Forum Zero
ForumZero

İletileri Göster

Bu özellik size üyenin attığı tüm iletileri gösterme olanağı sağlayacaktır . Not sadece size izin verilen bölümlerdeki iletilerini görebilirsiniz


Mesajlar - Zero

Sayfa: 1 ... 21 22 23 ... 99
358








Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Yener Karahanoğlu, Türkçe ezandan vazgeçmenin karşı devrimcilere karşı verilmiş bir ödün olduğunu savundu.



Paşa'ya göre Türkçe ezan ödün

Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Yener Karahanoğlu, Türkçe ezandan vazgeçmenin karşı devrimcilere karşı verilmiş bir ödün olduğunu savundu.



Deniz Harp Okulu’nun eğitim yılı açılışında Oramiral Karahanoğlu, Müslüman Türk halkının Kur’an’ı kendi diliyle okuyup anlama olanağına ancak Atatürk ve laik Cumhuriyet rejimi sayesinde kavuştuğunu söyleyerek, “Türkçe ezan, gene aynı ortamda gerçekleşti. Ama çok partili siyasal sisteme geçildikten sonra karşı devrimcilere verilen bir ödün olarak ortadan kalktı.” dedi.



Türk Silahlı Kuvvetleri’nin (TSK) Avrupa Birliği’nin kendisinden istenilen tavizleri vermeyeceğini söyleyen Karahanoğlu, Türkiye’nin üzerinde emelleri olan iç ve dış mihraklar bulunduğunu ve bunların TSK’yı yıpratmaya çalıştığını söyledi. Karahanoğlu, “Sonlarını kendileri hazırlayan bu zavallılara acıyorum. Bu mihraklar ya Türkiye’yi terk edecek ya da Anadolu denizinde boğulacak.” dedi.



Laiklik konusunda da uyarılarda bulunan Deniz Kuvvetleri Komutanı, Türkiye’de laiklik karşıtı akımların arttığını savundu. Irkçılığı reddeden Atatürk milliyetçiliğinin bütünleştirici, birleştirici ve milli birliği sağlayıcı olduğunu söyleyen Oramiral Karahanoğlu, “Bu ilkenin karşıtı ise ümmetçilik, şeriat taraftarlığı, emperyalizm ve evrensel kapitalizmdir.” iddiasını dile getirdi. Oramiral Yener Karahanoğlu, intibak eğitimlerini tamamlayan 208 öğrencinin and içmesi ve meç kuşanmasının ardından geçen eğitim ve öğretim döneminde sınıflarında dereceye giren öğrencilere “Üstün Başarı Şerit Rozeti” verdi ve beratlarını taktı.




internethaber.com

359
Üniversiteler önümüzdeki günlerde açılacak..  Türbanlı örenciler yine fakültelerine giremeyecekler. Hukuk dışı bir şekilde baş örtülü kızlarımızın eğitimleri engellenecek. Yasakçılar yine laikliğe sığınacaklar ve bu yanlış uygulamalarına Mustafa Kemal Paşa’yı da alet edecekler.



 



Tarihçi-yazar Selim İçli, Mustafa Kemal Paşa’nın tesettür konusuna yaklaşımını araştırdı ve belgelerle onun başörtülü diye kızlarımızın yüzüne üniversite kapılarını kapatılmasını onaylamayacağını ortaya koydu. Selim İçli’ye göre Mustafa Kemal Paşa türbanı milli örf ve adetlerimizin bir parçası olarak görüyordu.



 



TÜRBAN MESELESİ



 



Türkiye’nin tartışılması ve çözüm bulunması gereken çok daha önemli meseleleri varken zaman zaman “Türban Meselesi”ne kilitlenmesi gerçekten üzüntü vereci bir durum.



 



Türbana karşı çıkanlar hep aynı gerekçeleri ileri sürüyorlar: “Laikliğe aykırı”, “Siyasal simge” ve “Atatürk Türkiyesi’nde  çağdaş yaşama aykırı” gibi gerekçeler.



 



Oysa türban yasağına Atatürk’ün de alet edilmesi tarihi gerçeklere uymamaktadır. “Türkiye’ye laikliğin getiricisi” olarak bilinen Atatürk’ün fikir ve eylemlerine baktığımızda, kadınların giyim ve kuşamı konusunda yaptırımcı ve zorlayıcı bir kanun maddesi yoktur.



 



Gazi Mustafa Kemal Paşa’nın annesi Zübeyde Hanım’ın, eşi Fikriye Hanım’ın ve kızkardeşi Makbule Hanım’ın günümüze ulaşan fotoğraflarında tesettürlü oluşları hemen dikkat çekmektedir. Gazi’nin gündeminde hiçbir zaman türban meselesi olmamıştır..



 



ŞAPKA DEVRİMİ



 



Gazi Mustafa Kemal Paşa’nın kılık ve kıyafeti esas alan devrimlerinden olarak “Şapka Devrimi” vardır.  



 



Bilindiği gibi bir kanunla fesin çıkarılarak şapkanın giyilmesi hususu, sadece devlet memurlarına zorunlu tutulmuştu; vatandaşa yönelik bir zorlamaya gidilmemişti.



 



Ancak, Mustafa Kemal Paşa’nın “medeni bir başlık” olarak gösterdiği şapkanın fesin yerine giyilmesi konusundaki isteğini, halkımız,  Gazi’nin “karizmatik liderliği”nin etkisinde kalarak yerine getirmiştir. Bu yüzdendir ki sivil halktan şapka giymek istemeyenler, başı açık bulunmayı tercih etmişlerdir.



 



Günümüz itibariyle baktığımızda, halkımızın şapkayı pek az kullandığını görmekteyiz. (Genelde köylülerimiz tarlada iş hayatı sebebiyle başlarını güneş ve soğuktan korumak için giymektedirler.)



 



Şapka devrimi uygulamasının günümüzdeki durumu ise ortadadır: Şapka giyimi istenildiği kadar tutmamıştır. Günümüzde fese geri dönmek de imkansızdır.



 



TESETTÜR KONUSUNDA ZORLAYICI



TEDBİRE BAŞVURMADI..



 



Can alıcı soruyu açıkça sorabiliriz burada: “Atatürk, şapka gibi kadınların örtünmesi konusunda da zorlayıcı tedbirlere başvursaydı acaba ne olurdu?” Cevap belli elbette: “Hiç şüphesiz toplumdan büyük tepki alırdı.”



 



Mustafa Kemal Paşa, devrimlerini yaparken, hiç şüphesiz toplumdan tepki almamaya büyük özen göstermişti. Genelde toplumu hazırlayarak devrimleri kabul ettirme yöntemini izlemiştir. Örtünme konusunda da bu makul yolu seçmiştir.



 



Sosyoloji ilminin tespitlerine göre, kadınların örtünmesi, “kıskançlık” ve “dinlerin emirlerini uymak” sebeplerinden kaynaklanmaktadır. Birincisini halkın örf ve adetleri, ikincisini “dini bir kural” olarak görmek mümkündür. Bu durumda, her toplumda kadınların örtünmesi tek başına ne bir “dinsel bir gösteri” ne de  bir örf ve adet olmayıp, belki de bunların  bileşkesi bir kılık kıyafet tarzı, “genel yaşam ve ahlak kuralları”na uygun bir hareket tarzıdır.



 



Mustafa Kemal Paşa, devrimlerini yaparken bu gerçeği bildiği için olacak ki, kadınların giyim ve kuşamları konusunda erkeklerinki kadar zorlayıcı olmamıştır.  Örtünmeyi bir “yaşam ve kültür meselesi” görerek baskıcı, yasaklayıcı hükümler getirmemiştir. Gazi,  özellikle yakınında bulunan kadınlara Avrupai kadın kıyafetini giydirmekle  “medeniyetin çağdaş kıyafeti” dediği başı açık kadın kıyafetini toplumda yaşayarak ve telkin ederek gerçekleştirmek istemiştir.



 



Mustafa Kemal Paşa’nın zamanında kadınlarımızın % 95’nin başı örtülü olmasına rağmen baş açmaya yönelik zorlayıcı bir kanun hükmü getirmemiştir. Eşi Latife Hanım’a başını açmak için herhangi bir baskı da yapmamıştır.



 



 



İSLAM TESETTÜRDE



ORTA YOLU SEÇMİŞTİR



 



Gazi, kadın giyimi konusunda burun ve ağzın da örtülerek yalnızca gözün görünebildiği peçeye şiddetle karşı çıkmıştır. Peçeye karşı çıkarken, Avrupa’da  yaşanan çok açık kadın giyimini de benimsememiştir. Avrupai örneklerle modernize edilmiş milli ve dini geleneklerimize uygun kadın kıyafetini tavsiye etmiştir.



 



Mustafa Kemal Paşa’nın Konya Yeşilay Cemiyeti Kadınlar Şubesi’nde yaptığı konuşmada (21. 3. 1923) şunları söylemişti:



 



“Memleketinizin bazı yerlerinde, daha çok büyük şehirlerinde, giyim şeklimiz ve kıyafetimiz bizim olmaktan çıkmıştır. Şehirlerdeki kadınlarımızın giyim şekli ve örtünmesinde iki şekil kendisini gösteriyor: Ya çok açık ya çok kapalı görülüyor. Yani ya ne olduğu bilinemeyen, çok kapalı çok karanlık bir giyim tarzını gösteren kıyafet (peçe örneği), veyahut Avrupa’nın en serbest balolarında bile dış kıyafet olarak giyilmeyecek kadar açık bir giyim şekli. Bunun her ikisi de şeriatın tavsiyesi dinin emri haricindedir. Bizim dinimiz kadını  o aşırı açılmaktan da, bu aşırı kapanmaktan da men eder… Dinimizin tavsiye ettiği tesettür (örtünme)  hem hayata hem fazilete uygundur.” (Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, C. II, Ankara, 1981, s. s.149-150)



 



MUSTAFA KEMAL PAŞA ZAMANINDA



BAYAN ÖĞRETMENLER TÜRBANLIYDI



 



Gazi, kadınların kılık ve kıyafetlerini tabii mecrasında oluşmaya bırakmıştı. Bu çerçevede kendi zamanında bazı bayan öğretmenlerin derslere türbanlı olarak girmesine bile hoşgörü ile bakmıştır.



