerce ESER yapıldı ve kimse bunları DAVULLA ZURNA ile başımıza kakmadı...Siz İsmet paşanın,Demirelin,Türkeşin ya da Ecevitin mezbaha açılışı yaptığını duydunuz mu? Sonra GAP yine gündeme geldi...40 kanal canlı yayın yaptı geçen yıl GAP GAP diye..Doğulu kardeşim yine haklı çıktı; "Yine bir şey çıkmaz gurban" dedi..Son 6 yıldır GAP a elle tutulan hiçbir şey yapılmadı,biliyor musunuz? Ama ağızlara bal çalm-AK adet olmuş bu zihniyette...3 kuruşluk yardım yapılıyor 30 kuruşluk REKLAM ile ağızlara bal ve sahte umutlar yerleştiriliyor...Tuncelideki yardımı ekranlarda gören Manisalı yardım alamasada "BİR GÜN BANADA SIRA gelecek" umudu ile seçmen terchini değiştiriyor...Asıl amaçta bu zaten...İstanbul Belediyesi başta olmak üzere bir çok belediyede ortaya çıkan benzer olaylar gerçekten ÇOK VAHİM...100 Milyarlık hizmet yapılmış...Bunu ilan etmek ve ağızlara bal çalmak için 200-250 Milyarılık REKLAM ve TANITIMLAR yapılmış...Bunun adı halka ve halkın vergisine,parasına İHANETTİR...Benim ve Senin cebinden para çalmaktır...Sonra malum AÇILIM furyası başladı...ALEVİLERİ dinsiz görenler ALEVİLER bizim canımız kanımız demeye başladı ama kimse YEMEDİ...Kürtler bu dönemde şanslı çıktılar...TV leri,radyoları oldu...Bakalım daha neleri olacak!...Seçime kısa zaman kala PKK ya AF söylemleri gündeme geldi..(ki buna cesaret edeceklerin vay haline) ÜLKE ekonomik kriz ile boğuşurken devletin BAŞları miting miting gezmeye başladı...Yüzlerce resmi araç...Binlerce koruma...Devlet imkanları ile siyaset; kimbilir ne kadar tatlı bir şeydir...Bu arada "siz gezmeyin,Ankarada kalın,işinizi yapın" diyenlere bir çift sözüm var...Demek ki bu insanlar devleti yönetme yetisine sahip değil...Bunlar olsada olur..olmasada...Sayıları azda kalmış olsa AYDINLIK bürokratlar bu ülkeyi hala ayakta tutuyor deme ki..Bir baktık ÇAMUR faslı başlamış bile...Karşıt görüşlü kim varsa hayatları en ince ayrıntısına kadar deşilmiş...İzlenmiş,dinlenmiş...Kayıt altına alınmış...MONTAJ ses bantları ve gizli kamera görüntüleri havalarda uçmaya başlamış...Bu kadar çok kişiyi izleyecek ve dinleyecek ve bu bilgileri işleyecek kadar birikimi ve imkanı olan bir tek teşkilat var bu ülkede...ÜLKE için çalışmak yerine bu işlerle uğraşıyorlarsa vay bizim halimize...FENER paraları ile kurulan SATILIK MEDYA ve SATILIK YAZARLAR bu bol malzemeyi hergün kullandı...kullanacak...bakmayın keçi sakallarına,mini eteklerine hepsi aynı SOYDAN bunlar...Seçim meydanlarında KOMEDYENLİĞE soyunan kişinin "bizler-sizler-onlar" temalı ayrımcı ve ayrıştırıcı hatta hedef gösterici söylemlerini SAVCILAR hala seyrediyor...Birilerinin MAGANDA ya da EŞEK olması tabi ki bizi ırgalamaz...Ama keyfi alınan kararlar bizi etkiliyorsa burada bizi IRGALAR...Bu yetkiler SEÇİMDE VERİLEN OY ile verildiği için gel bu seçimde sandığa mutlaka gidelim...Biz sandığa gittiğimiz zaman bak neler nasıl değişecek...KURTLAR kuzu,ASLANLAR kedi olacak...hemde bir günde...Son 10 yıldaki seçim sonuçlarına bir baktığında şunu göreceksin...her seçim ortalama 7-8 Milyon kişi ya oy kullanmıyor ya da tepki için boş atıyor...Sence bu kişiler kimler? Bu 7-8 milyon kişi cemaat evlerinde beyni yıkanmış yada ruhu ele geçirilmiş kişiler olabilir mi? HAYIR...Bunlar sabahın ilk ışıkları ile sandığa koşar..Ve birbirini örgütler....ASLA fire vermezler...Bu kişiler senin ve benim cebinden çıkan ve hakkı olmayan yardımları alanlar,kursağından yardım adı altında aldığı yemekler,çorbalar geçenler ya da beleş kömür ile ısınanlar olabilir mi? HAYIR...