Forum Zero
ForumZero

İletileri Göster

Bu özellik size üyenin attığı tüm iletileri gösterme olanağı sağlayacaktır . Not sadece size izin verilen bölümlerdeki iletilerini görebilirsiniz


Mesajlar - Zero

Sayfa: 1 ... 23 24 25 ... 99
392
Japonya



Şaşırtıcı ve çekici bir kişi. Asker olarak büyük, fakat devlet adamı olarak daha büyük.



Japon Times, Tokyo



Yüzyıldanberi Küçük Asya'nın çıkardığı en büyük lider.



The Japan Chronicle, Kobe



Cumhuriyetin kuruluşundan beri Türkiye'nin dış ve iç politikasının özelliğini oluşturan alışkanlıkları yıkan gerçekçilik, onun orijinal dehasının ürünüydü (...) Atatürk'ün ölümü sırasında Türk dış politikasının ana amacı, Yakın Doğu'da, Balkanlar'da ve Batı Asya'da barış ve istikrarı korumak, bu bölge milletleri arasındaki anlayışı pekiştirmekti. Bu amaç onları, Avrupa'nın parçalanmak tehlikesi içinde bulunduğu "ideolojik" cepheler" in birine veya diğerine katılmaya zorlamaktan kurtaracaktır.



Japon Basını



Modern Türkiye'nin kurucusu ve ilk Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk'ün ölüm yıldönümü münasebetiyle Cumhuriyet gazetesi aracılığıyla insanlığın bu büyük liderlerine derin saygılarımı sunar ve Türk Milletine en içten selâmlarıma gönderirim.



IKEDA



Japonya'da Atatürk, Birinci Dünya Savaşı sonrası felâketlerinden Türkiye'yi kurtararak büyük zafere ulaştıran kahraman ve Osmanlı İmparatorluğu'nun yıkıntılarından yeni Türkiye Cumhuriyeti'ni yaratan büyük bir devlet adamı olarak, çok iyi tanınmaktadır. Bilhassa Atatürk'ün Türk Dil İnkılâplarının gerçekleştirilmesini sağlamak yolundaki gayretlerine karşı büyük bir hayranlık duymaktayız.



kaynak:

393


Atatürk’ün doğayı, ağacı sevmesinin en belirgin örneklerinden birisi de kuşkusuz Atatürk Orman Çiftliği’dir. Atatürk, 1925 yılında kendi aylığından ödeyerek çiftliğin bugünkü yerini satın almıştır. O yıllarda bu topraklar, ortasından demiryolu geçen bataklık ve boş bir araziydi. O toprağa karşı zafer kazanabileceğini de kanıtlayarak çiftliği burada kurdu. Bugün, Ankaralılar için çiftlik bir dinlenme yeri haline gelmiş, Atatürk’ün önderliğinde dikilen ağaçlar büyümüş, gölgesinde insanlar dinlenir olmuştur.

Ankara’yı Türkiye Cumhuriyetinin başkenti yapan ve bir bozkır kasabasında modern bir şehir kuran Atatürk, bu yönüyle de, günümüzdeki, şehircilik, çevre ve tabiat güzelliği kavramlarına, 1920’li yılların şartları içinde ışık tutan bir dehadır. Bu kavramların bilinmediği ve konuşulmadığı o yıllarda, şehircilik uzmanlarını getirterek, Cumhuriyetin başkenti Ankara’yı düzene sokan, ağaç diktiren, bulvarlar açtıran, Çiftliği kuran, sefaret bahçelerinde yeşilliğe imkan veren Atatürk, diğer yönleriyle olduğu gibi, bu yönüyle de her zaman örnek alınması gereken eşsiz büyük bir önderdir.

Atatürk’ün kişiliğini oluşturan etkenler arasında bitki ve hayvan sevgisinin de önemli bir yeri bulunmaktadır. Atatürk, yaşamının son günlerinde de yeşillikler arasında olma özlemini duymuştur. Yeşilliği olduğu kadar barışı da seven Atatürk’ün Anıtkabiri’ne dünya uluslarının gönderdikleri fidanlarla meydana gelen Barış Parkı, ölümünden sonra da Ata’nın kişiliğiyle bütünleşmiştir.

Dayısının çiftliğinde

Atatürk’ün doğa sevgisi, babası öldükten sonra annesi ve kardeşi ile beraber Selanik’in otuz kilometre yakınlarında Zübeyde Hanımın ağabeyi olan Hüseyin Ağa’nın çiftliğine yerleşmeleri ile başlamıştır. Burada, Atatürk çiftçilik işleri ile uğraşarak, yeşilliğe, toprağa ve doğaya ilgi duymuştur. O’nun bitki ve hayvan sevgisinin ilk belirtileri, bu çiftlik yaşamından kaynaklanmaktadır. Çünkü O, ilerki yaşamında çiftlikler kuracak, hayvan besleyecek ve ağaçlandırmaya büyük önem verecektir.

 

Atatürk’ün sınıf arkadaşlarından Ali Fuat Cebesoy, O’nun doğa sevgisini belirtirken bir anısını şöyle anlatır:

Harp Akademisi’nin üçüncü sınıfına geçtiğimiz zaman Mustafa Kemal, Selanik’e sılaya gitmeden önce bizde misafir kaldı. O günlerin birinde Satılmış Çavuş’u da alarak Alemdağı’na uzandık. Arkadaşım samimi bir doğa aşığı idi. Ormanlık yerlerden çok hoşlanırdı. Öğleye doğru pınar başında mola verdik...Uzaklarda bir kasır vardı ve manzarası harikulade güzeldi. Adeta Mustafa Kemal’i büyüledi...Oradan ayrılırken Mustafa Kemal: ‘Fuat’ dedi, ‘İnsan yaşlandıktan sonra şehirlerin gürültülü hayatından uzaklaşmalı, böyle sakin ve ağaçlık bir yere çekilmelidir. Bak, şu karşıdaki köşk insanın ruhuna nasıl bir ferahlık veriyor.”