 



O günlerde yaşanan bir olayı Mustafa Kemal Paşa’nın genel sekreterliğini yapan ve sonra Milli Eğitim Bakanı olan Hikmet Bayur şöyle anlatır:  Trabzon Valisi Rıfat Bey’den bir mektup alınmıştır. Mektupta, derslere başörtüsü ile giren bir öğretmenin bu durumunun önlenmesi istenir. Bayur, “Ne yapalım?” diye mektubun içeriğini Atatürk’e anlatınca ondan şu cevabı alır:



 



“Bu işe karışma, zamanla kültür ilerledikçe bunlar hep olacaktır; bu sırada bize düşen başörtüsünü giymeye zorlayanlar varsa onlarla mücadeledir. Başörtüsü işi fes gibi kör bir taassubun sonucu değildir; insanlarda pek canlı olarak var olan ayrı bir duygunun, kıskançlık duygusunun da etkisi altındadır. Onunla mücadele apayrı bir konudur.” (Hikmet Bayur, Atatürk’ten Hatıralar, Belleten Dergisi,  Sayı 148, s. 446)



 



Mustafa Kemal Paşa’nın kadınlarla ilgili olarak şu görüşleri de oldukça ilginçtir: “Şunu ilave edeyim ki, kadınlık meselesinde şekil ve kıyafet görünüşte ikinci derecededir. Asıl mücadele sahası, kadınlarımız için şekilde ve kıyafette muvaffakiyetten ziyade, muzaffer  olunması lazım gelen saha nur ile, irfan ile, faziletin hakikatleri ile süslenmiş duruma hazırlanmaktır. Ben sayın hanımlarımızın Avrupa kadınlarından aşağı kalmayacak, bilakis pek çok yönlerden onların üstüne çıkacak nur ve irfanla hazırlanacaklarına katiyen şüphe etmeyen ve buna kesin olarak emin olanlardanım.” (C. II, s. 152-153)



 



Mustafa Kemal Paşa’yla ilgili olarak bu gerçekler bilindikten sonra, bugün ona ve laikliğe maledilerek türbanlı kızlarımızın türban kullanmaları sebebiyle üniversitelerin kapısından içeriye alınmamaları yanlıştır.



 



MUSTAFA KEMAL PAŞA MİLLİ ÖRF



VE ADETLERİMİZİ KORUYORDU



 



Mustafa Kemal Paşa bugün yaşaydı türbana ”yasakçı” bir zihniyetle bakmazdı.



 



Zaten hayatında da bu zihniyetle bakmamıştır. Batılı giyim tarzını savunmasına rağmen işi halkın beğenisi ve isteğine bırakmıştır. Hatta bunu dini bir aksiyon olmayı bir kenara bırakınız, prensipleri arasında bulunan “milli örf ve adetlerimizi korumanın” bir göstergesi olarak görmüştür.



 



Örtünme meselesine bilimsel açıdan da bakıldığında, bugün kadınlarımızın peçeye çıkararak ona göre daha modern ve çağdaş giyim tarzı türban takmaları, sosyologlarımız tarafından “modernleşmeye geleneklerimizi koruyarak adapte” olarak değerlendirilmiştir.. Türban meselesine bu gözle bakmak, onunun çözümlenmesini de kolaylaştıracaktır. Böylece milletimizin medeniyet yolunda ilerlemesinin önündeki engelleri de kaldıracaktır.





selim içli köşe yazısı.....



haber7 alıntı

360




Ali Rıza Efendi'nin yerine Atatürk'ün fotoğrafının konulması hatası da düzeltildi.



Milli Eğitim Bakanlığı (MEB), bazı ders kitaplarındaki, aralarında Atatürk'ün babası Ali Rıza Efendi'nin yerine yine Atatürk'ün fotoğrafının konulmasının da yer aldığı hataların düzeltildiğini bildirdi.



Milli Eğitim Bakanlığı'ndan yapılan açıklamada, basında “MEB'e ait ders kitaplarında birçok bilimsel ve maddi hata bulunduğu” yolunda haberler yer aldığı anımsatıldı.



Hatalarla ilgili yapılan düzeltmelere yer verilen açıklamada, şöyle denildi:



“- İlköğretim Sosyal Bilgiler 5 Öğrenci Çalışma Kitabının 2005 baskısının 149. sayfasında Türkiye'nin güzellikleri konusunda yer alan Versay Sarayı, 2006 baskısında düzeltilerek Selimiye Camii'nin resmi konulmuştur.



- İlköğretim Fen ve Teknoloji 4 ders kitabının 2005 baskısının 36. sayfasında yer alan 'Vücudumuzda, tabancanın tetiğindeki gibi bir pompa olmasaydı kan, damarlarımızda hareket edemezdi' cümlesi, aynı kitabın 2006 baskısında 'vücudumuzda su tabancasındakine benzer bir pompa olmasaydı kan, damarlarımızda hareket edemezdi' şeklinde düzeltilmiştir.



- İlköğretim Türkçe 1 Okuma Yazma Öğreniyorum kitabının 2005 baskısının 32. sayfasında Atatürk'ün babası Ali Rıza Efendi'nin resmi konularak söz konusu yanlışlık giderilmiştir.



- İlköğretim Sosyal Bilgiler 5 ders kitabının 2005 baskısının 195. sayfasında yer alan Mimar Sinan heykeli fotoğrafı, 2006 baskısında İbni Sina heykelinin fotoğraflarıyla değiştirilmiş ve yanlışlık düzeltilmiştir.”




Kaynak:realhaber.com

361
ATATÜRK



DİYOR Kİ;



"Bu gün Sovyetler Birliği dostumuzdur, komşumuzdur, müttefikimizdir. Bu dostluğa ihtiyacımız vardır. Fakat,yarin ne olacağını kimse bugünden kestiremez. Tıpkı Osmanlı gibi, tıpkı Avusturya Macaristan İmparatorluğu gibi parçalanabilir, ufalanabilir. Bu gün Rusya'nın elinde sımsıkı tuttuğu milletler avuçlarından kaçabilirler. Dünya yeni dengeye ulaşabilir. İşte o zaman Türkiye ne yapacağını bilmelidir. Bizim,bu dostumuzun idaresinde dili bir, inancı bir, özü bir kardeşlerimiz vardır. Onlara sahip çıkmaya hazır olmalıyız. Hazır olmak yalnız o günü susup beklemek değildir. Hazırlanmak lazımdır. Milletler buna nasıl hazırlanır? Manevi köprüleri sağlam tutarak.. Dil bir köprüdür. İnanç bir köprüdür. Tarih bir köprüdür. Köklerimize inmeli ve olayların böldüğü tarihimiz içinde bütünleşmeliyiz. Onların bize yaklaşmasını beklemeliyiz, bizim onlara yaklaşmamız gerekliliğidir. Rusya bir gün dağılacaktır. O zaman Türkiye onlar için örnek bir ülke olacaktır."

362
Araştırmacı Tarihci Yazar Cezmi Yurtsever, Mustafa Kemal Atatürk'ün, İngiliz istihbarat birimlerince kurulan aşk tuzağı sonucu ünlü film yıldızı Zsa Zsa Gabor tarafından öldürüldüğünü iddia etti.



Yurtsever, dünya tarihinin yeniden yazılmasını tartışmaya açtığı "Şifre" isimli kitabında, Atatürk ile dünya güzellik kraliçesi ve ünlü film yıldızı Zsa Zsa Gabor arasında yaşanan aşk ilişkisine yer verdi.



Dünya tarihi üzerinde yaptığı araştırmalar sırasında tesadüfen bir ayrıntının izini sürerek, Atatürk'ün, güzelliğiyle ünlü Zsa Zsa Gabor ile yaşadığı aşkı ortaya çıkardığını söyledi. İngilizler'in, Atatürk'ün 1937 yılında Kerkük, Filistin ve Antakya'ya düzenleyeceği askeri harekat ve savaşı önlemek için Gabor'u Atatürk'ün yanına

gönderdiğini ileri süren Yurtsever, Gabor'un, Atatürk'ü kurduğu aşk tuzağıyla öldürdüğünü öne sürdü.



Atatürk'ün normal bir şekilde ölmediğini savunan Cezmi Yurtsever, "'Şifre' kitabının yazım çalışmaları esnasında İngiliz istihbaratının önde gelen casuslarından Gertrude Bell ve Lawrence ile ilgili gizli dosyaları araştırırken 1937 yılında zamanın Matbuat Umum Müdürü Burhan Belge'nin beraberinde Türkiye'ye getirilen Macaristan yurttaşı dünya

güzellik kraliçesi Zsa Zsa Gabor'un, Atatürk ile tanıştırıldığı ve kısa zamanda bu ilişkilerin aşka dönüştüğü hakkında bilgilere ulaştım.