Çünkü MİNNET duygusu ile sandığa koşacaklar...Hatta yine yardım gelmez korkusu ile tam kadro gelecekler...Geriye SEN ve BEN kaldık...Eğer bundan önceki seçimde BİZ tam kadro ile sandığa gitmiş olsaydık şimdi başka bir parti TEK BAŞINA iktidar olacaktı....Bunun farkında mıydın? SENDEN ve BENDEN o kadar çok korkuyorlar ki artık açık açık TEHDİT bile etmeye başladılar...Tüm bunlara DUR demek ve DERS vermek senin elinde! Senden SANDIĞA GİTMENİ RİCA EDİYORUM...benim için değil...SENİN ve BENİM çocuklarımız için..Torunlarımız ve AYDINLIK geleceğimiz için...Bunu yapmak için 30 dakikanı onlara verebilir misin? Cevabının EVET olduğunu umut ediyorum...Ve biliyorum ki çocuklarımız ve torunlarımız SANA çok şey borçlu olacak...Şimdiden teşekkür ediyorum...OY vermek için sandığa gideceğin gün yağmur olabilir...kar yağabilir...yollar çamur olabilir...Tahminen oy kullanacağın sandık evine 10 dakikalık yürüme mesafesinde olacak..Bazıları ne düşünüyor biliyor musun? O gün yağacak yağmur ya da kar yüzünden evden bile çıkmaz bunlar o kadar VURDUM DUYMAZ bunlar diye rahatlar!...Zora gelemez bunlar,30 dakika sırada beklemekten bile ACİZ bunlar ve sandığa gidemez diye hesaplar yapıyorlar...Bu hesapları bozmak her zaman senin elinde...Ve hak ettikleri cevabı ver onlara LÜTFEN! Anneni,babanı,çoluğunu,çocuğunu al ve sandığa gel...Belki sandıkta seninle karşılaşırız...Selamlaşırız içten bir şekilde...Ben seni tanıyorum sende beni...Çünkü yüzüne baktığımda AYDINLIĞI mutlaka görürüm..Şunu ASLA unutma lütfen; Atatürk önderliğinde KURTULUŞ SAVAŞI yaparken bizim yolumuza taş koyan ve DÜŞMAN ile işbirliği yapan KARANLIK ZİHNİYET ile şimdiki KARANLIK ZİHNİYET AYNI....Bana güvenebilirsin...Ben senin çocuklarının ve torunlarının geleceği için sabah erken saatlerde sandık başında olacağım...SANA GÜVENİYORUM....Son söz: Oturduğum mahallede ATA NİNE diye anılan 92 yaşında minicik boylu ve yemyeşil gözlü bir nine var.Hiç kimsesi yok..Yılda bir iki defa mutlaka elini öpmeye ve Cumhuriyetin ilk yıllarına dair gerçek hikayeler dinlemeye giderim..(maddi durumu çok kötü olduğu halde ASLA yardım kabul etmez..Tek çöp kabul ettiğini ne gördüm ne duydum.) ATA NİNE denilmesinin sebebi evinin her odasında ATATÜRKün çok güzel resimlerinin olması ve TAM BİR CUMHURİYET KADINI olması..AYDIN,YÜREKLİ ve ONURLU..10 yıl önce bütün resimleri yatak odasındaki büyük çeyiz sandığına koymuş ve 10 yıldır hiç birine bakmamış..bakamamış.Türkiyenin geldiği bu vahim durum ve ATATÜRKE yapılan haksızlık,saygısızlık ve saldırılar bu Cumhuriyet kadınını o kadar etkilemiş ki komuşularının dediğine göre; "son 10 yılda çökmüş".Ayakta duramayacak hale geldiği halde HER SEÇİMDE OY KULLANMIŞ...En son CUMHURBAŞKANLIĞI için yapılan seçimde OY VERİRKEN hüngür hüngür ağladığını ve çevresindeki herkesi ağlattığını bizzat gözlerim ile gördüm.14 Nisan Cumhuriyet Mitingine gitmek için bileziğini satanda işte bu ninedir.Ve o gün Anıtkabir merdivenlerinde "CUMHURİYETE sahip çıkın evlatlarım" diye ağlayanda işte bu ATA NİNEDİR...ve o merdivenleri çıkarken koluna girmiş olmak benim için çok büyük bir onur olmuştu...Bu ve bundan sonraki seçimlerde AYDINLIĞA vereceğiniz oylar ATA NİNENİN tekrar ÇEYİZ SANDIĞINDAKİ ATATÜRK RESİMLERİNİ çıkarmasını sağlarken KARANLIK ZİHNİYETİ seçim sandığına GÖMECEK...Lütfen bunu unutma olur mu?......saygı ve sevgi ile arz ederim...EBS