Afet İnan, Atatürk ve Çankaya’nın ilk Cumhurbaşkanlığı Köşkü için seçilmesini anlatırken şöyle diyor: “Atatürk’ün Çankaya’yı seçmesinde etken, birkaç büyük karakavak ve söğüt ağaçlarının bulunması idi. Onların rüzgarlı günlerdeki hışırtısından daima zevk duyardı.”

Atatürk doğayı çok seven bir insandı. Yeşile, çiçeğe, ağaca hayrandı. Nezihe Araz, Atatürk’ün ağaçlandırmaya verdiği önemle O’ndaki doğa sevgisini bir söyleşide şöyle dile getirmiştir:

“Ne oldu buradaki ağaca”

“Çankaya köşkünden Meclis binasına giderken o günün Ankara’sında bir tek iğde ağacı vardır. Mustafa Kemal, her gün ağacın önünden geçerken arabayı yavaşlatıyor ve ağacı selamlıyor. Bir gün; ‘Bakın bu benim...’ derken, o ağacın yerinde olmadığını görüyor. Büyük bir telaşla otomobili durdurup iniyor. Buradaki işçilere; ‘Ne oldu buradaki ağaca’ diyor. ‘Efendim, yolu genişletmek için ağacı kestik’ cevabını alıyor. Arabasına dönen Mustafa Kemal ağlamaya başlıyor. Bunun başka yolu yok muydu? diye.”

Afet İnan, Atatürk’ün doğa ve ağaç sevgisi ile ilgili olarak şöyle diyordu:

“1919 yılında Atatürk Ankara’yı pek az ağaçlı bulmuştu. O, eski adı Orman Çiftliği olan yerde, orman yetiştirmeyi kendisine ideal edinmişti. O’nun için her ağaç yeni, kıymetli birer varlıktı. Bunların yetiştiğini, büyüdüğünü görmek, bir idealin tahakkuk edişindeki zevki kendisine veriyordu. Gazi Orman Çiftliği, insanların irade ve çalışmalarıyla, tabiatı güzelleştirme ve verimli kılma kuvvetinin bir örneğidir.”

Atatürk’ü yakından tanıyanların şu ortak görüşte birleştikleri görülmektedir: “Atatürk doğayı severdi. Ağaçlandırmaya önem verirdi.” Bir gün Atatürk, Kurmay Başkanı İsmet Bey’le Diyarbakır çöllerinde atla gidiyorlarmış. Mustafa Kemal demiş ki: “Çabuk bana yeni bir din bul. Ağaç dini. Bir din ki, ibadeti ağaç dikmek olsun.”

Atatürk’ün doğayı, ağacı sevmesinin en belirgin örneklerinden birisi de kuşkusuz Atatürk Orman Çiftliği’dir. Atatürk, 1925 yılında kendi aylığından ödeyerek çiftliğin bugünkü yerini satın almıştır. O yıllarda bu topraklar, ortasından demiryolu geçen bataklık ve boş bir araziydi. O, toprağa karşı zafer kazanabileceğini de kanıtlayarak çiftliği burada kurdu. Bugün, Ankaralılar için çiftlik bir dinlenme yeri haline gelmiş, Atatürk’ün önderliğinde dikilen ağaçlar büyümüş, gölgesinde insanlar dinlenir olmuştur. O doğadan zevk alan bir insan olarak, yeşilliği ve ormanı daima sevmiştir.

Falih Rıfkı Atay, “Atatürk çiftlik dağlarının ormanlaşması için bizzat uğraştı. Hemen her ağaçta hakkı vardır” derken; Afet İnan da, “Orman Çiftliği’nin her ağaçlandırma evresinde Atatürk’ün bakışı, görüşü, emeği vardır” diyor. Eski adı Orman Çiftliği olan yerde orman yetiştirmeyi amaç edinmişti. Onun için her ağaç eski ve yeni, kıymetli birer varlıktı.

Özlemi tüm ülkeyi ağaçlandırmaktı

Atatürk’ün ağaç ve yeşillik sevgisi, yalnız Ankara’ya has bir özlem değildi. “Bu vatan, çocuklarımız ve torunlarımız için cennet yapılmaya değer” diyen Atatürk’ün özlemi, tüm ülkeyi ağaçlandırmaktı, yeşillendirmekti.

Bir gün, İstanbul’un eski vali ve belediye başkanlarından Muhittin Üstündağ ve Afet İnan’la birlikte boğazda bir motor gezisinde Salacak önlerinden geçerken; “Bu güzel yerleri ağaçlarla bir kat daha güzelleştirmek için İstanbul Belediye Başkanı olmak istiyorum” derken, Atatürk’ün bu sözlerindeki gerçeği çözmek elbette güç değildir.