Gabor'un, gazeteci Wendy Leigh'e yaptığı itiraflarda ilişkinin 6 ay kadar sürdüğü, Atatürk'ün hastalanması üzerine ilişkinin sona erdiği hakkında bilgilere yer veriliyor. 1937 yılında Atatürk, Ortadoğu'da yaşanan sorunlara doğrudan ilgi gösteriyordu. Kuzey Irak'ta yaşayan Türkmenler'in haklarını korumak için Kerkük'e, Filistin sorunundan dolayı da Müslümanlar'ın ezilmemesi için Kudüs'e, güney sınırlarımızdaki Fransız manda yönetiminde bulunan Antakya'ya askeri müdahale ve savaş hazırlıklarını planlıyordu. Atatürk'ün muhtemel savaş hazırlıklarını öğrenmek için İngiliz istihbaratı, Gabor'un aşkını yakından izlemeye aldı. Atatürk'ün bu ilişki süreci sonrası hastalanması, kalenin içten yıkılması anlamına da geliyordu. Atatürk'e karşı İngiliz istihbaratının hazırladığı aşk tuzağı sonuçlarını verdi.



Atatürk, 1938 yılı mart ayı içinde vücut fonksiyonları çökertilmiş ölümcül bir hastaydı. Kısa sürede ise Atatürk'ün ölüm yolculuğu başladı" dedi.



Gelişmelerin en ilgincinin, Atatürk'ün Gabor ile aşk bağlantısının, İngiliz istihbaratının internete de yansıyan hususi özellikler raporlarında da açıklanması olduğunu belirten Yurtsever, "Gabor, Atatürk ile olan beraberliğinden sonra, kız kardeşini İngiliz İstihbarat Sorumlusu, Dışişleri Bakanlığı Görevlisi Eric Drimmer ile evlendirdi. Kendisi de ABD'ye yerleşerek dünyaca ünlü bir film artisti oldu. 90 yaşına merdiven dayayan Zsa Zsa Gabor'un, Atatürk ile ilgili hatıralarına yansıyan belgelere ve açıklamalara dikkat edilmelidir" diye konuştu.



Araştırmalarının gerçekleri yansıttığını savunan Yurtsever, "Atatürk'ün ölümüyle ilgili belgelerin yetkililer tarafından açıklanması gerekiyor" diye konuştu.



Habertürk


363
Atatürk ve Diğer Türk Önderlerimiz / AtatÜrk’Ü Anlamak
« : 25 Şubat 2011, 17:31:01 »
ATATÜRK’Ü ANLAMAK



Bir ülkenin düşünsel yaratım hayatı, olabilecek en aşağı seviyede. Bir ülkenin ruhu; ekonominin, teknolojik gelişme kaygılarının, dış ilişkiler savaşının arkasına saklanmış, unutulmuş, kaybolmak üzere. Bin yıllık bir

tarihin ve düşünsel hacmin gerisine dönmeye çalışan bir takım insanların adım adım uyguladığı hüküm ve yaptırımlarla bir ülke, milyonlarca insanın

kanıyla kazanılmış ruhunu kaybetmek üzere. Bir millet ümmet olmaya doğru gidiyor. Yeni bir Atatürk`e ihtiyaç duymaya doğru koşturuyor.



Oysa bu ülkenin yetiştirdiği büyük bir beynin, kocaman bir ruhun ne yaptığını unuttuk. Hayır hayır unutmadık, biliyoruz hepsini. Tarihiyle, mekanıyla, ne olduğuyla, ne olduğunu hatırlıyoruz. Ama yapılanların ruhunu,

hissedişlerini, anlamını öğrenmek için çaba sarfetmiyoruz.



Bir millet, yüzyıllardır padişaha kul olma olgusuyla bağlanmış, kendi düşüncelerini, kendi yaratımını, kendi tercihini yaşamayı unutmuş:



Baktı O, Mavi Gözlü Dev; bir milleti kendi gücüne uyandırmalıydı. Üstelik bir ülkenin, bir vatanın ancak onu oluşturan her ferdin özgür ve yaratıcı

kimliğini ortaya koyması ile ilerleyebileceğini öğretmek istedi. Biliyordu ki; bir millet ancak düşünmeyi öğrenebilen, kendi önüne konan dogmatik bilgi ve inançlardan sıyrıldığında özgür olabilir. Anlatacakti; kazanılan savaş bir milletin ` kul olma` alışkanlığından sıyrılmadıkça asla egemenliğini

kazanamayacaktı. Akıtılan bu kanlar başka bir padişah gelip ona kul olma olgusunun tamamlanması ile boşa akıtılacaktı.



Ne yapacağını biliyordu: ”Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir” dedi.

Baktı sonra, üstünde fakirliğin ve kıraç toprakların uzandığı vatanına.

Baktı, savaşlardan yorgun çıkmış halkının özgürlüğü için,  toprağı için bu yorgunluğa rağmen kanını, canını vermeye her an hazır insanının ezilmişliğine. Ki köy yerinin, köylülerin oluşturduğu bir milletti henüz

onlar. Gülümsedi O, mavi Gözlü Sarışın Dev: “Köylü milletin efendisidir” dedi.



Bu ülke sizin, özgürlük sizin, yönetmek de, yönetilmek de sizin diyordu.

Savaşı kazanmak, işgalci devletleri topraklardan atmak yetmez diyordu. Halk olduğunuzu bilmezseniz, bir lidere ihtiyaç duymadan kendi egemenliğinizi kuracağınızı anlamazsanız asla özgür olamayacaksınız diyordu. Anlamadık, anlamak istedik, anlayamadık. . .



Sonra öğretmenlerin toplandığı bir kongreye gitti. Baktı o düşünsel ruhu bin yıl ilerde olan O Dev; kadınlar ayrı, erkekler ayrı oturuyorlar. Acı acı

gülümsedi. “Efendiler; kendinize mi güvenmiyorsunuz, hanımlarımıza mı?” Bu ülkenin, bu insanın kadını düşünmeli, üretmeli, yaşama ortak olmalıdır dedi.

Bu ülkenin kadını, içinde olduğu toplumu yönetmek için seçilebilmeli, seçmeli. Onlara verilen hak bu ülkenin düşünsel olarak ilerlemesinin anahtarıdır.



Biliyordu yetmeyecekti; bu toprakların insanına verilen inancı sorguladı.

Baktı; değişmeliydi bir şeyler. Nüfusun yarısını oluşturan kadını evine kapatırsan nasıl gelişir bu ülke, muasır medeniyet seviyesine nasıl

gelirdi? Halkına öğretilen yanlış din öğretilerini yok edecekti. Düşünmeyi engelleyen ne varsa silecekti. Biliyordu ki kadının hak ve özgürlüğüne en

büyük engel buydu. Dini doğru öğrenmeliydi. Bir harf silsilesi ve ondan oluşan dil kutsal olamazdı. Türkçe olmalıydı ezan, Türkçe olmalıydı ibadet.

Anlamak en önemlisiydi. Anlamadan ibadet olamazdı, anlamadan bir ülkenin yarısını oluşturan kadının üretimsiz bırakılmasının o ülkeyi geri bırakacağını bilemezdik.



Bir sabah, her insanın anladığı, kendini ifade edebildiği kendi diliyle çağırdı insanlarını ibadete. Amaç; ezanın Türkçe ya da Arapça olup olmamasından çok daha fazlaydı. Anlamadık, ilk fırsatta değiştirdik,

geriledik, gerilemeye devam ediyoruz.



Küçük ayrıntılar büyük devrimlerin kıvılcımıydı, biliyordu. “Kastamonu’ya gidiyoruz çocuk, şapkayı göstereceğiz halka” dedi. “Neden bu kadar önem

verdiğiniz bir şey için bu denli küçük bir yer seçtiniz paşam?” diye sordu yaveri. “Kastamonu halkı ilktir beni görecek. Beni ilk nasıl gördüyse öyle

benimseyecek. Bu şapkanın kabul edilmesi için en kolay yoldur çocuk.” dedi.

“Paşam neden şapka değil de başka bir şey değil, neden fes kalmıyor. Siz ki şekle önem vermezsiniz” dedi yaver.



Gülümsedi bakışlarında bin yıl sonrasını taşıyan O Dev: “Ah çocuk; nerden bileceksin sen: Her şey ululandırma, her şey dogmatik inanç, her şey kabullenenin pençelerinde yürüyor. Ne fesle derdim var, ne de şapkaya bir

aşkım. İnancın kıyafetle ilgisi olmadığını anlatmak lazım.İnancı şekilcilikten almak lazım. Dogmatik bilgiye bu denli sarılmış bir halka ilerlemeyi, medeniyeti nasıl öğreteceğiz? Fes, bir semboldur; dogmatik inancın, şekilciliğin sembolu. Kıracağız çocuk, Türk halkı kul olmaktan çıkıp düşünmeyi öğrenecek, şekilciliğe dair ne varsa kaldıracağız. İnancı özgür kılacağız çocuk. Bu yüzden kapatmadık mı tekkeleri, zaviyeleri. Bu yüzden kaldırmadık mı hilafeti? Şimdi bütün bunlardan sonra bu dogmatik

bilgilere sarılışı kaldırmazsak ne işe yarayacak? Aklı hür, vicdanı hür, inancı hür bir millet olamazsak ne işe yarayacak kurtuluş savaşının ruhu ve mücadelesi?” Anlamadık, anlayamadık, anlamak istemedik. . .