 

NETTE DOLAŞAN BU YAZI BİZCE EN GÜZEL SEÇİM ÇAĞRISI..hiçbir parti bunu yapamadı.Teşekkürler EBS..

47
Atatürk'ün Eserleri



           1) Nutuk

2) Medeni Bilgiler

3) Bölüğün Muharebe Eğitimi

4) Cumalı Ordugahı

5) Takımın Muharebe Eğitimi

6) Taktik Tatbikat Gezileri

7) Geometri

8) Subay ve Komutan ile Konuşmalar











NUTUK

 

Yurdumuzun parçalanıp, işgal edildiği günlerden başlayarak, Türk tarihinde bir dönüm noktası olan İstiklal Savaşı'nı, Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşunu ve inkılapların yapılışını anlatan Nutuk, siyasi ve milli tarihimizin birinci elden, değerli bir kaynak eseridir.Atatürk'ün kendi kaleminden çıkan bu eser, yine Atatürk tarafından, Cumhuriyet Halk Partisi'nin 15-20 Ekim 1927 tarihleri arasında Ankara'da toplanan İkinci Kurultayı'nda 36,5 saat süren ve altı günde okunan tarihi bir hitabeye dayandığı için Nutuk adını almıştır.Nutuk yalnız geçmiş devrin bir hikayesi olarak dünümüzü anlatmakla kalmayıp, yakın tarihimizden alınan ibret dolu tecrübelerle, milli varlığımızın bugününe de yarınına da ışık tutabilen bir değer taşımaktadır.Nutuk, milleti ülkenin geleceğini belirleyecek olan milli birlik ilkesi etrafında bilinçlendirip, kenetlendirerek, milli irade ve milli hakimiyet kavramlarının harekete dönüştürülmesi yoluyla, Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin kuruluşundan Cumhuriyetin ilanına kadar uzanan başarılı bir tarihi akışın hikayesidir.Nutuk ilk defa 1927 yılında, biri asıl metin, diğeri belgeler olmak üzere Arap harfleriyle iki cilt olarak yayınlanmıştır. Aynı yıl, tek cilt halinde lüks bir baskısı da yapılmıştır. Yazı inkılabından sonra, bu ilk metnin okunması güçleştiğinden, 1934 yılında, Milli Eğitim Bakanlığınca üç cilt olarak yeniden basılmıştır. Nutuk, Atatürk Kültür Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Atatürk Araştırma Merkezince yeniden basılmıştır.









MEDENİ BİLGİLER (YURTTAŞLIK BİLGİLERİ)



"Medeni Bilgiler ve Atatürk'ün El Yazıları" adlı kitap Prof. Dr. A. Afetinan tarafından ilk kez 1930'da "Vatandaş İçin Medeni Bilgiler" adıyla yayımlanmıştır. Art arda baskıları yapılan ve uzun yıllar ortaokullarda ders kitabı olarak okutulan "Vatandaş İçin Medeni Bilgiler" in büyük çoğunluğu Atatürk'ün doğrudan doğruya kendisinin kaleme aldığı belgelere dayanmaktadır...