Ülkemiz toprakları üzerinde Atatürk’ün yakın ilgisi ve sevgisiyle Yalova yeşil bir cennet köşesi haline gelmiştir. Muhsin Zekai Bayer, Atatürk’ün Yalova’yı ağaçlandırma çabalarını şöyle anlatır:

“Yalova kaplıcalarının yeşil cennet diyarı ve çam ormanları, Atamızın çabaları ile meydana gelmiştir...İlk iş olarak o zamanın ünlü bahçıvanlarından Pandeli Efendi’yi Boğaz içindeki çiçek bahçesinden alarak işin başına geçirtmiştir. Onun yakın ilgileriyledir ki, bu gün ‘Çam Burnu’ adı verilen ormanlık alan yaratılmıştır.”

Atatürk, Türkiye Büyük Millet Meclisi açış konuşmalarında, doğal varlıklarımız olan ormanların korunması, dengeli ve tekniğe uygun şekilde işletilmesine yönelik konulara da yer vermiştir. 1 Mart 1922 yılında 1. Dönem 3. Yasama Yılı konuşmasında, ormancılığın kurallarını şöyle belirtmiştir.

“Gerek tarım, gerek memleketin varlık ve genel sağlığı konularında önemi kesin olan ormanlarımızı da modern önlemlerle iyi duruma getirmek, genişletmek ve en yüksek faydayı sağlamak da önemli kurallarımızdan biridir.”

Atatürk, bir ağaç dalının kesilmesine rıza göstermeyecek kadar yeşili ve ağacı seven bir varlık idi. Yalova’da yapılan bir köşkün çevresindeki meşelerin korunması için orman mühendislerine sık sık öğüt vermiştir. Gazi Mustafa Kemal, Türklerin Orta Asya’dan kuraklık ve ağaçsızlık yüzünden göç ettiklerini pek iyi bildiği için ağaca karşı sevgi ve saygı gösterilmesini teşvik etmiştir.

Atatürk son günlerinde yeşile duyduğu özlemi şöyle dile getirmiştir: “Yurt toprağı! Sana her şey feda olsun. Kutlu olan sensin. Hepimiz senin için fedaiyiz. Fakat sen Türk ulusunu sonsuzluğa dek yaşatmak için verimli kalacaksın. Türk toprağı sen, seni seven Türk ulusunun mezarı değilsin. Türk ulusu için yaratıcılığı göster.”

 

 


394
Atatürk bilim ve eğitim dili hakkında ne demişti...





Bağımsızlık ruhunun temelinde kimlik bilinci, kişilik, onur/haysiyet duygusu, ve özgüven yatar.

“Bağımsızlık benim karakterimdir” diyen Atatürk onun için halkımızın kimlik, kişilik, onur, ve özgüveni üzerinde durdu. Kafalar, gönüller bağımsız olmadan, ülkenin ne iktisâdı, ne savunması, ne de dış siyaseti bağımsız olabilirdi.



Atatürk “Türk Kimliğini” Türkçe ile tanımlamıştır. Onun için de Atatürk’ün Kurtuluş Savaşı’ndan sonraki temel dâvâsı Türkçe’yi, dolayısıyla Türk kültür ve kimliğini yabancı boyunduruklardan korumak, bunun için de eğitimi her düzeyde Türkçe ile yapmak, halkın yabancı dille, (yâni yabancı misyoner türü) eğitime özenmesini önleyecek tedbirler almak olmuştur. Bakınız Atatürk bu konularda neler diyor:



l “Türk demek Türkçe demektir; ne mutlu Türküm diyene.” (meğer meşhur sözün birinci kısmı da varmış ! ).

l “Millî his ile dil arasındaki bağ çok kuvvetlidir. Dilin millî ve zengin olması, millî hissin gelişmesinde başlıca müessirdir. Türk dili, dillerin en zenginlerindendir, yeter ki bu dil şuurla işlensin. -Ülkelerini, yüksek istiklâlini korumasını bilen Türk milleti dilini de yabancı diller boyunduruğundan kurtarmalıdır.” [ve tabii korumalı]

l “Kat’î olarak bilinmelidir ki Türk milletinin millî dili ve millî benliği bütün hayatında hâkim ve esas olacaktır.” [Elbette “bütün hayat”tan kasıt siyaset, hukuk, teknik, bilim, eğitim, sanat, tıp, kültür ve edebiyattır; hayatın her yüzü.]

l “Batı dillerinden hiçbirinden aşağı olmamak üzere, onlardaki kavramları anlatacak keskinliği, açıklığı haiz Türk bilim dili terimleri tesbit edilecektir.” (Atatürk bizzat kendisi bu dâvâ uğruna çalıştı. Bugün askerlikte olsun, matematikte olsun kullandığımız birçok terimleri Türkçenin derinliklerinden çıkarıp bize armağan etmiştir. Altmış beş yıldır bu konuda çok ilerleme kaydedilmiş, her yeni bilimsel kavram tam Türkçesiyle ifâde edilebilir konuma gelinmişken ne hikmetse şimdi bazı odaklar bu gelişmeyi ve Türkçeyi hızla yoketmekle uğraşıyor.)

l Daha 1924’te: “Millî eğitimin ne demek olduğunu bilmekte hiçbir tereddüt kalmamalıdır. Bir de millî eğitim esas olduktan sonra onun lisanını, usulünü, vasıtalarını da millî yapmak zarureti münakaşa edilemez.”

l 1938’de, vefatından az önce: “Türlü bilimlere ait Türkçe terimler tesbit edilmiş, bu suretle dilimiz yabancı dillerin tesirinden kurtulma yolunda esaslı adımını atmıştır. Bu yıl okullarımızda tedrisatın Türkçe terimlerle yazılmış kitaplarla başlamış olmasını kültür hayatımız için mühim bir hâdise olarak kaydetmek isterim.”

