Forum Zero
ForumZero

İletileri Göster

Bu özellik size üyenin attığı tüm iletileri gösterme olanağı sağlayacaktır . Not sadece size izin verilen bölümlerdeki iletilerini görebilirsiniz


Mesajlar - Zero

Sayfa: 1 ... 25 26 27 ... 99
426
Buyrun arkadaşlar 906 Rakımlı Tepe belgeseli Atatürk'ün naaşının Entoğrafya müzesinden Anıtkabir'e nakledişini ve Anıtkabir hakkındaki yanlış bilgilere açıklık getiriyor belgewseli ister seyredin isterseniz bilgisayarınızada kaydedebiliyorsunuz.


427
Bir Türk askeri Kuşadası açıklarında 'Dur' ihtarına uymayan İngiliz askerlerini vurur...

İngilizler, Er Musa'nın cezalandırılmasını ister...

Atatürk, İngilizler'e tarihe geçecek bir yanıt verir; Er Musa için gerekirse İngilizlerle savaşırız..



 

 

bu konun paylaşıma açılmasında ve derlenmesinde emeği geçen electra arkadaşıma teşekkür ediyorum

 

 

 

tam metin aşağıdadır

Tek adam kimmiş bir kere daha öğrensinler

Halit ÇAPIN

Takvim Gazetesi

02/03/04/05/06-08-2005

Meydanı boş bulduklarını sandıkları anlarda, orta yerlere dökülüyorlar.. Mustafa Kemal'i ve Cumhuriyeti karalamak için, her fırsatı kullanıyorlar.. Cumhuriyeti ve onun kurucusuna insafsız saldırılar yapıyorlar.. Bugünün şartlarında o yılları yargılıyorlar kafalarınca.. Söyledikleri şeylerin çoğu ise yalan ve dolan..

Onları her dinleyişte, mahalle ağzıyla, içimi bir "Nefretlik duygusu" kaplıyor.. "Haydi bre maskaralar" demekten kendimi alamıyorum..



Son günlerdeki gelişmelerden sonra o tiplere buradan bir gerçek öyküyü anlatmak gereksinimi duydum.. Pek bilinmeyen ve hatta hiç bilinmeyen bir öykü.. Körpecik bir Cumhuriyet ve onun başındaki o "TEK ADAM kimmiş" bir kere daha öğrensinler diye..



O TEK ADAM ki, cezalandırmak için bir Türk erini kendilerine hedef alan Büyük Britanya İmparatorluğu'na, "Er Musa ceza görmeyecektir. Gerekirse, Türkiye, Er Musa için İngiltere ile savaşacaktır" diyebilen..





***

1960 yıllarının sonlarıydı.. Abdi İpekçi odasına çağırdı:

- Dilaver Argun'u tanır mısın?

- Menderes'in Ankara valisiydi bildiğim kadarıyla.. Oğlu, yedek subay okulunda sınıf arkadaşımdı..

- Ona gideceksin.. Sana bir şeyler anlatacak.. Ama Ankara Valiliği ile ilgili değil.. Daha önceki zamanlar.. O; aynı zamanda Atatürk'ün Kuşadası kaymakamı imiş.. Belgeli, bulgulu şeyler söyleyecekleri..



Kalkmış gitmiştim..



Ol hikaye aşağıdadır.. Birileri okusunlar diye.. Uzaktan zart-zurt etmeyi bilen birileri.. Ve dahi şu günlerde sınır ötesi bir harekatımıza müsade etmeyenler..



Öte yandan günümüzde "Devlet Adamı" diye geçinen bazılarının da okumalarında büyük yarar var tabii..





- - - - -



Kanapiçe Koyu olayı..



Havada büyük daireler çizerek dolaşmakta olan anaç bir leylek, bir ara sanki boşlukta durur gibi oldu.. Öyle kalakaldı adeta.. Sonra büyük bir hızla dalışa geçti.. Süratle dikildiği topraktan kaptığı bir yılanı aynı hızla alıp yukarılara çıkardı; kısa bir süre sonra aşağıya atıp parçalamak üzere..



Kıyının iç tarafları buğday tarlaları.. Üzüm bağları ve çoğunlukla incir ağaçlarıyla kaplıydı.. Bir 14 Temmuz öğleden sonrasında Kuşadası ilçe sınırları içerisindeki "Kanapiçe Koyu" diye anılan bu mevkii sıcaktan kavruluyor, çevrede cırcır böceklerinin monoton bağrışmalarından başka bir ses işitilmiyordu..



Kanapiçe, Sisam (Tigani) Adası'nın hemen karşısında, Karaburun havalisinde küçük bir koydu.. "Dipburnu" adı verilen mevkiiyle, karşıdaki Sisam Adası birbirlerine öyle yaklaşıktı ki, durgun havalarda adada yüksek sesle konuşulanları işitmek, çığırtkan horozların bağırışlarını duymak kolaylıkla mümkün olabiliyordu..



İşte 1934 yılının o 14 Temmuz gününün korkunç sıcak öğleden sonrasında bir makineli tüfek ******ası Kanapiçe Koyu'nun kayalıklarında tünemiş martı kuşlarını korkunç çığlıklarla havalandırdı.. Makineli tüfeğin gürültüsüne bir ara mavzerlerin gürültüsü de karıştı..



Kıyıdaki bir yerden, denize doğru adeta ölüm kustu birkaç dakika süreyle.. Sonra her şey yeniden eski sessizliğine kavuştu.. Cırcır böcekleri yeniden ötmeye koyuldular..





***

Kuşadası Kaymakamı Dilaver Bey, bir denetleme için Selçuk'taydı.. Mülkiye mektebini bitirdikten sonra gidip Fransa'da tahsilini tamamlamış, aydın ve çiçeği burnunda bir kaymakamdı.. İlçeye hareket etmek üzereyken bir jandarma eri koşarak gelmiş ve elindeki bir kağıdı uzatmıştı.. Kağıtta şu satırlar yer alıyordu:

"Gümrük Muhafaza K-14 / 7 / 1934 saat 15 kararlarında Kanapiçe mevkiinde, içerisinde 4 kişi çıplak bir durumda kurşuni renkte yelkenli bir sandalın sahilimize yaklaştığını gördük. Beş arkadaş tarassut ve takip ettiğimiz sandal, Kanapiçe Koyu'na ve karaya yaklaşmıştı. Üç el havaya ateş etmek suretiyle "Dur" emrini verdik. Bu emre itaat etmeyenlerin, kendilerini denize atarak kaçmaya başlamaları üzerine beş arkadaş birden ateş ettik. Bu dört şahıstan üç tanesi ölü olarak denizde kaldı. Bir tanesinin ne olduğu meçhuldür. Mezkur sandal, denizde kendi kendine dolaşmaktadır. Ölüler sahildedir. Keyfiyet, Dipburnu Karakol erlerinin ifadelerine atfen arzolunur.



Not: Mezkur sandalın Sisam Adası'nda bulunan İngiliz harp gemisine ait olduğunu arzederim.



Karine Muhafaza Memuru Mustafa.
"



Kaymakam Dilaver Bey, dipnotu okuduktan sonra büyük bir şaşkınlık geçirdi.. Sonra altındaki arabayı hiç vakit kaybetmeden en hızlı şekilde sürerek Kuşadası'na döndü ve telegrafhanede makine başına oturarak derhal Ankara'yı aradı.



Ankara'nın ses vermesi gecikmedi.. Dahiliye Vekaleti, daha çok tamamlayıcı bilgi istiyordu..



Kaymakam Dilaver Bey, Ankara'nın istediği tamamlayıcı bilgiyi ancak uykusuz geçirdiği bir geceden sonra 15 Temmuz günü öğle sularında elde etti.. Ve hemen hemen aynı anlarda da Ankara konuştu..



Ankara'dan "Başvekil Paşa Hazretleri.."



Ve Kuşadası Kaymakamı Dilaver Bey bir dakika sonra kendi tabiriyle "Başvekil Paşa Hazretleri"ne gerekli bilgiyi arz etti;

"Başvekil İsmet Paşa Hazretleri'ne:

Kanapiçe Koyu Dipburnu Karakolu erlerinden beşi pusudayken, saat 16.00 sıralarında üç kişinin çıplak olarak bir kotra ile erlerin pusu yerine yaklaştıkları ve ikisinin karaya çıktıkları, erlerimizin 'Teslim olun' ihtarına mukabil karaya çıkan ikisinin derhal ve tekrar aşağıya atladıkları görüldüğünden, erlerimizin tekrar 'Teslim olun' diye bağırmalarına rağmen bunların denize atladıkları ve bunun üzerine ateş açıldığı... Birinin deniz üstünde kaldığını... İkisinin ateşten masun bir yere sığındıkları... Açılan ateşten birinin öldüğü, birinin de yaralı olduğu... İngiliz Harp gemisinin bir Yunan motorunu sahillerimize göndererek cesetlerin bulunmasını rica ettiği anlaşılmıştır... Arz ederim.
"



Olayın üçüncü günü, yani 16 Temmuz öğleden sonrasına kadar, Kuşadası'nda kayda değer bir şey olmadı.. Olmadı ama Ankara'nın bütün dikkatleri yine de oradaydı..



Kuşadası ile Başkent arasındaki telgraf tellerine ambargo konulmuş ve her yeni haberin ivedilikle ulaştırabilmesi için bütün tedbirler alınmıştı..



Ve 16 Temmuz günü saat 14.00 sıralarında, üç bacalı bir İngiliz harp gemisi Dipburnu istikametinden gelerek, limanın dört mil açığında durdu.. Kaymakam Dilaver Bey, aynı anda Ankara'ya şu telgrafı çekti:

"Tarrasuttayım.. Harp gemisinden bir motor sahilimize yaklaşıyor. Karaya çıkmalarına izin verelim mi?"



Ankara'nın cevabı kısa oldu:

"Gelen motoru yalnız liman reisi karşılasın. Siz telgrafhanede bulunun. Sadece liman reisiyle görüşsünler..."



Kaymakam, aldığı direktife uydu.. Ancak gelenler kaymakam ile görüşmek istiyorlar ve onu ayaklarına çağırıyorlardı.. Yani limana.. Bu sıralarda, telgrafın yanı sıra bir manyetolu telefon da Ankara ile temas halindeydi.. Dilaver Bey, bu durumu telefonla Başvekil Paşa Hazretleri'ne arz edilmek üzere hemen aktardı.. Ve telefonun öbür ucundan gelen seslere kulak verdi:

- Gazi Paşa Kızılcahamam'da, şimdi bulduk, temas ediyoruz.



Birkaç dakikalık bir beklemeden sonra, "Başvekil İsmet Paşa Hazretleri" buyuruyorlardı ki:

"Kaymakamımız liman dairesine gitmeyecektir. Kaymakamı ziyaret etmek istiyorlarsa, gelenleri Kaymakam Bey ancak kendi makamında kabul eder. Olayın nasıl cereyan ettiğini sorarlarsa, münasip bir şekilde bilgi verir."



Kuşadası Kaymakamlık Binası o sıralar yeni inşa edilmiş ve Kaymakamlık makamı da oldukça iyi döşenmişti.. Dilaver Bey'i odasında ziyaret edenler, göğüsleri nişanlarla dolu iki İngiliz subayı ile iki sivildi.. Yabancılar, gösterilen koltuklara oturduktan sonra hemen konuyu açtılar.. Sivillerden iyi Türkçe bilen ve Rum olduğu anlaşılan biri, konuşmanın Fransızca olarak cereyan etmesini istedi..



