Forum Zero
ForumZero

İletileri Göster

Bu özellik size üyenin attığı tüm iletileri gösterme olanağı sağlayacaktır . Not sadece size izin verilen bölümlerdeki iletilerini görebilirsiniz


Mesajlar - Zero

Sayfa: 1 ... 24 25 26 ... 99
409
Avatarım ATATÜRK Resmi olsun diyenler bu resimler tam sizin için...







 



 



 


410
Selam arkadaşlar , Önderimiz Mustafa Kemal Atatürkün Nufusta nereye kayıtlı olduğunu kaç kişi biliyor ??? Bildiğiniz Gibi Soyadı Kanunu ile yeniden düzenlenen nufus cüzdanlarıda kayıtlı olduğu yer yazar.Açıkcası ben bilmiyorum bilen arkadaşlar paylaşırsa sevinirim.Nerden aklına geldi derseniz , bir kardeşimize öğretmeni sorumuş oda bilememiş bana sordu bende bilmediğimden merak ettim.Bilen arkadaşlar paylaşırsa hem benim hemde bilmeyip merak edenlerin merkanı gidermiş oluruz.

En uygun bölüm burası geldi bana umarım yanlış yere açmamışımdır.

 

Aşşağıdaki resimde kimliğin ön tarafı var.Lakin burda yazmıyor

 


411
Atatürk ve Diğer Türk Önderlerimiz / atatürk haftası
« : 25 Şubat 2011, 17:27:43 »
MAHALLE HAYATI

1881 yılında Selanik’te Koca Kasım Mahallesi, Islahhane Caddesi’ndeki üç katlı pembe evde doğdu. Babası Selanik ilkokul hocalarından Ahmet Efendinin oğlu Ali Rıza Bey; annesi kökü Türkiye’de kalan bir Türkmen boyundan olan, Sarı Hacı Sofu Ailesi’nden Feyzullah Efendi’nin kızı Zübeyde Hanım’dır.

       Zübeyde Hanım, onu dünyaya getirdiği zaman 20 yaşındadır. Baba Ali Rıza Efendi o sıralar da gümrük memurluğu yapmakta iken daha sonra bu görevinden ayrılacak, kereste tüccarlığı yapacaktır. Kısa bir süre için tuz tüccarlığı da yapan Ali Rıza Bey 47 yaşında iken genç yaşta ölür. Eşi Zübeyde hanıma Ali Rıza beyden, iki mecidiye (40 kuruş) aylık ve 7 yaşında bir erkek çocuğu ile kardeşi Makbule kalmıştır. Büyük bir fedakarla çocuklarını yetiştiren, örnek Türk kadını Zübeyde Hanım, oğlunun başarılarını gördükten sonra 14 Ocak 1923'te İzmir'de, 66 yaşında hayata gözlerini yumdu





ÇOCUKLUĞU ve TAHSİLİ

Babası Ali Rıza Bey, O okul çağına geldiğinde ticaretteki girişimleri iyi gitmediğinden yeniden gümrükte çalışmaya devam etmiştir. O dönemde Annesi onu önce mahalle mektebine, sonra çağdaş yöntemlerle öğretim yapan Şemsi Efendi Mektebine yazdırdı. Babasının ölüme üzerine bu okuldan ayrılmak zorunda kaldı (1888).

     Annesiyle birlikte Selanik’in önde gelen ailelerinden birinin çiftliğinde subaylık yapan dayısı Hüseyin Ağa’nın yanına yerleştiler. Zübeyde Hanım, oğlunun eğitiminden yoksun kaldığını görünce, bunu önlemek için onu, Selanik’te oturan büyükannesiyle, teyzesinin yanına gönderdi. Burada önce Selanik Mülkiye İdadisi’ne (ortaokul) yazıldı, sonra annesinin istememesine karşın Selanik Askeri Rüştiyesi’ne girdi (1893). Bu okulda matematik öğretmeni Mustafa Bey adına "Kemal"i ilave etti. 1895 yılında Selanik Askeri Rüştiyesi’ni üstün başarılarla tamamladı ve aynı yıl Manastır Askeri İdadisine girdi. Bu yatılı okuldaki derslerinde, özellikle matematik derslerinde başarılı oluyor, ancak Fransızca derslerinde istediği başarıyı elde edemiyordu. Bu durumu gidermek için okul tatilinde Selanik’te College deş Frere de Salla ‘in özel derslerini izleyerek Fransızcasını ilerletti. 1898’de Manastır Askeri İdadisini bitirdi.

      13 Nisan 1899 yılında İstanbul’a geldi ve Mektebi-i Harbiye’ye 1283 apolet numarası ile yazıldı. 1902 yılında teğmen rütbesiyle mezun oldu, Harp Akademisi'ne devam etti. 11 Ocak 1905'te kurmay yüzbaşı rütbesiyle ve okul onsekizinci olarak Akademi' yi tamamladığında 24 yaşındaydı.



ASKERİ KARİYER

         1905 yılında Harp Akademisi’ni bitirdikten sonra, Şam’daki 5. Ordu 30. Süvari Alayı’nda staj için görevlendirilir. Burada Suriye’nin çeşitli yörelerini dolaşarak İmparatorluğun bazı kötü koşullarını yakından görme imkânı buldu. Suriye’deki Dürzîlerin ayaklanmalarını bastırma harekâtında görev aldı. Şam’daki bazı arkadaşlarıyla birlikte “Vatan ve Hürriyet” adında bir cemiyet kurdu. Cemiyetin Makedonya’da daha etkin olacağını düşündüğünden, bir arkadaşının izin tezkeresini sağlayarak, kimliğini saklayıp Selanik’e gitti. Burada dört ay hava değişimi alarak, Cemiyetin bir şubesini açtı. Cemiyet daha sonra İttihat ve Terakki Cemiyeti içerisinde eridi. Bir süre sonra topçu stajı için tekrar Şam’a gitti. 20 Haziran 1907’de Kolağası (Kıdemli Yüzbaşı) oldu, Manastır'a III. Ordu'ya atandı ve bu tarihte 26 yaşındaydı.



Eski takvime göre 31 Mart Olayı diye adlandırılan ve İttihat ve Terakki oluşumuna karşı yapılan ayaklanmayı batırmak üzere görevlendirilen ve 19 Nisan 1909'da İstanbul'a giren Hareket Ordusu'nda Kurmay Başkanı olarak görev aldı. 1910 yılında Fransa'ya gönderildi. Picardie Manevraları'na katıldı ve burada Osmanlı Ordusunu temsil eden 3 kişiden biri oldu. 1911 yılında İstanbul'da Genelkurmay Başkanlığı emrinde çalışmaya başladı.



1911 yılında İtalyanların Trablusgarp'a hücumuyla başlayan savaşta, bir grup arkadaşıyla birlikte Tomruk ve Derme bölgesinde görev aldı. 22 Aralık 1911'de İtalyanlara karşı Tomruk Savaşı'nı kazandı. 6 Mart 1912'de Derme Komutanlığı'na getirildi. Ekim 1912'de Balkan Savaşı başlayınca Gelibolu ve Bola yır’daki birliklerle savaşa katıldı. Dimetoka ve Edirne'nin geri alınışında büyük hizmetleri görüldü. 1913 yılında Sofya Ataşemiliterliği'ne atandığında 32 yaşındaydı. Bu görevde iken 1 Mart 1914 yılında yarbaylığa yükseldi. Ataşemiliterlik görevi Ocak 1915'te sona erdi.


412
Bence çok Faydalı ve Herkesin görmesi gereken bir resim...Buyrun ;











Not:Alıntıdır...

413
Atatürk'ün Konya'da mülkleri olduğuna dair tapu kayıtları bulunması, Ulu Önder'in Selanik'e nereden gittiği tartışmalarını gündeme taşıdı. İşte Ata'nın geçmişi...





Atatürk ve ailesinin Konya'da mülkleri olduğuna ilişkin tapu kayıtları bulundu. Kayıtlar, Atatürk'ün Orta Asya'dan Konya yöresine göçen Kızıloğuz Türklerine mensup olduğu tezlerine yeni bir boyut getiriyor. Ulaşılan ilk tapu senedi 1928 yılında Arapça harflerle Atatürk adına düzenlenmiş. İkinci senet ise, Atatürk'ün ölümünden hemen sonra kızkardeşi Makbule Hanım'a intikal yoluyla verilmiş.

Osmanlıca tapudan anlaşıldığına göre, Konya'nın Abdülaziz Mahallesi Gazi Paşa Sokağı'nda bulunan eski bir han ve bahçenin tapusu, annesi Zübeyde Hanım'ın ölümünü izleyen süreçte Atatürk adına tekrar düzenlenmiş. 921'e 825 arşın ebadındaki bahçe ve içindeki yapının Atatürk adına tescil ediliş nedeni olarak tapuda, Varidat Dairesi'nin (Gelirler Genel Müdürlüğü) 28 Ağustos 1928 tarihli talimatnamesi gösteriliyor. Aynı yıl düzenlenen tapu senedinde mülk sahibinin adı, "Türkiye Cumhuriyeti Reis-i Cumhuru Gazi Mustafa Kemal Hazretleri" şeklinde geçiyor. Taşınmazın kıymeti ise 853 bin 750 lira olarak belirlenmiş. Diğer tapu senedi ise 10 Temmuz 1939 tarihinde Atatürk'ün kızkardeşi Makbule Boysan adına düzenlenmiş. Senette 2 bin 835 metrekare olarak belirtilen yer için, "ev ve bağçe" ifadesi kullanılıyor. Vilayeti kısmında Konya, mahallesinin karşısında ise "Üçüncü" geçiyor.



TÜRKLEŞTİRİLME POLİTİKASI



Diğer yandan, Askeri Tabip Albay Ali Güler tarafından yazılan "Atatürk'ün Soyu: Kızıloğuzlar ve Konyarlar" adlı kitapta da, Atatürk'ün soyunun Konya'ya dayandığı, oradan Rumeli'nin Türkleştirilmesi politikası çerçevesinde 1460'larda Makedonya'nın Debre-i Bala sancağına bağlı Kocacık köyüne, oradan da 1830'larda Selanik'e göçtüğü, çeşitli kaynaklara dayanılarak açıklanıyor. Kitapta Atatürk'ün soyunun baba tarafından Konya Kızıloğuzlarına, anne tarafından ise Konyar Türklerine dayandığı belirtiliyor.



Kaynak:Yenişafak

414
Atatürk ve Diğer Türk Önderlerimiz / selanik atatürk evi
« : 25 Şubat 2011, 17:27:25 »






Bugün Müze olarak ziyarete açık bulunan Selanik'teki Atatürk Evi, Selanik Başkonsolosluğumuzun da bulunduğu etrafı duvar parmaklıklarla çevrili bir bahçenin ana caddeye bakan köşesi üzerindedir. Ev üzeri tuğla çatılı, çıkartmalı, eski Türk evleri tipinde ve zemini ile birlikte üç katlıdır. Zemin kat üzerindeki birinci ve ikinci katlar dikdörtgen şeklinde kafesli pencerelerden ışık almaktadır. Eve caddeye açılan çift kanatlı kapısından girilir.

Zemin Kat: Kapıdan tuğla döşemeli bir hole girilir. Sağdaki birinci oda, kiler, ikincisi mutfaktır. Kilerde mutfak eşyaları (Bakır kaplar, toprak testiler, çömlekler, balta, havan ve küpler, sandıklar) teşhir edilmektedir. Mutfakta dolap ve raflar vardır. Soldaki birinci oda (Hizmetçi odası), ikinci oda (Merdivenli Sofa) dır. Buradan birinci kata çıkılır.

Birinci Kat: Buraya bahçedeki çıkartma taş merdivenle girildiği gibi zemin kattaki merdivenli Sofadan da girilmektedir. Girişte ahşap tavanlı geniş sofa vardır. Sofanın bahçeye bakan atlas perdeli üç penceresi önünde yastık ve işlemeli yaygılarla döşenmiş bir sediri bulunmaktadır. Sofanın orasında yuvarlak ahşap bir masa durmaktadır. Sofanın bahçe girişinde, sağda (Misafir odası) ve bu odadan geçilen küçük bir (Sandık odası) bulunmaktadır. Misafir odası, kadife koltuk ve kanepeler, atlas perde, aynalı komodin, bakır mangal ve sehpalarla döşenmiştir. Duvarda ibrişim işleme bir yazı levhası, bir duvar saati asılıdır.

Soldaki birinci küçük oda (mutfak) tır. Burada ocaklar ve çeşitli mutfak eşyaları yer almaktadır. İkinci oda Yatak odasıdır. Odanın bir köşesinde , çift kişilik demir bir karyola bulunmaktadır. Yatağın baş uçundaki duvarda, gümüş kılaptanlı, kırmızı atlas cüz kasesi içerisinde bir Kur'an-ı Kerim ve bir levha asılı, Levhada Fetih Süresinin ilk ayeti olan (inna fetehnaleke fethan mübina) yazılı. Karyolanın önünde pirinç bir mangal, caddeye, bakan atlas perdeli pencereler boyunca da döşenmiş bir sedir bulunmaktadır.

İkinci Kat: Birinci katın sandık odası bitişiğindeki merdivenli sofadan ikinci kata çıkılır. Buradaki sedirli sofa da birinci kat sofasının aynı olup yalnız daha küçüktür. Girişte sağdaki alçı işleme tavanlı oda (çalışma odası) olarak yarılmıştır. Atatürk'ün doğduğu bu odada, Atatürk'ün tunç bir büstü ile, bir yazı masası, pirinç mangal, koltuklar yer almaktadır. Duvarlarda Atatürk'le ilgili levha ve tabaklar asılıdır. Sağdaki (Yatak odası) Atatürk Müzesi haline getirilmiştir. Vitrinlerde Atatürk'ün kullandığı elbiseler ve şahsi eşyaları görülür. Atatürk'ün hayatına ait fotoğraflarla, okul çağlarına ait belgeler sıralanmış, bir de küçük Atatürk kitaplığı kurulmuştur. Yatak odasının bitişiğinde tahta parmaklıklı bir teras mevcuttur. Selanik'teki Atatürk Evi'nin son onarımı, düzenleme ve sergilemesi 1981 yılında yapılmıştır.

415
Atatürk Hakkında...



Padişahların gösterişini, halifeliğin çekiciliğini umursamayıp

bakışlarını, ordularının belkemiği olan Anadolu çiftçisine sevgiyle

yöneltti.

İngiliz - TIMES GAZETESİ



Türkiye'yi kurtarmış, Türk milletine rehberlik etmiş ve Türk milletini

ihya etmiş olan Atatürk'ün ölümü hem Türk milleti, hem de Avrupa için

mevsimsiz ve pek acı bir kayıptır.

WİNSTON CHURCHİLL



Asker-Devlet adamı, çağımızın en büyük liderlerinden biri idi. Kendisi

Türkiye'nin, dünyanın en ileri memleketleri arasında hak ettiği yeri

almasını sağlamıştır. Keza O, Türklere, bir milletin büyüklüğünün

temel taşını teşkil eden, kendine güvenme ve dayanım duygusunu

vermiştir. Ben Atatürk'ün sadık arkadaşlarından biri olarak büyük

iftihar duyuyorum.

General - DOUGLAS MC ARTHUR -1963



Atatürk yalnız Türk tarihinin büyük bir siması değil, aynı zamanda bir

büyük adamıdır. O'nun yeni Türkiye'yi yaratan eseri, yüzyıllara

intikal eden bir anıt olarak kalacaktır. Yunanistan Başbakanı -

GENERAL METAKSAS O; şahsi kazanç ve söhret peşinde koşan basit bir

diktatör değil, gelecek nesiller için sağlam temeller atmaya uğraşan

bir kahramandı. WALTER L. WRIGHT JR. İnsanı teslim alıcı gözlerinde

fevkalade bir önderlik gücü var. Kalın kaşları sakin durmaz. Yüksek,

entellektüel zirveler kalkar ve şaşılacak derecede geniş alnında derin

çizgiler oyacak biçimde çatılır. Derisi açık renklidir, güneşten

yanmıştır. Esmer değildir. Saçı sarımtrak kahverengidir. Ağzının temiz

kesilmiş çizgileri ve çenesi kararlarının kesinliğini gösteriri.

Tetiktir, hazırcevaptır, dikkati çekecek derecede zekidir. Amerikalı

Kadın Gazeteci - GLAYDS BAKER



Atatürk'ün dış münasebetler konusu üzerindeki görüşlerini inceleyen

bir kimse, fikirlerinin değeri ve ifade edildikleri zamanı aşan

manaları karşısında daima hayrete düşer.

A.B.D. Büyükelçilerinden - AWRA M. WARREN



Büyük Atatürk'ün ufulünden dolayı teessürümüz o derece derin ve

sonsuzdur ki, bunu ifade etmek için kelime bulamıyorum. Çünkü Atatürk,

yalnız Türkiye'nin değil, bütün şarkın Ata'sı idi.

Afganistan - VELİ HAN



"Atatürk artık rahatça ölebilirdi.Mademki ışık parlamakta, alev

yanmakta ve memleket ilerlemekte devam ediyor...

General DE GAULLE



Mustafa Kemal sosyalist değil, fakat görülüyor ki iyi bir teşkilatçı,

yüksek anlayışlı, ilerici ve iyi düşünceli, akıllı bir lider. Mustafa

Kemal, soygunculara karşı bir Kurtuluş Savaşı veriyor.