Ve nihayet Türk bilimci ve eğitimcisine şu vasiyeti: “Bakınız arkadaşlar, ben belki çok yaşamam. Fakat siz, ölene dek Türk gençliğini yetiştirecek ve Türkçe’nin bir kültür dili olarak gelişmeye devamı yolunda çalışacaksınız. Çünkü Türkiye ve Türklük, uygarlığa ancak bu yolla kavuşabilir.” ( Atatürk’ün sözlerinin kaynağı ve ilâve bilgiler için: Bkz. O. Sinanoğlu, “Atatürk ve Türk Bilim Dili”, Bilim ve Teknik , sayı 59, sff. 8-11, Ekim 1972).

Görülüyor ki, Atatürkçülükle, yabancı dilden eğitim, hiristiyan misyoner okulu modeli demek olan “kolej” (veya benzeri “Anadolu lisesi”) yanlısı olmak kesinlikle bağdaşmaz. O halde Atatürkçülere bugün, her zamankinden çok, büyük bir görev düşüyor: Türkçe bir iki nesil sonra yokolmadan yabancı dille eğitime son verilmeli, onun yerini yabancı dil takviyeli Türkçe Fen liseleri veya Ülken (“süper”) liseler düzeni almalı. Türkçe bilim ve teknik yayınları (telif ve tercüme, dergi ve kitaplar) Devlet ve çeşitli kuruluşlarca teşvik edilmeli. Unutulmamalı ki, Türk Devleti’nin birinci görevi Türk adının, kimliğinin, onun için de Türkçe’nin ilelebet yaşamasını sağlamaktır.



sinanoglu.net ten alınmıştır....

395
Özgün Metin





ATATÜRK İLE ARKADAŞLARI HAKKINDA PADİŞAHÇA VERİLEN İDAM FERMANI



Dosya Tasnifi

Harbiye-Divan-  Harp

DOSYA No : 70

Harbiye Nezareti

Adliye-i Askeriye Dairesi Şubesi

Nüsha : 705



PADİŞAH BUYRUĞU



Mehmet Vahidüddin



“Kuva-yı Milliye adı altında çıkardıkları fitne ve fesatla, anayasaya aykırı olarak halktan zorla

para toplamak, asker almak, bunun aksine hareket edenlere işkence ve eziyet ederek şehirleri yakıp

yıkmaya kalkmak suretiyle iç güvenliği bozanların tertipçisi oldukları iddiasıyla haklarında dava

açılan, Üçüncü Ordu Müfettişliğinden alınarak askerlik mesleğinden çıkartılmış bulunan Selanikli

Mustafa Kemal Efendi, Eski yirmi yedinci fırka kumandan miralaylıktan emekli İstanbullu Kara Vasıf

Bey, Eski yirminci kolordu kumandan Mirliva Salacaklı Fuat Paşa ile Eski Vashington (Washington)

elçisi ve Ankara milletvekili Midillili Alfred Rüstem ve sıhhiye eski müdürü İstanbullu Doktor Adnan

Bey ile Üniversite Batı Edebiyatı eski öğretmeni Halide Edip Hanımın, ayrıntıları 11 Mayıs 1336

(1920) tarihli ve 20 numaralı karar tutanağında yazılı olduğu üzere, Mülkiye Ceza Yasası’nın kırk

beşinci maddesinin birinci fıkrası delaletiyle elli beşinci maddesinin dördüncü fıkrası ve elli altıncı

maddesi uyarınca, sahip oldukları askeri ve mülki rütbe ve nişanlarla, her türlü resmi unvanlarının

kaldırılmasına ve idamlarına, halen firarda bulunmaları dolayısıyla yasa hükümleri gereğince

mallarının haczedilerek, usulüne göre yönetilmesine ilişkin İstanbul bir numaralı sıkıyönetim

mahkemesi tarafından gıyaben verilen hüküm ve karar, ele geçirildiklerinde tekrar yargılanmak

üzere onaylanmıştır.

Bu Padişah Buyruğu’nu yürütmeye Harbiye Nazırı görevlidir.



24 Mayıs 1336 (1920)



Sadrazam ve Harbiye Nazır  Vekili



DAMAT FERİT

396
Ataturk Birinci





ABD'deki arastirmaya göre Atatürk, en büyük siyasi lider. Kentucky Üniversitesi'nden psikiyatri uzmani Prof. Dr. Arnold Ludwig tarafindan kaleme alinan kitapta, Atatürk, gelmis geçmis tüm devlet adamlari arasinda yapilan "siyasi büyüklük siralamasinda" birinci oldu.



The New York Times gazetesinin haberine göre, Ludwig'in "Cagin Krali: Siyasi Liderligin Dogasi" adli kitabinda, son yüzyila damgasini vurmus 377 büyük devlet adami incelendi. Ludwig'in, devlet adamlarinin liderlik vasiflarini bilimsel bir objektiflikle ölçme amaciyla kaleme aldigi kitap için 18 yil çalistigi belirtildi.



Prof. Ludwig, siyasi liderleri degerlendirirken, bir ülkeyi kurtarmak ya da yeniden bir araya getirmek, savas kazanmak, toprak kazanmak, ekonomiyi düzeltmek, yeni bir ideoloji ortaya atmak, iktidarda kalma süresi ve moral açidan örnek olusturmak gibi özellikleri göz önünde tutarak puan verdigini bildirdi. Bir liderin en fazla 37 puan alabilecegine dikkati çeken Ludwig, bu kriterlerin, liderlerin basarilarini degerlendirmede güvenilir ve tarafsiz bir yöntem oldugunu belirtti.