 

BÖLÜĞÜN MUHAREBE EĞİTİMİ



Bölük Muharebe Eğitimi" olarak yayınlanan eser, meskun yerlerde muharebe, savunma ve taarruz konularını kapsamaktadır. Meskun yerlerin sınırlayıcı durumlarının muharebeye etkisi, savunma mevziinin seçimi, savunma mevziinin hazırlanması, ateş sahalarının temizlenmesi, ateş taksimi, ateş tutmayan ölü bölgelerin kapatılması ve mevziin işgali gibi savunmanın esasını oluşturan konular işlenmiştir. Ayrıca taarruzda birliğin aldığı tertip ve düzen, ilerleme, ateş üstünlüğü, ihtiyatların kullanılması gibi taarruz harekatında her zaman karşılaşılacak konular ele alınmıştır.Genç Kurmay Önyüzbaşı Mustafa Kemal (Atatürk) tarafından, Almanca aslından tercüme edilen ve bağlı olduğu ordunun eğitimine katkısı olan bu eserden yeni nesillerin de faydalanabilmeleri için bugünkü Türkçe'ye çevrilmiştir.



 

CUMALI ORDUGÂHI

 

Cumalı Ordugâhı; Makedonya bölgesinde, Köprülü - İştip yolu üzerinde bulunmaktadır. Bu ordugâhta, 3. Süvari Tümen Komutanı Tuğgeneral Suphi Paşa'nın komutası altında kurulan bir süvari tugayına eğitim ve manevra yaptırılmıştır. Bu manevraya katılan Mustafa Kemal, "Cumalı Ordugâhı" adlı eserini yazmış; süvari, bölük, alay, tugay eğitim ve manevralarını anlatmıştır.Mustafa Kemal bir kurmay subay olarak teorik bilgilere önem vermekte, ancak askeri tatbikat ve manevralardan sadece katılanların yararlanmasını yeterli görmemektedir. Bu yüzden, 10 gün süren bu tatbikat sırasında tuttuğu gözlem notlarını, hazırlanan meseleleri ve komutanların yaptıkları eleştirileri yazmış, bol kroki ile küçük bir broşür haline dönüştürmüştür. 12 Eylül 1909'da tamamladığı bu eseri, Selanik'te 1909 yılında matbaa harfleriyle basılmıştır. Eser; 39 sayfa metin ve 7 adet krokiden oluşmaktadır



 

TAKIMIN MUHAREBE EĞİTİMİ

 

Bu kitap; Berlin Askeri Üniversitesi eski müdürlerinden General Litzmann'ın "Seferber Mevcudunda Takım, Bölük ve Taburun Muharebe Talimleri" adlı eserinin ilk bölümünü oluşturmakta olup, Selanik'te 3.Ordu Karargahı'nda görevli, Kurmay Kıdemli Yüzbaşı Mustafa Kemal tarafından Almancadan Osmanlıca diline çevrilmiş ve 1908 yılında Selanik Asır Matbaasında basılmıştır.Kitabın özü; seferi tam mevcutlu bir takımın, değişik hava şartları ve çeşitli arazide, basit bir mesele içinde muharebe yöntemlerinin uygulaması, avcı hattı teşkiliyle bir avcı hattının ateş muharebesi üzerinde toplanmaktadır.Mustafa Kemal Paşa, subayların arazide yetiştirilmesini amaçlayan tatbikatın, önemini vurgulayan bu eserini, 1911 yılında 5. Kolordu Harekat Şube Müdürü iken yazmıştır. Bu eserde, karşılıklı olarak kırmızı ve mavi muharebe birliklerinin Selanik-Kılkış arasında yaptıkları savunma ve taarruz uygulamalarının değerlendirilmesi yapılmıştır.