Emperyalistlerin gururunu kıracağına ve Sultanı da yaranı ile birlikte

alt edeceğine inanıyorum.

LENİN



Ben şimdiye kadar on beş hükümdar ve cumhurbaşkanı ile özel ve resmi

konuşmalar yaptım. Bu geceki kadar ezildiğimi hatırlamıyorum. Mustafa

Kemal'de büyük bir ruh kudretinin esrarı var.

İngiliz Generali - SIR CHARLES TOWNSHEND-1922



Sert, dayanıklı ve mücadeleci. Bence harika bir subay. Kelimenin tam

manasıyla mükemmel bir yönetici.

Alman Generali - VON SONDERS



Fransa, kendisine pek çok dostluk belirtileri göstermiş olan bu büyük

adamın anısını daima canlı tutacaktır.

Fransız Başbakanı - EDUARD DALADIER



Hayatının sonuna kadar ulusunun mutlak güvenliğiyle kurduğu devletin

başında kalan muzaffer kumandanın kişiliği eşi görülmemiş bir karakter

örneğidir.

Eski İtalya Dışişleri Bakanı - COMTE CARLO SFORZA



Öyle zamanlar oldu ki, anılar içinde benim eşsiz nitelikte

gördüklerimi düzeltti: "- Hayır... Ben bunda yanılmışım. Eğer şöyle

düşünseydim ve yapsaydım sonucu daha eksiksiz olacaktı." dediği az

değildi. Gerçekçilik O'nun korkmadığı şeydi.

Eski Amerika Elçisi - General, CHARLES H. SHERRILL



Türkler O'na çok haklı olarak Atatürk dediler ve kendilerini baba

tanıdılar. Gerçekten de O, ulusunu seven ve ulusu için didinen bir

baba olmuş ve yurdunu çok az bir zamanda veirmli, yaratıcı bir

gelişmeye yönelmiştir.

Macar Meclis Başkanı - GYULA KORNİS



İnsanı teslim alıcı gözlerinde fevkalade bir önderlik gücü var. Kalın

kaşları sakin durmaz. Yüksek, entellektüel zirveler kalkar ve

şaşılacak derecede geniş alnında derin çizgiler oyacak biçimde

çatılır. Derisi açık renklidir, güneşten yanmıştır. Esmer değildir.

Saçı sarımtrak kahverengidir. Ağzının temiz kesilmiş çizgileri ve

çenesi kararlarının kesinliğini gösteriri. Tetiktir, hazırcevaptır,

dikkati çekecek derecede zekidir.

Amerikalı Kadın Gazeteci - GLAYDS BAKER



Atatürk'ün dış münasebetler konusu üzerindeki görüşlerini inceleyen

bir kimse, fikirlerinin değeri ve ifade edildikleri zamanı aşan

manaları karşısında daima hayrete düşer.

A.B.D. Büyükelçilerinden - AWRA M. WARREN



Atatürk tarihten hakiki dersler almış nadir büyüklerden biridir. Bütün

çaba ve uğraşmaları yalnız kendi ulusu içindir.

Alman Tarihçisi - Prof. HERBERT MELZİG



Kuvvetli karakterli ve dünya ulusları arasında kendi ulusunun haklı

durumu üzerinde kesin ve pratik görüşlü bir adam olarak O, hiçbir

zaman kişisel söhret ve yükselme peşinde koşmadı. Yurdunun çıkarları

her şeyin üstünde tutan ve ulusu için en faydalı sonuca varmaya

çalışan bu zat, gücünü damarlarına işlemiş görev duygusundan alıyordu.

İngiliz Yarbayı - A. RAWLİNSON



Atatürk, yeni Türkiye'yi kılıcı ile kurtarmış ve dehası ile düzene

sokmuştur. O'nun yaratıcı ruhunun ve coşkun yurtseverliğinin harekete

geçmediği hiçbir alan yoktur. Polonya - GAZETE POLSKA Atatürk'ün

askerlik tarafına hayret etmiyorum. Her meslekte deha sahibi insanlar

vardır, buna şaşılmaz. Fakat İsviçre Medeni Kanununu kabul etmek ve

Türkiye'de yürürlüğe koymak! Bu adeta dehanın da üstünde bir şey.

Hukutan anlayan ve insan haklarına inanan biri sıfatıyla söylüyorum.

İşte buna hayranım!

Fransız Milli Meclisi Başkanı - EDUARD HERRİOT



------alıntı---------

416
Sakal zerine...

Atatürk Amasya ziyaretinde. Vali konağında yrenin ileri gelenleri ile sohbette.

Bir ara tam karşısında oturan birine takılır gzleri. Yaşı ellinin zerinde bu adam

beline kadar inen sakalıyla Atatürk'n dikkatini eker. Ata, yanındaki valinin

kulağına eğilip sorar;

Kimdir bu? Vali yanıt verir; Efendim kendisi Şıh'tır. Yörede çok

Hatırlısı vardır. Atatürk Şıh'ı yanına ağırır ve; "Bak baba, imanın iyisi

sakalın boyunda değildir.

Şunu rica etsem de en azından Peygamber efendimizinki gibi kısaltsan" der

ve eliyle de boyun altı hizasını gösterir. Şıh; "Emrin olur Paşam" diyerek yerine ekilir.

Aradan zaman geer, bir akşam Atatrk Amasya'daki Şıh'ı hatırlar ve

Valiyi telefonla arayıp durumu sorar. Vali nasıl syleyeceğini

bilememekle birlikte, Şıh'ın sakal boyunda en küçük bir kısalma

bile olmadığını aksine kimselere el sürdürmediğini anlatır. Atatürk

telefonu kapatır, kağıdı kalemi eline alır ve az sonra nazırını

ağırıp, yazdığı yazıyı Amasya Valiliği'ne tebliğ etmesini ister.

Ertesi gn Amasya'dan bir haber gelir ki Şıh Efendi Ata'yı grmek

zere Ankara'ya yola ıkmış... Şıh gelir, Ata'nın karşısına ıkar.

Sakal tamamen kesilmiş, sinekkaydı bir tıraş olunmuş, salar

kısaltılmış, kılık kıyafet baştan sona değiştirilmiş, bambaşka bir grnme brnlmştr.

Atatürk'n mesai arkadaşları bu değişimi anlayamaz ve Ata'ya sorarlar;

"Aman Paşam, o Şıh ki sakalına el dahi srdrmezdi, siz ne ettiniz

de kknden kesmesini sağladınız? " Ata glmser, sonra da

yanındakilere dnp; "Dn akşam Amasya Valiliği'ne bir yazı

gnderdim ve Şıh'ı Afyon'a vali atadığımı bildirdim" der.

Ardından da yeni bir yazı hazırlayıp nazırına bu yazıyı da

Şıh'a vermesini syler. Yazıda syle yazmaktadır; "İnancın iyisinin

sakalda olmadığını anladığına sevindim. Valilik meselene gelince,

bugün koltuk uğruna kırk yıllık sakalından vazgecebilen yarın başka

şeyler icin milletinden bile vazgecebilir.

yorum sizin


417
ATATÜRK ÇAĞDAŞLIK KURBANI!

Çağdaş olsun diye yeniden düzenlenen bröveden “Atatürk”ün resmi çıkarıldı!

Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hilmi Özkök’ün Kara Kuvvetleri Komutanlığı görevini yürüttüğü dönemde tasarlatarak resmi konutunun önüne astırdığı amblemin, birliğin yeni brövesi olması kararlaştırıldı. Türk Kara Kuvvetleri Komutanlığı’nın yeni birlik brövesi, en geç 1 Ocak 2006’ya kadar yurt çapındaki tüm birliklerde kullanılmaya başlanacak.

KKK’nın yeni brövesinde Atatürk yok

Kara Kuvvetleri Komutanlığı’nca kullanılan birlik brövesi yenilendi. Yeni brövede Atatürk’ün resmine yer verilmedi.

Türk Kara Kuvvetleri Komutanlığı’nca kullanılan birlik brövesinin yenilenmesi için başlatılan çalışma, bröveden Atatürk resminin çıkarılmasıyla son buldu. Brövenin daha çağdaş ve sade olacak şekilde yeniden düzenlendiği belirtildi. Yeni bröve, 29 Ekim 2005 tarihinden itibaren Ankara garnizonundaki bağlı karargah ve birliklerde kullanıma geçerken, 1 Ocak 2006’ya kadar yurt çapındaki tüm birlikler yeni sembolü kullanmaya başlayacak.

Kara Kuvvetleri Komutanlığı, birlik brövesinin daha çağdaş ve sade olacak şekilde yeniden tasarlanması amacıyla, 2003 yılında sembol oluşturma proje yarışması düzenlemiş, yarışma sonunda amaca uygun bir eser bulunamamıştı. Yarışmanın ardından yapılan değerlendirmede, Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hilmi Özkök’ün Kara Kuvvetleri Komutanlığı görevini yürüttüğü dönemde tasarlatarak resmi konutunun önüne astırdığı amblemin, birliğin yeni brövesi olması kararlaştırıldı.


418
MUSTAFA KEMAL  HAKKINDA BILINMESI GEREKEN 30 OZEL SEY

>

>1."ATA" LAFINI SEVMEZDI

>"Ataturk" hitabini ilk kez donemin Turk Dil Kurumu Baskani bir konusmasinda

>kullanmis, Mustafa Kemal de cok begenerek soyadi olarak almisti.Kendisine

>Ata" diye hitap edilmesinden hic hoslanmazdi.

>

>2.EN SEVDIGI YEMEK

>Manastir Askeri Lisesi yillarindan kalan bir aliskanlikla hayati  boyunca

>en

>sevdigi yemek kuru fasulye ve pilav olarak kaldi. Tatliya duskun degildi

>ama cani istediginde cok sevdigi gul recelini tercih ederdi.

>

>3.EN BUYUK HAYALI DUNYA TURUNA CIKMAKTI

>Omru yetseydi bir dunya turuna cikip Turk dili ve tarihi uzerindeki

>calismalarini genisletmek en buyuk hayaliydi.

>

>4.BASUCU KITABI "CALIKUSU" YDU.

>Binlerce kitabi vardi.Ama bunlarin arasinda bir tanesini hayati boyunca

>hatta cephede bile basucundan ayirmadi. Resat Nuri Guntekin'in unlu

>Calikusu" romanini hep yaninda tasir, her gun rastgele bir yerinden  acar,

>birkac sayfa okurdu.

>

>5.KABUL SALONUNDAKI AT YAVRUSU

>Atlardan sonra en sevdigi hayvan kopekti. "Fox" adini verdigi kopegi,

>Gazi`nin yataginin ayak ucunda Uyurdu. Hayvanlara duskunlugu o dereceydi ki

>bir gun misafirlerinin de gorebilmesi icin yeni dogmus bir tayla annesinin

>Cankaya Kosku kabul salonuna getirilmesini bile emretmisti.

>

>6.TAM BIR SALON ADAMI

>En sevdigi dans valsti. Muzik zevki cesitlilik gosteriyordu.Klasik Bati

>muzigi disinda Anadolu ezgilerini de severek dinlerdi.

>

>7.GOMLEKLERININ TUMU BEYAZDI

>Gomleklerinin hepsi beyazdi. Bu gomlekler ilk yillarda Isvicre`de ozel

>olarak dikilirken sonra yerli mali kullanma kampanyasina onculuk edebilmek

>icin Beyoglu`nda bir terziye diktirilmeye baslanmisti.

>

>8.DOLABINDA LACIVERTE YER YOKTU

>Takim elbiselerinin tasarimlarini hep kendisi cizerdi.Lacivert takim

>giymeyi

>sevmezdi.

>

>9.OLCULERI

>Boyu 1.74 idi.Hayatinin son donemlerine kadar 76 olan kilosu hastaliginin

>ilerlemeye baslamasiyla 46'ya kadar dusmustu. 43 numara siyah rugan

>ayakkabi

>giyerdi.

>

>10.RUMELI SIVESI

>Ozenli ve temiz bir Turkce konusurdu. Ancak bazi kelimeleri Rumeli

>sivesiyle

>telaffuz ederdi.

>

>11.HAZIN BIR HIKAYE

>Hayatinda bir donem cok onemli yer tutan Mustafa Kemal`in evlenmesinden

>sonra hayatina trajik bir sekilde son veren Fikriye Hanim`in mezarinin

>nerede oldugu bilinmiyor.

>

>12.CUMHURBASKANLIGINDAN SIKILIYORDU.

>Hayatinin cogunu gecirdigi savas cephelerinden sonra Cumhurbaskani olarak

>gecirdigi yillar ona bir tecrit yasantisi gibi geliyor, cok sevdigi

>halkindan ve sade bir vatandas yasamindan uzaklastigini dusunuyordu.

>

>13.PAPA`NIN TEMSILCISINE ELBISE

>Kiyafet Kanunu cercevesinde tum din adamlarinin dini kiyafetleriyle  sokaga

>cikmalari yasaklaninca, Monsenyor Roncalli`ye kendi terzisi Kemal  Milasli

>eliyle bir koleksiyon hazirlatti.

>

>14.KENDISI TIRAS OLMAZDI.

>Sabah kahvaltilariyla arasi hic hos degildi.Yataktan kalkar kalkmaz

>odasindaki divanin uzerine bagdas kurarak oturur, gunun ilk kahvesini

>sigarasini icerdi.Bir ozelligi de kendi kendine tiras olmamasiydi.

>

>15.DUZEN TAKINTISI VARDI

>Evinde ,cevresinde hatta konuk oldugu evlerde bile egri duran esyalari

>duzeltmeden rahat edemezdi.

>

>16.HOSGORULU LIDER

>Koylunun birinin gazete kagidina sardigi tutunu icmeye calisirken eli

>yanmis,"Alin bunu kendi icsin" diyerek Ataturk`e kufretmisti. Mahkemeye

>cikarilacakti. Ataturk olayi dinledikten sonra "Onu mahkemeye vereceginize

>dogru durust sigara icmesini temin edin" dedi.

>

>17.SIGARA PAZARLIGI

>Hastaliginin baslangicinda kendisini muayene eden Dr.Fissinger gunde kac

>paket sigara ictigini sormus, Ataturk "sekiz" demisti. Doktor bunu gunde

>bir

>pakete indirmesi gerektigini soyleyince gulumseyerek cevap vermisti:"Ben

>zaten bir paket iciyorum. Bundan sonra bunu sizin izninizle yapacagim".

>

>18."BU NASIL HALKCILIK?"

>Bir sabah milletvekilleri ile trene binmisti.Konduktorun

>milletvekillerinden

>bilet parasi almamasina sasirmis nedenini sormustu.Trenin milletvekillerine

>bedava oldugunu ogrenince epey sinirlenmis, "Ne de guzel halkcilik ama"

>demisti.

>

>19."LAIKLIK ADAM OLMAKTIR!"

>Ilk mecliste bir oturum sirasinda uyelerden biri laikligin ne manaya

>geldigini anlamadigini soyleyince Gazi cok sinirlenmis ve elini kursuye

>vurarak bir din bilgini olan uyeye cevap vermisti: "Adam olmak demektir

>hocam,adam olmak!"

>

>20.KURBANLARI BAGISLARDI

>Gittigi yurt gezilerinde kendisi icin kurban edilen hayvanlara bakamaz

>boyle

>durumlarda sirtini doner yada kesilmelerini engellerdi.

>

>21.YABANCI DILE MERAKI

>Askeri lisede ogrenmeye basladigi Fransizca'yi sonraki yillarda gelistirdi.

>Zengin bir kelime bilgisi vardi. Konusurken araya Fransizca sozcukler de

>eklerdi.

>

>22.FASULYESINE POKER

>Kumardan hoslanmaz ama arkadaslariyla fasulyesine poker oynardi.Oyun

>sonunda

>kazandiklarini iade ederdi.

>

>23.KAN GORMEYE DAYANAMAZDI

>Cephelerde dusmanla gogus goguse savasmis biri olarak en ilginc ozelligi

>savas meydanlari disinda kan gorunce fenalasmasiydi.

>

>24.KULAKLARI DUYAN TEK KISI.

>Fransiz tarihcisi Herriot Ankara`ya geldiginde Gazi`nin kulaklarinin

>duyuyor

>olmasina sasirmis anilarinda bunu espirili bir dille anlatmisti: "T.C`de

>bir

>tane kulaklari duyan kisi var onu da Cumhurbaskani yapmislar".

>

>25.BIR RICASI BAS ACTIRDI

>Bir gun halk arasinda dolasirken carsafli bir kadina rastlamis, "Hafiz

>Hanim

>benim hatirim icin basindaki ortuyu acar misin?" diye sormustu. Kadin  bas

>ortusunu acarak , Ataturk`un onunde egildi ve ellerini optu.

>

>26.BILARDO VE YUZME

>Sportmen kisiligi vardi. Her gun at biner , yuzmeye gider ve bilardo

>oynardi.

>

>27.EN BASARILI DERS.

>Egitim hayati boyunca en basarili dersi matematikti. Pozitif bilimlere

>ilgisi hayati boyunca surdu.

>

>28.YAGCILARA GECIT YOK

>Yagcila cok kizardi Bir aksam sofrasida kendisine gereksiz sekilde iltifat

>eden Abdulhak Hamit`e mudahale etti.