“Sarışın bir kurda benziyordu. Ve mavi gözleri çakmak çakmaktı. Yürüdü uçurumun başına kadar, eğildi, durdu. Bıraksalar; ince, uzun bacakları üstünde yaylanarak ve karanlıkta akan bir yıldız gibi kayarak Kocatepe’ den Afyon Ovasına atlayacaktı.” O sarışın kurt, bıraksalar bin yıl sonrasına, onbin yıl sonrasına atlayacaktı tek bir sıçrayışta. Anlamadık, anlayamadık, anlamak istemedik. Onu kaybettiğimiz 10 kasım 1938’ in simdi yüz yıl gerisindeyiz. Yeni bir Atatürk bekliyoruz belki. . .

364
Mustafa Kemal'i Sevmek



Sevmek…



Mustafa Kemal'i sevmek…



Özgürlüğü ve bağımsızlığı sevmek…



Bunları karakter, yani ruh, öz, omurga olarak kabul edenleri sevmek.



Mustafa Kemal'i sevmek… Fikri hür, ilmi hür, irfanı hür olanları sevmek…



Mustafa Kemal'i sevmek…



Yoksul, yürekli, namuslu,yalansız, riyasız, pazarlıksız…Tertemiz alnından vurulup düşen hem de daha , bir tek kurşun atmadan, o istedi diye Allah deyip şehitlik için ileri atılan dedelerimiz, Eğinli dedem, Ali Çavuş gibi sevmek…



Mustafa Kemal'i sevmek …



Kopan bacağını tüfeğinin dipçiğinin kayışıyla bağlayıp savaşarak ölen Ezineli Yahya Çavuş gibi sevmek… Çanakkale'de 19. Tümen 'in her bir neferi gibi sevmek…



Sevmek… Ölmeyi emreden birini, Mustafa Kemal'i sevmek… Ölenleri dün olduğu gibi bugün de anlamak:



"Benimle beraber burada muharebe eden askerler kesin olarak bilmelidir ki, bize verilen namus görevini eksiksiz yapmak için bir adım geri gitmek yoktur. Uyku, dinlenme aramanın, bu dinlenmeden yalnız bizim değil, bütün milletimizin sonsuza kadar mahrum kalmasına sebep olacağını hepinize hatırlatırım."



Sevmek …Mustafa Kemal'i sevmek… Dün olduğu gibi bugün de bir adım geri gitmeyenleri ,gitmeyecekleri sevmek…



Mustafa Kemal'i Sevmek… Ölümden kaçarken durup onu dinleyip ölüme koşmak…



Sabah saatlerinde Mustafa Kemal 57.Alay'ı bir batarya ile Koca Çimen Tepe istikametinde harekete geçirdi. Kendisi de durumu izlemek için Conk Bayırı'na çıktığında Arı Burnu tarafından erlerin çekilmekte olduğunu gördü. Seslendi:



"Niçin kaçıyorsunuz?"



"Efendim düşman" dediler



"Nerede?"



"İşte, diye 261 rakımlı tepeyi gösterdiler.



Düşmanın bir avcı hattı 261 rakımlı tepeye yaklaşmış ve ileri doğru yürüyordu. Askerlere,



"Düşmandan kaçılmaz" dedi.



"Cephanemiz kalmadı" dediler.



"Cephaneniz yoksa, süngünüz var," dedi. "Ve bağırarak süngü taktırdı. Yere yatırdı... Ölmeyi emretti…Öldüler…



O anlatıyor:



"Yalnız size 'Bomba Sırtı olayını' anlatmadan geçemeyeceğim. Karşılıklı siperler arasında mesafemiz 8 metre, yani ölüm kesin... Birinci siperdekiler hiç biri kurtulamamacasına hepsi düşüyor; ikincidekiler onların yerine giriyor. Fakat ne kadar imrenilecek bir soğukkanlılık ve tevekkülle biliyor musunuz? Öleni görüyor, 3 dakika kadar sonra öleceğini biliyor, en ufak bir duraksama bile göstermiyor. Sarsılmak yok! Okuma bilenler ellerinde Kuran-ı Kerim, cennete girmeye hazırlanıyorlar. Bilmeyenler Kelime-i Şahadet getirerek yürüyorlar. Bu, Türk askerindeki ruh kuvvetini gösteren hayrete ve tebrike değer bir örnektir. Emin olmalısınız ki Çanakkale Muharebesini kazandıran bu yüksek ruhtur."…'



Mustafa Kemal'i sevmek… Ölesiye sevmek… Dün değil bugün gibi sevmek… Bugün de ölmeyi bilmek..



Ölen çocuklarının ardından Avusturalyalı annelerin acısını dindiren,onlara :

"Bu memlekette kanlarını döken kahramanlar! Burada bir dost vatanın toprağındasınız huzur içinde uyuyunuz. Sizler Mehmetçiklerle yan yana, koyun koyunasınız. Uzak diyarlardan evlâtlarını harbe gönderen analar, gözyaşlarınızı siliniz. Evlâtlarınız bizim bağrımızdadır. Huzur içindedirler, onlar bu topraklarda canlarını verdikten sonra artık bizim evlâtlarımız olmuşlardır."





Diyebilen Mustafa Kemal'i sevmek.



"Dağlarda tek tek ateşler yanıyordu.Ve yıldızlar öyle ışıltılı, öyle ferahtılar ki şayak kalpaklı adam

nasıl ve ne zaman geleceğini bilmeden güzel, rahat günlere inanıyordu

ve gülen bıyıklarıyla duruyordu ki mavzerinin yanında,

birdenbire beş adım sağında onu gördü.



Paşalar onun arkasındaydılar.

O, saati sordu

Paşalar: "Üç", dediler.

Sarışın bir kurda benziyordu

Ve mavi gözleri çakmak çakmaktı.

Yürüdü uçurumun başına kadar,

eğildi, durdu.

Bıraksalar

ince, uzun bacakları üstünde yaylanarak

ve karanlıkla akan bir yıldız gibi kayarak

Kocatepe'den Afyon ovasına atlayacaktı" …



Atladı…Bir ayağı İzmir' de bir ayağı Ankara'da dimdik durdu… Sevmek.. Mustafa Kemal'i Nazım gibi sevmek…







Cumhuriyetini emanet ettiği gençler gibi sevmek… 23 Nisan çocukları gibi sevmek. Dünyanın en aydınlık yüzü Türk kadınları gibi sevmek…



Mustafa Kemal'i sevmek… Kütahya'da Kurtuluş savaşının ortasında, 2 yıldır görmediği oğlunun sekiz ay önce hastalıktan öldüğünü duyup el defterine, " oğlum İzzet sekiz ay önce ölmüş." diye not düşüp savaşa devam eden, İsmet Paşa kadar sevmek…



Osmanlı Genelkurmay Başkanı ve Mareşali iken rütbelerini sıyırıp, onunla Anadolu'ya geçip yeniden kavgaya tutuşacak Fevzi Çakmak Paşa kadar sevmek.



Mustafa Kemal'i sevmek… Erzurum'da bir yalnız adama, silahlarını teslim etmemiş tek Osmanlı ordusu olan 9 kolorduyu kendisiyle birlikte teslim edecek kadar çok inanıp, emrine girip, cenk edip, barışta karşı durup, ciltlerce kitap yazacak Kazım Karabekir Paşa kadar sevmek…



Mustafa Kemal'i sevmek…Yağan yağmur altında,ayaklar çıplak yürürken hastalıktan,açlıktan ateşler içinde yanan bebesinin üzerindeki örtüyü alıp, cephane yüklü kağnının üzerine örten analar kadar sevmek…



Mustafa Kemal'i sevmek… Kadın olup aşık olduğun adamdan, evladından, anandan, babandan daha çok sevmek Mustafa Kemal'i…



Anlamak o kadınları, onları anlamak için kendilerini kurtarmaya gelen askerleri " Kemal'in askerleri" diye selamlamalarını anlamak, Afyon'da, Antep 'de, Maraş 'da, Eskişehir'de yani Anadolu'da, düşman işgali altında tecavüze uğrayıp, ölmemek…O acılar içinde sağ kalmak…Herkesin sattığı, terk ettiği, arkadan vurduğu ,hançerlediği bir halkı elinden tutup kaldırmak. Yokluğunu yokluklarına, gözyaşlarını gözyaşlarına, azmini, azimlerine ekleyip onlara haydi diyebileni sevmek… Yaşama azminin adının Mustafa Kemal olmasını anlamak… Namusun adının Mustafa Kemal olmasını, onurun, erdemin adının Mustafa Kemal olmasını anlamak… Bu toprağın kadını, erkeği, evladı olmak…



Mustafa Kemal'i sevmek, tecavüze uğrayan o Anadolu kadınları gibi sevmek, tecavüzden kurtarılan o Anadolu kadınları analarımız, bacılarımız, kardeşlerimiz gibi sevmek… Dinimizi, milletimizi, devletimizi kurtaranları, Kemal'in askerlerini sevmek… Acıyı bilenler, unutmayanlar,unutmayacaklar gibi sevmek…



Mustafa Kemal'i namus bilmek…



Sevmek… İzmir'de ki o sevda anıtı gibi dimdik durmak…İzmir'e ilk giren Kemal'in askerlerinin Yunan askerleri tarafından şehit edilmesi üzerine o anıta Mustafa Kemal'in Türkiye'nin macerasını anlattığı Nutuk 'da kavgasının parolası ve işareti olarak yazdığı "Vatan ve Namus" diye yazan İzmirliler gibi sevmek ...