Yazar, puanlarin, liderlerin dünya çapindaki etkileri dikkate alinarak verildigini, kisisel faziletlerinin hesaba katilmadigini kaydetti.

Habere göre, siralamada Atatürk 31 puanla birinci sirada yer aliyor. Franklin D.Roosevelt ve Mao 30 puanla ikinci, Stalin 29 puanla üçüncü, Mussolini 26 puanla dördüncü, Hitler 25 puanla besinci, Yaser Arafat da 17 puanla altinci sirada bulunuyor.

Gazete, Bill Clinton, Dwight D. Eisenhower ve François Mitterrand'in, Arafat'in birkaç puan gerisinde kaldigini yazdi.

397
AŞAĞIDAKİ YAZIYI BİR ORTAOKUL ÖĞRENCİSİ,  OKULUNUN DUVAR GAZETESİNE YAZMIŞ.

İNANILMAZ GUZEL VE FARKLI BİR BAKIŞ AÇISI

İYİ DE YAPMIŞ.



       Bu ülkede yasayan her insanin bağımsızlığını ve demokrasisini borçlu olduğu insan:

 

 ATATÜRK...

 

 

               Gençliğinde kot pantolon giyememiş.



       Sevgilisinin elinden tutup hasılat rekorları kiran bir sinema filmine gidememiş...

       Padişah ona Trablusgarp Cephesi'nde görev verdiğinde, lüks uçak şirketinin, first class koltuğunda viskisini yudumlayarak görev yerine

gidememiş...

 

       Halkına bağımsızlık fikrini anlatabilmek için kortej esliğinde Mercedes'lerle gezememiş Anadolu'yu...

       Kurtuluş hareketini başlatmak için 19 Mayıs'ta Samsun'a ayak basan

ayağında spor ayakkabısı ya da kovboy çizmesi yokmuş...

       Kazandığı her savaştan sonra savaş sahasına fırlayıp moral veren mini etekli ponpon kızlar da yokmuş...

       Tarih kitaplarına bakılırsa, Yunanlıları İzmir'den denize döktükten sonra

timsah yürüyüşü de yapmamışlar...

       Ülkesinde yapacağı devrimleri,  unutmamak için not alacağı bir cep bilgisayarı olmadığı gibi, kendisine suikast girişiminde bulunacakları da cep telefonundan öğrenememiş!

       Atatürk için üzülüyorum. Dağ gibi adam, bir radyo programına faks

çekemeden, İsmet Pasa için Safiye Ayla'dan bir istek parçası isteyemeden

gitti ..

 

        Lozan Zaferi'nden sonra veya Cumhuriyet'in ilanından sonra arabaya atlayıp sabahlara kadar korna çalıp, elinde bayraklarla sokaklarda tur        atamadı.



       Evinin balkonuna çıkıp, bir şarjör mermiyi havaya sıkamadı.

       Atatürk'e acıyorum...

 

       Sen kalk, dört kadınla evlenebileceğin bir dönemde dünyaya gel, sonra değerini bilmeyip tek kadınla evlilik sistemini getir. Aaaah ah...

       Çılgın diskolara gitmek, sabahlara kadar içip, içip rock yapmak, babasının mersedesini alıp söyle bir Emirgan turu çekmek dururken...

       Bunları yapmadı Atatürk...

 

       Keyif çatmadı...

       Tüm hayatini ülkesinin kurtuluşuna ve uygarlaşmasına harcadı...



       ISTE ONUN IÇIN BÜYÜK ADAMDI ATATÜRK HER FIRSAT ELINDE VARDI. O ISE SADECE BU MILLETIN BAGIMSIZLIGINI ISTEDI. BÜTÜN SUÇU 2 KADEH RAKI IÇMEKTI O KADAR.....

399
Evet arkadaşlar Yücen Önderimiz Mustafa Kemal ATATÜRK'ün Bursa Nutkunu Her ATATÜRK devrimlerine Sahip Kişilerin bilmesi ve okuması gerek.



Türk Genci, devrimlerin ve cumhuriyetin sahibi ve bekçisidir. Bunların gereğine, doğruluğuna herkesten çok inanmıştır. Yönetim biçimini ve devrimleri benimsemiştir. Bunları güçsüz düşürecek en küçük ya da en büyük bir kıpırtı ve bir davranış duydu mu, “Bu ülkenin polisi vardır, jandarması vardır, ordusu vardır, adalet örgütü vardır” demeyecektir. Elle, taşla, sopa ve silahla; nesi varsa onunla kendi yapıtını koruyacaktır.



  Polis gelecek, asıl suçluları bırakıp, suçlu diye onu yakalayacaktır. Genç, “Polis henüz devrim ve cumhuriyetin polisi değildir” diye düşünecek, ama hiç bir zaman yalvarmayacaktır. Mahkeme onu yargılayacaktır. Yine düşünecek, “demek adalet örgütünü de düzeltmek, yönetim biçimine göre düzenlemek gerek”



  Onu hapse atacaklar. Yasal yollarla karşı çıkışlarda bulunmakla birlikte bana, başbakana ve meclise telgraflar yağdırıp, haksız ve suçsuz olduğu için salıverilmesine çalışılmasını, kayrılmasını istemeyecek. Diyecek ki, “ben inanç ve kanaatimin gereğini yaptım. Araya girişimde ve eylemimde haklıyım. Eğer buraya haksız olarak gelmişsem, bu haksızlığı ortaya koyan neden ve etkenleri düzeltmek de benim görevimdir.”