TAKTİK VE TATBİKAT GEZİSİ

 

Bu eserinde, bir muharebeyi sevk ve idarede belirli kuralların olamadığını vurgulaması yanında, komutan olan kişinin nitelikleri üzerinde de durmuştur. Bunlar ise; birliğini barışta ve savaşta eğitmek, yönetmek ve gözetmekteki üstün başarı, elindeki kuvvetin eksikliğini giderecek düşünce gücü ve astlarından her konuda üstünlüğü sağlamaktır. Bunun yanında, kişisel cesaret, başkalarının hareketini önceden seziş ve harekatını en uygun zamanda yapabilme yeteneği olmalıdır. Ortak amacın gerçekleştirilebilmesi için birliklerini başarılı bir şekilde yönetmeli, astları üzerinde etkili olmalı ve otoritesini kurabilmelidir.Bu eserde ayrıca bir komutanın başarılı olabilmesi için bu kuralları sadece okumuş ve öğrenmiş olmanın yeterli olamadığı, bunların tatbikatının da önemi belirtilmiştir



 

GEOMETRİ

 

Atatürk bu kitabı ölümünden bir buçuk yıl önce III. Türk Dil Kurultayından hemen sonra 1936-1937 yılı kış aylarında Dolmabahçe Sarayında kendi eliyle yazmıştır. Atatürk Arapça ve Farsça terimlerle dolu ders kitaplarının öğrenciler açısından öğrenimi geciktireceğini düşünmüştü.





 

SUBAY VE KOMUTAN İLE KONUŞMALAR

 

"Subay ve Komutan ile Konuşmalar" Atatürkün askerliğe ilişkin eserlerinin en önemlilerinden birisidir. Bu eser, Atatürk, 1914 yılında Kurmay Yarbay rütbesiyle Sofya askeri Ataşesi olarak bulunduğu sırada, Nuri conker'in "Zabit ve Kumandan (Subay ve Komutan)" adlı kitabına karşılık olarak yazılmıştır.Genç subayın, içinde bulunduğu ordudaki aksaklıkları, hataları nasıl sezdiğini; bunlara karşı tepkisiz kalmayarak üst makamlara hatalar ve çözüm yollarını nasıl sunduğunu; ülkenin içinde bulunduğu askeri ve siyasal durumdan duyduğu acıları kitabın birinci bölümünde bulmaktayız.Atatürk, bir subayın taşıması gereken özveri, ölümü göze alma, emri altındakileri sevk ve idare edebilme, taarruz ruhu, inisiyatif özellikleri hakkında, Nuri Conker'in görüşlerine katılmış ve kendi düşüncelerini de çeşitli örneklerle destekleyerek açıklamıştır.Bunların yanı sıra, Türk kadınının, aslında toplumu yaratmada çok etkili olabilecekken, suskunluğu seçtiğini bütün açıklığıyla ortaya koymaktan kendini alamamıştır. Türk ulusu hakkında ise "kuşkusuz bizim ulusumuzun karakteri de bütün karakterler gibi yükselmeye ve istenen şekle girmeye elverişlidir. Fakat kendi kendisine olmak koşuluyla..."dedikten sonra, dışardan ulusumuzun karakterine yapılmak istenen etkilerin amacına ulaşamayacağını vurgulamıştır.Subaylarda ve erlerdeki inisiyatif özelliğine eserinde geniş bir bölüm ayıran Atatürk, kendi dönemindeki ile daha önceki dönemlerde Osmanlı ordusunu kıyaslamıştır. Özellikle Trablusgarp Savaşı'nda edindiği deneyimler ile kendiliğinden hareket ve iş görme özelliğinin, olması gereken sınırını göstermiştir.Atatürk, eserin son bölümünde, Kuzey Afrika'da birlikte çarpıştığı korkusuz ve yiğit silah arkadaşlarını anmış ve onları "yüksek askerlik niteliklerine" sahip insanlar olarak tanımlamıştır. Bu davranışı O'nun diğer bütün üstünlüklerinin yanı sıra insancıl yönüne de tanıklık eder.

48
Ey Türk Gençliği!

             

       Birinci vazifen, Türk istiklalini, Türk Cumhuriyetini, ilelebet, muhafaza ve müdafaa etmektir.