Dilaver Bey, aralarında Türkçe bilen biri olduğuna göre bunu gereksiz bulduğunu söyledi.. Sadede gelindi ve önce İngilizler laf aldılar.. Onlara göre:

"Sisam Adası'na bir nezaket ziyareti yapmakta olan İngiliz Akdeniz Filosu'na mensup bazı harp gemileri, sahillerimize yakın demirlemişler. Bu gemilerden birinde, üç subay dürbünle kıyılarımızı seyretmişler. Kanapiçe Koyu'nun bulunduğu Dipburnu sahilinin plajını ve kumunu çok beğenmişler. Yüzmek üzere bir sandala binip buraya doğru gelirlerken, kendilerine kıyılarımıza 50 metre kala ateş açılmış ve subaylardan biri ölmüş, diğerleri yaralı olarak gemilerine dönmeyi başarmışlar. Türk makamlarının bu konuda karşı çıkacakları bir nokta var mıymış?"



Dilaver Bey, olayın İngilizler tarafından geçiştirilmek istenen kısmını ele aldı önce, cevaplamasını yaparken.. Üzerlerine ateş açılan İngiliz subayları karaya çıkmışlardı..



"Dur !" emrine itaat etmemişlerdi.. Bu, kaçakçılığı önlememize dair olan kanun maddesine aykırı bir davranıştı.. 1918 Numaralı Kanun'a göre, bu tip hareket eden kişilere ateş edilirdi.. Olaydan üzüntü duyulmaktaydı ama askerlerimizin hareket tarzı kanunlarımıza uygundu..



Bu tarzdaki konuşma, iki saate yakın bir süre devam etti.. Sona doğru, İngiliz kumandan cebinden bir kağıt çıkartarak kaymakama hitaben şöyle konuştu:

- Londra Hükümeti'nden aldığım üç maddelik talimatı size bildirmek isterim. Londra Hükümeti, Osmanlı Hükümeti'ne şu isteklerinin bildirilmesini talep etmektedir.



Dilaver Bey, burada kumandanın lafını kesti:

- Kumandan cenapları yanlış temas aramaktadırlar. Ben Türkiye Cumhuriyeti'nin temsilcisiyim. Osmanlı Hükümeti'nin değil...



İngiliz, kızararak ve özür dileyerek "Türkiye Cumhuriyeti" olarak değiştirdi lafını ve istekleri sıraladı!



İngilizler'in istekleri üç bölümde toplanıyordu.. Ve bu üç bölüm, sert bir hava taşıyordu..



1- Öldürülen subayın cesedini aramak üzere İngiliz Donanması'na bağlı motorlar sahillerimize gelecekler ancak, bu araştırma sırasında kendilerine ateş açılmayacağı hususunda yazılı teminat verilecektir.



2- İngiliz bayrağına tarziye verilecek, ölen subayın ailesine zarar ve ziyan ödenecektir.



3- Subaylarını öldürdüğünü tespit ettikleri Balıkesirli er Musa, derhal yerinden alınarak cezalandırılacak ve verilecek ceza kendilerine bildirilecektir.



Kumandan bunları bildirdikten sonra, Dilaver Bey'i gemilerine davet etti.. Davet, nazik bir dille reddedildi. Kumandan daha sonra, İngiliz denizcilerin gezmek için Türk kıyılarına çıkıp çıkamayacaklarını sordu.. Bunun da cevabı kesinlik taşıyan bir cümleydi:

- Hayır. İngiliz denizcilerin Kuşadası'nı ziyaretleri için Türk Hükümeti'nden bir talimat alınmış değildir.



Kaymakam Dilaver Bey, İngiliz heyeti ile konuşmasını derhal Ankara'ya geçti.. Bir kahve içmeye vakit bulamadan, Ankara'nın cevabı geldi.. Bu kez makinenin başında Hariciye Vekili Tevfik Rüştü Aras bulunuyordu ve Kuşadası



Kaymakamı'na, İngilizler'e verilmek üzere bir mektup dikte ettiriyordu.. Dikte ettirilen mektup şuydu:

"Kumandan cenapları, 2 İngiliz hafif motorunun kaybolan cesedi aramasına müsaade ettim. Ceset bizim tarafımızda bulunursa, tabiatıyla sizlere tevdi olunacaktır. Bu araştırmalara dünden memur edilmiş olan Gümrük Muhafaza motorumuz, İngiliz motorlarının araştırmaları esnasında beraber bulunarak, birlikte araştırmaya ihtimam edeceklerdir. Gümrük motorumuzun beraber bulunması, sahil muhafızlarını ateş etmekten men eder.



Kuşadası Kaymakamı Dilaver
"



Tevfik Rüştü, mektubun yazdırılmasından sonra kaymakama bir de talimat veriyordu.. Talimat şuydu:

"Kaymakama, olayı yapan erlerin yerlerinden kaldırılıp kaldırılmayacağını ve soruşturma altına alınıp alınmayacağını sorarlarsa, soruşturmanın açıldığını ve bu nedenle erlerin yerlerinden alınmış olacağına şüphe etmediğini, kendi bilgisi olarak beyan eder. Bu konularda, kendisinden sorulmadıkça bir şey söylenmemesi lazımdır."



Mektup aynı gün, Kuşadası Liman Reisi tarafından İngiliz amiraline verildi.. Amiral teşekkür ediyor ve ertesi gün bir kumandanı, cesedi arama zamanını kararlaştırmak için kaymakamı ziyarete yollayacağını bildiriyordu.



17 Temmuz günü sabaha karşı saat 02.30 sıralarında, Başvekil Paşa Kuşadası'nı aradı.. Ve buyurdu ki:

"İngilizler, çıplak adamlarının karaya çıkmadıklarını beyan etmekteler. Kaymakam Bey'in bu noktaya temas etmemiş olduğu, dikkatimizi çekmiştir. Hakikat nedir? Bunu hükümetin olduğu gibi bilmesi, meselenin halli için tek çaredir. Hükümetin yalan ve yanlış muameleye dayanması, çok zararlı ve muhataralı olur. Adamlar hakikaten karaya çıkmamışlarsa dahi, erlerimiz yine vazifelerinin gereğini yapmışlardır. Elverir ki Hükümet hakikate aykırı beyana düşmesin. Vekiller Heyeti şu anda toplantı halindedir. Binealeyh, memurlarımızın ve erlerimizin korkmayarak hakikati olduğu gibi söylemelerini isterim. Yarım saate kadar cevap bekliyorum."



18 Temmuz günü saat 15.20 sıralarında, Sisam sahillerinin önünden 7 harp gemisi çıktı.. Bunlar ağır yolla Darboğaz'a doğru seyrediyorlardı..

"Dahiliye Vekaleti'ne... Durumu yakından incelemek üzere, Gümrük Alay Kumandanı İlhami Bey, Genel Kumandan Seyfi Paşa'dan aldığı emir üzerine, şimdi bir Gümrük motoruyla Darboğaz istikametine hareket etti. Arz ederim.



Kaymakam Dilaver
"



"İzmir Valiliği'ne... Darboğaz istikametinde durumu incelemeye gelen Alay Kumandanı İlhami Bey'in Genel Kumandanlığı'na Söke Postahanesi'nden yazdırdığı telgraf raporunu, bilgi için arz ediyorum.



RAPOR:
Darboğaz'a geldim. Sisam önünde 4 kruvazör, 7 torpido var. Kruvazörlerden biri, 'Queen Elizabeth'tir. Cesedi aramak için yaptığım temasta, beni amiral gemisine çağırdılar. Gitmedim.



Alay Kumandanı İlhami
"



Gazi Paşa, bütün bu olaylar sırasında Kızılcahamam'da bulunmaktaydı.. Ve gelişmeleri de saati saatine izliyordu.. İngiliz Donanması'nın tehditkar bir tavırla kıyılarımıza yaklaştığı kendisine iletilince, Ankara'ya ve Kuşadası'na bağlı hatlardan emretti:

"Kanuni vazifesini yaptığı anlaşılan Türk eri Balıkesirli Musa, yerinden alınamaz ve cezalandırılamaz. Gerekirse Musa için Britanya İmparatorluğu ile hali mahasama (savaş) göze alınır... Kızılcahamam'dan şimdi Ankara'ya hareket ediyorum. Ege Bölgesi'nde kısmi seferberlik emrini veriyorum."



O dönemin Kuşadası Kaymakamı Dilaver Argun, Ata'nın bu çıkışı ile ilgili olarak sonradan şöyle konuşacaktır:

"Bu emir, bu haysiyetli ses, beni ağlattı. Bütün yorgunluğumu alıp götürdü. Genç bir kaymakam olarak, bütün benliğim gurur ve iftiharla sarsılıyordu. O günden bu yana birçok valilik ve müsteşarlıklarda bulundum. Atatürk'ün görev aşkını koruyan bu laflarını başka kimseden duymadım ve sözleri hiç unutmadım."



İngilizler'in davranışlarının ne olacağı beklenedursun, seferberlik emri de yerine getirilmeye başlandı.. Kuşadası halkının telaşa kapılmaması için gerekli uyarılar yapıldı.. Seferberlik emri madem ki Gazi Paşa'nın ağzından çıkmıştı, o halde en kısa zamanda yerine getirilecekti.. Öyle de oldu.. Kuşadası ve havalisinde, en ufak bir aksaklığa meydan verilmeden her şey tamamlandı..



Gazi Paşa'nın dediği gibi, gerekirse Balıkesirli Musa için bütün Türkler bir kere daha ve yeni baştan dövüşeceklerdi..



Bu, haysiyetli bir lider ve haysiyetli bir millet için kaçınılmaz bir durumdu.. İcap ederse birtakım şeyler inceldikleri yerden kopacaklardı..



Suskun İngilizler, kısmi seferberlik hazırlıklarını tamamladıktan sonra konuştular.. Bu bir telgraftı ve İngiliz Harp Filosu'nun başkumandanından geliyordu:

Mahreç: Sisam

No: 135

Tarih: 19/7/1934

Verildiği saat: 15.00

Kaymakam Bey, Kuşadası...



"Maktul zabitin cesedini aramak için İngiliz motorlarına müsaade verildiği anlaşıldı. Bunun tele teyid ve tasdiğini rica ederim.



Sisam'da İngiliz Başkumandanı..."




Dilaver Bey bu teli aldıktan sonra, daha önceki talimatı icabı Milli Müdafaa Vekili Zekai Bey'le konuştu. Güneş batarken, hava kararmak üzereyken de Ankara aradı. Başvekil Paşa Hazretleri görüşeceklerdi.



"Ankara No: 7206

Verildiği saat: 19.20

Vusulu: İhbarlı. Bir dakika durdurulamaz.

Kaymakam Bey'e...



1- İngiliz Donanması'nın, sizden cesedi aramak için verilmiş olan müsadenin tasdiğini istediği anlaşıldı.



2- Tarafınızdan tasdik ve teyit cevabının verilmesi ve motorlarımızın her türlü kolaylığı göstermek için hazır bulunduklarının bildirilmesi uygun görüldü.



İngiliz motorlarının araması sırasında dost davranılması ve bir hadiseye meydan verilmemesi lazımdır..."



Başvekil Paşa Hazretleri'nin talimatları devam ediyordu... Ki o Başvekil Paşa Hazretleri, İsmet İnönü'ydü..



Başvekil Paşa Hazretleri'nin Kuşadası Kaymakamı Dilaver Bey'e telgraf başında verdiği talimatlar şunlardı:



"1- İngiliz Donanması'nın, cesedi aramak için sizden verilmiş olan müsaadenin telle tasdiğini istediği anlaşıldı.

Tarafımızdan, tasdik ve teyit cevabının verilmesi ve motorlarımızın her türlü kolaylığı göstermek için hazır bulunduklarının bildirilmesi uygun görüldü. İngiliz motorlarının araması esnasında, dostça davranılması ve bir hadiseye meydan verilmemesi lazımdır.