  İşte benim anladığım Türk Genci ve Türk Gençliği!



 

                                                                                  Mustafa Kemal ATATÜRK

400
Bu başlık tarafımdan her gün bir hatırayla yenilenecektir. Bu başlıkta Büyük Türkçü Mustafa Kemal Atatürk'ün milletimize unutturulan özelliklerine ve bunların yansıması olan anılarına yer verilecektir. Konu zenginleştiğinde sabitlenmesi ve daha çok insanımıza ulaşması en büyük temennimdir.







"NE MUTLU TÜRK'ÜM DİYENE"



Mustafa Kemal 5. Ordu'da Arap ırkından olan askerlere özel muamele yapıldığını ve Türk çocuklarından üstün tutulduklarını gördükçe üzülüyordu.



- Osmanlılığın telkin ettiği bu aşağılık duygusundan ne zaman kurtulacağız? diyordu.



Yafa'da Mustafa Kemal'in bölüğünde alaydan yetişmiş, Makedonya Türklerinden yaşlı bir yüzbaşı vardı. Bu yüzbaşı Türk çavuşlara kötü davranıyor, yeni Arap erlere karşı ise gereğinden fazla tolerans gösteriyordu. Onların azarlanmasına, hırpalanmasına gönlü razı olmuyordu.



Mustafa Kemal başından geçen bir olayı şöyle anlattı:



- Bir gün Makedonyalı yüzbaşı, kıt'a çavuşlarından birini bölük komutanı odasına çağırdı. Müfit'le ben de orada idik. Çavuş sağlam yapılı ve yakışıklı bir Türk genci idi. Yüzbaşı, gencin onurunu kıracak şekilde azarlamaya başladı. Delikanlıdan çok mensup olduğu ırka hücum ediyordu:



- Sen, diyordu, nasıl olur da yüce Arap ırkına mensup peygamber efendimizin mübarek soyundan gelen bu çocuklara sert davranır, ağır sözler söylersin? Kendini iyi bil, sen onların ayağına su bile dökemezsin...



Gibi gittikçe manasızlaşan sözlerle hakaret ediyordu. Sesi yükseldikçe yükseliyordu. Çavuşun yüzündeki ifadeye baktım. Önce bir babaya duyulan saygının samimiyeti okunan çizgiler sertleşmeye, içten gelen bir isyanın ateşleri gözlerinden okunmaya başladı, fakat gerçek itaatin sembolü olan Türk askeri gibi iç duygularını gemlemeye çalıştı. Göz pınarlarından tanelenen yaşlar yanaklarından döküldü.



Dayanamadım.



- Yüzbaşı efendi susunuz! diye bağırdım.



Birden şaşırdı, sözlerinin bizden onay görmesini beklediği anlaşılıyordu.



- Yoksa fena bir şey mi söyledim? dedi. Ben de:



- Evet, çok fena hakaret ettiniz, buna hakkınız yok. Bu erlerin bağlı bulunduğu Arap kavmi size göre yüce olabilir, fakat biz Türklerin en büyük ve en asil millet olduğu, asla inkar edilemez bir gerçektir.



Yüzbaşı başını önüne eğdi, utanmıştı.



Yıllar sonra, bir gün Ankara'da anlattığı bu gerçek olay karşısında görüşü şu idi:



"Bu ve buna benzer olaylar, Türk aydınlarının kendi kendisini bilmemesinden ve başka milletlerde şu veya bu sebeple üstünlük olduğunu sanarak, kendini onlardan aşağı görmesinden doğmaktadır. Bu yanlış görüşe son vermek için Türklüğümüzü bütün asaleti ve tarihi ile tanımak ve tanıtmak şarttır."



Mustafa Kemal'in, Türk Tarih Kurumu'nu kurmasının en büyük nedeni bu asil düşüncede aranmalıdır. Atatürk, Türk Milleti'nin asaletine, büyüklüğüne bütün Türklerin inanmasını ve bunu iftiharla savunmasını hayatı boyunca amaç edinmiştir, milletine:



"Ne mutlu Türk'üm diyene"



hitabıyla seslendiği zaman, buna tüm varlığı ve içtenliği ile inanmıştı
.

401
Liderlik sırları kitaplaştı







Atatürk’ün liderlik sırları kitap haline getirildi. Türk Tarih Kurumu’ndan Prof.Dr. Hikmet Özdemir’in "Atatürk’ün Liderlik Sırları" adlı kitabı, Başkent Üniversitesi tarafından yayınlandı.



Özdemir, kitabında Atatürk’ün liderlik sırlarını 12 başlık altında şöyle sıraladı:



Çalışkan, akılcı ve cesur olmak



Vatanına ve ulusuna kendini adamak (=idealist olmak)



Gücünü ulustan ve onun temsilcisinden almak



Doğru zamanda doğru karar almak ve uygulamak



Savaşı ve barışı planlamak ve yönetmek, (=kriz yönetimi)



Düşüncelerini ulusla paylaşmak, ulusu dinlemek ve popülizmden uzak durmak



Sağlam bir tarih bilgisiyle zamanın önünde koşmak, (=milli vizyon)



Ekonomide öncülük



Ordu’yu yurttaşların eğitimi sürecine katmak



Laik, Cumhuriyetçi ve katılımcı yönetimi aramak



Gerçekçi ve bilgiye dayalı milliyetçilik (=milli siyaset)



Her alanda uygar dünya ile yarışmak (=milli ülkü).