>

>29.SON YILBASI GECESI

>1937`yi 1938`e baglayan son yilbasi gecesini Disisleri Bakani Tevfik Rustu

>Aras ile bas basa gecirmisti. O gece dolabindaki bazi elbiseleri bakana

>hediye etmisti.

>

>30.KOSKTEKI GUVERCINLIK

>Kuslari cok severdi.Cankaya Kosku`nde ozel bir bakicinin ilgilendigi

>guvercinligi vardi.

419
İsrafil Bey'in Yeniçağ'da yazmış olduğu ve gerçekten çok beğendiğim bir yazı, sabredin sonuna kdr okuyun, bu konu hakkında neler yapabiliriz somut olarak tartışalım, fikirlerinizi bekliyorum.

Atatürk’ün fikirleri mi yoksa resimleri mi?

TÜRKİYE Cumhuriyeti’nin kurucu önderi Gazi Mustafa Kemal Atatürk, ebedi aleme göç eyleyişinin 67’nci yıldönümünde, her yıl olduğu gibi yine bütün yurtta, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde ve yurt dışı temsilciliklerinde düzenlenen törenler ile anıldı!..

Kimileri ölüm yıldönümünde her geçen gün yokluğunu daha da hissettikleri büyük devlet adamını, ‘rahmet’ ile andılar!..

Kimileri ise, fikirlerine tahammül edemedikleri bir Türk evladının ölümünü ‘timsah gözyaşları’ dökerek, ‘içkili-dansözlü’ eğlenceler ile ‘kutladı’!..

Cumhuriyet’in en çok satan gazetelerinin 10 Kasım 2005 tarihli başlıkları aynen şöyleydi:

- “Ey çılgın Türk, ruh aynı ruh, yol aynı yol!..”

- “Rahat uyu, cumhuriyet emin ellerde!..”

- “Özlemle anıyoruz!..”

Ne akılalmaz bir ‘pişkinlik’ değil mi?..

Hem ‘O’nun eserinin’ göz göze yokedilmesine alkış tutuyorlar, hem de bu yokoluş sürecini ‘O’nun yolu’ olarak takdim ediyorlar!..

Bir gazete ise Atatürk’ün öfkeli bakışları ile ünlü bir resmini sayfasına koymuş, altına şu sözleri yerleştirmişti:

- “Siz beni hâlâ anlamadınız?..”

O’nu anlatabilecek en çarpıcı başlık buydu!..

Birileri, aradan onca yıl geçmesine rağmen ne yazık ki Atatürk’ü hâlâ anlayamadılar!..

Birileri onu ‘anlamamakta’ ısrar ediyorlar!..

Birileri ise maalesef onu ‘yanlış’ anladılar!..

***

Türkiye’de ‘Atatürkçülükten’ geçinen ‘seçkin’ bir sınıf oluştu!..

Bu sınıf, ‘kendi kafasında’ çizdiği ‘yalan/yanlış’ Atatürk portresini, ‘tepeden inmeci’ bir yaklaşımla Türk milletine de dayatmaya çalışıyor!..

O’na ‘insanüstü’ vasıflar yükleyip, rozetlerini yakalarından indirmeyenler, onu ne yazık ki sadece ‘içki sofraları’ ile, ‘düzenlediği balolar’ ile, ‘dansa kaldırdığı kadınlar’ ile hatırlamak istiyorlar!..

Onun ‘fikirlerini’, ‘hayallerini’, ‘yapmak istediklerini’ akıllarına dahi getirmek istemiyorlar!..

Onun, “Tam bağımsızlık benim karakterimdir” sözlerini duymazdan geliyorlar!..

Onun, “Türkiye ne Amerikanlaşacak ne batılılaşacaktır!..” sözünü unutup, “Milli kültürümüzü muasır medeniyet seviyesinin üzerine çıkaracağız” ifadesini ‘Batı taklitçiliği’ olarak algılıyorlar!..

Onun, Türk milli kültürüne hizmet için kurduğu ‘kurum’ ve ‘kuruluşları’ ideolojik saplantıları için ‘üs’ olarak kullanmaya çalışıyorlar!..

Onun, “Yurtta sulh, cihanda sulh!..” sözlerini ‘gerekçe’ yapıp, “Ömrüm vefa ederse Musul, Kerkük, adalar ve Batı Trakya’yı geri alacağım!..” sözlerini yok sayıyorlar!..

Dün AP üyesi bir İngiliz milletvekilinin “Atatürk resimleri devlet dairelerinden indirilmelidir!..” sözlerine takılıp kalırken, bugün de utanmadan Kara Kuvvetleri Komutanlığı’nın brovesinden ‘Atatürk resminin’ çıkarılmasını tartışıyorlar!..

Kimse cesaret edip de kendilerine sormuyor:

- “Bre efendiler, Atatürk’ün ‘fikirleri’ mi önemli, yoksa resimleri mi?..”

Maalesef Atatürk’ün ‘fikirlerinin’ içini boşaltıp, onu devlet dairelerinde asılı duran ‘kuru bir resim’ haline getirmeyi başardılar!..

***

Atatürk, bir ‘milliyetçi’ idi!..

O ‘milli’ değerlerine bağlı, bir ‘Türk milliyetçisi’ idi!.. Türklüğü, “Ne mutlu Türküm diyene!..” sözleri ile tarif ediyor, ‘anayasal vatandaşlık bağı’ kavramını şiddetle reddediyordu!..

Asla, ‘Atatürk milliyetçisi’ değildi!..

Atatürk, bir ‘halkçı’ idi!..

“Türk milletinin karakteri yüksektir. Türk milleti çalışkandır, zekidir!..” diyor, herkesin ‘eşit’ olmasını, gelirden ‘eşit pay’ almasını istiyordu!..

Asla ‘halk dalkavuğu’ değildi!..

Atatürk bir ‘cumhuriyetçi’ idi!..

Egemenliğin, ‘kayıtsız şartsız millete ait olduğunu’ kabul ediyor,‘millet iradesinin’ üzerindeki her türlü egemenliği reddediyordu!..

Asla ‘tepeden inmeci’ değildi!..

Atatürk, bir ‘devletçi’ idi!..

‘Vahşi kapitalizmi’ dizginleyecek, “üretim araçlarını devletin emrine veren’ komünizme alternatif olabilecek bir ‘karma sistem’ oluşturmuştu!..

Asla ‘tekelci’ değildi!..

Atatürk, bir ‘devrimci’ idi!..

Devletin, oluşacak ‘yeni dengelere’ göre, ‘milli çıkarlar’ doğrultusunda ‘köklü değişikliklere’ gidebilecek bir dinamizm yakalamasını istiyordu!..

Asla ‘marksist/devrimci’ değildi!..

Atatürk, ‘laik düzen’ yanlısı idi!..

‘İmpatorluk’ geleneğine uygun olarak devletin herkese ‘eşit’ yaklaşmasını, ‘din ve vicdan hürriyetine’ saygı göstermesini arzu ediyordu!..

Asla ‘laik’ değildi!..

***

Atatürk, bir vecizesinde şöyle diyordu:

- “Ne kadar zengin ve müreffeh olursa olsun, istiklalden mahrum bir millet beşeriyet-i mütemeddine muvacehesinde uşak olmak mevkiinden yüksek bir muameleye kesb-i liyakat edemez!..”

Onun kurmuş olduğu ‘bağımsız’ Türk devleti, ülkenin tepesine çöreklenen ‘gizli’ bir el tarafından daha ‘zengin’ ve ‘müreffeh’ olma vaadi ile Avrupa Birliği’nin kapısında her geçen gün ‘milli’ olma vasfından biraz daha uzaklaştırılıyor!..

‘İhanet cephesi’, bütün imkanları ile ‘tam kadro’ işbaşında!..

Peki ya ‘Atatürkçüler’ nerede?..

Atatürk’ün bu ülkeyi ‘iç’ ve ‘dış’ tehditlerden korumak ve kollamakla görevlendirdiği kurum ve kuruluşlar nerede?..

Atatürk’ün “Cumhuriyet tehlikeye düştüğünde, bu memleketin polisi vardır, jandarması vardır, ordusu vardır, adliyesi vardır demeden müdahale edecektir” diyerek Türk istiklal ve cumhuriyetini kurtarmakla görevlendirdiği ‘asil kan sahipleri’ ne yapıyor?..

Onlar ne yazık ki ‘Atatürk’ün izindeler!..

Ama sadece ‘izin’deler!..

420
Ankara'lı arkadaşlar

Bir sınav için Ankara Atatürk Anadolu Lisesi'ne gitmek gerekiyor...

Adres olarak Çiftlik kavşağı-Konya yolu diye geçiyor.

Batıkent'ten yada daha merkezi misal Kızılay'dan nasıl gidilir?

Cevaplarınız için şimdiden teşekkürler

422
İzmir’in Konak ilçesindeki tarihi Atatürk Lisesi’nde yangın çıktı. Yangında bir kişi ağır yaralandı.

     Saat 02.00 sıralarında sigara izmaritinden çıktığı sanılan yangın lisenin 2. katında bulunan ve tamirat yapılan derslikteki başladı

 

izmirin tarihi eserlerinden biri az daha yok oluyordu.

değerlerimizi koruyalım ,onların yok olmasına izin vermeyelim dostlar

423
Türkiye'yi kurtarmış, Türk milletine rehberlik etmiş ve Türk milletini ihya etöişolan Atatürk'ün ölümü hem Türk milleti, hem de Avrupa için mevsimsiz ve pek acı bir kayıptır.

WİNSTON CHURCHİLL







--------------------------------------------------------------------------------

Asker-Devler adamı, çağımızın en büyük liderlerinden biri idi. Kendisi, Türkiye'nin dünyanın en ileri memleketleri arasında hak ettiği yeri almasını sağlamıştır. Keza O, Türklere, bir milletin büyüklüğünün temel taşını teşkil eden, kendine güvenme ve dayanım duygusunu vermiştir. Ben Atatürk'ün sadık arkadaşlarından biri olarak büyük iftihar duyuyorum.

General - DOUGLAS MC ARTHUR - Kasım 1963



--------------------------------------------------------------------------------

Atatürk yalnız Türk tarihinin büyük bir siması değil, aynı zamanda bir büyük adamıdır. O'nun yeni Türkiye'yi yaratan eseri, yüzyıllara intikal eden bir anıt olarak kalacaktır. Yunanistan Başbakanı -

GENERAAL METAKSAS



--------------------------------------------------------------------------------

İnsanı teslim alıcı gözlerinde fevkalade bir önderlik gücü var. Kalın kaşları sakin durmaz. Yüksek, entellektüel zirveler kalkar ve şaşılacak derecede geniş alnında derin çizgiler oyacak biçimde çatılır. Derisi açık renklidir, güneşten yanmıştır. Esmer değildir. Saçı sarımtrak kahverengidir. Ağzının temiz kesilmiş çizgileri ve çenesi kararlarının kesinliğini gösteriri. Tetiktir, hazırcevaptır, dikkati çekecek derecede zekidir.

Amerikalı Kadaın Gazeteci - GLAYDS BAKER



--------------------------------------------------------------------------------

O; şahsi kazanç ve söhret peşinde koşan basit bir diktatör değil, gelecek nesiller için sağlam temeller atmaya uğraşan bir kahramandı.

WALTER L. WRİGHT JR.



--------------------------------------------------------------------------------

Atatürk'ün dış münasebetler konusu üzerindeki görüşlerini inceleyen bir kimse, fikirlerinin değeri ve ifade edildikleri zamanı aşan manaları karşısında daima hayrete düşer.

A.B.D. Büyükelçilerinden - AWRA M. WARREN



--------------------------------------------------------------------------------

Büyük Atatürk'ün ufulünden dolayı teessürümüz o derece derin ve sonsuzdur ki, bunu ifade etmek için kelime bulamıyorum. Çünkü Atatürk, yalnız Türkiye'nin değil, bütün şarkın Ata'sı idi.

Afganistan - VELİ HAN



--------------------------------------------------------------------------------

Türkiye'yi son ziyareti sırasında Anıtkabir'in altın defterine şu sözleri yazmıştı. "Atatürk artık rahatça ölebilirdi. -Mademki ışık parlamakta, alev yanmakta ve memleket ilerlemekte devam ediyor...

General DE GAULLE



--------------------------------------------------------------------------------

Mustaf Kemal sosyalist değil, fakat görülüyor ki iyi bir teşkilatçı, yüksek anlayışlı, ilerici ve iyi düşünceli, akıllı bir lider. mustafa Kemal, soygunculara karşı bir Kurtuluş Savaşı veriyor. Emperyalistlerin gururunu kıracağına ve Sultanı da yaranı ile birlikte alt edeceğine inanıyorum.

LENİN



--------------------------------------------------------------------------------

Ben şimdiye kadar on beş hükümdar ve cumhurbaşkanı ile özel ve resmi konuşmalar yatım. Bu geceki kadar ezildiğimi hatırlamıyorum. Mustafa Kemal'de büyük bir ruh kudretinin esrarı var.(1922)

İngiliz Generali - SIR CHARLES TOWNSHEND



--------------------------------------------------------------------------------

Ser, dayanıklı ve mücadeleci. Bence harika bir subay. Kelimenin tam manasıyla mükemmel bir yönetici.

Alman Generali - VON SONDERS



--------------------------------------------------------------------------------

Fransa, kendisine pek çok dostluk belirtileri göstermiş olan bu büyük adamın anısını daima canlı tutacaktır.

Fransız Başbakanı - EDOUARD DALADIER



--------------------------------------------------------------------------------

Hayatının sonuna kadar ulusunun mutlak güvenliğiyle kurduğu devletin başında kalan muzaffer kumandanın kişiliği eşi görülmemiş bir karekter örneğidir.

Eski İtalya Dışişleri Bakanı - COMTE CARLO SFORZA



--------------------------------------------------------------------------------

Öyle zamanlar oldu ki, anılar içinde benim eşsiz nitelikte gördüklerimi düzeltti: "- Hayır... Ben bunda yanılmışım. Eğer şöyle düşünseydim ve yapsaydım sonucu daha eksiksiz olacaktı." dediği az değildi. Gerçekçilik O'nun korkmadığı şeydi.

Eski Amerika Elçisi - General, CHARLES H. SHERRİLL



--------------------------------------------------------------------------------

Türkler O'na çok haklı olarak Atatürk dediler ve kendilerini baba tanıdılar. Gerçekten de O, ulusunu seven ve ulusu için didinen bir baba olmuş ve yurdunu çok az bir zamanda veimmli, yaratıcı bir gelişmeye yönelmiştir.

Macar Meclis Başkanı - GYULA KORNİS



--------------------------------------------------------------------------------

Atatürk tarihten hakiki dersler almış nadir büyüklerden biridir. Bütün çaba ve uğraşmaları yalnız kendi ulusu içindir.

Alman Tarihçisi - Prof. HERBERT MELZİG



--------------------------------------------------------------------------------

Kuvvetli karekterli ve dünya ulusları arasında kendi ulusunun haklı durumu üzerinde kesin ve pratik görüşlü bir adam olarak O, hiçbir zaman kişisel söhret ve yükselme peşinde koşmadı. Yurdunun çıkarları her şeyin üstünde tutan ve ulusu için en faydalı sonuca varmaya çalışan bu zat, gücünü damarlarına işlemiş görev duygusundan alıyordu

İngiliz Yarbayı - A. RAWLİNSON



--------------------------------------------------------------------------------

Atatürk, yeni Türkiye'yi kılıcı ile kurtarmış ve dehası ile düzene sokmuştur. O'nun yaratıcı ruhunun ve coşkun yurtseverliğinin harekete geçmediği hiçbir alan yoktur.

Polonya - GAZETE POLSKA



--------------------------------------------------------------------------------

Padişahların gösterişini, halifeliğin çekiciliğini umursamayıp bakışlarını, ordularının belkemiği olan Anadolu çiftçisine sevgiyle yöneltti.

İngiliz - TMES GAZETESİ



--------------------------------------------------------------------------------

Atatürk'ün askerlik tarafına hayret etmiyorum. Her meslekte deha sahibi insanlar vardır, buna şaşılmaz. Fakat İsviçre Medeni Kanununu kabul etmek ve Türkiye'de yürürlüğe koymak! Bu âdeta dehanın da üstünde bir şey, Hukutan anlayan ve insan haklarına inanan biri sıfatıyla söylüyorum. İşte buna hayranım!

Fransız Milli Meclisi Başkanı - EDOUARD HERRİOT

424
Muğla'nın Bodrum Belediyesi tarafından cumhuriyetin 82. yıldönümü dolayısıyla hazırlanan Atatürk'ün fotoğrafları ile vecizelerinin yer aldığı ilan panosu, kimliği belirlenemeyen kişilerce parçalandı.



Yüksel Çağlar İş Merkezi karşısında bulunan dolmuş durağındaki Atatürk fotoğrafı ve "Türkiye Cumhuriyeti mesut, muzaffer, muvaffak olacaktır" yazısının yer aldığı ilan panosunun kimliği belirlenemeyen kişilerce kırılmasına, Bodrum Belediyesi tepki gösterdi.



Bodrum Belediyesi'nden yapılan açıklamada, saldırının çirkin, geri kafalı, çağdaş Türkiye'ye yakışmayan, saldırgan zihniyetlerce gerçekleştirildiği kaydedildi.