2- Bugün İngiliz Büyükelçisi ile yapılan görüşmede aşağıdaki hususlar açıklık kazanmıştır: İki Hükümet, olay üzerinde iki tarafta da kötü niyetten eser bulunmadığına kanaat hasıl etmiştir.



Soruşturmaya ve karşılıklı ziyarete lüzum kalmamıştır.



İngiliz subayının öldüğü yerde, İngiliz Donanması'nın bir kısmı tarafından cenaze merasimi yapılacaktır.



Türk Donanması, bir torpidosu ile bu merasime katılacaktır.



Bu maksatla, bir torpidomuz 20 Temmuz 1934 Cuma günü öğle zamanlarında Kuşadası'nda olacaktır. İngiliz Donanması'nın merasim programı ve saati tarafımızdan haber alınınca, torpidomuz merasim yerine hareket edecek ve İngiliz Donanması'ndan önce orada hazır bulunacaktır.



Torpidomuzda merasim topu bulunmadığı, İngiliz Büyükelçiliği'ne bildirilmiştir.



Başvekil İsmet
"



20 Temmuz günü, törende Türkler tarafından denize atılacak olan çelenk İzmir'den Kuşadası'na getirildi..



Ardından, Kocatepe Torpidosu Kuşadası Limanı'na girdi..



Ve Kaymakam Dilaver Bey, Ankara'ya telledi:

"İzmir Valiliği'ne, Başvekalet'e...

1- Merasim, Kanapiçe Koyu'nda yapılacaktır.



2- Kocatepe torpidomuzun arkasında ve sağda Quenn Elizabeth zırhlısı ile bunların arkasında maktulun mensup olduğu Dövenşayr ve amiral gemisi olan Londan kruvazörleri mevkii alacaklardır. Saat tam 09.30'da boru işareti ile sancaklar yarıya indirilecek, 12 dakika dini merasime ayrılacak, boru sesleri arasında kurşunsuz üç yaylım ateşi yapılacak ve 3 dakikalık suküt edilecektir. Daha sonra çelenk denize atılacak, mızıka İngiliz marşını ve paydos havasını çalacaktır.



İngiliz gemileri, daha sonra demir alarak Sisam Adası'na döneceklerdir.

Torpidomuz ise Kuşadası'na gelecektir.



Kaymakam Dilaver
"



Kocatepe, Kuşadası'na öğleden sonra geldi.. Akşamüstü ise İzmir'e hareket etti.. Bu olayların sonunda, Kuşadası Kaymakamı Dilaver Bey'e bir takdirname ile 50 lira para mükafatı ve 1 hafta istirahat izni verildi.



1934'ten sonra Dilaver Bey başka bir yerde görevliyken Kuşadası'na gelen Mülkiye müfettişleri, İngiliz amiraline çekilmiş olan 9 liralık telgraf ücretini uygunsuz bulup, hakkında soruşturma açtılar..



Dilaver Bey, devlet parasını çarçurdan İzmir Asliye Ceza Mahkemesi'ne sevk edildi.. ("Bu yazıyı okuyanlar, o kelledekiler, kafadakiler duysunlar da utansınlar.." demeyeceğim, bir şey öğrensinler..)



Hakim Kemal Aksüt, ilk celsede salonu boşalttıktan sonra Dilaver Bey'i yanına çağırtıp, gerekli makamlara her türlü küfürü etti.. Ardından da beraat kararını çıkarttı.





- - - - -

Bir er Musa'nın; o Balıkesirli neferin cezalandırılmaması için İngiliz İmparatorluğu ile harbi göze alan Gazi Paşa Türkiyesi, bürokrasi yüzünden, 9 lira için, koca kaymakamını mahkemelik etmekten çekinmemişti..



Bu 5 gün süren öyküden, isteyen istediği hisseyi çıkartır..





***

 

 

bu konunun paylaşılmasında ve derlenmesinde emeği geçen electra arkadaşıma teşekkür ediyorum



__________________

ForumTR üyesi olmak için tıklayınız][/url][/b]






428
Evet arkadaşlar, sizce Eğer M.K. Atatürk 1960-65 yıllarına kadar yaşasaydı ne olurdu? Türkiye de ne gibi şeyler değişirdi?



       1930 yıllarda dünyanın en hızlı gelişen 3 ülke arasına girebildiğimize göre bence Atatürk biraz daha uzunyaşasaydı çok şey yapardı ve Türkiye bir süper güç olurdu...En azından biz AB için değil onlar bizim için uğraşırdı (AB karşıtıyım)..Sizce ne gibi değişiklikler olurdu Türkiye'de?

429
Tüm ATATÜRK ÜNİVERSİTESİ öğrencilerinin dikkatine



artık MSN YAHOO ya gerek yok



bu site sizin siteniz.



bu sayfa sizin sayfanız.





repppppp





güncel yazıları

dosyalarınızı

tezlerinizi



herşeyinizi buradan paylaşın.


430
atamızın izlerini sürdürmek ve sadece onun gösterdiği yoldan gitmek için ulusal dernek kuruyoruz...üyelik için okey deyin yeter...faaliyetlerimizden haberdar olacaksınız...

431
30 AĞUSTOS HATIRALARI.zip 30 AĞUSTOS HATIRALARI.zip (55.6 KB)

Afetinan - MUSTAFA KEMAL ATATÜRK'TEN YAZDIKLARIM.zip Afetinan - MUSTAFA KEMAL ATATÜRK'TEN YAZDIKLARIM.zip (62.5 KB)

Afetinan - MUSTAFA KEMAL ATATÜRK'ÜN KARLSBAD HATIRALARI.zip Afetinan - MUSTAFA KEMAL ATATÜRK'ÜN KARLSBAD HATIRALARI.zip (62.9 KB)

ALTIN DESTAN MUSTAFA KEMAL ATATÜRK -I.zip ALTIN DESTAN MUSTAFA KEMAL ATATÜRK -I.zip (21.5 KB)

ALTIN DESTAN MUSTAFA KEMAL ATATÜRK -II.zip ALTIN DESTAN MUSTAFA KEMAL ATATÜRK -II.zip (20.1 KB)

ANAFARTALAR KUMANDANI MUSTAFA KEMAL İLE MÜLÂKAT.zip ANAFARTALAR KUMANDANI MUSTAFA KEMAL İLE MÜLÂKAT.zip (36.7 KB)

ARSEL İlhan - Din Adamları.zip ARSEL İlhan - Din Adamları.zip (456.0 KB)

Atatürk - Nutuk.rar Atatürk - Nutuk.rar (34.1 KB)

ATATÜRK ANADOLU'DA (1919-1921).zip ATATÜRK ANADOLU'DA (1919-1921).zip (87.9 KB)

ATATÜRK ve TAM BAĞIMSIZLIK.zip ATATÜRK ve TAM BAĞIMSIZLIK.zip (61.8 KB)

ATATÜRK ve ULUSAL DİL.zip ATATÜRK ve ULUSAL DİL.zip (44.3 KB)

ATATÜRKÇÜ DÜŞÜNCE IŞIĞINDA EĞİTİM POLİTİKAMIZ.zip ATATÜRKÇÜ DÜŞÜNCE IŞIĞINDA EĞİTİM POLİTİKAMIZ.zip (77.4 KB)

ATATÜRK'Ü ANLAMAK ve TAMAMLAMAK.zip ATATÜRK'Ü ANLAMAK ve TAMAMLAMAK.zip (67.0 KB)

ATATÜRK'Ü ÖZLEYİŞ -I.zip ATATÜRK'Ü ÖZLEYİŞ -I.zip (54.0 KB)

ATATÜRK'Ü ÖZLEYİŞ -II.zip ATATÜRK'Ü ÖZLEYİŞ -II.zip (69.6 KB)

ATATÜRK'ÜN ASKERLİKLE İLGİLİ ÇEVİRİ KİTAPLARI.zip ATATÜRK'ÜN ASKERLİKLE İLGİLİ ÇEVİRİ KİTAPLARI.zip (57.0 KB)

AVRUPA İLE ASYA ARASINDAKİ ADAM GAZİ MUSTAFA KEMAL -I.zip AVRUPA İLE ASYA ARASINDAKİ ADAM GAZİ MUSTAFA KEMAL -I.zip (62.7 KB)

AVRUPA İLE ASYA ARASINDAKİ ADAM GAZİ MUSTAFA KEMAL -II.zip AVRUPA İLE ASYA ARASINDAKİ ADAM GAZİ MUSTAFA KEMAL -II.zip (53.1 KB)

AVRUPA İLE ASYA ARASINDAKİ ADAM GAZİ MUSTAFA KEMAL -III.zip AVRUPA İLE ASYA ARASINDAKİ ADAM GAZİ MUSTAFA KEMAL -III.zip (82.9 KB)

AVRUPA İLE ASYA ARASINDAKİ ADAM GAZİ MUSTAFA KEMAL -IV.zip AVRUPA İLE ASYA ARASINDAKİ ADAM GAZİ MUSTAFA KEMAL -IV.zip (76.8 KB)

BALKANLAR VE TÜRKLÜK -I.zip BALKANLAR VE TÜRKLÜK -I.zip (60.8 KB)

BALKANLAR VE TÜRKLÜK -II.zip BALKANLAR VE TÜRKLÜK -II.zip (58.5 KB)

Bernard Caporal - KEMALİZM ve SONRASINDA TÜRK KADINI - I (1919-1970).zip

Bernard Caporal - KEMALİZM ve SONRASINDA TÜRK KADINI - I (1919-1970).zip(73.5 KB)

Bernard Caporal - KEMALİZM ve SONRASINDA TÜRK KADINI - II (1919-1970).zip

Bernard Caporal - KEMALİZM ve SONRASINDA TÜRK KADINI - II (1919-1970).zip(67.9 KB)

Bernard Caporal - KEMALİZM ve SONRASINDA TÜRK KADINI - III (1919-1970).zip

Bernard Caporal - KEMALİZM ve SONRASINDA TÜRK KADINI - III (1919-1970).zip(84.7 KB)



Berthe Georges Gaulis - Kurtuluş Savaşı Sırasında TÜRK MİLLİYETÇİLİĞİ.zip

Berthe Georges Gaulis - Kurtuluş Savaşı Sırasında TÜRK MİLLİYETÇİLİĞİ.zip(89.5 KB)

BİRİNCİ BALKAN SAVAŞI (1912) -I.zip BİRİNCİ BALKAN SAVAŞI (1912) -I.zip (59.2 KB)

BİRİNCİ BALKAN SAVAŞI (1912) -II.zip BİRİNCİ BALKAN SAVAŞI (1912) -II.zip (77.5 KB)

BİRİNCİ BALKAN SAVAŞI (1912) -III.zip BİRİNCİ BALKAN SAVAŞI (1912) -III.zip (60.5 KB)

Falih Rıfkı Atay - ÇANKAYA -I.zip Falih Rıfkı Atay - ÇANKAYA -I.zip (83.1 KB)

Falih Rıfkı Atay - ÇANKAYA -II.zip Falih Rıfkı Atay - ÇANKAYA -II.zip (92.2 KB)

Falih Rıfkı Atay - ÇANKAYA -III.zip Falih Rıfkı Atay - ÇANKAYA -III.zip (86.9 KB)

Falih Rıfkı Atay - ÇANKAYA -IV.zip Falih Rıfkı Atay - ÇANKAYA -IV.zip (104.1 KB)

Falih Rıfkı Atay - ÇANKAYA -V.zip Falih Rıfkı Atay - ÇANKAYA -V.zip (64.8 KB)

Falih Rıfkı Atay - MUSTAFA KEMAL'İN MÜTAREKE DEFTERİ ve 19 MAYIS.zip Falih Rıfkı Atay - MUSTAFA KEMAL'İN MÜTAREKE DEFTERİ ve 19 MAYIS.zip (84.5 KB)