Benzetiyorlar



Hikmet Özdemir, lider ve kahramanları irdelerken modern Türkiye’nin lideri Atatürk ile Latin Amerika halklarının efsanevi lideri Simon Bolivar arasında çok ciddi benzerlikler bulunduğunu ifade etti. Özdemir, bu konuda kitabında şöyle dedi:



"Venezuelalı General Simon Bolivar, Atatürk’ten 100 yıl önce, Bolivya, Panama, Kolombiya, Ekvator, Peru ve Venezuela’nın İspanyol egemenliğinden kurtuluşu için verilen İstiklal Savaşının komutanıdır. Bolivar-Atatürk karşılaştırmasında ilginç bir nokta da Bolivar ve Atatürk’ün bugünkü Venezuela ve Türkiye devletlerinde bağımsız kurumlar, halk ve bireyler üzerinde karizmatik saygınlıklarını yükselen bir popülariteyle sürdürüyor oluşlarıdır."



Hey yavrum hey Ataturkten sonra Turkiyeyi yonetenlerin ozelliklerinin 10 da biri Ataturke benzeseydi bugun bu sikintilari cekmiyor olacaktik Allah askina size soruyorum bugun Tukriyenin basindakilerin ve yonetmislerin hangi birisi Ataturkun onda bir ozelligini tasiyor dusundugunuzde gozleriniz yasaracak ben cevabini vereyim hic biri hepsini at cope gitsin bize Ataturk gibi hirsli, caliskan, Vatani icin calisan, gecesini gunduzune katmadan ulkesi icin calisan tam bir lider lazim

402
Arkadaşlar kendim yaptım umarım beğenirsiniz. Renkli resimler çoğunluktadır.










403
ATATÜRK’Ü AĞLATAN OLAY

(alıntıdır)

“Ben İnsan Değil miyim?”



Yıl 1922. 14 Ocak gece yarısı. Mustafa Kemal’in özel treni Eskişehir’e doğru gidiyor. Bu yolculuk bir kamuoyu yolculuğu olacak ve Gazi, savaş sonrası Anadolu’sunda bazı şehirlerin nabzını yoklaya yoklaya İzmir’e gidip annesini görecek. Ve Latife’yi.



Ama o gece çok sıkıntısı var Mustafa Kemal’in ve bir türlü uyku tutturamıyor.



Ali Çavuş kompartımanın kapısı önünde sigara üstüne sigara içiyor. Kapıya dayanmış karanlığı seyreder ken bir yandan da kendi kendine mırıldanıp duruyor.



“Bu işin bu kadar çabuk oluvereceğini hiç düşünmedim.



İşte, sonunda şifreli telgraf geldi. Zübeyde anamızı yitirdik. Peki, ne duruyorum. İçeri girip onu uyandırmalıyım. Ama işe bak, giremiyorum. Kıyamıyorum paşama. Nasıl derim ki: ‘Anamız öldü paşam!’ diyemem. Onun yüreği anası için atar. Hep söyler. Vatanı kurtarmakla anasını kurtarmak aynı anlama gelir onun için. Kapıyı açsam, telgrafı uzatsam, ‘Paşam sen sağ ol’ desem ‘Eyvah demez mi?’ ‘Koca vatanı kurtardım ama anamı kurtaramadım demez mi?"



Ali Çavuş, anlattığına göre birden yerinden sıçramış. İçeriden bir ses geliyor. Mustafa Kemal sesleniyor.



Çavuş kompartıman kapısını açıp selam duruyor:



“Emret Paşam”.



Mustafa Kemal yatağa oturmuş soruyor telaş ile:



“Ne demeye kapıda bekliyorsun sen?”



“Uyku tutturamadım da Paşam”



“Annemden bir haber var mı?”



“Az önce bir telgraf geldi dediler, şifreyi çözünce size sunacaklar.”



“Boşuna kıvranma Ali, benden de saklamaya çalışma. Ben haberi aldım.”



Ali Çavuş bir şey yokmuş gibi durmaya çalışıyor ve merakla soruyor:



“Ne olan, ne haber aldın ki paşam? Hayır haber inşallah.”



Mustafa Kemal usul usul anlatıyor.



“Az önce dalmışım, rüyamda yeşil bir ovada anamla el ele geziniyorduk. Hep olduğu gibi bana birşeyler anlatıyordu. Birden bir fırtına çıktı. Bir sel bastırdı, anamızı aldı götürdü. Hiçbir şey yapamadım. Hiç, hiç!..”



Çavuşu bir titremedir almıştı. Derken.. Mustafa Kemal emri verdi:



“Çocuk! Al getir şu telgrafı, hemen!”



Ali Çavuş kompartımandan çıkar çıkmaz, çözümü getiren görevliyle karşılaştı.



“Ver onu” dedi. “Paşamız bekliyor.”



Kağıdı aldı, içeri girdi, selam durdu ve: “Sen sağol paşam” dedi.



“Millet sağ olsun.”



Gözünden iri bir damla göz yaşı akıvermişti. Çavuş “Ağlama paşam” diye yalvardı.



“Neden? Ben insan değil miyim? Anam öldü. Ben buna ağlarım. Ama, Anavatan kurtuldu. Bununla da te selli bulurum. Benim için ikisi bir.”



İşte ben bunun için:



‘Bulunur kurtaracak bahtı kara maderini’ diye cevap vermedim mi Namık Kemal’e? Birden Mustafa Kemal ile Ali Çavuş birbirlerine sarıldılar ve açık açık, hıçkırıklarla, içli içli ağlıyorlardı.