Bodrum İlçe Emniyet Müdürlüğü'nün, olayla ilgili soruşturma başlattığı belirtildi.

 

 

haber3.com

425
BÖLÜM 1

BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞINDA ANADOLU'NUN DURUMU VE KURTULUŞ ÇARELERİ

 

SAMSUN'A ÇIKTIĞIM GÜN GENEL DURUM VE GÖRÜNÜŞ

 



1919 yılı Mayısının 19'uncu günü Samsun'a çıktım. Ülkenin genel durumu ve görünüşü şöyledir :

Osmanlı Devleti'nin içinde bulunduğu grup, I. Dünya Savaşı'nda yenilmiş, Osmanlı ordusu her tarafta zedelenmiş, şartları ağır bir ateşkes anlaşması imzalanmış. Büyük Savaş'ın uzun yılları boyunca millet yorgun ve fakir bir durumda. Milleti ve memleketi I. Dünya Savaşı'na sürükleyenler, kendi hayatlarını kurtarma kaygısına düşerek memleketten kaçmışlar. Saltanat ve hilâfet makamında oturan Vahdettin soysuzlaşmış, şahsını ve bir de tahtını koruyabileceğini hayal ettiği alçakça tedbirler araştırmakta. Damat Ferit Paşa 'nın başkanlığındaki hükûmet âciz, haysiyetsiz ve korkak. Yalnız padişahın iradesine boyun eğmekte ve onunla birlikte kendilerini koruyabilecekleri herhangi bir duruma razı.

Ordunun elinden silâhları ve cephanesi alınmış ve alınmakta...

İtilâf Devletleri, ateşkes anlaşmasının hükümlerine uymayı gerekli bulmuyorlar. Birer bahane ile İtilâf donanmaları ve askerleri İstanbul' da. Adana iIi Fransızlar; Urfa, Maraş, Ayıntap (Gaziantep) İngilizler tarafından işgal edilmiş. Antalya ve Konya'da İtalyan askerî birlikleri, Merzifon ve Samsun'da İngiliz askerleri bulunuyor. Her tarafta yabancı subay ve memurlar ile özel ajanlar faaliyette. Nihayet, konuşmamıza başlangıç olarak aldığımız tarihten dört gün önce, 15 Mayıs 1919'da, İtilâl Devletleri'nin uygun bulması ile Yunan ordusuda İzmir'e çıkartılıyor.

Bundan başka, memleketin her tarafında Hristiyan azınlıklar gizli veya açıktan açığa kendi özel emel ve maksatlarını gerçekleştirmeye devleti bir an önce çökertmeye çalışıyorlar.

Sonradan elde edilen güvenilir bilgi ve belgelerle iyice anlaşılmıştır ki, İstanbul Rum Patrikhanesi'nde kurulan Mavri Mira Hey'eti illerde çeteler kurmak ve idare etmek, gösteri toplantıları ve propagandalar yaptırmakla meşgul. Yunan Kızılhaç'ı ve Resmî Göçmenler Komisyonu , Mavri Mira Hey'eti'nin çalışmalarını kolaylaştırmakla görevli. Mavri Mira Hey'eti tarafını,olan yönetilen Rum okullarının izni teşkilâtları, yirmi yaşından yukarı gençleri de içine almak üzere her yerde kuruluşunu tamamlıyor.

Ermeni Patriği Zazen Efendi de, Mavri Mira Hey'eti ile birlikte çalışıyor. Ermeni hazırlığı da tıpkı Rum hazırlığı gibi ilerliyor. Trabzon, Samsun ve bütün Karadeniz sahillerinde örgütlenmiş olan ve 4 İstanbul'daki merkeze bağlı bulunan Pontus Cemiyeti hiç bir engelle karşılaşmadan kolaylıkla ve başarıyla çalışıyor.



BUNLARA KARŞI DÜŞÜNÜLEN KURTULUŞ ÇARELERİ

 



Durumun dehşet ve korkunçluğu karşısında, her yerde, her bölgede birtakım kimseler tarafından kurtuluş çareleri düşünülmeye başlanmıştı. Bu düşünce ile yapılan teşebbüsler birtakım kuruluşlarıdoğurdu. Örnek olarak, Edirne ve çevresinde Trakya - Paşaeli adıyla bir dernek vardı. Doğuda Erzurum'da ve Elâzığ'da Rele genel merkezi İstanbul'da olmak üzere Vilâyât-ı Şarkiye Müdafaa-i hukuk-ı Milliye Cemiyeti kurulmuştu. Trabzon'da Muhafaza-i Hukukadında bir dernek bulunduğu gibi, İstanbul'da da Trabzon ve Havalisi Adem-i Merkeziyet Cemiyeti vardı. Bu dernek merkezinin gönderdiği temsilcilerle, Of ilçesinde ve Rize sancağında da şubeler açılmıştı.

İzmir'in işgal edileceği konusunda Mayısın on üçünden beri açıktan belirtiler görmüş olan İzmir'deki bazı genç vatanseverler, ayın 14/15'inci gecesi, kendi aralarında bu acıklı durumla ilgili görüşmeler yapmışlar; bir oldubittiye geldiğine şüphe kalmayan Yunan işgalinin ilhakla sonuçlanmasına engel olma kararında birleşerek, Redd-i İlhak ilkesini ortaya atmışlardır. Aynı gece, bu ilkenin yaygınlaştırılmasını sağlamak üzere İzmir'de Yahudi Maşatlığı'na toplanabilen halk tarafından bir gösteri toplantısı yapılmışsa da, ertesi gün sabahleyin Yunan askerlerinin rıhtımda görülmesiyle, bu teşebbüsten beklendiği ölçüde sonuç alınamamıştır.



MİLLİ KURULUŞLAR SİYASİ AMAÇ VE HEDEFLERİ

 



Bu derneklerin kuruluş amaçları ve siyasî hedefleri hakkında kısaca bilgi vermek uygun olur görüşündeyim.

Trakya Paşaeli Cemiyeti'nin ileri gelenlerinden bazıları ile daha İstanbul'da iken görüşmüştüm. Bunlar, Osmanlı Devleti'nin çökeceğini çok kuvvetli bir ihtimal olarak görüyorlardı. Osmanlı vatanının parçalanma tehlikesi karşısında, Trakya'yı, mümkün olursa, buna Batı Trakya'yı da ekleyerek ve bir bütün olarak İslâm ve Türk topluluğu halinde kurtarmayı düşünüyorlardı. Fakat bu amacı gerçekleştirmek üzere ogün için akıllarına gelen tek çare, İngiltere'nin, bu mümkün olmazsa, Fransa'nın yardımını sağlamaktı. Bu maksatla bazı yabancı devlet adamları ile temas kurma ve görüşme imkânları da aramışlardı. Amaçlarının bir Trakya Cuınhuriyeti kurmak olduğu anlaşılıyordu.

Vilâyât-ı Şarkiye Müdafaa-i Hukuk-ı Milliye Cemiyeti'nin kuruluş amacı da (tüzüklerinin 2. maddesi), Doğu illerinde oturan bütün halkın dinî ve siyasî haklarının serbestçe kullanılmasını sağlayacak meşru yollara başvurmak, bu illerdeki müslüman halkın tarihî ve millî haklarını gerektiğinde medeniyet dünyası karşısında savunmak, Doğu illerinde yapılan zulüm ve cinayetlerin sebepleri ile bunları işleyenler ve sebep olanlar hakkında tarafsız soruşturma yapılarak suçluların sür'atle cezalandırılmalarını istemek. Yerli halk ile azınlıklar arasındaki anlaşmazlığın giderilmesine ve eskiden olduğu gibi iyi ilişkilerin sağlamlaştırılmasına gayret etmek, savaş durumunun Doğu illerinde yarattığı yıkım ve yoksulluğa, hükûmet nezdinde teşebbüslerde bulunarak elden geldiğince çare aramaktan ibaretti.

İstanbul'daki yönetim merkezinden verilmiş olan bu direktife uygun olarak, Erzurum şubesi, Doğu illerinde Türk'ün haklarını korumakla birlikte, Ermeni göçü sırasında görülen kötü davranışlarla halkın hiçbir ilgisi bulunmadığını, Ermeni mallarının Rus istilâsına kadar korunduğunu, buna karşılık müslümanlara pek gaddarca davranıldığını; hattâ verilen emre aykırı olarak, göçten alıkonan bazı Ermenilerin koruyucularına karşı yaptıkları kötülükleri, güvenilir belgelerle medeniyet dünyasına duyurmaya ve Doğu illerine dikilmiş olan hırs yüklü bakışları hükümsüz bırakacak çalışmalar yapmaya karar veriyor (Erzurum şubesinin basılı bildirisi )

Vilâyât-ı Şarkiye Müdafaa-i Hukuk-ı MiIliye Cemiyeti'nin Erzurum şubesini ilk olarak kuran kimseler, Doğu illerinde yapılan propagandalar ile bunların hedeflerini, Türklük, Kürtlük - Ermenilik meselelerini bilim, teknik ve tarih açılarından inceleyip araştırdıktan sonra, ilerideki çalışmalarını şu üç noktada topluyorlar (Erzurum şubesinin basılı raporu) :

1. Kesinlikle göç etmemek,

2. Derhal ilmî, iktisadî ve dinî bakımlardan teşkilâtlanmak,

3. Saldırıya uğrayacak Doğu illerinin her köşesini savunmada birleşmek,

Vilâyât-ı Şarkiye Müdafaa-i Hukuk-ı Milliye Cemiyeti'nin İstanbul'daki yönetim merkezinin, medenî ve ilmî yollara başvurarak maksada ulaşabileceği konusunda fazla iyimser olduğu anlaşılıyor. Gerçekten de bu yolda çalışmalar yapmaktan geri durmuyor. Doğu illerindeki müslüman unsurların haklarını savunmak üzere I.e Pays adında Fransızca bir gazete yayınlıyor. Hâdisât gazetesinin çıkarma hakkını alıyor. Bir yandan da İstanbul'daki İtilâf Devletleri temsilcilerine ve İtilâf Devletleri Başbakanlarına muhtıra veriyor: Avrupa'ya bir hey'et gönderme teşebbüsünde bulunuyor.

Bu açıklamalardan kolaylıkla anlaşılacağını sanırım ki, Vilâyât-ı Şarkiye Müdafaa-i Hukuk-ı Milliye Cemiyeti'nin kuruluşuna yol açan asıl sebep ve düşünce, Doğu illerinin Ermenistan'a verilmesi ihtimali oluyor. Bu ihtimalin gerçekleşmesinin de Doğu illeri nüfusunda Ermenilerin çoğunlukta gösterilmesine ve tarihî haklar bakımından onlara öncelik tanınmasına çalışanların, ilmî ve tarihî belgelerle dünya kamuoyunu aldatmayı başarmalarına ve bir de müslüman halkın Ermenileri topluca öldüren barbarlar olduğu iftirasının bir gerçekmiş gibi kabulüne bağlı olduğu düşüncesi ağır basıyor. İşte bundan dolayıdır ki, dernek, aynı gerekçeye dayanarak ve aynı yollardan yürüyerek tarihî ve millî hakları savunmaya çalışıyor.

Karadeniz sahilindeki bölgelerde de bir Rum Pontus hükûmeti kurulacağı korkusu vardı. Müslüman halkı Rumların boyunduruğu altında bırakmayıp onların yaşama ve var olma haklarını koruma gayesiyle, bazı kimseler Trabzon'da da ayrıca bir dernek kurmuşlardı.

Merkezi İstanbul'da olan Trabzon ve Havalisi Adem-i Merkeziyet Cemiyeti'nin amacı ve siyasî hedefi adından anlaşılmaktadır. Her halde merkezden ayrılmak gayesini güdüyor.



MEMLEKET İÇİNDE VE İSTANBUL'DA MİLLİ VARLIĞA DÜŞMAN KURULUŞLAR

 



Kurulma yolundaki bu dernekler dışında, memleket içinde daha başka birtakım dernek ve kuruluşlar da ortaya çıkmıştır. Bunlar arasında Diyarbakır, Bitlis, Elâzığ illerinde, İstanbul'dan idare edilen Kürt Teali Cemiyeti vardı. Bu derneğin amacı yabancı devletlerin himâyesi altında bir Kürt devleti kurmaktı.

Konya ve dolaylarında İstanbul'dan yönetilen Tealî-i İslâm Cemiyeti'nin kurulmasına çalışılıyordu. Memleketin hemen her tarafında itilâf ve Hürriyet , Sulh ve Selâmet Cemiyetleri de vardı.



İNGİLİZ MUHİPLERİ CEMİYETİ

 

 



İstanbul'da çeşitli maksatlarla gizli ve açık olmak üzere kurulmuş, parti veya dernek adı altında birtakım kuruluşlar da vardı.

İstanbul'da önemli sayılabilecek kuruluşlardan biri İngiliz Muhipleri Cemiyeti idi. Bu addan, İngilizlere dost olanların kurduğu bir dernek anlaşılmasın. Bence, bu derneği kuranlar kendi şahıslarını ve kendi çıkarlarını gözetenler ile, kendi çıkarlarının korunma çaresini Lloyd George (Loyt Corc) hükûmeti aracılığı ile İngiliz himâyesini sağlamakta arayanlardır. Bu zavallıların, İngiliz Devleti'nin Osmanlı Devleti'ni bir bütün olarak korumak ve himaye etmek isteğinde olup olamayacağını bir defa olsun dikkate alıp almadıkları, üzerinde düşünülmeye değer.

Bu derneğe girenlerin başında Osmanlı Padişahı ve Halîfe-i Rûy-i Zemîn ünvanını taşıyan Vahdettin, Damat Ferit Paşa, Dahiliye Nâzırı olan Ali Kemal, Âdil ve Mehmet Ali Beyler ile Sait Molla bulunuyordu. Dernekte Rahip Frew (Fru) gibi İngiliz milletinden bazı macera heveslileri de vardı. Yapılan işlemlerden ve gösterilen faaliyetlerden anlaşıldığına göre, derneğin başkanı Rahip Frew idi:

Bu derneğin iki yönü ve iki ayrı niteliği vardı. Biri açık yönü ve usulüne uygun teşebbüslerle İngiliz himâyesini sağlama amacına yönelmiş olan niteliği idi. Öteki de gizli yönüydü. Asıl faaliyet bu gizli yöndeydi. Memleket içinde örgütlenerek isyan ve ihtilâl çıkarmak, millî şuuru felce uğratmak, yabancı müdahalesini kolaylaştırmak gibi haince teşebbüsler, derneğin bu gizli kolu tarafından idare edilmekte idi. Sait Molla 'nın derneğin açıktan yaptığı çalışmalarında olduğu gibi gizli çalışmalarında da ondan daha çok rol oynadığı görülecektir. Bu dernek hakkında söylediklerim, sırası geldikçe yapacağım açıklamalar ve gereğinde göstereceğim belgelerle daha kolay anlaşılacaktır.

AMERİKAN MANDASI İSTEYENLER

 



İstanbul'da erkekli kadınlı ileri gelen bir kısım kimseler de gerçek kurtuluşun Amerikan mandasını sağlamakta olduğu görüşünde idiler.

Bu görüşte olanlar, düşüncelerinde çok direndiler. En doğru yolun kendi görüşlerinin benimsenmesinde olduğunu ispata çok çalıştılar. Sırası gelince bu konuda da bazı açıklamalar yapacağım.





ORDUMUZUN DURUMU

 



Genel durumu ortaya koyabilmek için ordu birliklerinin nerelerde ve ne durumda olduklarını da açıklamak isterim. Anadolu'da başlıca iki ordu müfettişliği kurulmuştu.

Ateşkes anlaşması ilân edilir edilmez, birliklerin savaşçı erleri terhis edilmiş, silâh ve cephanesi elinden alınmış, savaş gücünden yoksun bir takım kadrolar haline getirilmiştir.

Merkezi Konya'da bulunan İkinci Ordu Müfettişliği'ne bağlı birliklerin durumu şöyle idi :

Bir tümeni (41'inci Tümen) Konya'da, bir tümeni de (23'üncü Tümen) Afyonkarahisarı'nda bulunan 12'nci Kolordu, karargâhıyla Konya'da bulunuyordu. İzmir'de esir olan 17'nci Kolordu'nun, Denizli'de bulunan 57'nci Tümeni de bu kolorduya bağlanmıştı.

Bir tümeni (24'üncü Tümen) Ankara'da, bir tümeni de ( 11'inci Tümen) Niğde'de bulunan 20'nci Kolordu, karargâhıyla Ankara'da idi. İzmit'te bulunan 1'inci Tümen, İstanbul'daki 25'inci Kolordu'ya bağlanmıştı. İstanbul'da da 10'uncu Kafkas Tümeni vardı.

Balıkesir ve Bursa bölgesinde bulunan 61'inci ve 56'ncı Tümenler karargâhı Bandırma'da bulunan İstanbul'a bağlı 14'üncü Kolordu'yu oluşturuyordu. Bu kolordunun komutanı, Meclis'in açılışına kadar, merhum Yusuf İzzet Paşa idi.