Halil Nebiler - Seriatın Kısa Tarihi.zip Halil Nebiler - Seriatın Kısa Tarihi.zip (248.1 KB)

İsmet İnönü - CUMHURİYETİN İLK YILLARI - II (1923-1938).zip İsmet İnönü - CUMHURİYETİN İLK YILLARI - II (1923-1938).zip (47.2 KB)

İsmet İnönü - CUMHURİYETİN İLK YILLARI - I (1923-1938).zip

İsmet İnönü - CUMHURİYETİN İLK YILLARI - I (1923-1938).zip (77.9 KB)

İLK MECLİS.zip İLK MECLİS.zip (83.6 KB)

İKİNCİ DÜNYA SAVAŞI'NDA İNÖNÜ'NÜN DIŞ POLİTİKASI -III.zip İKİNCİ DÜNYA SAVAŞI'NDA İNÖNÜ'NÜN DIŞ POLİTİKASI -III.zip (49.2 KB)

İKİNCİ DÜNYA SAVAŞI'NDA İNÖNÜ'NÜN DIŞ POLİTİKASI -II.zip İKİNCİ DÜNYA SAVAŞI'NDA İNÖNÜ'NÜN DIŞ POLİTİKASI -II.zip (48.2 KB)

İKİNCİ DÜNYA SAVAŞI'NDA İNÖNÜ'NÜN DIŞ POLİTİKASI -I.zip İKİNCİ DÜNYA SAVAŞI'NDA İNÖNÜ'NÜN DIŞ POLİTİKASI -I.zip (38.8 KB)

İKİNCİ BALKAN SAVAŞI (1913) -II.zip İKİNCİ BALKAN SAVAŞI (1913) -II.zip (67.1 KB)

İKİNCİ BALKAN SAVAŞI (1913) -I.zip İKİNCİ BALKAN SAVAŞI (1913) -I.zip (83.9 KB)

HÜRRİYET'İN İLÂNI.zip HÜRRİYET'İN İLÂNI.zip (51.8 KB)

İSMET İNÖNÜ'NÜN HATIRALARI -2.zip İSMET İNÖNÜ'NÜN HATIRALARI -2.zip (56.7 KB)

İSMET İNÖNÜ'NÜN HATIRALARI -1.zip İSMET İNÖNÜ'NÜN HATIRALARI -1.zip (72.5 KB)

Johannes Glasneck - KEMAL ATATÜRK ve ÇAĞDAŞ TÜRKİYE -I.zip Johannes Glasneck - KEMAL ATATÜRK ve ÇAĞDAŞ TÜRKİYE -I.zip (53.5 KB)

Johannes Glasneck - KEMAL ATATÜRK ve ÇAĞDAŞ TÜRKİYE -II.zip Johannes Glasneck - KEMAL ATATÜRK ve ÇAĞDAŞ TÜRKİYE -II.zip (89.2 KB)

Johannes Glasneck - KEMAL ATATÜRK ve ÇAĞDAŞ TÜRKİYE -III.zip Johannes Glasneck - KEMAL ATATÜRK ve ÇAĞDAŞ TÜRKİYE -III.zip (71.8 KB)

KARANLIĞIN AYAK SESLERİ ( KADİRİLİK ).zip KARANLIĞIN AYAK SESLERİ ( KADİRİLİK ).zip (57.3 KB)

KURTULUŞ SAVAŞI YILLARINDA AZERBAYCAN-TÜRKİYE İLİŞKİLERİ -I.zip KURTULUŞ SAVAŞI YILLARINDA AZERBAYCAN-TÜRKİYE İLİŞKİLERİ -I.zip (45.4 KB)

KURTULUŞ SAVAŞI YILLARINDA AZERBAYCAN-TÜRKİYE İLİŞKİLERİ -II.zip KURTULUŞ SAVAŞI YILLARINDA AZERBAYCAN-TÜRKİYE İLİŞKİLERİ -II.zip (39.4 KB)

KURTULUŞ SAVAŞI YILLARINDA TÜRKİYE-SOVYETLER BİRLİĞİ İLİŞKİLERİ.zip KURTULUŞ SAVAŞI YILLARINDA TÜRKİYE-SOVYETLER BİRLİĞİ İLİŞKİLERİ.zip (40.6 KB)

Mustafa Baydar - ATATÜRK'LE KONUŞMALAR.zip Mustafa Baydar - ATATÜRK'LE KONUŞMALAR.zip (69.8 KB)

Mahmut Esat Bozkurt - ATATÜRK İHTİLÂLİ -I.zip (45.7 KB)

Mahmut Esat Bozkurt - ATATÜRK İHTİLÂLİ -II.zip Mahmut Esat Bozkurt - ATATÜRK İHTİLÂLİ -II.zip (53.9 KB)

Mahmut Esat Bozkurt - ATATÜRK İHTİLALİ -III.zip Mahmut Esat Bozkurt - ATATÜRK İHTİLALİ -III.zip (74.6 KB)

Mustafa Kemal - SİVAS KONGRESİ -I.zip Mustafa Kemal - SİVAS KONGRESİ -I.zip (85.8 KB)

Mustafa Kemal - SİVAS KONGRESİ -II.zip Mustafa Kemal - SİVAS KONGRESİ -II.zip (85.8 KB)

Mustafa Kemal - SİVAS KONGRESİ -III.zip Mustafa Kemal - SİVAS KONGRESİ -III.zip (69.9 KB)

Mustafa Kemal - SİVAS KONGRESİ -IV.zip Mustafa Kemal - SİVAS KONGRESİ -IV.zip (55.8 KB)

Mustafa Kemal - YARIN CUMHURİYETİ İLÂN EDECEĞİZ (nutuk'tan).zip Mustafa Kemal - YARIN CUMHURİYETİ İLÂN EDECEĞİZ (nutuk'tan).zip (59.6 KB)

Mustafa Kemal - YARIN CUMHURİYETİ İLÂN EDECEĞİZ (söylev'den).zip Mustafa Kemal - YARIN CUMHURİYETİ İLÂN EDECEĞİZ (söylev'den).zip (54.7 KB)

MUSTAFA KEMAL PAŞA samsunda.zip MUSTAFA KEMAL PAŞA samsunda.zip (65.6 KB)

Nadir Nadi - 27 MAYIS'TAN 12 MART'A (1960).zip Nadir Nadi - 27 MAYIS'TAN 12 MART'A (1960).zip (45.4 KB)

Nadir Nadi - 27 MAYIS'TAN 12 MART'A (1961-1962).zip Nadir Nadi - 27 MAYIS'TAN 12 MART'A (1961-1962).zip (101.1 KB)

Sabahattin Eyuboğlu - KÖY ENSTİTÜLERİ ÜZERİNE.zip Sabahattin Eyuboğlu - KÖY ENSTİTÜLERİ ÜZERİNE.zip (73.2 KB)

Stalin, Roosevelt ve Churchill'in Türkiye Üzerine Yazışmaları.zip Stalin, Roosevelt ve Churchill'in Türkiye Üzerine Yazışmaları.zip (59.0 KB)

Suat Sinanoğlu - TÜRK HÜMANİZMİ -I.zip Suat Sinanoğlu - TÜRK HÜMANİZMİ -I.zip (96.0 KB)

Suat Sinanoğlu - TÜRK HÜMANİZMİ -II.zip Suat Sinanoğlu - TÜRK HÜMANİZMİ -II.zip (53.5 KB)

Suat Sinanoğlu - TÜRK HÜMANİZMİ -III.zip Suat Sinanoğlu - TÜRK HÜMANİZMİ -III.zip (47.1 KB)

TALÂT PAŞA'nın HATIRALARI.zip TALÂT PAŞA'nın HATIRALARI.zip (88.5 KB)

TÜRKİYE CUMHURİYETİ DEVRİM YASALARI.zip TÜRKİYE CUMHURİYETİ DEVRİM YASALARI.zip (65.4 KB)

YAZI DEVRİMİNİN ÖYKÜSÜ.zip YAZI DEVRİMİNİN ÖYKÜSÜ.zip (48.6 KB)

Yunus Nadi - ALİ GALİP HADİSESİ (Mustafa Kemal'i Tevkif Etmek Teşebbüsü).zip Yunus Nadi - ALİ GALİP HADİSESİ (Mustafa Kemal'i Tevkif Etmek Teşebbüsü).zip (46.1 KB)

Yunus Nadi - CUMHURİYET YOLUNDA.zip Yunus Nadi - CUMHURİYET YOLUNDA.zip (60.0 KB)

ZÂBİT VE KUMANDAN İLE HASBİHAL.zip ZÂBİT VE KUMANDAN İLE HASBİHAL.zip (49.1 KB)

ATATÜRK'ÜN ASKERLİKLE İLGİLİ KİTAPLARI.zip ATATÜRK'ÜN ASKERLİKLE İLGİLİ KİTAPLARI.zip (37.8 KB)







"Alıntıdır"

432
Selam kardeşlerim... konu başlığıyla aynı adlı bi albümüm vardı... bu albümden bi kaç fotoyu sizler için taradım... boyut biraz büyük oldu... 6 resim.. 3.73 mb..



kusuruma bakmayın...      indirmenizi isterim..







knize ii bakın... herkeslere kolay gelsin...

433
ATATURK NEDEN BUYUK?

 

Asagida Atatürk'ün 1922' de yaptigi bir konusma yazmaktadir. Çok dikkatli ve sonuna kadar okumanizi rica ediyorum. Acaba Atatürk bu konusmayi sadece 1922 yili için mi yapmis merak

ediyorum. Siz ne dersiniz? Cevabini kendinize ve arkadaslariniza verebilirsiniz. "Posta adresini bildiginiz kisilere de bu postayi göndermeniz dilegiyle"

 

==================================================  =================

Meclis konusmasindan. Is bankasi kültür yayinlari: TBMM Gizli celse zabitlari cilt-3) 6 Mart 1922





Mustafa Kemal

"... Hepiniz bilirsiniz ki, Avrupa'nin en önemli devletleri, Türkiye'nin zarariyla, Türkiye'nin gerilemesiyle ortaya çikmislardir. Bugün bütün dünyayi etkileyen, milletimizin hayatini ve ülkemizi tehdit altinda bulunduran, en güçlü gelismeler, Türkiye'nin zarariyla gerçeklesmistir.

Eger güçlü bir Türkiye varligini sürdürseydi, denebilir ki Ingiltere'nin bugünkü siyaseti var olmayacakti. Türkiye, Viyana'dan sonra Peste ve Belgrat'ta yenilmeseydi, Avusturya/Macaristan siyasetinin sözü edilmeyecekti. Fransa, Italya,

Almanya'da, ayni kaynaktan esinlenerek hayat ve siyasetlerini gelistirmisler ve güçlendirmislerdir."



"... Bir seyin zarariyla, bir seyin yok olmasiyla yükselen seyler, elbette, o seylerden zarar görmüs olani alçaltir. Gerçekten de Avrupa'nin bütün ilerlemesine, yükselmesine ve uygarlasmasina karsilik, Türkiye gerilemis, düstükçe düsmüstür. Türkiye'yi yok etmeye girisenler, Türkiye'nin ortadan kaldirilmasinda çikar ve hayat görenler, zararli olmaktan çikmislar, aralarinda çikarlari paylasarak, birlesmis ve ittifak etmislerdir. Ve bunun sonucu olarak, birçok zekalar, duygular, fikirler, Türkiye'nin yok edilmesi noktasinda  yogunlastirilmistir. Ve bu yogunlasma, yüzyillar geçtikçe olusan kusaklarda, adeta tahrip edici bir gelenek biçimine dönüsmüstür. Ve bu gelenegin, Türkiye'nin hayatina ve varligina araliksiz uygulanmasi sonucunda, nihayet Türkiye'yi islah etmek, Türkiye'yi uygarlastirmak gibi birtakim

bahanelerle, Türkiye'nin iç hayatina, iç yönetimine islemis ve sizmislardir. Böyle elverisli bir zemin hazirlamak güç ve kuvvetini elde etmislerdir."