 

Mevcudiyetinin ve istikbalinin yegane temeli budur. Bu temel, senin, en kıymetli hazinendir. İstikbalde dahi, seni, bu hazineden mahrum etmek isteyecek, dahili ve harici, bedhahların olacaktır. Bir gün, istiklal ve Cumhuriyeti müdafaa mecburiyetine düşersen, vazifeye atılmak için, içinde bulunacağın vaziyetin imkan ve şeraitini düşünmeyeceksin! Bu imkan ve şerait, çok namüsait bir mahiyette tezahür edebilir. İstiklal ve Cumhuriyetine kastedecek düşmanlar, bütün dünyada emsali görülmemiş bir galibiyetin mümessili olabilirler. Cebren ve hile ile aziz vatanın kaleleri zaptedilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir. Bütün bu şeraitten daha elim ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde iktidara sahip olanlar gaflet, dalalet ve hatta hıyanet içinde bulunabilirler. Hatta bu iktidar sahipleri şahsi menfaatlerini, müstevlilerin siyasi emelleriyle tevhit edebilirler. Millet, fakru zaruret içinde harap ve bitap düşmüş olabilir.

 

 Ey Türk istikbalinin evladı!

 

İşte, bu ahval ve şerait içinde dahi vazifen, Türk İstiklal ve Cumhuriyetini kurtarmaktır. Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil

 kanda mevcuttur.

 

 Ankara, 20 Ekim 1927

 

  ----------------------------------------------------------------------------

 

 YENİ TÜRKÇE

 

 Ey Türk Gençliği!

 

 Birinci ödevin; Türk bağımsızlığını, Türk Cumhuriyetini, sonsuzluğa değin korumak ve savunmaktır.

 

Varlığının ve geleceğinin biricik temeli budur. Bu temel, senin en değerli güven kaynağındır. Gelecekte de, yurt içinde ve dışında, seni bu kaynaktan yoksun etmek isteyen kötücüller bulunacaktır. Bir gün, bağımsızlığını ve cumhuriyetini savunmak zorunda kalırsan; ödeve atılmak için, içinde bulunacağın durumun olanaklarını ve koşullarını düşünmeyeceksin! Bu olanaklar ve koşullar çok elverişsiz olabilir.

 

Bağımsızlığına ve cumhuriyetine kıymak isteyecek düşmanlar, bütün dünyada benzeri görülmedik bir utku kazanmış olabilirler. Zorla ve aldatıcı düzenlerle sevgili yurdunun bütün kaleleri alınmış, bütün gemilikleri ele geçirilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve yurdun her köşesine düşman girmiş olabilir. Bütün bu koşullardan daha acıklı ve korkunç olmak üzere, yurdunda, iş başında bulunanlar, aymazlık ve sapkınlık içinde olabilirler. Üstelik, hainlik de yapabilirler. Daha kötüsü, iş başında bulunan kişiler, kendi çıkarlarını, yurduna girmiş olan düşmanların siyasal erekleriyle birleştirebilirler. Ulus, yoksulluk ve sıkıntı içinde ezgin ve bitkin düşmüş olabilir.

 

 Ey Türk geleceğinin gençliği!

 

İşte, bu ortam ve koşullar içinde bile ödevin, Türk bağımsızlığını ve Cumhuriyetini kurtarmaktır! Bunun için gereken güç, damarlarındaki soylu kanda vardır!

 

 Söylev' den 20 Ekim 1927



---------------------------------------------------------------------



Gençliğe Hitabe'ye Giriş ve Nutuk'un Sonu



 Sayın baylar, sizi, günlerce işlerinizden alıkoyan uzun ve ayrıntılı sözlerim, en sonu tarihe mal olmuş bir çağın öyküsüdür. Bunda, ulusum için ve yarınki çocuklarımız için dikkat ve uyanıklık sağlayabilecek kimi noktaları belirtebilmiş isem kendimi mutlu sayacağım.

 Baylar, bu söylevimle, ulusal varlığı sona ermiş sayılan büyük bir ulusun, bağımsızlığını nasıl kazandığını; bilim ve tekniğin en son ilkelerine dayanan ulusal ve çağdaş bir devleti nasıl kurduğunu anlatmaya çalıştım.

 Bugün ulaştığımız sonuç, yüzyıllardan beri çekilen ulusal yıkımların yarattığı uygarlığın ve bu sevgili yurdun her köşesini sulayan kanların karşılığıdır.

 Bu sonucu, Türk gençliğine kutsal bir armağan olarak bırakıyorum.