3'üncü Ordu Müfettişliği ki, müfettişi ben idim; karargâhımla Samsun'a çıkmış bulunuyordum. Doğrudan doğruya emrim altında olmak üzere iki kolordu vardı. Bunlardan biri, merkezi Sivas'ta bulunan 3'üncü Kolordu'dur. Komutanı yanımda getirdiğim Albay Refet Bey'dir. Bu kolorduya bağlı bir tümenin ( 5'inci Kafkas Tümeni ) merkezi Amasya'da, ötekinin merkezi de Samsun'daydı. Diğeri, merkezi Erzurum'da bulunan 15'inci Kolordu idi. Komutanı Kâzım Karabekir Paşa'ydı. Bu kolordunun tümenlerinden birinin' (9'uncu Tümen) merkezi Erzurum'da, komutanı Rüştü Bey; ötekinin (3'üncü Tümen) merkezi Trabzon'da idi. Komutanı Yarbay Hâlit Bey' di. Hâlit Bey İstanbul'a çağrılmış olduğundan komutadan çekilerek Bayburt'ta gizlenmiş, tümen vekâletle idare ediliyor. Kolordunun öteki iki tümeninden 12'nci Tümen, Hasankale'nin doğusunda sınırda,11'inci Tümen Bayezıt'ta bulunuyordu.

Diyarbakır bölgesinde bulunan 2 tümenli 13'üncü Kolordu müstakildi. İstanbul'a bağlı bulunuyordu. Bir tümeni (2'nci Tümen) Siirt'te öteki tümeni (5'inci Tümen) Mardin'de idi.



MÜFETTİŞLİK GÖREVİMİN GENİŞ YETKİLERİ

 



Benim, bu iki kolorduya doğrudan doğruya emir ve komuta vermekten daha ileri bir yetkim vardı ki, müfettişlik bölgesine yakın olan askerî birliklere de tebligat yapabilecektim. Aynı şekilde bölgemde bulunan ve bölgeme komşu olan illere de tebligatta bulunabilecektim.

Bu yetkiye göre, Ankara'da bulunan 20'nci Kolordu ve bunun bağlı bulunduğu müfettişlik ile, Diyarbakır'daki kolordu ile ve hemen hemen Anadolu'nun bütün sivil yönetim amirleriyle ilşkiler kurabilecek ve yazışmalar yapabilecektim.

Bu geniş yetkinin, beni İstanbul'dan sürmek ve uzaklaştırmak maksadıyla Anadolu'ya gönderenler tarafından, bana nasıl verilmiş olduğu garibinize gidebilir. Hemen ifade etmeliyim ki, onlar bu yetkiyi bana bilerek ve anlayarak vermediler. Ne pahasına olursa olsun, benim İstanbul'dan uzaklaşmamı isteyenlerin buldukları gerekçe Samsun ve dolaylarındaki güvensizlik olaylarını yerinde görüp tedbir almak üzere Samsun'a kadar gitmekti. Ben, bu görevin yerine getirilmesinin bir makam ve yetki sahibi olmaya bağlı bulunduğunu ileri sürdüm. Bunda hiçbir sakınca görmediler. O tarihte Genelkurmay'da bulunan ve benim maksadımı bir dereceye kadar sezmiş olan kimselerle görüştüm. Müfettişlik görevini buldular; yetki konusu ile ilgili talimatı da ben kendim yazdırdım. Hattâ Harbiye Nazırı olan Şakir Paşa , bu talimatı okuduktan sonra, imzalamaya çekinmiş; anlaşılır anlaşılmaz bir biçimde mührünü basmıştır.



GENEL DURUMUN DAR BİR ÇERÇEVE İÇİNDEN GÖRÜNÜŞÜ

 



Bu açıklamalardan sonra, genel durumu daha dar bir çerçeve içine alarak, çabucak ve kolayca hep birlikte gözden geçirelim :

Düşman devletler, Osmanlı devlet ve memleketine karşı maddî ve manevî saldırıya geçmişler. Onu yoketmeye ve paylaşmaya karar vermişler. Padişah ve halife olan zat, hayat ve rahatını kurtarabilecek çareden başka bir şey düşünmüyor. Hükûmeti de aynı durumda. Farkında olmadığı halde, başsız kalmış olan millet, karanlıklar ve belirsizlikler içinde olup bitecekleri beklemekte. Felâketin dehşet ve ağırlığını kavramaya başlayanlar, bulundukları çevreye ve alabildikleri etkilere göre kendilerince kurtuluş çaresi saydıkları tedbirlere başvurmakta... Ordu, ismi var cismi yok bir durumda. Komutanlar ve subaylar, I. Dünya Savaşı'nın bunca çile ve güçlükleriyle yorgun, vatanın parçalanmış olduğunu görmekle yürekleri kan ağlıyor; gözleri önünde derinleşen karanlık felâket uçurumu kenarında beyinleri bir çare, kurtuluş çaresi aramakla meşgul...

Burada pek önemli olan bir noktayı da belirtmeli ve açıklamalıyım. Millet ve ordu, Padişah ve Halife'nin hâinliğinden haberdar olmadığı gibi, o makama ve o makamda bulunana karşı asırların kökleştirdiği din ve gelenek, bağları dolayısıyla da içten gelerek boyun eğmekte ve sadık. Millet ve ordu bir yandan kurtuluş çaresi düşünürken bir yandan da yüzyıllardır süregelen bu alışkanlık dolayısıyla, kendinden önce, yüce hilâfet ve saltanat makamının kurtarılmasını ve dokunulmazlığını düşünüyor. Halifesiz ve padişahsız kurtuluşun anlamını kavrama yeteneğinde değil... Bu inanca aykırı bir düşünce ve görüş ileri süreceklerin vay haline! Derhal dinsiz, vatansız, hain ve istenmeyen kişi olur...

Diğer önemli bir noktayı da belirtmek gerekir. Kurtuluş çaresi ararken İngiltere, Fransa, İtalya gibi büyük devletleri gücendirmemek temel ilke olarak kabul edilmekte idi. Bu devletlerden yalnız biri ile bile başa çıkılamayacağı kuruntusu hemen bütün kafalarda yer etmişti. Osmanlı Devleti'nin yanında, koskoca Almanya, Avusturya - Macaristan varken hepsini birden yenip yerlere seren İtilâf kuvvetleri karşısında, yeniden onlarla çatışmaya varabilecek durumlara girmekten daha büyük mantıksızlık ve akılsızlık olamazdı.

Bu zihniyette olan yalnız halk değildi; özellikle seçkin ve aydın denen insanlar böyle düşünüyordu.

O halde, kurtuluş çaresi ararken iki şey söz konusu olmayacaktı. Önce, İtilâf Devletleri'ne karşı düşmanca tavır alınmayacak; sonra, Padişah ve Halife'ye canla başla bağlı ve sadık kalmak temel şart olacaktı.



DÜŞÜNÜLEN KURTULUŞ ÇARELERİ

 



Şimdi Efendiler, müsaade buyurursanız size bir soru sorayım : Bu durum ve şartlar karşısında kurtuluş için nasıl bir karar akla gelebilirdi?

Açıkladığım hususlara ve yaptığım gözlemlere göre üç türlü karar ortaya atılmıştır.

Birincisi, İngiliz himâyesini istemek

İkincisi, Amerikan mandasını istemek,

Bu iki türlü karar sahipleri, Osmanlı Devleti'nin bir bütün halinde korunmasını düşünenlerdir. Osmanlı topraklarının çeşitli devletler arasında taksimi yerine, imparatorluğu tek bir devletin koruyuculuğu altında bulundurmayı tercih edenlerdir.

Üçüncü karar, bölgesel kurtuluş çarelerine başvurmuştur. Söz gelişi, bazı bölgeler kendilerinin Osmanlı Devleti'nden koparılacağı görüşüne karşı ondan ayrılmama tedbirlerine başvuruyordu. Bazı bölgeler de Osmanlı Devleti'nin ortadan kaldırılacağını ve Osmanlı ülkesinin taksìm edileceğini oldubitti kabul ederek kendi başlarını kurtarmaya çalışıyordu.

Bu üç türlü kararın gerekçesi yaptığım açıklamalarda yer almıştır.



BENİM KARARIM

 



Efendiler, ben bu kararların hiçbirinde isabet görmedim. Çünkü bu kararların dayandığı bütün deliller ve mantıklar çürüktü, temelsizdi. Gerçekte içinde bulunduğumuz o tarihte, Osmanlı Devleti nin temelleri çökmüş, ömrü tamamlanmıştı. Osmanlı memleketleri tamamen parçalanmıştı. Ortada bir avuç Türk'ün barındığı bir ata yurdu kalmıştı. Son mesele bunun da taksimini sağlamaya çalışmaktan ibaretti. Osmanlı Devleti onun istiklâli padişah, halife, hükûmet, bunların hepsi anlamı kalmamış birtakım boş sözlerden ibaretti.

Neyin ve kimin dokunulmazlığı için kimden ne gibi yardım sağlanmak isteniyordu?

O halde ciddî ve gerçek karar ne olabilirdi?

Efendiler, bu durum karşısında bir tek karar vardı. O da milIî hâki'miyete dayanan, kayıtsız şartsız, bağımsız yeni bir Türk devleti kurmak!

İşte, daha İstanbul'dan çıkmadan önce düşündüğümüz ve Samsun'da Anadolu topraklarına ayak basar basmaz uygulanmasına başladığımız karar, bu karar olmuştur.



YA İSTİKLAL YA ÖLÜM

 



Bu kararın dayandığı en güçlü muhakeme ve mantık şuydu :

Temel ilke, Türk milletinin haysiyetli ve şerefli bir millet olarak yaşamasıdır. Bu ilke, ancak tam istiklâle sahip olmakla gerçekleştirilebilir. Ne kadar zengin ve bolluk içinde olursa olsun istiklâlden yoksun millet, medeni insanlık dünyası karşısında uşak olmak mevkiinden yüksek bir muameleye layık görülemez.

Yabancı bir devletin koruyup kollayıcılığını kabul etmek insanlık vasıflarından yoksunluğu, güçsüzlük ve miskinliği itiraftan başka bir şey değildir.Gerçekten de bu seviyesizliğe düşmemiş olanların, isteyerek başına bir yabancı efendi getirmelerine asla ihtimal verilemez.

Halbuki Türk'ün haysiyeti, gururu ve kaabiliyeti çok yüksek ve büyüktür. Böyle bir millet esir yaşamaktansa yok olsun daha iyidir!...

O halde, ya istiklal ya ölüm!

İşte gerçek kurtuluş isteyenlerin parolası bu olacaktır. Bir an için, bu kararın uygulanmasında başarısızlığa uğranacağını farz edelim. Ne olacaktı? Esirlik!

Peki efendim. Öteki karalara boyun eğme durumunda sonuç bunun aynı değil miydi?

Şu farkla ki, istiklali için ölümü göze alan bir millet, insanlık haysiyet ve şerefinin gereği olan bütün fedakarlığı yapmakla teselli bulur ve hiç şüphesiz, esirlik zincirini kendi elleriyle boynuna geçiren miskin, haysiyetsiz bir millete bakarak dost ve düşman gözündeki yeri bambaşka olur.

Sonra, Osmanlı hânedan ve saltanatının devam ettirilmesine çalışmak, elbette Türk milletine karşı en büyük kötülüğü işlemekti. Çünkü, millet her türlü fedakarlığı göze alarak istiklalini kazanmış olsa da, saltanat sürüp gittiği taktirde, bu istiklale kazanılmış gözüyle bakılamazdı. Artık ,vatan ve milletle hiçbir vicdan ve fikir bağlantısı kalmamış bir sürü delinin, devlet ve milletin istiklâl ve haysiyetinin koruyucusu mevkiinde bulundurulmasına nasıl göz yumulabirdi?

Halifeliğin durumuna gelince, ilim ve tekniğin nurlara boğduğu gerçek medeniyet dünyasında gülünç sayılmaktan başka bir yanı kalmış mıydı?

Görülüyor ki, verdiğimiz kararın uygulanmasını sağlayabilmek için daha milletin alışkın olmadığı bazı konulara dokunmak gerekiyordu. Ortaya atılmasında, kamuoyu bakımından büyük sakıncalar doğuracağı sanılan hususların dile getirilmesinde kaçınılmaz bir zaruret vardı.

Osmanlı Hükumeti'ne, Osmanlı padişahına ve Müslümanların halifesine başkaldırmak, bütün milleti ve orduyu ayaklandırmak gerekiyordu.



UYGULAMAYI SAFHALARA AYIRMAK VE BASAMAK BASAMAK İLERLEYEREK HEDEFE VARMAK

 



Türk ata yurduna ve Türk'ün istiklâline saldıranlar kimler olursa olsun, onlara bütün milletçe silâhla karşı koymak ve onlarla çarpışmak gerekiyordu. Bu önemli kararın bütün gerek ve zaruretlerini daha ilk gününde açığa vurup ifade etmek, elbette isabetli olamazdı. Uygulamayı birtakım safhalara ayırmak, olaylardan ve olayların akışından yararlanarak milletin duygu ve düşüncelerini hazırlamak ve basamak basamak ilerleyerek hedefe ulaşmaya çalışmak gerekiyordu. Nitekim öyle olmuştur. Eğer dokuz yıllık faaliyetimiz ve yaptıklarımız bir mantık silsilesi ile gözden geçirilirse, ilk günden bugüne kadar takip ettiğimiz genel doğrultunun, ilk kararın çizdiği yoldan ve yöneldiği hedeften asla sapmamış olduğu kendiliğinden anlaşılır.

Burada, zihinlerde yer etmiş olması ihtimali bulunan bazı kararsızlık düğümlerinin çözülmesini kolaylaştırmak için, bir gerçeği hep birlikte gözden geçirmeliyiz. Yapılan Millî Mücadele dıştan gelen saldırıya karşı vatanın kurtuluşunu tek hedef olarak kabul ettiğine göre, bu Millî Mücadele'nin, başarıya yaklaştıkça, safha safha bugünkü döneme kadar millî irade rejiminin bütün ilke ve gereklerini yerine getirmesi tabiî ve kaçınılmaz bir tarihî akış idi. Bu kaçınılmaz tarihî akışı gelenekten gelen alışkanlığı ile hemen sezmiş olan hükümdar ailesi, ilk andan başlayarak Milli Mücadele'nin amansız düşmanı kesildi. Bu kaçınılmaz tarihî akışı daha başlangıçta ben de görmüş ve sezmiştim. Ancak, sonuna kadar devam etmiş olan bu sezgimizi başlangıçta bütün yönleri ile açığa vurup ifade etmedik. Gelecekteki ihtimaller üzerinde fazla konuşmak, giriştiğimiz gerçek ve maddî mücadeleye hayalî bir macera niteliği verdirebilirdi. Dış tehlikenin yakın etkilerini derinden duyanlar arasında, geleneklerine, düşünce kabiliyetlerine ve ruh yapılarına aykırı olan muhtemel değişmelerden ürkeceklerin ilk anda direnme güçlerini harekete geçirebílirdi. Başarı için pratik ve güvenilir yol, her safhayı vakti geldikçe uygulamaktı. Milletin gelişmesini ve yükselmesini sağlayacak doğru yol buydu. Ben de bu yolda yürüdüm.

Ancak, bu pratik ve güvenilir başarı yolu, yakın çalışma arkadaşlarım olarak tanınmış kimselerden bazıları ile aramızda zaman zaman görüşler, davranışlar veya yapılan çalışmalardaki uygulamalar bakımından temel veya ikinci derecede birtakım anlaşmazlıkların, kırgınlıkların ve hattâ ayrılmaların da sebebi ve açıklayıcısı olmuştur. Millî Mücadele'ye beraber başlayan yolculardan bazıları, millî hayatın bugünkü cumhuriyete ve cumhuriyet kanunlarına kadar uzanan gelişmelerinde, kendi fikir ve ruh kabiliyetlerinin kavrayış sınırı bittikçe bana karşı direnişe ve muhalefete geçmişlerdir. Bu noktalara, aydınlanmanız ve kamuoyunun aydınlanmasına yardımcı olmak için, sırası geldikçe birer birer işaret etmeye çalışacağım.



MİLLİ SIR

 



Bu son sözlerimi özetlemek gerekirse, diyebilirim ki, ben milletin vicdanında ve geleceğinde hissettiğim büyük gelişme kabiliyetini, bir millî sır gibi vicdanımda taşıyarak, yavaş yavaş bütün bir topluma uygulatmak mecburiyetinde idim.



ORDU İLE TEMAS

 



Şimdi Efendiler, ilk iş olmak üzere, bütün ordu ile temasa geçmek gerekiyordu. Erzurum'daki 15' inci Kolordu Komutanı'na 21 Mayıs 1919'da yazdığım bir şifrede :

"Genel durumumuzun almakta olduğu tehlikeli şekilden pek üzüldüğümü ve elem duyduğumu, millet ve memlekete borçlu olduğumuz bu son vicdan görevini yakından, ortak bir çalışma ile yerine getirmemin mümkün olacağı inancı ile bu son memuriyeti kabul ettiğimi; bir an önce Erzurum'a gitmek isteğinde bulunduğumu, ancak, Samsun ve dolayları güvenlik yetersizliği yüzünden kötü bir sona uğrama tehlikesi ile karşı karşıya geldiğinden, buralarda birkaç gün daha kalmak zarureti doğduğunu bildirdikten sonra, beni şimdiden aydınlatmaya yarayacak hususlar varsa bildirilmesini rica ettim.