"...Oysa güç ve kuvvet, Türkiye'de ve Türkiye halkinda olan gelisme cevherine, zehirli ve yakici bir sivi katmistir. Bunun etkisi altinda kalarak,  milletin en çok da yöneticilerin zihinleri tamamen bozulmustur. Artik durumu düzeltmek, hayat bulmak, insan olmak için, mutlaka  Avrupa'dan nasihat almak, bütün isleri Avrupa'nin emellerine uygun yürütmek, bütün dersleri Avrupa'dan almak gibi birtakim zihniyetler ortaya çikti. Oysa hangi istiklal vardir ki yabancilarin nasihatlariyla, yabancilarin planlariyla yükselebilsin? Tarih böyle bir olay kaydetmemistir. Tarihte, böyle bir olay yaratmaya kalkisanlar, zehirli sonuçlarla karsilasmislardir. Iste Türkiye de, bu yanlis zihniyetle sakat olan bazi yöneticiler yüzünden, her saat, her gün, her yüzyil, biraz daha çok gerilemis, daha çok düsmüstür."



"...Bu düsüs, bu alçalis, yalniz maddi seylerde olsaydi, hiçbir önemi yoktu. Ne yazik ki Türkiye ve Türk halki, ahlak bakimindan da düsüyor. Durum incelenirse görülür ki, Türkiye Dogu 'maneviyati'yla sona eren bir yol üzerinde bulunuyordu. Dogu'yla Bati'nin birlestigi yerde

bulundugumuz, Bati'ya yaklastigimizi zannettigimiz takdirde, asil mayamiz olan Dogu  'maneviyati'indan tamamiyla soyutlaniyoruz. Hiç süphesizdir ki bu büyük memleketi, bu milleti, çöküntü ve yok olma çikmazina itmekten baska, bir sonuç beklenemez (bundan)."

"... Bu düsüsün çikis noktasi korkuyla, aczle baslamistir. Türkiye'nin, Türk halkinin nasilsa basina geçmis olan birtakim insanlar, galip düsmanlar karsisinda, susmaya mahkûmmus gibi, Türkiye'yi âtil ve çekingen bir halde tutuyorlardi. Memleketin ve milletin çikarlarinin gerektigini yapmakta korkak ve mütereddit idiler. Türkiye'de fikir adamlari, adeta kendi kendilerine

hakaret  ediyorlardi. Diyorlardi ki "Biz adam degiliz ve olamayiz. Kendi kendimize adam olmamiza ihtimal yoktur." Bizim canimizi, tarihimizi, varligimizi bize düsman olan, düsman oldugundan hiç süphe edilmeyen Avrupalilara, kayitsiz sartsiz birakmak istiyorlardi. 'Onlar bizi idare etsin' diyorlardi."



(Meclis konusmasindan.)





 ...Bilelim ki, ulusal benligini bilmeyen uluslar, baska uluslara yem olurlar.

434
O, dediklerinin hepsini yaptı . Yapamayacağı şeyi asla vaadetmedi. Bir devlet şefinin kendisini millete sevdirebilmesi için belki ilk şart bu değil midir?

O memleket batar:



Bundan kaç yil önceydi bilmiyorum, bir aksam mustafa kemal pasa ile beraber gül cemal vapurunda verilen bir baloda bulunuyorduk. Ekselans’in bana karsi büyük bir ilgisi vardi.



Bir aralik dalmis, yere bakiyordum, birdenbire:



- madam, dedi; aska tutulmus bir kadin gibi ne düsünüyorsunuz öyle derin derin?



Ben o zaman,nereden hatirima esti bilmiyorum, anlasilan dilimin ucuna gelmis olacak ki, düsünmeden hemen cevabini verdim:



- pasam, dedim; basbakaninizin dudaklarindan eksik olmayan su neseli, sempatik gülüslerine hayranim. O kadar güzel erkek gülüsü ile gülüyor ki...



- basbakanimin gülüslerine hayran olmussunuz, benim de belki dansimdan hoslanirsiniz. Madam, müsaade ederseniz bu valsi beraber yapalim.



Kalktik ve dönmeye basladik. Ben o zaman gençtim, belki, birazda simartilmis bir kadindim. Nereden içime o heves dogdu bilmiyorum, basladim dansta pasa’yi ben idare etmeye... Bir kez bakti, ses çikarmadi. Bir daha bakti, yine ses çikarmadi. Nihayet üçüncüsünde birdenbire durdu. Hiddetli degil, fakat gözlerini ciddiyetle bana çevirdi:



- madam, dedi bir erkekle bir kadin yanyana durduklari zaman, yönetmeyi erkege birakmak en dogru davranistir.



Çocukluk iste. Ben büyük bir cesaretle söyle bir karsilik verdim:



- müsaade edin de pasam, ne olur, bir kez de ben sizi idare edeyim, dedim.



Kizmadi, aksine gülmege basladi:



- bir memleket idare edeni, bir kadin idare etmege kalkarsa o memleket batar, gelin biz yerimize oturalim sizinle.



Beni elimden tutup getirdi ve yanindaki koltuga oturttu.



Madam hanses.







Bunlara kendimizi tanitacagiz



Ankara’ya son gidisimde bir aksam gazi, beni ankara palas’a götürmüstü. Sofrada bir kaç kisi daha vardi. Yedik, içtik, eglendik, gece yarisina dogru fransiz büyükelçisi pavyona geldi. Pasa bu elçiden hoslaniyordu. Sofraya çagirdi, bir kaç kadeh de onunla birlikte içildi. Büyük sehirlerden, paris’ten söz açilmisti. Bu arada büyükelçi, gazi’ye:



- ekselans, paris’i bir daha görmek istemez misiniz? Dedi. Mustafa kemal pasa:



- “nasil görmek istemem? Gençlik hatiralarimi tazelerim,” diye cevap verdi. Bu karsiliga çok sevinen büyükelçi:



- “böyle bir seyahat fransa’yi çok sevindirir. Ben de refakatinizde bulunmaktan seref duyarim. En büyük fransiz zirhlisi bizi izmir’den alir. Akdeniz donanmasi emrimize verilir. Marsilya’ya çiktiginizda fransiz ordusu kumandaniz altina girer. Hükümdarlara yapilmayan bir törenle karsilanirsiniz.”



Bu sözleri dikkatle dinleyen gazi:



- “bu daveti siz kendiliginizden mi yapiyorsunuz, yoksa hükümetiniz adina mi konusuyorsunuz?” Diye sordu. Bu soru karsisinda büyükelçi hemen kendisini topladi:



-”muvaffakiyetinizi hükümetime bildirirsem, hükümetim de bunu büyük bir seref sayar,” dedi.



Gazi’nin yüzü degisti. Çok kesin bir dille:



-”ekselans, paris’i çok görmek istiyorum, ama büyük törenle karsilanacagim paris’i degil. Ben paris’e, dünyanin bu güzel sehrine, operalarini, tiyatrolarini, revülerini, zarif kadinlarini bir daha görmek için gitmek isterim. Dedim ya gençlik hatiralarimi tazelemek için... Böyle olunca da belli olmadan gitmek isterim. Yoksa törenlerle karsilanmak için degil.”



Büyükelçi gaf yaptigini anlamisti, biraz sonra bir is uydurarak sofradan kalkti. Gazi’nin de nesesi kaçmisti.



- “kalkalim çocuklar, sofraya çankaya’da devam ederiz,” dedi. Sofradakilerin çogunu pavyonda birakti yalniz iki-üç yakin arkadasini yanina aldi. Yolda kendisine :



- “elçi çok fena bozuldu ama, söyledigine de söyleyecegine de pisman ettiniz” dedim. Artik kizginligi geçmisti:



- “bana bak kemal, sen de basima kirk yillik diplomat kesilme. Adamin zihniyetini anlamadin mi? Bu avrupalilar bizi bir türlü kavrayamiyorlar. Adam beni bir sark emiri saniyor. Hangi donanmayi kimin emrine, hangi orduyu kimin kumandasi altina veriyor? Bunlara kendimizi tanitacagiz, kim oldugumuzu ögrenecekler. Yoksa ben kaba bir adam degilim çocugum” dedi.



Atatürk, çok ince bir adamdi.



Kemaalettin sami pasa’dan







On yil sonra



Samsun’dan havza’ya gidiyorduk. Altimizda, birinci dünya harbi’nden kalan benz marka bir otomobil vardi. Söför de türk degildi. Yola çiktik, biraz sonra motorda bozukluk oldu ve araba durdu. Otuzalti yasinda zaferler kazanan kumandan mustafa kemal pasa’nin ne demek oldgunu arkadaslari bilirler. Kizdi ve asabilesti. Söförü azarladi ve kendisi makinayi harekete geçirmege ugrasti. Tabi muvaffak olamadi.



Ben, doktor refik saydam ve kazim dirik bir kösede duruyorduk. Dogrusu, içimizden neden ise karistigina hem üzülüyor, hem sinirleniyorduk. Içimizden geçeni anlamis gibi bize bakti ve dedi ki:



- on sene sonra sizinle, kendi yaptigimiz yollarda, türk söförleri bizi istedigimiz yerlere götürecekler!



Biz sustuk. Içimizden geçenlerin ne oldugunu bilmem anlatmak lazim mi? Aradan tam on yil geçti. Ben birinci umumi müfettis idim. Diyarbakir’a gelmisti. Bir yolda giderken gene otomobil bozuldu. Kafile durdu. Beni yanina çagirdi ve türk söförle islemeye baslayan makineyi isaret etti:



- vaadimi yerine getirdim!



Dr. Ibrahim tali öngören









Bu milletvekilligi ayricaligini hiç begenmedim



Atatürk bir sabah florya’dan dolmabahçe sarayina dönüyor. Yesilköy istasyonunun önünden geçerken birdenbire otomobili durduruyor ve basyaver’e:



- sorunuz, tren var mi? Diye emir veriyor.



O sirada tren hemen hareket etmek üzeredir, hep birlikte otomobilden inip yanindakilerle trene biniyor. Karar ani verildigi ve tatbik edildigi için bu trene binis hemen kimsenin nazari dikkatini çekmiyor. Bir müddet sonra, her seyden habersiz olan kondüktör ata’nin bulundugu kompartimana geliyor. Kafileyi görünce çekilmek istiyor. Ata hemen sesleniyor;



- vazifeni yap! (yanindakileri göstererek) bu efendilere niçin bilet sormuyorsun?



Yanindakiler cevap verirler.



- pasam biz mebusuz. Tren bileti almayiz. Parasiz seyehat ederiz.



Ata hayretle:



- bu imtiyazi hiç begenmedim, der. Çok ayip ve acayip bir kaide. Çok güzel halkçilik!



Ali kiliç







Devlet imkanlarini amacina uygun kullanma :



Sivas kongresi sonrasi, heyeti temsiliye’nin ankara’ya gelmesi kararlastirildiktan sonra mustafa kemal ve hüseyin rauf beraberlerindekilerle ankara’ya geldiklerinde keçiören yolu üzerindeki ziraat mektebi’ne misafir edilmislerdi. Daha sonra mustafa kemal ankara istasyonundaki gar müdürlügü binasina yerlesti. Burasi hem evi, hem çalisma yeriydi.