404
Bu ifade neden, niçin, kim tarafından verilmiştir?

405
Atatürk’e hakaretler yağdıran Yılmaz Çelik gazetelere faks çekerek meydan okudu.



Fatih Camii avlusuna geçen cuma namazı çıkışı kürsü kurup hilafet çağrısı yaptıktan sonra kayıplara karışan Hizb-ut Tahrir’in firari lideri Yılmaz Çelik, gazetelere bir bildiri fakslayarak meydan okudu.



Olayın üzerinden 5 gün geçmesine karşın bulunamayan Çelik, Hizb-ut Tahrir Resmi Sözcülüğü Türkiye Vilayeti antetli mektupta, şöyle dedi:



‘Adı ister AKP, ister CHP ya da ne olursa olsun hiçbiri Hizb-ut Tahrir’in ve onun bayraktarlığını yaptığı Hilafet fikrinin yükselişini asla durduramayacaktır. Kalplerdeki korkunun derinliğini daha da artıracağız. Unutmayın! Ve hafızanıza yerleştirin. Dün bizler Hizb-ut Tahrir olarak Fatih Camii’ne ümmete bir nidada bulunmak için geldik. Allah’ın izniyle bir dahaki gelişimiz Hilafet bayrağını İstanbul’a dikmek için olacaktır!’

Kaynak:Haber3



Bunlar tehlikeli boyutlara ulaşmaya başladı acilen önlem alınması lazım!..

406


 

Hala anlamadınız

Siz beni hâlâ anlayamadınız./ Ve anlamayacaksınız çağlarca da.../ Hep tutturmuş "Yıl 1919, Mayısın 19'u" diyorsunuz./ Ve eskimiş sözlerle beni övüyor, övüyorsunuz./ Mustafa Kemal'i anlamak bu değil,/ Mustafa Kemal ülküsü sadece söz değil...


 

Siz beni hâlâ anlayamadınız.

Ve anlamayacaksınız çağlarca da...

Hep tutturmuş "Yıl 1919, Mayıs'ın 19'u" diyorsunuz.

Ve eskimiş sözlerle beni övüyor, övüyorsunuz.

Mustafa Kemal'i anlamak bu değil,

Mustafa Kemal ülküsü, sadece söz değil.

Bana, muştular getirin bir daha uygar uluslara eşit yeni buluşlardan... Kuru söz değil, iş istiyorum sizden anladınız mı? Uzaya Türk adını Atatürk kapsülüyle yazdınız mı?

Beni seviyorsanız eğer ve anlıyorsanız; laboratuarlarda sabahlayın, kahveler değil.



Bilim ağartsın saçlarınızı. Kitaplar.

Ancak, böyle aydınlanır o sonsuz karanlıklar...

Demokrasiyi getirmiştim size, özgürlüğü..

Görüyorum ki, hâlâ aynı yerdesiniz, hiç ilerlememiş, birbirinize düşmüşsünüz, halka eğilmek dururken.

Hani köylerde ışık, hani bolluk, hani kaygısız gülen?

Arayı kapatmanızı istiyorum uygar uluslarla.

Bilime, sanata varılmaz rezil dalkavuklarla.

Bu vatan, bu canım vatan, sizden çalışmak ister, paydos övünmeye, paydos

Avunmaya, yeter, yeter!

Mustafa Kemal'i anlamak aldatmak değil,

Mustafa Kemal ülküsü, sadece söz değil...







Bu yazıyı bugün okudum ve sizlerle paylaşmak istedim.

Nekadar Mustafa Kemalciyiz!!!

407
ne kadar doğru ve daha once werildi mi bilmiyorum...



kusura bakmayin eğer warsa ....

   

Mustafa Kemal, kurulacak devletin sekli ile ilgili toplumun her

kesiminden insanlarla gorusmeler yaparken sira mollalar, seyhler ve din buyugu

gecinen kisilere gelir. Mustafa Kemal bunlara haber gondertip, gelecek hafta

kendileriyle bu konuyu gorusecegini ancak konusmalarinin bir temeli

olarak katilacak olan herkesin Bakara suresini 288. ayetine kadar okumalarini

rica eder. Toplanti gunu gelip cattiginda, Mustafa Kemal kursuye cikar ve

sorar:

"Arkadaslar, buraya gelmeden once hepinizden Bakara suresini 288'e

kadar okumanizi rica etmistim. Kimler okudu Bakara'yi 288'e kadar?"

Salondaki butun eller istisnasiz olarak bu ricayi yerine getirdiklerini

belirtmek icin havaya kalkar.

Bunu uzerine Mustafa Kemal sozlerine devam eder: "Beyler iste,

kuracagimiz devletin neden din temeline dayanamayacaginin aciklamasi: Bakara

yalnizca 286 ayettir.......

408
selamlar ArkadaŞlar,



Turgay Yildiz Ve Bahadir Tokmak,tÜrk Kahvesİ Programinda Yaptiklari AÇiklamada,4 Aralik Pazar GÜnÜ Anitkabİr'e Yapacaklari AtatÜrk Kocatepe'de YÜrÜyÜŞÜnÜ Duyurdular.saat 10:00'da Akdenİz Caddesİnİn OlduĞu Yerdekİ Avrasya Tv Bİnasinin ÖnÜnde Toplanilacak Ve YÜrÜyÜŞ Buradan BaŞlayacak.herkesİ TÜrk BayraĞini Alip YÜrÜyÜŞe Davet Edİyorlar.

Sayfa: 1 ... 23 24 25 ... 99