Gerçekten de Samsun ve dolaylarında Rum çetelerinin Müslüman halka saldırması ve zaten vasıtasız bırakılmış olan bölge yöneticilerinin yabancıların da işe karışmaları yüzünden hiçbir tedbir alamaması, durumu güçleştirmişti.

Tanıdığımız ve kendisinden büyük enerji beklediğimiz bir zatın Samsun'a mutasarrıf olarak tayinini sağlamak için teşebbüste bulunmakla birlikte, 3'üncü Kolordu Komutanı'nı geçici olarak Canik mutasarrıflığına atadım. Bölgede elden gelen bütün tedbirlerin alınmasına, özellikle halkın gerçek durum üzerinde aydınlatılmasına ve orada bulunan yabancı birlik ve subaylardan çekinmeye ve korkmaya gerek olmadığının anlatılmasına önem verildi ve hemen o bölgede millî teşkilât kurulmasına girişildi.

23 Mayıs 1919'da Ankara'da bulunan 20'nci Kolordu Komutanı'na : Samsun'a geldiğimi, kendisi ile daha sıkı ilişki kurmak istediğimi ve İzmir dolaylarına dair daha kolaylıkla alabileceği bilgilerden haberdar olmak istediğimi bildirdim.

Bu kolordunun durumu ile daha İstanbul'da iken ilgilenmiştim. Güneyden Ankara bölgesine trenle nakli söz konusu idi. Bu nakliyatın engellenmekte olduğunu anlamış bulunduğumdan, İstanbul'dan hareketim günlerinde Genelkurmay Başkanı olan Cevat Paşa'dan,kolordunun trenle nakli gecikirse, karadan yürüyerek Ankara'ya sevkini rica etmiştim. Bundan dolayı sözünü ettiğim şifreli telgrafımda,20'nci Kolordu birliklerinin bütün mevcudu ile Ankara'ya gelmeyi başarıp başaramayacağını sordum. Canik sancağı hakkında bilgi verdikten sonra, bir iki güne kadar Samsun'dan karargâhımla bir süre için Havza'ya gideceğimi ve mutlaka Samsun'dan hareketimden önce beni aydınlatacak bilgileri beklediğimi yazdım.

20'nci Kolordu Komutanından, üç gün sonra 26 Mayıs 1919'da aldığım cevapta İzmir'den düzenli bilgi alamadıklarını, Manisa'nın da işgal edildiğini telgraf memurlarının haber verdiğini, kolordunun Ereğli'de bulunan birliklerinin hepsini trenle nakletmeyi başaramadıklarından karadan yürüyüşe başladıklarını, ancak aradaki uzaklık dolayısıyla Ankara'ya ne zaman varacaklarının belli olmadığını bildiriyordu.

Kolordu Komutanı aynı telgrafında Afyonkarahisar'da bulunan 23'üncü Tümen'in mevcudunun azlığından ve orada ellerine geçen erleri bu tümene göndermekte olduklarından söz ettikten sonra, Kastamonu ve Kayseri dolaylarından, güvenlik bozucu bazı olaylarla ilgili haberler gelmeye başladığını bildiriyor ve zaman zaman bilgi vereceğini yazıyordu.

27 Mayıs 1919 tarihinde, Havza'dan, 20' nci Kolordu Komutanı'ndan ve aynı zamanda bu kolordunun bağlı bulunduğu Konya'daki Ordu Müfettişliği'nden, Afyonkarahisar'daki tümenin takviyesi için hangi kaynaklardan yararlanılmakta olduğunu ve kuvvetinin arttırılmasına maddi imkân bulunup bulunmadığını, bugünkü şartlara ve durumumuza göre bu tümene nasıl bir görev verilmesinin düşünüldüğünü sordum.

Kolordu Komutanı, 28 Mayıs 1919'da sorduğum hususlarla ilgili bilgi veriyor ve 23'üncü Tümen düşman bir işgal durumu karşısında yerini terketmeyecek ve saldırıya uğrarsa bölge halkından alacağı yardımla kendi kesimini savunacaktır diyordu.

Ordu Müfettişi de 30 Mayıs 1919'da verdiği cevapta 23'üncü Tümen, Karahisar'daki güvenliği korumakla birlikte, her türlü işgal olayına her türlü vasıtayla karşı koyacaktır diyordu. Bu vasıtaların hazırlanmakta olduğunu ve Konya'da orduya yardımcı olabilecek bir kuvvetin hazırlanmasına çalışıldığını, ancak bu kuvvetin bir adının ve ünvanının bulunmadığını bildiriyordu.

Ben, müfettişliğe yazdığım telgrafta, Konya'da bir vatan ordusu kurulmaktadır, diye bazı haberler yayılmıştır, bunun içyüzü ve teşkilatı nedir demiştim. Böyle bir soruyu yöneltmekten maksadım, biraz da onları özendirmek ve harekete geçirmekti. Müfettişliğin verdiği son bilgi bunun üzerinedir.

Kolordu Komutanı bu açıklama isteğime Konya'da vatan ordusunun kurulduğundan haberdar değilim demişti.

20' nci Kolordu ve Konya'daki Ordu Müfettişliği ile kurduğum temas sonunda edindiğim bilgilerden, dikkat ve uyanıklığı gerektiren noktaları 1 Haziran 1919'da Erzurum'daki 15'inci Kolordu, Samsun'daki 3' üncü Kolordu ve Diyarbakır'daki 13' ncü Kolordu Komutanlarına bildirdim.

Trakya'da bulunan kuvvet ve komuta durumunu bilmiyordum. O bölge ile de temas kurmak gerekiyordu. Bu maksatla İstanbul'da, Genel Kurmay Başkanı Cevat Paşa'dan 16 Haziran 1919'da özel şifre ile - Cevat Paşa ile İstanbul'dan ayrıldığım gün gizli ve özel bir şifre kararlaştırmıştık-, Edirne'de Kolordu Komutanının kim olduğunu ve Cafer Tayyar Bey'in nerede bulunduğunu sordum. Cevat Paşa 17 Haziranda cevap verdi. Cafer Tayyar Bey'in 1'inci Kolordu Komutanı olarak Edirne'de bulunduğunu öğrendim.

Amasya'dan 18 Haziran 1919 tarihinde, Edirne'de 1'inci Kolordu Komutanı Cafer Tayyar Bey 'e şifre ile verdiğim direktifte başlıca şu hususları belirttim : Millî istiklâlimizi boğan ve vatanımızın parçalanması tehlikelerini hazırlayan İtilâf Devletleri'nin yaptıkları, İstanbul hükûmetinin esir ve güçsüz durumu sizce de bilinmektedir.

Milletin kaderini böyle bir hükûmetin eline teslim etmek, yıkılmaya mahkûm olmaktır.

Trakya ve Anadolu'daki millî teşkilâtların birleştirilmesi ve milletin sesini bütün gürlüğü ile dünyaya duyurabilmesi için, güvenli biryer olan Sivas'ta ortak ve güçlü bir hey'et kurulması kararlaştırılmıştır.

Trakya Paşaeli Cemiyeti, yetki sahibi olmamak üzere İstanbul'da bir hey'et bulundurabilir.

Ben İstanbul'da iken Trakya Cemiyeti üyelerinden bazılarıyla görüşmüştüm. Şimdi zaman geldi. Gereken kimselerle gizlice görüşerek derhal teşkilât kurunuz ve benim yanıma da temsilci olarak değerli bir iki kişi gönderiniz. Onlar gelinceye kadar Edirne ilinin haklarının savunucusu olmak üzere, teşkilât üyelerinin beni vekil seçtiklerini belirten imzalı bir belgeyi kendi imzasıyla ve şifreli telgrafla bildiriniz.

İstiklâlimizi kazanıncaya kadar, bütün milletle birlikte fedakârca çalışacağıma mukaddesatım üzerine yemin ettim. Artık benim için Anadolu'dan hiçbir yere gitmemek kararı kesindir.

Trakya'nın manevî gücünü yükseltmek maksadıyla bu talimâta şu bilgileri de ekledim : Anadolu halkı baştan aşağı bölünmez bir bütün haline getirildi. Kararlar, istisnasız, bütün komuta hey'etleri ve arkadaşlarımızla birlikte alınıyor. Vali ve mutasarrıfların hemen hepsi bizimle beraberdir. Anadolu'daki millî teşkilât ilçe ve bucaklara kadar genişledi. İngiliz himayesi altında bağımsız bir Kürdistan kurulması ile ilgili propaganda ortadan kaldırıldı ve taraftarları yola getirildi. Kürtler Türklerle birleşti.



YUNAN ORDUSUNUN MANİSA VE AYDIN ÇEVRESİNİ İŞGALİ

 



Bu tarihe kadar Yunan ordusunun Manisa ve Aydın çevrelerini de işgal etmiş olduklarını öğrendim. Fakat, İzmir'de ve Aydın'da bulunduklarını bildiğim kuvvetlerin ne durumda olduklarına dair daha hiçbir yerden açık bir bilgi elde edemiyordum. Doğrudan doğruya bu kuvvet komutanlarına da bazı emirler yazmıştım. Nihayet 29 Haziran'da, 56' ncı Tümen Komutanı Bekir Sami Bey'in iki gün önceki tarihli bir şifreli telgrafını aldım.

56'ncı Tümen'e İzmir'de Hurrem Bey adında biri komuta ediyormuş. Bu zat ve İzmir'deki iki alayın kılıç artığı subaylarıyla birlikte hemen hepsi esir olmuşlar. Yunanlılar bunları gemilerle Mudanya'ya götürmüşler. Bekir Sami Bey, bu kılıç artıklarının komutasını ele almak üzere gönderilmiş.

Bekir Sami Bey, 27 Haziran 1919 tarihli telgrafında, 22 Haziran 1919 tarihli iki emrimi, ancak 27 Haziran'da Bursa'ya vardığında alabildiğini söylüyor. Verdiği bilgi ve yaptığı açıklamada : Millî gayeleri gerçekleştirecek yeterli vasıtaları bulamadığımdan ve tümenimi yeniden düzenleyip yoluna koyabilirsem daha iyi hizmetlerin yapılmasını mümküngördüğümden 21 Haziran sabahı Kula'dan Bursa'ya doğru harekete mecbur oldum. Bununla birlikte ve birçok engele rağmen, millî bir mücadelenin memleketin kurtarılması için kaçınılmaz olduğu düşüncesini her tarafa yaymayı başardım diyor. Düşündüklerime ve yaptıklarıma sarsılmaz inancı olduğunu bildiriyor. Bu konuda hemen temaslara başladığını, Çine'de bulunan 57'nci Tümen'e de emir vermemi, kendisine de emir vermekte devam etmemi istiyordu.



 

BÖLÜM 2



MİLLİ TEŞKİLATLARIN KURULMASI VE KONGRELER

 

MİTİNGLER, MİLLİ GÖSTERİLER

 



Verdiğim bu talimat üzerine her yerde gösteri toplantıları yapılmaya başlandı.

Yalnız, sınırlı birkaç yerde bazı yersiz korkularla kararsızlığa düşüldüğü anlaşılmıştır. Örnek olarak,15' inci Kolordu Komutanı'nın Trabzon hakkında gönderdiği 9 Haziran 1919 tarihli şifreden miting sırasında Rumların uygunsuz davranışlarda bulunabilecekleri hiç yoktan bir olay çıkabileceği düşüncesi ile, mitinge karar verilmişken bu kararın uygulanmadığı... mitingi düzenleyen heyetin toplantısında İstrati ve Polidis'in de hazır bulunduğu anlaşılıyordu.

Trabzon, Karadeniz kıyısında ve önemli bir merkez olduğundan orada millî teşebbüs ve faaliyetler konusunda gösterilen kararsızlık ve Yunanlılar aleyhinde millî gösteriler yapılması görüşmelerinde İstrative Polidis Efendiler 'i de bulundurmak gibi, teşebbüsün ciddiyetsizliğine delil sayılacak gevşeklikler, elbette İstanbul ve düşmanlar için pek değerli sayılacak belirtilerdir.

Verdiğim talimattaki esasları kötüye kullanacak kadar ustalık gösterenler de oldu. Söz gelişi Sinop'a yeni atanan bir mutasarrıf, orada yapılan gösterileri kendisi yönetiyor ve miting kararlarını kendisi yazıp halka imza ettirdiğini söylüyor ve bize de bir örneğini gönderiyor. Bu zatın zavallı halka gürültü patırtı arasında imza ettirdiği uzun yazılar içinde şu satırlar gizleniyordu : Türkler ilerleyip gelişemedi. Avrupa medeniyet esaslarını kabul edemedi ve benimseyemedi ise, bu da şimdiye kadar iyi bir yönetime kavuşamamış olmasından ileri gelmiştir. Türk milleti, ancak kendi padişahının saltanat ve hâkimiyeti altında olmak şartıyla, Avrupa'nın himâye ve kontrolu altında kurulacak bir yönetim şekli ile yaşayabilir.

Efendiler, Sinop halkı adına İtilâf Devletleri temsilcilerine verilen 3 Haziran 1919 tarihli bu muhtıranın altındaki imzalara göz gezdirirken, müftü vekili efendinin imzasından sonra gördüğüm imza, bilginize sunduğum satırları yazan ve yazdıran ruhu bana keşfettirdi. O imza, Hürriyet ve İtilâf Fırkası'nın ikinci başkanı olan zatın imzası idi.



MİLLİ GÖSTERİLERİN YANKILARI

 



Her yerde gösteriler yapılması için yaptığım tebligat tarihinden üç gün sonra, yani 31 Mayıs 1919'da Harbiye Nâzırı'nın şu telgrafını aldım : İngiltere Olağanüstü Komiserliği'nden Bâbıâlî'ye tebliğ olunup Harbiye Nezareti'ne verilen nota sureti aynen aşağıya çıkarılmıştır :

Bugüne kadar gelen raporlardan, 3'üncü Kolordu bölgesinde âdî haydutluk olaylarından başka bir şey görülmediği bilinmekle beraber, son notada bildirilen durumlar hakkında özel soruşturma yapılarak sonucunun acele bildirilmesini rica ederim.

31/8/1919 Harbiye Nazırı Şevket

 

Suret

1- Sivas'ın durumu ile orada olup bitenler ve bu şehirde yahut bu şehrin yakınında toplanmakta olan çok sayıdaki Ermeni mültecîlerinin güvenliği ile ilgili olarak son günlerde oldukça kaygı verici haberler almış olduğumu siz Sadrazam Hazretleri'nin yüksek katına bildirmekle şeref duyarım.

2 - Bundan dolayı askerî komutanın görev bölgesi içinde bulunan Ermenilerin iyi korunması ve hìmayeleri için elden gelen bütün tedbirleri almasını emreder ve herhangi bir şekilde öldürme veyahut kötü muamele olduğu takdirde, kendisinin doğrudan doğruya sorumlu tutulacağını bildiren bir telgrafın yüksek Harbiye Nezareti'nce adı geçen komutana acele olarak çekilmesi hususunda emir buyrulmasını siz Sadrazam Hazretleri'nin yüksek şahsiyetlerinden rica ederim.

3 - Bu talimata benzer bir talimatın ilgili sivil memurlara da verilmesini ayrıca rica ederim.

4 - Memleket içindeki güvenlik bozucu olaylar konusunda siz Sadrazam Hazretleri'nin yüksek şahsiyetlerinin ne kadar haklı bir endişe içinde bulunduklarını bildiğim için, siz Sadrazam Hazretleri'nin yüksek şahsiyetlerine ayrıca, işbu uyulacağından eminim.

5 - Sözkonusu olan talimatın gönderildiği tarih hakkında verilecek bilginin beni fazlasıyla sevindireceğini bildiririm.

Sivas Vali Vekilliği'nden aldığım 2 Haziran 1919 tarihli bir telgrafta da Albay Demange (Dömanj) imzasıyla alınan telgrafta): İzmir işgali üzerine, Aziziye'de Hristiyanlar ölümle tehdit edilmiştir, bu hareket doğru değildir. Sizi durumdan haberdar edeyim ki, bu gibi haller müttefik askerleri tarafından ilinizin işgaline yol açar, anlamında ihtarlarda bulunulmaktadır denilmekteydi.

Gerçekte, ne Sıvas'ta kaygı verici bir durum vardı ve ne de Hristiyanların ölümle tehdit edildiği doğruydu. Bunları, milletçe yapılmaya başlanan gösterilerden korkuya düşen Hrıstiyan azınlıkların, yabancıların dikkatini kendi üzerlerine çekmek için kasıtlı olarak yaydıkları uydurma haberler olarak kabul etmek gerekir. Harbiye Nezareti'nin nota suretini de içine alan telgrafına verdiğim cevabı olduğu gibi arzedeceğim :

İstihbarat çok ivedi

Harbiye Nezareti Yüksek Katına

İlgi : 2 Haziran 1919 tarihli şifre 3.6.1919

Sıvas ve çevresinde eskiden beri bulunan Ermenileri ve sonradan gelen mültecîleri yılgınlığa düşürecek hiçbir olay geçmemìştir. Ne Sıvas'ta ne de çevresinde kaygı verici herhangi bir durum yoktur. Herkes sükûnet içinde iş ve güçleriyle meşguldür. Bunu kesinlikle bilginize sunar ve sizi temin ederim. Bu bakımdan İngiliz notasındaki haberlerin nereden kaynaklandığı bendenizce bilinmek gerekir. İzmir ve Manisa'nın işgali ile ilgili acı haberler üzerine Müslüman halk tarafından yapılan ve Hristiyan azınlıklar hakkında hiçbir düşmanlık duygusu gütmeyen toplantılardan belki de bazılarının ürkmüş olması hatıra gelebilir. İtilâf devletleri milletimizin haklarına ve bağımsızlığına saygılı kaldıkça, millet de vatanın saldırıya uğrayıp parçalanmayacağından emin oldukça, Hristiyan azınlıkların korkuya kapılmalarına hiç bir sebep yoktur. Bu konuda devlete karşı her türlü sorumluluğu yüklenir ve buna kesinlikle güven buyurulmasını istirham ederim. Ancak, milletin bağımsızlık ve varlığını yok eden ve millî varlığı tehlikeye düşüren işgal, cana kıyma ve zulüm gibi İzmir bölgesinde görülmekte olan olayların ve benzerlerinin tekrarlanmasına karşı, ne milletin heyecanını ve içindeki acıları ne de bundan doğacak millî gösterileri engelleyip durdurmak için kendimde ve hiç kimsede bir güç ve kudret göremeyeceğim gibi, bu yüzden çıkacak olayların karşısında da sorumluluk kabul edebilecek ne bir komutan ne bir sivil yönetici ve ne de bir hükûmet tasavvur edebilirim.