O tarihlerde ankara vilayetinin sehir merkezi kale ve onun hemen çevresi idi. Keçiören, etlik, dikmen, ayranci’da bag evleri vardi. Bunlar arasinda çankayada papazin bagi olarak adlandirilan iki katli ev mustafa kemal’e armagan edildi ve o da evi ordu’ya devrederek evin adi ordu köskü oldu. Iki katli binaya 1924’de ilaveler yapildi fakat bina isitilamiyor idi. Zafer, inkilaplar, cumhuriyet, dünyanin üzerimizde toplanan gözleri, mustafa kemal’in müstesna sahsiyeti, mütevazi de olsa yeni bir devlet baskanligi konutunu zorunlu kiliyordu.



Mustafa kemal yeri kendi seçti, kayalar düzenlendi, dis cephe pembe rengin hakimiyetinde, içerde yesilin her tonu ile ve planin esasi mustafa kemal’in olan yapi 1932’de tamamlandi ve ayni yilin haziran ayinda da tasinildi.



Pembe köskün dösenmesi için bütçede pek mütevazi para vardi. Gazi, gerekli olani sahsi imkanlari ile karsilama karari aldi ve kendisine tavsiye edilen o günlerde beyoglu istiklal caddesinde bir türk’ün açtigi dekorasyon magazasi sahibi selahattin refik beyi ankara’ya davet etti. Binayi gezdirdi, arzularini açikladi ve kendisinden teklif istedi.



Kisa süre sonra kendisine sunulan tasariyi inceledi, muhatabi konuyu gerçekten biliyordu ve anladi ki, kendisini taniyanlarca da uyarilmisti. Buna ragmen teklifleri hazirlayanlari kirmadan ülkenin mütevazi imkanlarini izah edebilmis olmanin rahatligi içinde feragatlar istedi. O sirada ata’nin yaninda olan ankara belediye baskani asaf ilbay bey ata’nin su açiklamasini kaydeder.



“biliyorsunuz burasi cumhurbaskanligi köskü... Mülkiyeti devletin... Benden sonra buraya meclisin veya belki milletin dogrudan seçecegi zatlar gelecek. Bu esyalarin parasini benim sahsen verdigimi sizler biliyorsunuz ama, yarin bunu bilmeyenler içinde yanlis hükümler veren olmaz mi? Memlekete en zaruri hizmetlerin yapilamadigi bütçe darligi içinde israf yapildigini düsünenler bulunmaz mi? Bir endisem de karar mevkinde olanlarin sahsi arzularini devlete yükleme mevzuunda beni emsal göstermelidir. Bunu hiç istemem.”



Sonra selahattin refik bey’e döner:



“sahsi imkanlarin olsa bile, böyle mekânlara asgari masraflarla rahat ve zevkli tefrisi tercih etme tercihindeyim. Beni anliyorsunuz zannederim.” Der.



Cemal kutay, atatürk olmasaydi







Sef asker mi sivil mi olmali?



Çankaya aksamlarindan biri. Bazen atatürk soruyor, bazen de atatürk’ e soruyorlar. O’ na diyorlar ki:



- sef asker mi, sivil mi olmali? Cevap veriyor:



-sef, sef olmali. Ister sivil, ister asker.



Bu cevabi ile “sef” ligin rütbede ve elbisede degil, ruhta ve kafa yapisinda oldugu hakikatini veciz sürette belirtmis oluyor.



Nükte ve fikralarla atatürk



Niyazi ahmet banoglu







Bayraga saygi



Atatürk bu engin insanlik duygusu ile milletlerin istiklali prensibine olan gönülden saygi ve bagliligini izmir’e girdigi sirada da göstermisti... O’na izmir’de karsiyaka’da bir ev hazirlanmisti ki, bu evde isgal esnasinda yunan krali konstantin’de kalmisti... Evin sahibinin oglu ile hazirlikta çalisanlarin bazi yakin akrabasi yunanistan’da esir bulunuyorlardi; isgal esnasinda, bütün türkler gibi çok izdirap çekmislerdi; içlerinden yaraliydilar ve yunanlilardan öç almak atesiyle yanip tutusuyorlardi. Bu duygularin etkisi altinda evin dis merdiveninin üzerine, muzaffer baskomuta’ninin basip geçmesi için, ipek bir düsman bayragi sermislerdi...



Atatürk yere serili bayragin önünde durmustu; etrafinda bulunan kadin-erkek izmirliler, kendisini içeriye girmeye davet ediyor, gözleri yaslarla dolu:



“buyurunuz, geçiniz, bizim öcümüzü yerine getiriniz. Yabanci kral bu evden içeri, bizim bayragimiza basarak girmisti; siz lütfedin, bu karsilikla o lekeyi silin. Burasi bizim sehrimizdir, bu ev sizin evinizdir, bu hak sizindir” diye yalvariyorlardi.



Hiçbir durumda benligini ve sagduyusunu kaybetmeyen civanmert insan; kendilerine en tatli bakis ve sesi ile:



“o, geçmiste hata etmis; bir milletin iskitlalinin timsali olan bayrak çignenmez, ben onun hatasini tekrar edemem,” cevabini vermisti ve ancak bayragi yerden kaldirttiktan sonra beyaz mermerlere basarak içeri girmisti...



Soyak, hasan riza; atatürk’ten hatiralar









Cumhuriyet



Atatürk, mudanya yolu ile bursa’ya gidiyordu. Kalabalik bir halk kitlesi iskelede etrafini çevirmis bulunmakta idi. Bir kadinin, elinde bir kagitla atatürk’e yaklastigi görüldü. Ihtiyar, zayif bir kadindi. Ata’nin yolunu keserek titrek bir sesle:



- beni tanidin mi ogul? Dedi. Ben sizin selanik’te komsunuzdum. Bir oglum var; devlet demiryollarina girmek istiyor. Siz onu alsinlar dediniz. Fakat müdür dinlemedi. Oglumu yine ise almamis..ne olur bir kere de siz söyleseniz.



Atatürk’ün çelik bakisli gözleri samimiyetle parladi... Elleriyle genis jestler yaparak ve yüksek sesle :



- oglunu almadilar mi? Dedi. Ben tavsiye ettigim halde mi almalidar? Ne kadar iyi olmus... Çok iyi yapmislar... Iste cumhuriyet böyle anlasilacak...



Kadin kalabaligin içinde kaybolmustu. Ve atatürk adeta vecd (çosku) dolu bir sesle:



- iste cumhuriyetten bekledigimiz netice... Diyordu.



Köymen, hulusi; atatürk’ü anmak kitabindan, s. 260









Bayraga saygi ...2



30 agustos sabahi, mustafa kemal muharebe sahasinda dolasiyordu. Etraf binlerce düsman cesetleri ve birbiri üzerine yigilmis yüzlerce topçu hayvani, terkedilmis silah, top ve cephane dolu idi...



Atatürk söyle söylendi:



- “bu manzara insanligi utandirabilir ! Fakat mesru müdafaamiz için buna mecbur olduk. Türkler, baska milletlerin vataninda böyle bir harekete tesebbüs etmezler."



Ganimetlerin arasinda yirtilmis ve terkedilmis bir de yunan bayragi gören baskumandan eli ile kaldirilmasini isaret ederek;



- “bir milletin istiklal alametidir, düsman da olsa hürmet etmek lazimdir, kaldirip topun üzerine koyunuz."



Sait arif terzioglu





Vatan islerinde korkmak olmaz



Sivas'ta vatan bütünlügü ve bütün millet adina bir kongre toplamaya karsi olanlar çoktu.



Isgal kuvvetleri ile istanbul hükümeti de kongreyi toplatmamak için el birligi etmislerdi. Binbasi rütbesinde bir fransiz jandarma subayi, yanina bir tercüman alarak sivas valisine geldi.



"eger burada kongre toplanirsa fransizlar sivas'i isgal edecekler" dedi.



Vali, mustafa kemal'e ikinci bir kongreden vazgeçilmesini yahut erzincan'da toplanmasini söyledi. Kuva-i milliyeci bir genç sonradan sivas milletvekili kasim da valiyi desteklemekteydiler. Mustafa kemal, ingilizlerin samsun'u topa tutmak, on güne kadar yeni isgaller yapmak santaji ile kendi çalismalarina engel olmak istediklerini hatirlatarak bu blöflere kulak asmamalari cevabini verdi.



Hiç bir vaka olmadan 2 eylül aksami sivas'a varilmistir. Sehirde ne kadar fayton ve yayli araba varsa hepsini karsilayicilar tutmuslardi. Yalniz hürriyet ve itilaf partisinden kimse yoktu. Kalabalik arasinda fransiz subayin tehdidi üzerine telaslanan genç rasim'i gören mustafa kemal:



- "gençler için vatan islerinde ölmek olabilir, korkmak asla !



Kurtulus savasi’nda sakarya zaferi nasil bir kader dönümü olmussa, anadolu'da yeni devletin kurulusunda sivas kongresi’nin o kadar büyük önemi vardir.



F. Rifki atay, çankaya

435
Avrupa Birliği Türkiye Karma Parlamento Komisyonu Eşbaşkanı Duff tarafından yapılan yazılı açıklamada, basında Atatürk’ün hatırasına hakaret ettiği şeklinde çıkan haberlerin doğru olmadığı belirtildi.



Avrupa Parlamentosu’nun İngiliz üyesi Andrew Duff, Kemalizm ile ilgili Türk basınına yansıyan yorumlarına açıklık getirdi. Atatürk’ün tarihsel kazanımlarına büyük saygı duyduğunu vurgulayan Duff, Kemalizm’in tutucu yorumlarını eleştirdiğini ileri sürdü



Açıklamada Duff, Kemalizm’in tutucu yorumlarını eleştirdiğini söyledi. İngiliz parlamenter, diğer felsefeler gibi Kemalizm’in de çağın koşullarına ayak uydurmasına izin verilmesi gerektiğini belirtti.



Kemalizm’in dar bir yorumunun Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne üyeliği konusundaki çıkarlarıyla çeliştiğini ifade eden Duff, devlet dairelerindeki Atatürk resimlerinin indirilmesi gerektiği şeklinde bir demeci olmadığını söyledi. Duff’ın yazılı açıklamasında Atatürk sözcüğünü yanlış yazması dikkat çekti.



ÖYLE BİR LİDERE SAHİP OLAMADIKLARI İÇİN TÜM DÜNYA ÇILDIRIYO



AH ATATÜRK KEŞKE BİRAZ DAHA ÇOK YAŞASAYDIN

437
Atatürk ve Mu Kıtası arkadaşlar nette ilginç olayları araştırırken bu konuyla karşılaştım ve sizlerle paylaşmak istedim:







ATATÜRK KAYIP KITA MU'DA NE ARADI ?



"M.Ö. 200.000 ile 70.000 yillari arasinda

Pasifik'te Mu adinda Avustralya'dan kat

kat büyük bir Kita mi vardi? Yüksek bir

medeniyet yarattiktan sonra batmis miydi?

Atatürk bu kitayla neden ilgilenmisti?"



Türkler'in kökenini ortaya çikarmak Gazi'nin en büyük isteklerinden biriydi. Cumhuriyetin ilk yillarinda Osmanlilar'in son dönemlerinde Türklük Akimlari üzerine yapilan arastirmalari derledi. Atatürk'ün istegiyle birçok bilim adami ve arastirmaci bu alanda arastirmalar yapti. Yabanci bilim adamlari davet edildi. 1930'da Türk Tarih Kurumu kuruldu. Çok zengin malzeme ve bilgilere ulasildi. Yine de Türkler'in nereden geldikleri tam açiklik kazanmadi.