50
Atatürk ve Diğer Türk Önderlerimiz / Atatürkçü Gençlik
« : 25 Şubat 2011, 17:53:44 »
arkadaşlar merak ediyorum bu konu kaç tane Atatürk'ün düşüncesini benimsemiş ve ilelebet yaşaması için uğraş verecek kişi bulacak. Moderatör den rica ediyorum konu sabitlenirse kaç kişi var öğrenebiliriz.



cevap olarak ben varım yazmanız yeterlidir.

51
Her ne kadar Mustafa Kemal'le İsmet Paşa iyi geçinir diye her tarafta gösterilse de aslında hiç böyle olmamıştır. İsmet Paşa'nın, Kazım Paşa'nın vb. komutanların İstiklal Savaşımızda şüphesiz çok etkisi vardır. Yanlız siyaset alanında hiç bir zaman birbirleriyle uyuşamamışlardır. Bende size internette bunların hepsinin toplandığı bir yazıyı gösteriyim dedim. Yorumlarınızı genel olarak düşünerek yazın. İsmet Paşanın bizim buralarda yaşamamızda bir parça etkisi olduğunu da unutmayalım.





'BEN BU İSMET’İ YOLA GETİREMEDİM'



İsmet İnönü’nün Atatürk’Ün ölümünden sonra paralara kendi resmini bastırmasıyla başlayan tartışmalar Atatürk-İnönü çekişmesini yeniden gündeme getirdi. İşte tarihi diyaloglar:



 Abdülhamit Güler'in haberi

Özellikle Mustafa kemal sonrası CHP zihniyetinin oturduğu dönemin “Milli Şef”i için Atatürk, “Ben bu İsmet’i yirmi senedir yola getiremedim. Vehim hastası. Zannediyor ki memleketi kendisi idare ediyor.” diyordu. Aralarındaki çekişmeyi ve Atatürk’ün kendisine karşı soğukluğunu itiraf eden İsmet İnönü de o günleri anlatırken, Atatürk’ün kendisiyle görüşmemeye gayret ettiğini hatta kendisine selam bile vermediğini ifade ediyordu.



ATATÜRK HEYKELLERİ KALDIRILDI

Atatürk-İnönü çekişmesi, Atatürk’ün ölümünden sonra farklı bir boyut alıyor ve Devletin başına geçen İnönü ilk icraat olarak, Dolmabahçe Sarayı’ndan Atatürk’ün heykellerini kaldırtıyordu. Bu gibi olaylar, “Gece alkol tesiri ile alınan teşebbüsleri ertesi gün daima iptal etmek bir eski âdetimiz idi.” sözleriyle Atatürk’ün son günlerini anlatan İnönü’nün para üzerine kendi resimlerini bastırmasındaki maksadı da gözler önüne seriyor.



Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın, CHP zihniyetini anlatmak için İsmet İnönü’nün Türk Lirası’na kendi fotoğrafını bastırmasını hatırlatmasıyla başlayan tartışma, Atatürk-İnönü çekişmesini de yeniden gündeme getirdi. Resmi tarih, “Ebedi Şef” ve “Milli Şef” arasında hiçbir sorun olmadığını ve hatta çok ötesinde kader birliği olduğunu söylese de, gerçekler oldukça farklı.



“BU İSMET’İ YİRMİ SENEDİR YOLA GETİREMEDİM”

Mustafa Kemal’in 1935 yılında İsmet İnönü’yü Başbakanlık koltuğundan uzaklaştırması ile ilgili, Tarih Kurultayı toplantısı sonrası Dolmabahçe Sarayı’nda Fuad Köprülü, Hasan Reşid, Cevad Dilemre, Ali Canib, Necmi Dilmen gibi tanınmış isimlere verdiği ziyafette ilginç açıklamalarda bulunur. Ünlü tarihçi Mustafa Müftüoğlu’nun Cumhuriyet Döneminde Önemli Olaylar-II kitabında aktardığı açıklama şöyle:

“Ben bu İsmet’i yirmi senedir yola getiremedim. O kadar kararsız, mütereddittir ki, ordu kumandanlığı edemez. Askerlik malumatı şüphe yok ki vardır. Fakar işte o kadar. Belki Erkânıharb Reisi olabilir, ama ordu kumandanı asla! Vehim hastası. Zannediyor ki memleketi kendisi idare ediyor. Bana dedi ki, ‘Başvekil miyim, kıçvekil miyim, anlayamıyorum, nefes aldırmıyorsunuz. Kendi düşüncelerimi, kendi nokta-i nazarlarımı tatbik edemiyorum.’ Yani demek istiyor ki, ben ona muhtacım, asla!”