Mustafa Kemal

Bu nota suretiyle tarafımdan verilen cevap sureti bütün komutanlara, vali ve mutasarrıflara bir genelge ile bildirildi.

Bu tarihlerde İngiliz Muhipler Cemiyeti'nin isteğine katılarak bütün milletçe İngiltere himayesinin istenmesi, bu dernek adına, Sait Molla imzasıyla bütün belediye başkanlıklarına bir telgrafla bildirildiği ve bu telgrafın etkisini hükümsüz kılmak için milleti gerektiği gibi aydınlatmakla birlikte hükûmet nezdinde teşebbüslerde bulunduğum da sizce bilinmektedir. Bundan başka 27 Mayıs 1919 tarihinde Türkiye - Havas - Reuter (Royter) adındaki ajansın, toplanan Saltanat Şûrâsı ile ilgili açıklamaları arasında Şûrâyı oluşturan bütün üyelerin düşüncesí, Türkiye'nin büyük devletlerden birinin himâyesini sağlama noktasında birleşiyor haberini yayması üzerine, sadrazama, milletin, millî bağımsızlığını korumaya kararlı oldugunu ve doğabilecek bütün kötü sonuçlara karşı her türlü fedakârlığı göze aldığını ve millî vicdanı temsil etmeyen haberlerin endişe verici tepkiler yarattığını yaymakla birlikte, bütün milleti de bu durumdan nasıl haberdar ettiğimi başka bir açıklama dolayısıyla belirtmiştim.

Sadrazam Ferit Paşa 'nın, Paris e bilinen daveti üzerine, Birinci Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin ilk toplantısını yaptığn günlerde bazı demeçler vermiştim. Bu konudaki görüş ve davranış tarzımın ne oldugunu açıklamak üzere şu bölgeyi olduğu gibi bilginize sunacağım.

Şifre

İvedi Havza, 3.6.1919

Kişiye özel

Samsun'da 3'üncü Kolordu Komutanı Refet Beyefendi'ye

Erzurum'da 15'inci Kolordu Komutanı Kâzım Paşa Hazretleri'ne,

Erzurum Valisi Münir Beyefendi'ye,

Canik Mutasarrıfi Hâmit Beyefendi'ye,

Sıvas Vali Vekili Hâkim Hasbi Efendi Hazretleri'ne,

Kastamonu Valisi İbrahim Beyefendi'ye

Ankara'da 20'nci Kolordu Komutanı Ali Fuad Paşa Hazretleri'ne,

Konya'da Yıldırım Kıt'alan Müfettişi Cemal Paşa Hazretleri'ne,

Diyarbakır'da 13'üncü Kolordu Komutanı Vekili Cevdet Beyefendi'ye,

Van Valisi Haydar Beyefendi'ye.

Fransız siyasî temsilcisi Mösyö Defrance (Döfrans)'ın Sadrazamlık yüksek makamına gelerek Osmanlı Devleti'nin haklarını konferans huzurunda savunmak için Paris'e gidebileceklerini bildirdiği, Dahiliye Nezareti'nin resmî tebliğlerinden ve ajans yayınlarından anlaşılmıştır. İzmir olayı üzerine milletimizin gösterdiği şiddetli tepki ve böylece bağımsızlığını koruma konusunda beliren kesin kararlılığının sonucu olan bu başarı şükranla karşılanmaya değer. Ancak, buna rağmen, Yunanlılar'ın İzmir ilini işgali önlenebilmiş değildir. Herhalde milletin, kendi haklarının bilincinde ve onları çiğnetmemek için tek bir vücut halinde fedakârca harekete hazır olduğu, İtilâf Devletleri'ne karşı gösterilmeye ve ispata devam edildikçe, bu devletlerin milletimize ve onun haklarına saygılı olacağına şüphe yoktur.

Sadrazam Paşa Hazretleri'nin konferans huzurunda Osmanlı Devleti'nin haklarını savunmak için ellerinden geleni yapacakları tabiîdir. Ancak, milletçe kesin bir şekilde savunulması istenen ve gerekli görülen haklar özellikle iki noktada önem kazanır. Birincisi, devlet ve milletin mutlak olarak tam bağımsızlığı, İkincisi de vatanın ana topraklarında çoğunluğun azınlıklara feda edilmemesidir. Bu konuda Paris'e harekete hazırlanan hey'etin görüşü ile millî vicdanın kesin istekleri arasında tam bir uygunluğun bulunması şarttır. Aksi halde, millet, pek güç bir durumda ve giderilmesi imkansız oldu bittiler karşısında kalabilir. Bu endişeyi doğuran sebepler şunlardır : Sadrazam Paşa Hazretleri, duyulan demecinde, bir Ermeni muhtariyeti ilkesini kabul etmiş olduğunu bildirdi. Bunun sınırını belirtmedi, Bundan Doğu illerinin halkı elbette üzüntü duydu ve durumun açıklanmasını istemeye mecbur oldu. Toplanmış olan Saltanat Şûrâsı'nda da üyelerin hemen hepsi, millî bağımsızlığın korunmasını ve millet mukadderatının bir millî şûrânın yetkisine bırakılmasını istedikleri halde, yalnız, hükûmetin dayandığı ltilâf ve Hürriyet Fırkası adına Bakan Sadık Bey tarafından yazılı olarak İngiltere'nin himâyesi teklif edildi. Geniş bir Ermenistan muhtariyetini ve devletin bir yabancı himayesini kabul konularında, milletin isteği ile şimdiki hükümetin görüşü arasında bir uygunluk olmadığı anlaşılıyor. Sadrazam Paşa Hazretleri ile birlikte hareket edecek olan hey'etin, milletin haklarını savunmada uyacağı ilkeler ve program milletçe bilinmedikçe, arzedilen noktalarda endişeye kapılmamak mümkün değildir. Bu suretle illerdeki ve onlara bağlı yerlerdeki Müdafaa-i Hukuk-ı Mılliye ve Redd-i İlhak Cemiyetleri'nin temsilcileri ve daha teşkilâtı tamamlanamayan yerlerde de belediye hey'etleri, Sadrazam Paşa Hazretleri'ne ve doğrudan doğruya Zât-ı Şâhâne'ye telgraflar çekerek, millî bağımsızlığın mutlak dokunulmazlığının ve millet çoğunluğunun haklarının korunmasının milletin temel şartı olduğu belirtilmeli ve gidecek hey'etin yapacağı savunmanın esaslarını millete resmen ve açıkça bildirmesi istenmelidir. Milletin bu şekildeki hareketi ile, gidecek hey'etin savunmaya çalışacağı ilkelerin gerçekten milletin isteği olduğu, İtilâf Devletleri'nce anlaşılacak ve şüphesiz daha fazla bir önemle dikkate alınarak hey'etin görevini kolaylaştıracaktır. Bu düşüncelerin gerekenlere sür'atle ulaştırılmasını ve duyrulmasını, vatanımızın mukadderatı adına vatansever yüksek şahsiyetinizden özellikle istirham ederim. Bu telgrafın alındığı zamanın bildirilmesini de rica ederim. Mustafa Kemal



İSTANBUL'A GERİ ÇAĞRILIŞIM

 

 



Bu tarihten beş gün sonra, yani 8 Haziran 1919 da, İstanbul'a Harbiye Nâzırı tarafından çağrıldığımı ve gizlice sorup soruşturmam üzerine, kimler tarafından ne için istendiğimi devlet adamlarımızdan birinin haber verdiğini daha önce başka bir münasebetle yaptığım açıklamada ifade etmiştim. O zat, Genelkurmay Başkanlığı makamında oturan Cevat Paşa idi. Bunun üzerine, İstanbul ile yapılmış olan yazışmaların bir kısmı herkesçe öğrenilmiştir. Bu yazışmalar, Erzurum'da görevden ayrıldığım tarihe kadar değişik Harbiye Nâzırlarıyla ve doğrudan doğruya sarayla devam etmiştir.

Anadolu'ya geçeli bir ay olmuştu. Bu süre içinde bütün ordu birlikleriyle temas ve bağlantı sağlanmış; millet mümkün olduğu kadar aydınlatılarak dikkatli ve uyanık bir duruma getirilmiş, millî teşkilât kurma düşüncesi yayılmaya başlamıştı. Genel durumu artık bîr komutan ile yürütüp yönetmeye devam imkânı kalmamıştı. Yapılan geri çağırma emrine uymamış ve onu yerine getirmemiş olmakla birlikte, milli teşkilât ve hazırlıkların yönetimine devam etmekte olduğuma göre, şahsenâsı duruma geçmiş olduğuma şúphe edilemezdi. Bundan başka ve özellikle girişmeye karar verdiğim teşebbüs ve faaliyetlerin köklü ve şiddetli olacağını tahmin güç değildi. O halde, yapılacak teşebbüs ve faaliyetlerin bir an önce şahsî olmak niteliğinden çıkarılması mutlaka, bütün bir milletin birlik ve dayanışmasını sağlayacak ve temsil edecek bir hey'et adına olması gerekli idi.

SİVAS'TA GENEL BİR KONGRE TOPLANMA KARARI

 



Bu sebeple, 18 Haziran 1919 tarihinde, Trakya'ya verdiğim direktifte işaret ettiğim bir noktanın uygulanma zamanı gelmiş bulunuyordu. Hatırınızdadır ki, o nokta, Anadolu ve Rumeli'deki millî teşkilâtları birleştirerek, bir merkezden temsil ve idare etmek üzere, Sivas'ta genel bir millî kongre toplamaktı. Bu gayenin gerçekleştirilmesi için yaverim Cevat Abbas Bey 21 /22 Haziran 1919 gecesi, Amasya'da yazdırdığım genelgenin esas noktaları şunlardı :

1 - Vatanın bütünlüğü, milletin bağımsızlığı tehlikededir.

2 - İstanbul hükûmeti üzerine aldığı sorumluluğun gereğini yerine getirememektedir. Bu durum milletimizi yok olmuş gibi gösteriyor.

3 - Milletin bağımsızlığını, yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır. ·

4 - Milletin içinde bulunduğu durum ve şartların gereğini yerine getirmek ve haklarını gür sesle cihana duyurmak için her türlü baskı ve kontroldan uzak millî bir hey'etin varlığı zarurîdir.

5 - Anadolu'nun her bakımdan en güvenli yeri olan Sıvas'ta hemen millî bir kongrenin toplanması kararlaştırılmıştır.

6 - Bunun için bütün illerin her sancağından milletin güvenini kazanmış üç temsilcinin mümkün olan en kısa zamanda yetişmek üzere yola çıkarılması gerekınektedir.

7 - Her ihtimale karşı, bu mesele milli bir sır olarak tutulmalı ve temsilciler, gereğinde yolculuklarını kendilerini tanıtmadan yapmalıdırlar.

8 - Doğu illeri adına, 23 Temmuzda, Erzurum'da bir kongre toplanacaktır. O tarihe kadar öteki illerin temsilcileri de Sıvas'a gelebilirlerse, Erzurum Kongresi'nin üyeleri de Sıvas genel kongresine katılmak üzere hareket ederler.

Görüyorsunuz ki, bu yazdırdığım hususlar, zaten vermiş ve dört gün önce Trakya'ya tebliğ etmiş olduğum bir kararın bir genelge ile Anadolu'ya da bildirilmesinden ibarettir. Bu kararın 21/22 Haziran 1919 gecesi, karanlık bir odada alınmış korkunç ve esrarlı yeni bir karar olmadığı, zannımca kolaylıkla takdir buyurulur

Bu noktanın aydınlanması için, arzu buyurursanız küçük bir açık zorlamada bulunayım.

Efendiler, o müsvedde işte bu kâğıtlardır (göstererek), dört maddeliktir. İçindekileri bildirdim. Sonunda benim imzam vardır. Bir de görevi dolayısıyla Kurmay Başkanım olan Albay Kâzım Bey 'in (şimdiki İzmir Valisi Kâzım Paşa), kurmay hey'etinden tebliğ işleriyle görevli memur Husrev Bey 'in ( şimdi büyükelçi ), askerî makamlara şifreleyen yaverim Muzaffer Bey 'in ve sivil makamlara şifreleyen bir memur efendinin imzaları vardır. Bunlardan başka daha bazı imzalar vardır.



ADINI SAKLAYAN BİR TANIDIĞIN AMASYA'YA GELMESİ

 



Bu imzaların bu müsveddeye konması iyi bir şans ve tesadüf eseridir.

Daha, Havza'da bulunduğum sırada Ankara'da bulunan 20'inci Kolordu Komutanı Ali Fuat Paşa' dan bir şifreli telgraf aldım. Bu telgraf, aşağı yukarı tanıdığımız bir zat bazı arkadaşlarla birlikte İstanbul'dan buraya gelmiştir. Nasıl hareket etmeleri gerektiği konusunda ne emir buyuruyorsunuz şeklinde idi. Adeta bir bilmeceyi andıran bu telgraf, bende büyük bir merak ve hayret uyandırdı. Söz konusu edilen zatı tanıyorum, benden nasıl hareket edeceğini soruyor; Ankara'da arkadaşım olan güvenilir bir komutanın yanında, telgraf da şifrelidir. O halde neden adını şifreli olarak bile yazdırmaktan çekiniyor? Bir hayli düşündüm, kavrar gibi oldum; tahmin buyurulur ki, bilmece çözmekle uğraşacak zamanım yoktu. Fakat, Fuat Paşa 'yı yakından görmek, bölgeleri, çevreleri, düşünceleri üzerinde kendisiyle konuşmak, bence pek istenilir bir şeydi. Bu bilmeceli telgraftan ilham alarak kendisine şu ricada bulundum : Ankara'dan ayrıldığınızı belli etmeyecek tedbirleri aldıktan sonra, ad ve kıyafet değiştirerek birkaç gün için hemen yanıma geliniz. İstanbul'dan gelen arkadaşları da birlikte getiriniz.

Gerçekten de Fuat Paşa, dediğim gibi Havza'ya hareket eder. Ancak, bazı zorlayıcı sebepler dolayısıyla, ben derhal Havza'dan ayrılıp Amasya'ya gitmeğe mecbur olmuştum. Fuat Paşa, Havza yolunda durumu anlar ve Amasya'ya yönelir. İşte, böylece 21 /22 Haziranda Amasya'da yanımda bulunuyor. Adı şifrede bildirilmeyen zat da Rauf Bey 'di.

İstanbul'dan ayrılmak üzere, evimden otomobile bineceğim sırada Rauf Bey yanıma gelmişti. Bineceğim vapurun takip edileceğini ve beni İstanbul'da iken tutuklamadıklarına göre, belki de Karadeniz'de batırılacağımı güvenilir bir yerden işitmiş, onu haber verdi. Ben İstanbul'da kalıp tutuklanmaktansa, batıp boğulmayı tercih ettim ve hareket ettim. Kendisine de eninde sonunda İstanbul'dan çıkmak zorunda kalırsa benim yanıma gelmesini söyledim.

Rauf Bey, gerçekten de İstanbul'dan çıkmak gereğini duymuş ve çıkmış... Ancak, benim yanıma gelmedi. Arkadaşı olan 6'ncı Tümen Komutanı Albay Bekir Sami Bey 'in yanına gitmek ve İzmir cephesine daha yakın bir yerde olmakla, daha etkili ve daha yararlı olacağını zannederek Bandırma - Akhisar yoluyla Manisa bölgesine gitmiş. Gittiği yerde halkın maneviyatını bozuk, durumu tehlikeli ve korkunç bulmuş. Derhal ad değiştirerek oradan Ödemiş, Nazilli, Afyonkarahisar üzerinden Aziziye Sivrihisar yoluyla ve arabayla Ankara'ya, Fuat Paşa 'nın yanına gelmiş ve bana haber göndermiş; pek güzel ama! adını saklamak suretiyle beni üzmenin anlamı var mıydı?

Öte yandan 3'üncü Kolordu Komutanım olup Samsun mutasarrıflığında bıraktığım Refet Bey 'i artık Sıvas'a Kolordu merkezine göndermek istiyordum. Birkaç defa gelmesi için emir vermiştim. Bölgeyi teftişe çıkmış. Emirlerime cevap bile alamıyordum. Nihayet o da bir tesadüf eseri olarak o gün gelmişti.