Maya Diliyle Türkçe Arasindaki Benzerlik

1932'de emekli General Tahsin Bey Atatürk'ü ziyaret etti. Maya dili ile Türkçe arasindaki benzerliklerden bahsetti. Mayalar Meksika'da yasamislar, Türkler ise Orta Asya'dan gelmislerdi. Aradaki uzakliga ragmen, Gazi konuyla ilgilendi. Tahsin Bey'i Meksika'ya elçi olarak atadi. Ona iki dil arasindaki benzerlikleri ortaya çikarma görevini verdi.



Tahsin Bey Meksika'ya gitti. Orada kendisine Amerikali Arkeolog William Niven 'in buldugu tabletlerden bahsettiler. Maya dilinin kökeninin bu tabletlerde oldugu anlasilmisti. Türkçe ile Maya dili benzerlik bu tabletlerde aranacakti. Bu tabletler Tahsin Bey'i saskina çevirdi. Çünkü tabletler MÖ 200.000 ile 70.000 yillari arasinda Pasifik'de yer almis bir kitayi haber veriyordu. Kitanin adi MU idi. Avustralya'dan birkaç kat büyüktü. Yüksek bir uygarliga ulastiktan sonra deprem veya tufan sonucu battigi saniliyordu.



Ingiliz Albay James Churcward Hindistan'daki tabletleri Tahsin Bey'e bilgi olarak sundu. Bunlar da kayip Mu Kitasi ile ilgiliydi. Ve Churcward 50 yil çalismisti bu tabletleri çözebilmek için. Bu konuda 5 kitap yayinlamis bir uzmandi.



Tahsin Bey, ögrendiklerini, bulduklarini düzenli olarak Atatürk'e rapor ediyordu. Gazi; Churcward'in Mu ile ilgili kitaplarini getirtti ve 60 kisilik bir tercüme heyetine Türkçe'ye çevirme emrini verdi. Kitaplar basilmadi. Daktilo edilerek Atatürk'ün önüne kondular.



Atatürk metinleri büyük bir dikkatle okudu. Insanin yaradilisini anlatan bölümle özellikle ilgilenmisti. Mu'nun insanligin ana vatani oldugunu nüfusun 64 milyona çiktigini anlatan bölümlerin altini çizmisti. Mu'da geçen Tanri kavramiyla da yakindan ilgilenmis, yaraticinin insan akliyla anlasilamayacagi, sekillendirilemeyecegi ve adlandirilamayacagi üzerinde durmustu. Tercümelerde Maya dili de dahil tüm lisanlarin Mu dilinden türedigi belirtiliyordu.



Mu kitasinin batisini anlatan bölümde halkin "Ya Mu bizi kurtar." diye bagirdigina dikkat çekerek Mu'nun bir ilah adi oldugu sonucuna vardi. Mu kökenli özel isim ve sifatlari, Öztürkçe ile karsilastirarak (Kui: kögü : Aile vb.) not aliyordu. Atatürk, önce Türkler'in kökenini ve Mu dilinin Türkçe ile baglantisini incelemis sonra da Mu sembollerini Latin alfabesiyle karsilastirmisti.



Daha ilginç olan Mu'nun demokrasi ile yönetildigini ve günes enerjisinin aydinlatmada kullanildigini anlatan satirlarin altini çizmekle kalmamisti kendi notlarini da ilistirmisti.



Bugün bu kitaplardan Kayip Mu Kitasi ve Mu'nun Çocuklari Anitmabir kitapliginda 1301, 1302 no ile kayitlidir. Çeviri metinleri ise kitaplikta 4 dosya halinde bulunur. Gazi'nin Mu ile ilgili çikardigi sonuçlari ne yazik ki tam olarak bilemiyoruz.



Emekli general Tahsin Mayatepek Meksika'daki arastirmalarinda çok daha fazlasini bulmustu. Maya, Aztek ve Inka uygarliklarinin Türkler'in kullandigi esyalara benzer esyalar kullandigini Atatürk'e iletmisti. Davullar, kalkanlar üzerlerindeki ay ve yildiz sembollerine kadar bizimkilere benziyordu. Tahsin Mayatepek, çalismalarini belge ve fotograflarla 3 ciltlik defter olarak toplayarak

Atatürk'e gönderdi. Bunlarin ikisi 70'lere kadar TDK kütüphanesinde idi. (No:57-56) Üçüncü defter kayiptir. Bu defterlerde dini tören, ibadet ve tapinaklarin bile sasilacak kadar benzerligi gösteriliyordu.



Atatürk'ün 6 ay gibi bir sürere Türkçe'yi Latin harflerine kavusturacak kadar bilgili ve yetenekli oldugu düsünülürse, onun kesinlikle siradan bir dil bilimci ve tarihçi oldugu düsünülemez. Öyleyse bu arastirmalari da siradan bir merak olamazdi. Yine O, neyi nerede arayacagini herkesten iyi biliyordu. Bugün Atatürk'ün gizli kalmis düsünceleriyle birlikte bu arastirmalar da Anitkabir'in sessizliginde uyumaya devam ediyorlar. Eger gerçekten var olduysa, Mu Kitasi'nin kalintilarinin Pasifik'in derinliklerinde durdugu gibi...



bu bir alıntıdır.(  )

umarım ilginizi çekmiştir.

438
"Atatürk 'Ordular! İlk hedefiniz Akdeniz'dir. İleri!' dediği halde, Türk Ordusu niçin Ege'ye gitti?" Yeniçağ Yazarı Hulki Cevizoğlu bu sorunun cevabını yazdı.....  

 

Birinci bölüm sorular:



1-Atatürk "Ordular! İlk hedefiniz Akdeniz''dir. İleri!" dediği halde, Türk Ordusu niçin Ege''ye gitti?



2-Atatürk Ağustos ayında niçin paltoyla dolaşıyordu?

İkinci bölüm sorular:



3-Türkiye''nin İngilizce tam karşılığı gerçekten Turkey(hindi) mi?



4-"Ortadoğu" diye bir bölge var mı?






ATATÜRK UNUTMUYOR!



İlk sorunun yanıtını uzun süre kendime sormuş, yanıtını bulamamıştım. Üstelik pek çok kişiden de doğru yanıt alamamıştım. İşin kötüsü, birçok insan bu durumun "farkında" bile değildi!..

Ortaokuldan bu yana hepimiz, kendi tarihimizin en önemli noktalarını bile, "ezberleyip" durmuştuk. Daha doğrusu, bizlere ezberletmişlerdi.

Mustafa Kemal, ordularımıza "Akdeniz''i" hedef gösterirken, niçin düşmanı 9 Eylül''de "Ege''de" denize dökmüştük?.. İşte yanıtı:



"Yunanlılar, Akdeniz''in bu kısmına ''Ege Denizi'' adını takmışlar, bölgedeki Yunan egemenliğini ve haklarını belirtmek maksadıyla ısrarla Ege Denizi deyimini kullanmaya başlamışlardı. Mustafa kemal Paşa, özellikle bu adı kabul etmediğini belirtmek için ''Akdeniz'' deyimini kullanmıştı"(Artuç, İbrahim, Yeniden Doğuş-Türk Kurtuluş Savaşı, Kastaş Yayınevi, 2.Cilt, s.471) (Ansiklopediler de, Ege''nin Akdeniz''in bir kolu olduğunu yazıyor)



Gördünüz mü Atatürk, Venizelos''la(Batı''yla) iyi ilişkiler kuruyor ama, Batı''nın emperyalist kavramlarına, bırakın boyun eğmeyi, ağzına bile almıyordu!..

Nasıl, daha geçen gün "Resmi dairelerden Atatürk resmini indirin, yoksa AB''ye giremezsiniz" diyen zavallı Avrupalı''ya çok güzel ders değil mi!..

İşte Atatürk''ün tarih bilinci.. İşte bizdeki zavallılara ders!..

Şimdi başka soru çıkıyor. Niçin biz, bugün hâlâ Yunanlılar''ın egemenlik hakkı güttüğü bu denize onların ağzıyla "Ege Denizi" diyoruz? Çünkü, birçok alanda olduğu gibi, kültür ve tarih alanında da köşeye sıkıştırılmışız.

İkinci soru ise, "Ağustos ayında Atatürk''ün niçin palto giydiği" idi. Yılın en sıcak ayında Büyük Taarruz''u gerçekleştiren Mustafa Kemal, şubat ayı gibi paltoyla dolaşıyor ama bunu kendimize hiç sormuyorduk.

Bu yıl 25 Ağustos''ta "Türkiye İttifakı" çerçevesinde gittiğim Kocatepe''de gerçeği yaşadım. Cevap çok basitti!

Yılın en sıcak ayında bile Kocatepe, soğuktu. Gündüz de soğuk, harekâtın başladığı sabah vakti de.





BİZ İNGİLTERE''YE "FARE" DİYOR MUYUZ?



Şimdi gelelim, ikinci bölüm soruların yanıtlarına.

3.soru şuydu: İngilizler niçin "Türkiye"ye, anlamını bozarak, yani "Türkler''in yaşadığı yer" anlamında değil de, "hindi" anlamında "Turkey" diyorlar?

Turkey kelimesi, İngilizler''in uydurduğu bir kelime. Biz de, bizi aşağılamak için İngilizler''in ortaya attığı bu kelimeyi doğruymuş gibi almışız! Tarih bilincine bakın! Yıllardır bizi yönetenlere bakın!..

İngiltere de dahi bir çok ülke, kendisini "great(büyük)" olarak tanımlarken, bizi aşağılamak için (Kurtuluş Savaşı''nda, Lozan''da onları da ezmiştik!..) böyle bir kümes hayvanı adı takmışlar. (Bu konu, bir program konusu olacak kadar uzun irdelenebilir.)

Sonuç olarak İngiltere''nin kendisi "great"(büyük) biz ise, "hindi"!

Ne onursuz bir yaklaşım. Biz onlara "fare" desek, ne diyecekler acaba?

Tıpkı, Ege Denizi kelimesinde olduğu gibi, ülkemizin İngilizce adında da onurlu ve tarih bilinci ile yaklaşmamışız konuya.

Bir hatırlatma. "Köleler ülkesi" anlamına gelen Habeşiştan kelimesini atan bir ülke adını düzeltti ve Etiyopya yaptı. O tarihten sonra da, bu kelimeyi kendisi kullanmadığı gibi, yurt dışından gelen ve üzerinde Habeşiştan yazan hiçbir postayı kabul etmedi.

Yine, sömürgeci İngiliz zihniyetinin bir başka yansıması da, 4.sorumuzda idi: "Ortadoğu" diye bir bölge var mı?"

Ortadoğu bölgesi, Türkiye''ye göre Ortadoğu değil. Bu da, İngilizler''in kendi bulundukları bölgeden dünyayı tanımlamalarına dayanıyor. Oradan bakınca, söz konusu bölge doğunun ortası yani ortadoğu; daha uzağı, daha doğusu ise Uzakdoğu!..

439
Yemen Türküsü

Vardar Ovası

Çanakkale İçinde

Yanık Ömer

Kırmızı Gülün Alı Var

Alişimin Kaşları Kara

Cana Rakibi Handan Edersin

Mani Oluyor Halimi Takrire Hicabım

Nihansın Dideden Ey Mest-i Nazım

Olmaz İlaç Sine-i Sad Pareme

Atladım Bahçene Girdim

Dayler Dayler, Viran Dayler

Esiri Zülfünün Ey Yüzü Mahım

Gitti de Gelmeyi Verdi

Hab-gah-ı Yare Girdim Arz İçin Ahvalimi

Köşküm Var Deryaya Karşı

Şahane Gözler Şahane

 Geri

440
Atatürk ve Diğer Türk Önderlerimiz / Mustafa Kemal
« : 25 Şubat 2011, 17:24:54 »
BİR ASKERİN MEZARINA



Şurada, kabrin üzerinde konulmuş bir,

Beyaz taş var, onun altında bayraklar

Temevvüç ederken, kelleler uçuşurken...