Mustafa Kemal'i sevmek… Vatan ve Namus gibi sevmek…



Mustafa Kemal'i Vatan ve Namus bilmek… Fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür gençler gibi sevmek… Bağımsızlığı ve özgürlüğü sever gibi sevmek…Gelişmiş,büyük Türkiye'yi sevmek…



Cumhuriyet'i…Devrimciliği… Milliyetçiliği…Halkçılığı…Laikliği…D evletçiliği sever gibi sevmek…



Mustafa Kemal'i sevmek…



Anti emperyalizmi sever gibi, sömürgeciliğe karşı duranları sever gibi… Türkiye'nin çınarlarını, çiçeklerini,bozkırını, bataklıklarını,denizlerini, havasını, kuşunu, kurdunu sever gibi ….



Dünyanın aç ve yoksul çocuklarını sever gibi, çocuklarımızı sever gibi, insanları, doğayı sever gibi, dünyayı, iyiyi,doğruyu,güzeli sever gibi sevmek…



Ulusalcılar gibi sevmek…



Mustafa Kemal'i sevmek…



Kursağından haram lokma geçmemiş çocuklar gibi sevmek…



Hazreti Ömer'i bile kıskandıracak o büyük ahlakı sevmek… Yaratıp, kazanıp, anasının ak sütü gibi helal mallarının hepsini, ölünce milletine bağışlayanı sever gibi sevmek…



O'nun kalpaklı fotoğrafı ellerinde ,oğullarının al bayrağa sarılı naaşlarının önünde "Devlet , millet sağ olsun" diyen şehit anaları gibi sevmek…



Mustafa Kemal'i sevmek…



Elmalılı hoca Mustafa Yazır gibi , Tuncelili Diab Ağa gibi sevmek…



Kurtuluş savaşında tebdili kıyafet gezen Galip Hoca gibi sevmek…Sonra barışta Celal Bayar olup kavgalardan geçip, ölmeden önce " Atatürk seni sevmek ibadettir" diyerek sevmek…



İzmir'de Yunan'a ilk kurşunu sıkan gazeteci Hasan Tahsin'in ruhunu şad edip, beş yıl sonra düşmanı kovup namusu ve şerefi yerden kaldırıp; İzmir'de , büyük kısmı hain iğfasına uymuş, İstanbul gazetecilerini toplayıp:



" Türkiye basını, milletin hakiki sada ve iradesinin belirtisi olan Cumhuriyet'in etrafında çelikten bir kale vücuda getirecektir. Bir fikir kalesi, zihniyet kalesi. Basın mensuplarından bunu talep, Cumhuriyetin hakkıdır…" diyen Mustafa Kemal'i, doğumunun 125. yılında vefa ve minnet duygularıyla ilk günkü gibi sevmek…



O'na karşı görevini yerine getirememenin utancıyla manda yürekleri çatlayıp ölemeyenler, intihar bile edemeyen dönekler,korkaklar, alçaklar, hainler, satılmışlar gibi değil…



Mustafa Kemal'i Türk halkı gibi sevmek, Türk milleti gibi sevmek, Türkiye gibi sevmek, namuslu gazeteciler, yazarlar, yayıncılar gibi… Abartısız, yalansız, sade, duru, basit… Kanaltürk gibi sevmek…



Mustafa Kemal'i sevmek… Onun bildiği gibi, "memleketimizin halini, ihtiyacını milletimizin elemlerini ve emellerini" bilmek…



Mustafa Kemal'i sevmek…



Sevdasını Vatan…



Sevdasını Namus…



Sevdasını Bayrak…



Sevdasını Türkiye bilenler gibi sevmek…



Esaret altında yaşamaktansa…



Bu yoksul ve bitap milleti ayağa kaldıramamaktansa…



Onun kazanımlarını koruyamamaktansa…



Türkiye'yi muassır medeniyete, çağdaş; bilimde teknolojide, eğitimde, sağlıkta, adalette, emekte gelişmiş, çalışanın kazanacağı,eşit,kardeş, özgür insanların yaşadığı ülkelerin düzeyine ulaştıramamaktansa…



Türkiye'yi tam bağımsızlık ilkesiyle yönetememektense…



Türkiye'yi bilimden, aydınlıktan koparıp şeriata, karanlığa, irticaya, şeyhlere, tarikatlara teslim etmektense…



Dağlarda çoban ateşleri yakacaklar gibi sevmek…



Mustafa Kemal'i sevmek "Vatan ve Namus" demek…



Başka da hiçbir şey demek değil…



Düşmanlarına, döneklere, eski ve yeni mandacılara, takiyecilere, yalancılara, bin bir suratlı para kölelerine, mezarının önünde ağlayıp eğilip, sana ve devrimlerine kalleşlik edenlere inat…



Seni her zamankinden daha çok seviyoruz…



Doğumun, 125. yaşın kutlu olsun Mustafa Kemal…

365
BAŞBUĞ ATATÜRK'ÜN SÖYLEV VE DEMEÇLERİ, ATATÜRKÇÜLÜĞÜN ÖZÜDÜR



"Ben her şeyden önce bir Türk milliyetçisiyim. Böyle doğdum. Böyle öleceğim. Türk birliğinin, bir gün hakikat olacağına inancım vardır. Ben görmesem bile, gözlerimi dünyaya onun rüyaları içinde kapayacağım. Türk birliğine inanıyorum, onu görüyorum. Yarının tarihi, yeni fasıllarını Türk birliğiyle açacaktır. Dünya sükununu bu fasıllar içinde bulacaktır. Türk'ün varlığı bu köhne aleme yeni ufuklar açacak, güneş ne demek, ufuk ne demek, o zaman görülecek." Türkçü Başbuğ Atatürk



"Bu memleket, dünyanın beklemediği, asla ümit etmediği bir müstesna mevcudiyetin yüksek tecellisine, yüksek sahne oldu. Bu sahne 7 bin senelik, en aşağı bir Türk beşiğidir. Beşik tabiatın rüzgarlarıyla sallandı. Beşiğin içindeki çocuk tabiatın yağmurlarıyla yıkandı. O çocuk tabiatın şimşeklerinden, yıldırımlarından, kasırgalarından evvela, korkar gibi oldu; sonra onlara alıştı; onları tabiatın babası tanıdı onların oğlu oldu. Bir gün o tabiat çocuğu tabiat oldu; şimşek, yıldırım, güneş oldu; Türk oldu. Türk budur. Yıldırımdır. Kasırgadır, dünyayı aydınlatan güneştir." Türkçü Başbuğ Atatürk



"Tanrı nasip eder, ömrüm vefa ederse; Musul, Kerkük ve Adaları geri alacağım. Selanik de dahil Batı Trakya'yı Türkiye hudutları içine katacağım" Türkçü Başbuğ Atatürk

"İstanbul'da çıkan bir gazeteyi Kaşgar'da ki Türk de anlayacaktır." Türkçü Başbuğ Atatürk



"Türkiye Türklerindir." Türkçü Başbuğ Atatürk



"Kanını taşıyandan başkasına inanma!" Türkçü Başbuğ Atatürk



"Dünya yüzünde, Türk'ten daha büyük,ondan daha eski, ondan daha temiz bir millet yoktur ve bütün insanlık tarihinde görülmemiştir." Türkçü Başbuğ Atatürk



"Bir gün, ressamlar Türk'ün simasını kaybederlerse, yıldırımı alsınlar, yapıversinler." Türkçü Başbuğ Atatürk



"Milli benliğini bulamayan milletler başka milletlerin avı olacaklardır." Türkçü Başbuğ Atatürk



"Türk'lerin yaşadıkları her yer misak-ı milli hudutları içindedir." Türkçü Başbuğ Atatürk



"Hayattaki yegane üstünlüğüm, Türk doğmaktır! Muhterem milletime şunu tavsiye ederim ki; sinesinde yetiştirerek başının üstüne kadar çıkaracağı adamların kanındaki, vicdanındaki cevher-i asli'yi çok iyi tahlil etmek dikkatinden bir an feragat etmesin." Türkçü Başbuğ Atatürk



"Biz doğrudan doğruya millet severiz ve Türk milliyetçisiyiz. Cumhuriyetimizin dayanağı Türk topluluğudur. Bu topluluğun fertleri ne kadar Türk kültürüyle dolu olursa, o topluluğa dayanan cumhuriyet de o kadar kuvvetli olur." Türkçü Başbuğ Atatürk



"Beni olağanüstü bir kişi olarak yorumlamayınız. Doğuşumdaki tek olağanüstülük Türk olarak dünyaya gelmemdir." Türkçü Başbuğ Atatürk



"Türk budur: Yıldırımdır, kasırgadır, dünyayı aydınlatan güneştir." Türkçü Başbuğ Atatürk



"Eğer bende bazı fevkaladelikler görüyor, buluyorsanız bunları sadece ve yanlız Türk olmama, Türklüğüme bağlayınız." Türkçü Başbuğ Atatürk



"Ülkeniz sizindir, Türklerindir. Bu ülke, tarihte Türk'tü bugün de Türk tür ve sonsuza dek Türk olarak yaşayacaktır." Türkçü Başbuğ Atatürk



"Yetişecek çocuklarımıza ve gençlerimize, görecekleri tahsilin hududu ne olursa olsun, en evvel, herşeyden evvel Türkiye'nin istikbaline, kendi benliğine, millî an'anelerine düşman olan bütün unsurlarla mücadele etmek lüzumu öğretilmelidir." Türkçü Başbuğ Atatürk



"Türk aydınlarının kendi kendisini bilmemesinden ve başka milletlerde şu veya bu sebeple üstünlük olduğunu sanarak, kendini onlardan aşağı görmesinden doğmaktadır. Bu yanlış görüşe son vermek için Türklüğümüzü bütün asaleti ve tarihi ile tanımak ve tanıtmak şarttır." Türkçü Başbuğ Atatürk