RAUF BEY VE REFET BEYLERİN KARARSIZLIĞI

 



Şimdi, imza meselesine gelelim : Ben müsveddenin yeni gelen arkadaşlar tarafından da imzalanmasını istedim. O sırada Rauf ve Refet Beyler benim odamda, Fuat Paşa başka bir odada bulunuyorlardı.

Rauf Bey, misafir olduğundan bu müsveddeye imza koymak için kendini ilgili ve yetkili görmediğini nazikçe ifade etti. Bunun tarihi bir hâtıra olduğunu ileri sürerek imza etmesini söyledim. Bunun üzerine imzaladı.

Refet Bey, imzadan çekindi ve böyle bir kongre toplanmasındaki maksat ve yararı anlayamadığını söyledi.

İstanbul'dan beri yanımda getirdiğim bu arkadaşın - tuttuğumuz yola göre- anlaşılması pek basit olan bir konuda, böyle bir düşünce ve duygu içinde oluşu bana pek acı geldi. Fuat Paşa'yı çağırttım. Paşa ,maksadımı anlayınca derhal imza etti. Fuat Paşa'ya, Refet Bey'in çekinmesinin sebebinì anlayamadığımı söyledim. Fuat Paşa, Refet Bey 'den biraz ciddî açıklama yapmasını istedikten sonra, Refet Bey, müsveddeyi eline alarak kendine göre bir işaret koydu. Öyle bir işaret ki, bunu, bu müsveddede bulmak oldukça güçtür.

(Buyurun! merak eden inceleyebilir.)

Efendiler, gereksiz gibi görülebilen bu açıklamalar, daha sonraki yıllara ve olaylara ait bazı karanlık noktaları aydınlatmava yardımcı olur düşüncesiyle yapılmıştır.



İSTANBUL'DA BAZI KİMSELERE GÖNDERDİĞİM MEKTUP

 





Kongreye davet genelgesi sivil ve askerî makamlara şifre olarak verildi. Bundan başka İstanbul'da bulunan bazı kimselere de gönderildi. Fakat bu kimselere ayrıca bir de genel birer mektup yazdım. Kendilerine mektup yazdığım kimseler şunlardı : Abdurrahman Şeref Bey, Reşit Akif Paşa, Ahmet İzzet Paşa, Seyit Bey, Halide Edip Hanım, Kara Vasıf Bey, Ferit Bey (Nafia Nâzırı) Sulh ve Selâmet Fırkası Başkanı Ferit Paşa (daha sonra Harbiye Nâzırı oldu), Câmi Bey, Ahmet Rıza Bey.

Bu mektupta söylediğim noktaları özet olarak tekrar edeceğim :

l. Yalnız mitingler ve gösteriler, büyük gayeleri hiçbir vakit gerçekleştiremez.

2. Bunlar, ancak milletin bağrından fiilen doğan ortak güce dayanırsa kurtarıcı olur.

3. Zaten acı olan durumu tehlikeli şekle sokan en etkili sebep, İstanbul'daki muhalif akımlar ve millî faydayı yararlı bir şekilde yüzüstü bırakan siyasî ve gayri millî propagandalardır.

4. Artık İstanbul Anadolu'ya bağlı olmak mecburiyetindedir.

5. Size düşen fedakârlık pek büyüktür.

ALİ KEMAL BEY'İN GENELGESİ

 

 



25 Hazirana kadar Amasya'da kaldım. Hatırlardadır ki, o tarihlerde Dahiliye Nâzırlığı görevinde bulunan Ali Kemal Bey, benim görevden alındığımı ve artık benimle hiç bir resmî muameleye girişilmemesi gerektiği konusunda şifre ile bir genelge yayınlamıştı.

23 Haziran 1919 tarih ve 84 sayılı olan bu genelge metni, dikkate değer bir anlayışı gösterir belge olduğu için aynen bilginize sunacağım.

Dahiliye Nâzırı Ali Kemal Bey'in 23.6.1919 tarihli ve 84 sayılı şifresinin çözülmüş suretidir :

Mustafa Kemal Paşa büyük bir asker olmakla birlikte günün siyasetini pek bilmediği için, olağanüstü sayılacak vatanseverlik ve gayretine rağmen, yeni görevinde asla başarılı olamadı. İngiliz Olağanüstü Temsilcisi'nin istek ve ısrarıyla görevden alındı; bundan sonra yaptıkları ve yazdıkları ile de bu kusurlarını daha çok açığa vurdu. Redd-i İlhak Cemiyetleri gibi, Balıkesir ve Aydın dolaylarında Müslüman halkı boş yere kırdırmaktan ve bu fırsattan yararlanarak halkı haraca kesmekten başka iş görmeyen emirsiz, saygısız ve kanunsuz olarak kurulan bazı hey'etler için öteden beri çektiği telgraflarla siyasî hatâsını idarî yönden de artırdı. Kendisinin İstanbul'a getirilmesi Harbiye Nezareti ile ilgili bir iştir.

Ancak, Dahiliye Nezareti'nin size kesin emri, artık o zatın görevden alınmış olduğunu bilmek, kendisi ile hiçbir resmî işleme girişmemek, hükûmet işleri ile ilgili hiçbir isteğini yerine getirmemektir. Bu genelgeye uygun hareket etmekle ne gibi sorumlulukların giderilmiş olacağını takdir buyuracağınızdan eminim. Ayrıca, bu önemli ve tehlikeli günlerde memur, halk, her Osmanlı'ya düşen en büyük görev, barış konferansınca geleceğimiz üzerinde karar verilirken ve beş yıldır yaptığımız deliliklerin hesapları görülürken, artık aklımızı başımıza devşirdiğimizi göstermek, akıllıca ve tedbirlice davranışları benimsemek, parti, mezhep, ırk ayrılıklarını gözetmeksizin her ferdin hayatını, malını, ırzını koruyarak, medenî dünyanın gözünde bu memleketi bir daha lekelememek değil midir?

ALİ KEMAL BEY VE PADİŞAH

 

 



Bu şifreli genelgeden, benim ancak Sivas'a vardığım 27 Haziran 1919 tarihinde haberim oldu. Ali Kemal Bey, 23 Haziran tarihinde bu genelgesi ile düşmanlara ve padişaha önemli bir görev yaptıktan sonra, 26 Haziran 1919 tarihinde hükûmetten çekilmiştir. Ali Kemal Bey ' in sadrazamlığa verdiği resmî istifa yazısından başka, saraya da gidip padişaha kendi eliyle verdiği istifa yazısı suretleri ile sözlü mârûzâtını ve padişahın ona verdiği cevabı, çok sonra öğrendim.

Ali Kemal Bey, istifa yazılarında, özellikle bunun padişaha ait olanında : Osmanlı topraklarının çeşitli yerlerinde başgösteren ayaklanma ve karışıklık belirtileri üzerine, ihtilâl ateşinin hemen çıktığı yerde, yayılmadan bastırılıp söndürülmesi ve yok edilmesi için tedbir almak, yalnız kendi makamını ilgilendirirken, padişahın gösterdiği yakın ilgi ve güveni çekemeyen bazı arkadaşlarının birçok yersiz sebepler ileri sürerek ihtilâlin daha da genişlemesine yol açtıklarından söz ettikten sonra resmî görevinden çekilmekle birlikte, özel olarak hizmet ve sadakata devam edeceğini ekliyor ve sözlü olarak da resmî görevinden ayrılmasını fırsat bilen hasımlarının hücumundan ben kulunuzu koruyunuz istirhamında bulunuyor.

Padişah, karşılık olarak beni büsbütün yalnız bırakmayacağınıza güveniyorum. Bağlılığınız, bana büyük ümit ve teselliler vermiştir. Saray, her dakika size açıktır. Refik Bey'le işbirliğinden ayrılmayınız iltifatında bulunuyorlar.

Kendisine olan bağlılığından padişahın büyük ümit ve teselliye kapıldığı Ali Kemal'i nâzırlık makamında ve padişah huzurunda gördükten sonra, bir de asıl gerçek görevi başında görelim!

Canınız sıkılmazsa, Sait Molla'nın Rahip Frew'a yazdığı mektuplardan birini gözden geçirelim :

Ali Kemal Bey'e, son felâketi üzerine üzüntünüzü bildirdiğinizi söyledim. Bu zatı elde bulundurmak gerekir. Bu fırsatı kaçırmayalım. Bir hediye takdimi için en uygun zamandır.

Ali Kemal Bey dün o zatla görüşmüş. Basın işinde biraz ihtiyatlı olmak gerektiğini söylemiş. Daha önce herhangi bir gidişten yana yöneltilmiş olan düşünce ve kalem erbabını bu defa öncekine aykırı bir gayeye yöneltmek bizde kolaylıkla mümkün olmaz. Bütün devlet memurları, Millî Mücadele'yi şimdilik iyi görüyorlar demiş. Ali Kemal Bey, talimatınıza harfi harfine uyacak, Zeynelâbidin Partisi'ylede işbirliği yapmaya çalışıyor. Kısacası işler bulandırılacak.

Aynı mektubun altında bir de notu vardır. Şimdi onu da okuyalım : Birkaç defadır söylemek istediğim halde unutuyorum. Mustafa Kemal Paşa'ya ve taraftarlarına biraz kendilerini destekliyormuş gibi görünmeli ki, hiç bir şüpheye düşmeden buraya gelebilsin. Bu işe fevkalâde önem veriniz. Kendi gazetelerimizle onu destekleyemeyiz.

Bu belgeler hakkında sırası gelince daha çok bilgi veririm. Şimdilik bu kadarı yeterlidir.

ALİ GALİP BEY SİVAS'TA

 



Ali Kemal Bey' in daha Amasya'da iken haberim olmadığını arzettiğim genelgesi, memurların ve halkın kafasını gerçekten de bulandırmış. Her yerde eksik olmayan menfî ruhlu kimseler derhal aleyhimde propagandaya ve faaliyete geçmişler.

Bu yoldaki baltalayıcı gösteri ve hareketlerin en önemlisi Sivas'ta hazırlanmaya başlanmış.

Müsaade buyurursanız bunu kısaca anlatayım : Dahiliye Nâzırı Ali Kemal Bey'in, bu genelge ile verdiği emrin tarihi olan 23 Haziran günü, Sivas'ta Ali Galip Bey adında biri, on kadar adamıyla hazır bulunuyormuş. Bu kimse İstanbul'dan Elâzığ valisi olarak gönderilmiş olan Kurmay Albay Ali Galip'tir. Sözde o ilin ikinci derecede memurları olmak üzere, birtakım insanları da İstanbul'dan seçmiş, birlikte götürüyor.

Ali Galip, yol üzerinde bulunan Sivas'ta kalmış. Özel bir görevi olduğuna şüphe etmemek gereken Ali Galip, orada derhal kuvvetli taraftarlar bulmuş. Görevini hakkıyla yerine getirebilmek için tertip ve tedbirler almaya başlamış.

Dahiliye Nezareti'nin, aleyhimdeki emri gelir gelmez, faaliyet başlamış. Sivas sokaklarında benim hain, âsî, zararlı bir adam olduguma dair duvarlara yaftalar yapıştırılmış.

Kendisi de, bir gün, Sivas'ta vali bulunan Reşit Paşa merhumun yanına giderek, Dahiliye Nezareti'nin emrinden bahsettikten sonra, Sivas'a gittiğim takdirde hakkımda uygulayacağı işlemi sormuş.

Reşit Paşa ne yapılabileceğini sormuş, Ali Galip, ben senin yerinde olsam, derhal kollarını bağlar ve tutuklarım. Senin de böyle yapman gerekir demiş.

Reşit Paşa, bu işin bu kadar basit olacağına inanamamış. Konuşma hayli uzamış. Konuşmaya katılanlar çoğalmış... Öyle ki, bir kısım halk verilecek kararı anlamak üzere toplanmış...

Bugün, Haziranın 27'nci günüdür. Bakışlarımızı, yeniden bu noktaya dönmek üzere bir an için bu tablodan ayıralım ve Amasya'ya çevirelim :



SİVAS'A HAREKET

 





Ayın 25'inci günü, Sivas'ta aleyhimde bazı yakışıksız olaylar çıkmaya başladığını haber aldım. 25/26 Haziran gecesi yaverim Cevat Abbas Bey'i çağırdım ve yarın sabah karanlıkta Amasya'dan güneye hareket edeceğiz, dedim. Bu gidişin gizli tutularak hazırlık yapılması için emir verdim.

Bir yandan da 5'inci Tümen Komutanı ve kurmay hey'etimle, gizli olarak şu tedbiri kararlaştırdık : 5'inci Tümen Komutanı, tümeninin seçkin subay ve erlerinden oluşmuş, oldukça kuvvetli bir atlı piyade birliğini hemen o geceden başlayarak sür'atle kuracaktı. Ben, 26 Haziran sabahı karanlıkta arkadaşlarımla birlikte otomobille Tokat'a hareket edecektim. Birlik kurulur kurulmaz, Tokat üzerinden Sivas'a doğru sevk edilecek ve benimle bağlantı kurmaya çalışacaktı. Hareketimiz hiçbir yere telgrafla bildirilmeyecek ve elden geldiği kadar Amasya'da da açıklanmayacaktır.

26 Haziranda Amasya'dan yola çıktım. Tokat'a varır varmaz telgrafhaneyi göz altına aldırarak benim gelişimin Sivas'a ve hiçbir yere bildirilmemesini sağladım. 26/27 Haziran gecesini orada geçirdim, 27'de Sivas'a hareket ettim. Otomobille Tokat, Sivas'a aşağı yukarı altı saattir.

Sivas valisine, Tokat'tan Sivas'a hareket ettiğimi bildirir açık bir telgraf yazdım. İmzada Ordu Müfettişliği ünvanını kullandım.

Telgrafta, bile bile çıkış saatimi kaydetmiştim. Fakat, bu telgrafın, yola çıkışımdan altı saat sonra çekilmesini ve o zamana kadar Sivas'a hiçbir şekilde bilgi verilmemesini sağlayacak tedbirleri aldırdım.

Şimdi Efendiler, bakışlarımızı yeniden Sivas'ta, bıraktığımız tabloya çevirelim :

Ali Galip Bey ile Reşit Paşa arasında, bana karşı uygulanacak işlemin tartışılması sahnesine...

Tartışmanın kızıştığı bir sırada, Reşit Paşa'nın eline, benim Tokat'tan çekilen telgrafımı verirler. Reşit Paşa, haberi Ali Galip Bey'e uzatır.İşte kendisi geliyor, buyurun, tutuklayın! der. Reşit Paşa, telgrafta yazılı olan hareket saatini görünce hemen kendi saatini çıkarır, bakar... Efendim geliyor değil, gelmiş olacaktır diye ilâve eder.

Bunun üzerine Ali Galip, ben tutuklarım dedimse, benim il sınırlarım içinde olursa tutuklarım, demek istedim deyince toplantı halinde bulunanları bir heyecan kaplar... Hep birden, haydi öyleyse karşılamaya gidelim diyerek toplantıya son verirler. . .

Ancak, şehrin ileri gelenleri, halk ve askerle parlak bir karşılama töreni hazırlayabilmek için biraz zaman kazanmak gerektiğini; fakat, hesapça, benim Sivas şehri kapılarına kadar yaklaşmış olacağımı dikkate alarak, beni, şehrin girişine yakın olan Ziraat Nümune çiftliğinde bir süre dinlendirmenin yolunu aramışlar. Vali Paşa, karargâhımın sağlık başkanı olup, daha önce teşkilât kurmak üzere Sıvas'a göndermiş olduğum Tali Bey'i çağırtarak, bu işin yerine getirilmesini ondan rica etmiş ve gerekli hazırlıkları yapar yapmaz kendisinin de bize katılacagını söylemiş. .

Gerçekten de, tam Nümune Çiftliği yakınlarında, karşımıza çıkan bir otomobilin içinden, Tali Bey göründü. Otomobillerden indik, çiftliğin avlusunda oturduk. Tali Bey, hikâye ettiğim durumu ayrıntılı olarak açıkladıktan sonra, görevinin beni burada biraz oyalamak olduğunu söyleyince, hemen ayağa kalktım, çabuk otomobillere ve Sivas'a! dedim.

Bunun sebebini anlatayım. O anda hatırıma gelen şuydu : Karşılama töreni yapacağız diye Tali Bey'i aldatmış olabilirler ve gerçekte aksi bir tertip yapmak için zaman kazanmak isteyebilirlerdi. Otomobillere binmek üzere iken Sivas tarafından başka bir otomobil yanımıza yaklaştı. İçinde Vali Paşa vardı.

Reşit Paşa, Efendim birkaç dakika daha istirahat buyurulmaz mı? diye söze başladı. Yarım dakika bile istirahate ihtiyacım yoktur. Derhal yola çıkacağız ve sen benim yanıma gel dedim.

- Efendim, dedi, sizin yanınıza Rauf Bey binsin. ben arkadaki otomobille de gelirim.

- Hayır, hayır! dedim. Siz buraya. ..

Bu basit tedbirin neden alındığını açıklamaya gerek yoktur. Sivas şehrine girerken, caddenin iki tarafı büyük bir kalabalıkla dolmuş, aske

Sayfa: 1 ... 24 25 26 ... 99