Celâdeti tâbân olurken aldığı cerîhai mevt

İle bu âlemi hîçîye vedâ etmiş bir

Asker yatıyor...

Onun hâbı istirahate çekildiği şu

Makberin üzerine rüfekası eşki teessür döktüler.

Kadınlar dümü rizi mâtem oldular. İhtiyarlar

Nâle eylediler, çocuklar ağladılar.

Şu söğüt ağacının nim setreylediği senin

Mezarın üzerine bir zırh başlık ile kılıç hak,

Olunmuştur. İşte orası o kahramanı muhteremin

Câyi istirahatidir. Ne mutlu ki, hâki pâye vatan

Ona nâilini intizar olmuş!...

441
Bu tarif, hürriyet kelimesinin en geniş mânasıdır. İnsanlar, bu mânada hürriyete, hiçbir zaman sahip olamamışlardır ve olamazlar. Çünkü malûmdur ki insan, tabiatın mahlûkudur. Tabiatın kendisi dahi, mutlak hür değildir; kâinatın kanunlarına tabidir. Bu sebeple, insan ilk önce, tabiat içinde, tabiatın kanunlarına, şartlarına, sebeplerine, âmillerine bağlıdır. Meselâ, dünyaya gelmek veya gelmemek insanın elinde olmamıştır ve değildir. İnsan, dünyaya geldikten sonra da, daha ilk anda, tabiatın ve birçok mahlûkların zebunudur. Himaye edilmeye, beslenmeye, bakılmaya, büyütülmeye muhtaçtır

442
Atatürk'ün siyasal yönleri şimdiye değin yeterince incelenmiştir. O'nun getirdiği Cumhuriyet rejimi, demokrasi anlayışı, devlet yapısı ve siyasal düşünceleri ele alınmış ve literatürde yer almıştır. Bir devlet adamı olarak devlet yönetimi siyasal literatürde yer almıştır. Bir devlet adamı olarak devlet yönetimi siyasal literatürümüzde incelenmiştir.



Fakat O'nun bir siyasal önder olarak insancıl yönleri, günlük yaşamı, alışkanlıkları, hoşlandığı, hoşlanmadığı kültürel ögeler, değer yargıları, aile yaşantısı yeterince ele alınıp incelenmiş değildir.



Bu bildirimizde onun günlük yaşantısının sadece bir kesitini oluşturan yemek yeme alışkanlıkları üzerinde duracağız.



O'nun yemek kültürünü iki açıdan ele almak olanaklıdır.



I. O'nun Sofrası.

II. Yediği ve sevdiği yemekler.





I. Atatürk'ün Sofrası



Tarihin ilk çağlarından bu yana devlet başkanlarının çeşitli mesleklerden kişilerle sofrada oturup tartışma geleneği yarattığını biliriz. Eski Yunan'da ünlü filozof Eflatun, öğrencileriyle tarihe “Diyaloglar” diye geçen tartışmalarını “Akademia”da yapardı. Burası, Atina'da bir felsefe okulu durumuna getirdiği evinin bahçesi idi. Eflatun'da tıpkı hocası Sokrates gibi burada öğrencileriyle günün sorunlarını aklın ve bilimin ışığında tartışırdı. Böylece gerçeklere, iyiye, güzele, doğruya varmanın yolları aranırdı.



İşte Atatürk'ün sofrası da bu nitelikte bir sofra idi.



Yakup Kadri Karaosmanoğlu bir yazısında şöyle der: “Atatürk'ün sofrasından hepimizin ruhunda ve dimağında nice derin, tatlı ve ibret verici anılar, yaşama ve insanlığa dair, nice değerli dersler kalmıştır.”



Atatürk'ün sofradaki sözleri, felsefesi, yol göstericiliği, fıkraları, vecizeleri gerçekten bir hazine idi. Bu sofrada esen hava sevgi, vefa ve arkadaşlıktı. Burada ilim, sanat, kültür, nesnel görüşler, gerçeklikler, idealler yer alırdı. Ülke sorunları, geleceği, çözüm biçimleri aranırdı. Gönül sohbet ister, kahve bahane şiirinde olduğu gibi, M.Kemal için de amaç, tartışmalardı, iyiyi doğruyu bulmaktı. Akıla yol açmaktı. Sofra ve içki ise bir araçtı. Gece yemekleri bazen müzikli oluyor, çeşitli sanatçılar konser veriyordu.



Karatahta, tebeşir, silgi ve kütüphaneden gelen kitaplar, sofranın bir parçası idi.



II. Beslenme Alışkanlıkları ve Sevdiği Yemekler



Atatürk, boğazına düşkün, çok yiyen bir insan değildi. Kendisi bir konuşmasında ziyafetlerde çok yemek yenmesini tasarrufa aykırı bulduğunu ve sağlığa zararlı olduğunu söylemiştir.



Sabah kahvaltısında; çay, kahve içiyor, fazla bir şey yemiyordu. Soğuk ayranla, bir dilim ekmek yerdi. Bazen bir kâse yoğurt yer, sonra sütlü kahve içerdi.



Öğle yemeği: Bir iki dilim ekmek yerdi. Etsiz kuru fasulye, pilav çok sevdiği yemekti. Kuru fasulyeye, “yağlı fasulye” derdi. Ayran ve limonata içiyordu. İki dilim ekmeği ayrana batırarak yiyordu. Yoğurt da ayrıca yiyordu. “Kuru fasulyeye okulda alıştım” demiştir. Kışla yemeği, askerî yemek sayılmıştır kuru fasulye. İkindi üzeri ekmeksiz bir bardak ayran içerdi.



Sofradan genellikle doymuş olarak değil, aç kalkarmış.



Akşam yemeği: Akşam yemeğinin ayrı bir önemi var. Konuklarıyla birlikte yiyordu. Devlet görevi akşam yemeklerinde devam ediyordu.



Omlet seviyormuş, özellikle gece geç saatlerde acıkınca peynirli omlet yermiş. Sahanda yumurta da severmiş. Etli taze bamya de sevdiği yemeklerden. Karnıyarık da severmiş. Onu pilav karıştırarak yermiş.



Haşlanmış kuşkonmaz da sevdiği bir yemek. Enginarı hiç yememiş. İstediği halde hiç yiyememiş. Hastayken enginar yemek istemiş. Hatay'dan ısmarlamışlar. Fakat kendisi komaya girmiş ve yiyememiş. Arasıra fava denilen zeytinyağlı, limonlu bakla ezmesinden istediği olurdu. Tatlılarla arası pek iyi değilmiş. Ama gül reçeli severmiş. Kahveyi orta şekerli içermiş. 10-15 fincan içermiş. Hergün 40-50 sigara içermiş. Meyvalardan kavun seviyormuş. Kavrulmuş, tuzlu leblebi, fıstık da sevdiği yiyeceklerden. Soğan, sarımsak, pastırma gibi kokulu yiyecekleri sevmiyormuş. İçkilerden rakı ve bira içiyordu. Sofrasında çeşit bol değilmiş. Köşkte hazırlanan yemekleri yiyordu.



Sarhoşluktan hiç hoşlanmadığı söylenmektedir.



Çocukluğunda annesinin yaptığı Selanik'in ıspanaklı böreğini çok severmiş.



Seyahatlerinde gittiği yerlerde kendisine ikram edilen yörenin yemeklerini zevkle yermiş. Ama bunlar O'nun sürekli yediği yiyecekler değildi.



Kırşehir'de çorba, hindili pirinç pilavı, su böreği, karışık turşu ve meyva ikramları ile karşılaşmıştır. Kırşehir'in su böreğini çok beğenmiş.



Kaman'da sahanda yumurta, yoğurt, balbaşı, pekmez ve meyva yemiş. Kızarmış tavuk, bulgur pilavı da orada ikram edilen yemekler arasındadır. Kaman'da ikram edilen yoğurt ve pekmez karışımı bir tatlı olan balbaşı pekmez dürüm ya da sokum biçiminde yufka ekmekle yenir ki Atatürk bu yiyeceği de sevmiş.



Adana'da severek yediği yemekler şunlardı: Bamya dolması, patlıcan hünkâr beğendi, güveç, sini köftesi, domatesli pirinç pilavı, hanım göbeği tatlısı. Tarsus'ta baklava yemiş ve ayran içmiş. Ayrıca çok miktarda marul yemiş.



Siroza yakalanıp halsiz düştüğü günlerde tatlı yemesi gerektiğinde Yanya tatlısı ve irmik helvası çok hoşuna gitmişti.



Konya'da kendisine sedirler saç böreği ve Höşmerim denen kaymaklı tatlı ikram edilmiş ve Atatürk bu özel yiyeceklerden memnun kalmıştı. Özellikle belediye başkanının evinde hanımı bu yemekleri O'na ikram etmiştir.



Sonuç



Atatürk'ün yemek ve kültür konusundaki yaşamını günümüz açısından değerlendirecek olursak şu hususlara değinebiliriz:



Sofrada uzun süre oturmak geleneğini Atatürk'te görmekteyiz. Bugün çağdaş ülkelerde insanlar, sofralarda uzun zaman oturmaktadırlar. Tartışırlar, eğlenirler, iş hallederler. Atatürk de öyle yapmıştır. Sofrayı O, ülke sorunlarını çözümlemede bir araç olarak kullanmıştır.



O'da bir Türk insanı olarak geleneksel Türk yemeklerini sevmekte idi. Kuru fasulye ve pilav örneğinde olduğu gibi. Bugün hepimiz bu yemeği severiz. Askerde de çok pişirilir bu millî yemek. Bazı kimseler askerde bu yemeği çok yedikleri için askerlik dönüşünde artık yemezler. Bıkmışlardır çünkü. Demek ki Atatürk bıkmamış.



Yemekleri fazla yememekle bu günkü çağdaş anlayışı sürdürmüştür. Sağlıklı beslenmenin koşullarından olan az yemek, Atatürk'ün de beslenme politikası olmuştur. Onun sofrasında bol çeşit olmaması da bu hususu kanıtlar.



Geleneksel Türk içkisi olarak O'da rakıyı seviyor ve leblebi, kavun gibi mezeler yiyor. Bunlar da O'nun geleneksel yanlarından birisini oluşturuyor. Beslenmesinde Türk zevkinin egemen olduğunu görüyoruz. Türk mutfağının yemekleri, mezeleri, tatlıları, içecekleri ve meyveleriyle besleniyordu. Avrupa mutfağının yiyecekleriyle beslenmemiştir.



O'nun döneminde devlet görevlilerinin sofralarında et yemeği hemen hemen yoktu. Kebaplar, yağlı ağır yemekler yemiyordu. Bazen tavuk ya da hindi yeniyordu. Anadolu'da halk eti Kurban Bayramında görebiliyordu. Ülke yoksul durumda idi. Halkının et yemediğini Atatürk çok iyi biliyordu. Kendi sofrasında da bazen etli yemek oluyordu. O'nun ülkenin bu yoksul durumunu göze aldığını ve bu nedenle de et yemediği söylenebilir. Yemek sofrasında ve sevdiği yemeklerde daha çok sebze ağırlıklı yemekler dikkati çekiyor.



Yemeklerdeki gelenekselliği sürdürmesi, O'nun geleneksel Türk kültüründen kopmayışının bir kanıtıdır. Fakat O, her konuda çağdaşlaşmayı amaç edinmişti. Ama bunu yaparken çağdaşlık ve geleneksellik sentezi içinde, ulusal kimliğin korunarak çağdaşlığın gerçekleştirilmesini istemesi, O'nun çağdaş bir devlet adamı oluşunun en güzel göstergesidir.









--------------------------------------------------------------------------------

Sayfa: 1 ... 25 26 27 ... 99