"Türkiye bir maymun değildir ve hiç bir milleti de taklit etmeyecektir. Türkiye ne Amerikanlaşacak, ne de Batılılaşacaktır; o sadece özleşecektir." Türkçü Başbuğ Atatürk



"Yüksek Türk! Senin için yüksekliğin hududu yoktur. İşte parola budur." Türkçü Başbuğ Atatürk



"Türk çocuğu ecdadını tanıdıkça daha büyük işler yapmak için kendinde kuvvet bulacaktır." Türkçü Başbuğ Atatürk



"Taş kırılır, Tunç erir, ama Türklük ebedidir" Türkçü Başbuğ Atatürk



"Türk aleminin en büyük düşmanı komünizmdir. Her görüldüğü yerde ezilmelidir." Türkçü Başbuğ Atatürk



"Milliyetin çok belirgin niteliklerinden biri de dildir. Türk milletindenim diyen insan, her şeyden önce ve kesinlikle Türkçe konuşmalıdır. Türkçe konuşmayan bir insan Türk kültürüne, topluğuna bağlılığını iddia ederse buna inanmak doğru olmaz." Türkçü Başbuğ Atatürk



"Millet sevgisi kadar büyük sevgi yoktur. Kurtuluş Savaşı'nda benim de milletime ettiğim birtakım hizmetler olmuştur zannederim. Fakat, bunlardan, hiçbirini kendime maletmedim. Yapılanın hepsi milletin eseridir dedim. Aranacak olursa doğrusu da budur. Mazide sayısız medeniyet kurmuş bir ırkın ve milletin çocukları olduğumuzu ispat etmek için, yapmamız lazım gelen şeylerin hepsini yaptığımızı ileri süremeyiz. Bugüne ve yarına bırakılmış daha birçok büyük işlerimiz vardır. İlmi araştırmalar da bunlar arasındadır. Benim arkadaşlarıma tavsiyem şudur: Şahsınız için değil fakat mensup olduğumuz millet için elbirliği ile çalışalım. Çalışmaların en büyüğü budur." Türkçü Başbuğ Atatürk



"Büyük devletler kuran ecdadımız, büyük ve şümullü medeniyetlere de sahip olmuştur. Bunu aramak, tetkik etmek, Türklüğe ve cihana bildirmek bizler için bir borçtur." Türkçü Başbuğ Atatürk



"Asla şüphem yoktur ki, Türklüğün unutulmuş büyük medeni özelliği ve büyük medeni kabiliyeti bundan sonraki gelişmesi ile geleceğin yüksek medeniyet ufkunda yeni bir güneş gibi doğacaktır." Türkçü Başbuğ Atatürk



"Yeni Türk yazısı, Türk'ün yaradılıştan gelen zeka ve kabiliyetini geliştirebileceğinden yeni yazımızı tarlalarında çalışan çiftçilerimize, sürüleri başında dağlarda dolasan çobanlarımıza kadar en az bir zamanda yaymaya çalışmak hepimizin vicdan ve milli haysiyet borcudur." Türkçü Başbuğ Atatürk



"Kanını taşıyandan başkasına inanma!" Türkçü Başbuğ Atatürk



"Milletleri yükselten bu hususa bir amil daha ilave edelim; Milletlerin kalbinde intikam hissi olmalı. Bu alelade bir intikam değil, hayatına, istikbaline, refahına düşman olanların zararlarını dermeyi hedef tutan bir intikamdır." Türkçü Başbuğ Atatürk



"Bütün dünya bilmeli ki; karşımızda böyle bir düşman oldukça onu affetmek elimizden gelmez ve gelmeyecektir. Düşmana merhamet, aciz ve zaaftır; bu insaniyet göstermek değil, insanlık hassasının yok olduğunu ilan eylemektir." Türkçü Başbuğ Atatürk



"Yurttaşlarım! Az zamanda çok ve büyük işler yaptık. Bu işlerin en büyüğü, temeli Türk kahramanlığı ve yüksek Türk kültürü olan Türkiye Cumhuriyeti'dir." Türkçü Başbuğ Atatürk



"Türk Milletinin karakteri yüksektir, Türk Milleti çalışkandır, Türk Milleti zekidir." Türkçü Başbuğ Atatürk



"Şu anda, büyük Türk Milletinin bir ferdi olarak, bu kutlu güne kavuşmanın, en derin sevinci ve heyacanı içindeyim." Türkçü Başbuğ Atatürk



"Türk, Türk olduğu için asildir. çoğumuz, büyük babamızın babasını hatırlamayız. Bütün soy gururumuzu, Türk olmanın içinde buluruz." Türkçü Başbuğ Atatürk



"Türklük, benim en derin güven kaynağım, en engin övünç dayanağımdır" Türkçü Başbuğ Atatürk



"Mensup olduğum Türk milletinin şan ve şerefi varsa, benim de bir ferdi olmak sıfatıyla şanım ve şerefim vardır." Türkçü Başbuğ Atatürk



"Türk Milleti yüzyıllardan beri hür ve müstakil yaşamış ve istiklâli yaşamak için şart saymış bir kavmin kahraman evlatlarından ibarettir. Bu millet istiklalsiz yaşamamıştır, yaşayamaz ve yaşamayacaktır." Türkçü Başbuğ Atatürk



"Az zamanda çok büyük işler yaptık. Bu işlerin en büyüğü, temeli Türk kahramanlığı ve yüksek Türk kültürü olan, Türkiye Cumhuriyetidir." Türkçü Başbuğ Atatürk



"Bundaki muvaffakiyeti Türk milletinin ve onun değerli ordusunun bir ve beraber olarak azimkârane yürümesine borçluyuz." Türkçü Başbuğ Atatürk



"Türk milletinin karakteri yüksektir. Türk milleti çalışkandır, Türk milleti zekidir. Çünkü Türk milleti milli birlik ve beraberlikle güçlükleri yenmesini bilmiştir. Ve çünkü, Türk milletinin yürümekte olduğu terakki ve medeniyet yolunda, elinde ve kafasında tuttuğu meşale, müspet ilimdir." Türkçü Başbuğ Atatürk



"Asla şüphem yoktur ki, Türklüğün unutulmuş medeni vasfı ve büyük medeni kabiliyeti, bundan sonraki inkişafı ile âtinin yüksek medeniyet ufkunda yeni bir güneş gibi doğacaktır." Türkçü Başbuğ Atatürk



"Bana, insanlar üstünde bir doğuş yüklemeye kalkışmayınız. Doğuşumdaki tek olağanüstülük, Türk olarak dünyaya gelmemdir." Başbuğ Atatürk

"Türklük, benim en derin güven kaynağım, en engin övünç dayanağımdır." Türkçü Başbuğ Atatürk



"Ulusal varlığımıza düşman olanlarla dost olmayalım. Böylelerine karşı...'Türk'üm ve düşmanım sana, kalsam da bir kişi!' diyelim." Türkçü Başbuğ Atatürk



"Evvela, millete tarihini, asil bir millete mensup bulunduğunu, bütün medeniyetlerin anası olan ileri bir milletin çocukları olduğunu göstermeliyiz." Türkçü Başbuğ Atatürk



"TÜRK çetin işler başarmak için yaratılmıştır!" Türkçü Başbuğ Atatürk



"Muhtaç olduğun kudret damarlarındaki ASİL kanda mevcuttur!" Türkçü Başbuğ Atatürk



"Bir Türk, cihana bedeldir!" Türkçü Başbuğ Atatürk



"Biz Türkler, bütün tarihimiz boyunca hürriyet ve istiklâle timsal olmuş bir milletiz" Türkçü Başbuğ Atatürk



"Ne kadar zengin ve müreffeh olursa olsun, istiklâlden mahrum bir millet, medenî insanlık karşısında uşak olmak mevkiinden yüksek bir muameleye lâyık sayılamaz" Türkçü Başbuğ Atatürk



"Özgürlük ve bağımsızlık benim karakterimdir. Ben milletimin en büyük ve ecdadımın en değerli mirası olan bağımsızlık aşkı ile dolu bir adamım. Çocukluğumdan bugüne kadar ailevî, hususî ve resmî hayatımın her safhasını yakından bilenler bu aşkım malumdur. Bence bir millete şerefin, haysiyetin , namusun ve insanlığın vücut ve beka bulabilmesi mutlaka o milletin özgürlük ve bağımsızlığına sahip olmasıyla kaimdir. Ben şahsen bu saydığım vasıflara, çok ehemmiyet veririm. Ve bu vasıfların kendimde mevcut olduğunu iddia edebilmek için milletimin de aynı vasıfları taşımasını esas şart bilirim. Ben yaşabilmek için mutlaka bağımsız bir milletin evladı kalmalıyım. Bu sebeple milli bağımsızlık bence bir hayat meselesidir. Millet ve memleketin menfaatleri icap ettirirse, insanlığı teşkil eden milletlerden her biriyle medeniyet icabı olan dostluk ve siyaset münasebetlerini büyük bir hassasiyetle takdir ederim. Ancak, benim milletimi esir etmek isteyen herhangi bir milletin, bu arzusundan vazgeçinceye kadar, amansız düşmanıyım." Türkçü Başbuğ Atatürk



"Milli egemenlik öyle bir nurdur ki, onun karşısında zincirler erir, taç ve tahtlar batar, mahvolur. Milletlerin esirliği üzerine kurulmuş müesseseler her tarafta yıkılmaya mahkumdurlar. " Türkçü Başbuğ Atatürk



"Egemenlik kayıtsız ve şartsız milletindir." Türkçü Başbuğ Atatürk



"Bilelim ki milli benliğini bilmeyen milletler başka milletlere yem olurlar." Türkçü Başbuğ Atatürk