MUSTAFA KEMAL’İN HEYKELİ SÖKTÜRÜLDÜ

İnönü-Atatürk arasındaki çekişme özellikle Atatürk’ün ölümünden sonra ayyuka çıkıyor. Atatürk öldükten sadece birkaç gün sonra heykelleri toplatılmaya başlanıyor. Dolmabahçe Sarayı'nın arşivinde son bulunan bir belge, Atatürk'ün saraydaki bir heykelinin devlet tarafından 1938'in 18 Kasım günü 25 lira 80 kuruş harcanarak palangalarla söktürüldüğünü ve hamallara taşıtılarak bilinmeyen bir yere gönderildiğini ortaya çıkardı. Benzer şekilde Anadolu’nun birçok bölgesinde de Atatürk heykellerinin yerine İnönü heykelleri dikilmesi de o dönemlerde yaşanan olaylardı.



ANLAŞMAZLIK DAHA ÇOK İKTİSADİ

Öte yandan tarihçi İsmet Bozdağ, "Bitmeyen Kavga" adlı kitabında, Atatürk'le İnönü arasındaki anlaşmazlığın "iktisadi" konulardan kaynaklandığını yazıyor: "İsmet Paşa, Celal Bayar'ı kabinesine Atatürk'ün zoruyla aldıktan sonra ülkenin iktisadi durumu nispeten düzelmişti. Ama İsmet Paşa'nın 'mutedil devletçilik' diye tanımladığı, fakat 'dar devletçilik' olarak yürüttüğü hükümet politikası 'karma ekonomi'ye doğru kaymıştı. Hep kuvvetli icra organı özlemini yaşamış olan İsmet Paşa bütün sanayi hayatını hükümetin avucu içine toplayamadığından ve böylece kuvvetli hükümet felsefesine gidemediğinden tedirgindi. Bununla beraber Celal Bayar'ı uygun tavizlerle idare ediyor, Atatürk tarafından yapılacak müdahalenin sınırlı kalmasını sağlamaya çalışıyordu."



PARAYA KENDİ RESMİNİ BASTIRMASI NE ANLAMA GELİYOR?

İnönü’nün paralara kendi resmini bastırması, o dönem Demokrat Parti muhalefetinin etkili propoganda malzemesinden birisi haline gelir. Muhalefet bunu İnönü'nün Atatürk'ü unutturma amacına yönelik bir saygısızlık jesti olarak tanımlıyordu.



Yıllar yıllar sonra bir vesileyle İnönü para-pul konusunu şöyle izah etmiş:

"Atatürk gibi eşsiz bir kahramanı istihlaf etmiştim (halef olmuştum). Benim için en büyük tehlike onun gölgesi altında erimek ve ezilmek idi. Devlet icraatının bütün sorumluluğu bana ait olmalıydı. Bunun için de gücüm, kudretim neyse benim damamı taşıyacak bir dönemin başladığının belli olması gerekiyordu. Paralara resim nakşedilmesi tarihten gelen bir devlet kudreti ve hakimiyeti geleneği idi. Parada pulda yapılanların başka türlü manalandırılması bir istismardır. Ve vebali yapanlara aittir. Bizim ona vefa ve sadakatimiz tarihin imtihanından geçmiştir."



“ATATÜRK BANA SELAM BİLE VERMİYORDU”

“Gece alkol tesiri ile alınan teşebbüsleri ertesi gün daima iptal etmek bir eski âdetimiz idi. Son seneler bu âdet kalkmağa başladı.” diyen İnönü, hatıratında, görevden ayrıldıktan sonra Atatürk’ün kendisiyle görüşmemeye gayret ettiğini hatta kendisine selam bile vermediğini ifade ediyor. Gerekçe olarak ise “Benimle temas kendini ve hükümeti zayıflatıyor zehabına düştü, teması istemez oldu.” ifadesini kullanıyordu.

Sayfa: 1 2 3 4 ... 99