"Milli mücadelelere şahsî hırs değil, milli ideal, milli onur sebep olmuştur." Türkçü Başbuğ Atatürk



"Türk Milletinin istidadı ve kesin kararı medeniyet yolunda, durmadan, yılmadan ilerlemektir." Türkçü Başbuğ Atatürk



"Medeni olmayan insanlar, medeni olanların ayakları altında kalmaya mahkumdurlar." Türkçü Başbuğ Atatürk



"Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler, meczuplar memleketi olamaz. En doğru, en hakiki tarikat, medeniyet tarikatıdır." Türkçü Başbuğ Atatürk



"Bizim devlet idaresinde takip ettiğimiz prensipleri, gökten indiği sanılan kitapların dogmalarıyla asla bir tutmamalıdır. Biz, ilhamlarımızı, gökten ve gaipten değil, doğrudan doğruya hayattan almış bulunuyoruz." Türkçü Başbuğ Atatürk



"Milletimiz her güçlük ve zorluk karşısında, durmadan ilerlemekte ve yükselmektedir. Büyük Türk Milletinin bu yoldaki hızını, her vasıtayla arttırmaya çalışmak, bizim hepimizin en kutlu vazifemizdir. " Türkçü Başbuğ Atatürk



"Ey kahraman Türk kadını, sen yerde sürünmeye değil, omuzlar üzerinde göklere yükselmeye layıksın." Türkçü Başbuğ Atatürk



"Anaların bugünkü evlatlarına vereceği terbiye eski devirlerdeki gibi basit değildir. Bugünün anaları için gerekli vasıfları taşıyan evlat yetiştirmek, evlatlarını bugünkü hayat için faal bir uzuv haline koymak pek çok yüksek vasıflar taşımalarına bağlıdır. Onun için kadınlarımız, hattâ erkeklerimizden çok aydın, daha çok feyizli, daha fazla bilgili olmaya mecburdurlar; eğer hakikaten milletin anası olmak istiyorlarsa." Türkçü Başbuğ Atatürk



"Ben icap ettiği zaman en büyük hediyem olmak üzere, Türk Milletine canımı vereceğim." Türkçü Başbuğ Atatürk



"Gençler cesaretimizi takviye ve idame eden sizlersiniz. Siz, almakta olduğunuz terbiye ve irfan ile insanlık ve medeniyetin, vatan sevgisinin, fikir hürriyetinin en kıymetli timsali olacaksınız. Yükselen yeni nesil, istikbal sizsiniz. Cumhuriyeti biz kurduk, onu yükseltecek ve yaşatacak sizsiniz." Türkçü Başbuğ Atatürk



"Benim naçiz vücudum nasıl olsa bir gün toprak olacaktır. Fakat Türkiye Cumhuriyeti ebediyen yaşayacaktır." Türkçü Başbuğ Atatürk



"Sizler, yani yeni Türkiye'nin genç evlatları! Yorulsanız dahi beni takip edeceksiniz... Dinlenmemek üzere yürümeye karar verenler, asla ve asla yorulmazlar. Türk Gençliği gayeye, bizim yüksek idealimize durmadan, yorulmadan yürüyecektir." Türkçü Başbuğ Atatürk



"Biz cahil dediğimiz zaman, mektepte okumamış olanları kastetmiyoruz. Kastettiğimiz ilim, hakikati bilmektir. Yoksa okumuş olanlardan en büyük cahiller çıktığı gibi, hiç okumak bilmeyenlerden de hakikati gören gerçek alimler çıkabilir." Türkçü Başbuğ Atatürk



"Müspet bilimlerin temellerine dayanan, güzel sanatları seven, fikir terbiyesinde olduğu kadar beden terbiyesinde de kabiliyeti artmış ve yükselmiş olan erdemli, kudretli bir nesil yetiştirmek ana siyasetimizin açık dileğidir." Türkçü Başbuğ Atatürk



"Yeni nesil, Cumhuriyetin fedakâr öğretmenleri ve eğiticileri, sizler yetiştireceksiniz. Ve yeni nesil sizin eseriniz olacaktır. Eserin kıymeti, sizin maharetiniz ve fedakârlığınız derecesiyle mütenasip bulunacaktır." Türkçü Başbuğ Atatürk



"Milleti kurtaranlar yalnız ve ancak öğretmenlerdir. Öğretmenden, eğiticiden yoksun bir millet, henüz millet namını almak istidadını keşfetmemiştir." Türkçü Başbuğ Atatürk



"Dünyanın her tarafından öğretmenler insan topluluğunun en fedakâr ve muhterem unsurlarıdır. " Türkçü Başbuğ Atatürk



"Okul sayesinde, okulun vereceği ilim ve fen sayesindedir ki, Türk milleti, Türk sanatı, Türk iktisadiyatı, Türk şiir ve edebiyatı bütün güzellikleriyle gelişir." Türkçü Başbuğ Atatürk



"Türkiye'nin asıl sahibi ve efendisi, gerçek üretici olan köylüdür. O halde, herkesten daha çok refah, saadet ve servete müstahak ve layık olan köylüdür. Onun için, Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin iktisadi siyaseti bu aslî gayeye erişmek maksadını güder." Türkçü Başbuğ Atatürk



"Ekonomik kalkınma, Türkiye'nin hür, müstakil, daima daha kuvvetli, daima daha refahlı Türkiye idealinin belkemiğidir." Türkçü Başbuğ Atatürk



"Ancak kendilerinden sonrakileri düşünebilenler milletlerini yaşamak ve ilerlemek imkanlarına kavuştururlar." Türkçü Başbuğ Atatürk



"Milletin sevgisi kadar büyük mükafat yoktur." Türkçü Başbuğ Atatürk



"Bu ulusu ben değil içimizdeki ruh, damarımızdaki kan kurtarmıştır." Türkçü Başbuğ Atatürk



"Ey Türk gençliği ! Birinci vazifen Türk istiklal ve cumhuriyetini ilelebet korumak ve müdafaa etmektir.Muhtaç olduğun kudret damarlarındaki asil kanda mevcuttur" Türkçü Başbuğ Atatürk



"Biz uygarlıktan,ilimden ve fenden kuvvet alıyor ve ona göre yürüyoruz." Türkçü Başbuğ Atatürk



" Dünyada her şey için, medeniyet için, hayat için, muvaffakiyet için en hakiki mürşit ilimdir , fendir. İlim ve fennin haricinde mürşit aramak gaflettir, cehalettir, dalalettir." Türkçü Başbuğ Atatürk



"Çocuk sevgisi insan için bir ihtiyaçtır." Türkçü Başbuğ Atatürk



"Dünyada ne görüyorsak KADIN'IN eseridir." Türkçü Başbuğ Atatürk



"Biz Türkler, bütün tarihimiz boyunca hürriyet ve istiklale timsal olmuş bir milletiz." Türkçü Başbuğ Atatürk



"Korku üzerine egemenlik kurulamaz." Türkçü Başbuğ Atatürk



"Her ilerlemenin ve kurtuluşun anası özgürlüktür." Türkçü Başbuğ Atatürk



"Bu millet bağımsızlıktan yoksun yaşamamıştır, yaşayamaz ve yaşamayacaktır." Türkçü Başbuğ Atatürk



"Tam bağımsızlık, bizim bugün üzerimize aldığımız vazifenin temelidir." Türkçü Başbuğ Atatürk



"Tam bağımsızlık denildiği zaman, tabii, siyasi, mali, iktisadi, adli, askeri, vs. her hususta tam bağımsızlık ve tam serbestlik kasdolunmaktadır." Türkçü Başbuğ Atatürk



"Özgürlük ve bağımsızlık benim karakterimdir. Ben milletimin en büyük ve ecdadımın en değerli mirası olan bağımsızlık aşkı ile dolu bir adamım." Türkçü Başbuğ Atatürk



"Milli egemenlik öyle bir nurdur ki, onun karşısında zincirler erir, taç ve tahtlar batar, mahvolur." Türkçü Başbuğ Atatürk



"Tarihimiz en mutlu dönemi, hükümdarlarımızın halife olmadıkları zamandır." Türkçü Başbuğ Atatürk



"Milletin saltanat ve hakimiyet makamı yalnız ve ancak Türkiye Büyük Millet Meclisidir." Türkçü Başbuğ Atatürk



"Hükümetlerin icraatı menfi olup da millet itiraz etmez ve iktidarı düşürmezse bütün kusur ve kabahatlere katılmış demektir." Türkçü Başbuğ Atatürk



"Biz doğrudan doğruya millet severiz ve Türk milliyetçisiyiz. Cumhuriyetimizin dayanağı Türk topluluğudur." Türkçü Başbuğ Atatürk



"Bilelim ki milli benliğini bilmeyen milletler başka milletlere yem olurlar." Türkçü Başbuğ Atatürk



"Bütün zorba hükümdarlar hep dini alet edindiler; Hakiki ulema, dini bütün alimler hiçbir vakit bu zorba hükümdarlara boyun eğmediler. Fakat gerçekte alim olmamakla beraber, sırf o kılıkta bulundukları için alim sanılan, çıkarına düşkün haris ve imansız bir takım hocalar da vardır. Hükümdarlar işte bunları ele aldılar ve işte bunlar dine uygundur diye fetva verdiler. Gerektikçe yanlış hadisler uydurmaktan çekinmediler. Gerçek ve imanlı ulema her vakit her devirde bunların kinine hedef oldu." Türkçü Başbuğ Atatürk



"Efendiler biz hayat ve istiklal isteyen bir milletiz. Ve yalnız ve ancak bunun için hayatimizi yok etmeyi göze alırız." Türkçü Başbuğ Atatürk



"Sanatsız kalan bir milletin hayat damarlarından biri kopmuş demektir." Türkçü Başbuğ Atatürk



"Sayın öğretmenler, hiç bir zaman düşüncelerinizden çıkmasın ki cumhuriyet sizden "fikri hur, vicdani hür, irfanı hür" nesiller ister." Türkçü Başbuğ Atatürk



"Öğretmenler, yeni kuşak sizin eseriniz olacaktır." Türkçü Başbuğ Atatürk



"Milletin kaynağı toplum hayatinin esasi olan kadın ancak faziletli olursa görevini yerine getirebilir." Türkçü Başbuğ Atatürk



"Kadınlarımız erkeklerden daha çok aydın, daha çok verimli, daha çok bilgili olmak zorunluluğundadır. Gerçekten ulusun anası olmak istiyorlarsa böyle olmalıdırlar." Türkçü Başbuğ Atatürk



"Ben toprak büyütme meraklısı değilim. Barış bozma alışkanlığım yoktur. Ancak sözleşmeye dayanan hakkımızın isteğicisiyim. Onu almazsam edemem. Büyük meclisin kürsüsünden milletime söz verdim. Hatay'ı alacağım. Milletim benim dediğime inanır. Sözümü yerine getirmezsem milletimin huzuruna çıkamam. Yerimde kalamam. Ben şimdiye kadar yenilmedim, Yenilmem. Yenilirsem bir dakika yaşayamam." Türkçü Başbuğ Atatürk



"Hayatta tam mutluluk ve esenlik ancak gelecek kuşakların şerefi, varlığı, esenliği için çalışmakta bulunabilir." Türkçü Başbuğ Atatürk



"Millete efendilik yoktur. Ona hizmet etmek vardır. Bu millete hizmet eden onun efendisi olur." Türkçü Başbuğ Atatürk



"Beni görmek demek ille yüzümü görmek değildir. Benim düşüncelerimi, benim duygularımı anlıyorsanız bu yeter." Türkçü Başbuğ Atatürk



"Benim naciz vücudum bir gün toprak olacaktır. Fakat Türkiye Cumhuriyeti ebediyyen payidar kalacaktır." Türkçü Başbuğ Atatürk



"Büyüklük odur ki kimseye iltifat etmeyeceksin, hiç kimseyi aldatmayacaksın. Memleket için gerçek ülkü ne ise onu görecek ve o hedefe yürüyeceksin. Herkes senin aleyhinde bulunacaktır, seni yoldan çevirmeye çalışacaktır. İşte sen burda direneceksin. Önünde sonsuz engeller yığılacaktır. Kendini büyük değil, küçük, araçsız hiç telakki edecek, kimseden yardim gelmeyeceğine inanarak bu engelleri aşacak, ondan sonra sana büyüksün derlerse bunu diyenlere güleceksin." Türkçü Başbuğ Atatürk



"Yeni Türk devletinin, genç Türk Cumhuriyetinin temeli burada atıldı. Bu meydanda akan Türk kanları, bu gökte dolaşan şehit ruhları, devlet ve cumhuriyetimizin sonsuz bekçileridir." Türkçü Başbuğ Atatürk



"Ey yükselen yeni kuşak, gelecek sizindir. Cumhuriyeti biz kurduk, onu yükseltecek ve yaşatacak olan sizsiniz." Türkçü Başbuğ Atatürk



"Türk milletinin yürümekte olduğu terakki ve medeniyet yolunda elinde ve kafasında tuttuğu meşale, müsbet ilimdir. Bunun içindir ki milletimizin yüksek karakterini, yorulmaz çalışkanlığını, doğuştan zekasını, bilime bağlılığını, güzel sanatlara sevgisini, milli birlik duygusunu, her zaman ve her türlü vasıta ve tedbirlerle besliyerek geliştirmek milli ülkümüzdür." Türkçü Başbuğ Atatürk



"Asla şüphem yoktur ki, Türklüğün unutulmuş büyük medeni özelliği ve büyük medeni kabiliyeti bundan sonraki gelişmesi ile geleceğin yüksek medeniyet ufkunda yeni bir güneş gibi doğacaktır." Türkçü Başbuğ Atatürk



"NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE" Türkçü Başbuğ Atatürk



"Bir takım şeyhlerin, dedelerin, seyyitlerin, çelebilerin, babaların, emirlerin arkasından sürüklenen ve falcılara, büyücülere, üfürükçülere, muskacılara talih ve hayatlarını emanet eden insanlardan mürekkep bir kütleye, medeni bir bir millet nazariyle bakılabilir mi?" Türkçü Başbuğ Atatürk



"Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler, meczuplar memleketi olamaz. En doğru, en hakiki tarikat, medeniyet tarikatıdır." Türkçü Başbuğ Atatürk



"Tekkeler de behemahal kapatılmalıdır. Türkiye Cumhuriyeti her şubede irsatlarda bulunacak kudreti haizdir. Hiçbirimiz tekkelerin irsadina muhtaç değiliz. Biz medeniyet, ilim ve fenden kuvvet alıyoruz. Başka bir şey tanımıyoruz." Türkçü Başbuğ Atatürk



"Dünyanın hiçbir yerinde, hiçbir milletinde Anadolu köylü kadınının üstünde kadın çalışmasını zikretmeye imkan yoktur ve dünyada hiçbir milletin kadını "Ben Anadolu kadınının daha fazla çalıştım, milletimi kurtuluşa ve zafere götürmekte Anadolu kadını kadar himmet gösterdim" diyemez." Türkçü Başbuğ Atatürk



"Kimse inkar edemez ki, bu harpte ve ondan evvelki harplerde milletin hayat kabiliyetini tutan hep kadınlarımızdır." Türkçü Başbuğ Atatürk



"Onun için, hepimiz büyük ruhlu ve büyük duygulu kadınlarımızı şükran ve minnetle ebediyen taziz ve takdis edelim." Türkçü Başbuğ Atatürk



"Türk kadını dünyanın en aydın ve faziletli ve en ağır kadını olmalıdır." Türkçü Başbuğ Atatürk



"Benim Türk Milletine, Türk Cumhuriyetine ve Türklüğün istikbaline ait görevlerim bitmemiştir. Sizler, onları tamamlayacaksınız. Siz de sizden sonrakilere benim sözümü tekrar ediniz." Türkçü Başbuğ Atatürk



"Her Türk ferdinin son nefesi, Türk Milletinin nefesinin sönmeyeceğini, onun ebedi olduğunu göstermelidir." Türkçü Başbuğ Atatürk



"Zafer "zafer benimdir" diyebilenin, muvaffakiyet, "muvaffak olacağım" diye başlayanın ve "muvaffak oldum" diyebilenindir." Türkçü Başbuğ Atatürk



"Sizler, yani yeni Türkiye'nin genç evlatları! Yorulsanız dahi beni takip edeceksiniz. Dinlenmemek üzere yürümeye karar verenler, asla ve asla yorulmazlar. Türk Gençliği gayeye, bizim yüksek idealimize durmadan, yorulmadan yürüyecektir." Türkçü Başbuğ Atatürk



Derleme: Türk İntikam Birliği Teşkilatı



KAYNAK ALINTI:  



++ALINTIDIR++

366
Seversiniz, sevmezsiniz sizin kalbinize kimse karışamaz, herkesin seveni var sevmeyeni var, Allahı bile seven var sevmeyen var. Fakat burada gelip lütfen Atatürk karşıtı yazılar yazmayınız, sizi provoke etseler dahi bunu yapmamanız gerekiyor, aksi taktirde forumdan uzaklaştırma gibi cezalar verilecektir. Provoke edenlere de gerekli cezalar verilecektir, bu gibi mesajları terazinin yanındaki hatalı mesajı bildir tuşu ile yönetime bildirebilirsiniz.

367
İsrail’in Lübnan’a saldırması ve yüzlerce sivili öldürmesi büyük infiallere yol açtı.





Bazı çevreler söz konusu infiali etkisizleştirmek amacıyla bir yandan “İsrail’in bir devlet olarak bir ‘terör örgütü’ olan Hizbullah’a karşı kendini savunma hakkı olduğu”nu propaganda ederken -ki bunlardan en çiğ demeci CHP Manisa Milletvekili Nuri Çilingir verdi-, bir kısmı da, Türkiye’nin Mustafa Kemal ile “yüzünü Batı’ya çevirdiğini, Arapların veya Filistinlilerin sorununun bizi ilgilendirmediği”ni yazdılar.



Bu ülkede en çok istismar edilen şahsiyetlerden biri hiç kuşkusuz Mustafa Kemal’dir. “İsrail’in gizli müttefikleri ve muhipleri (sevenleri)” hiç vakit kaybetmeden bu istismara başvurmayı ihmal etmediler. Son günlerde ortaya çıkarılan bir belge ise Mustafa Kemal’in Arap âlemi ve Filistin meselesiyle ne kadar ilgili olduğunu ortaya koydu.



Söz konusu belgeyi, geçen hafta Dünya Gündemi gazetesi, dün de Halka ve Olaylara Tercüman gazetesi yayınladı. Belge, İçişleri Bakanlığı Matbuat Umum Müdürlüğü antetini ve 20 Ağustos 1937 tarihini taşıyor. Dönemin İçişleri Bakanı Şükrü Kaya, Cumhurbaşkanlığı’na hitaben yazdığı ön sunuş yazısında “Bombay Chronicle gazetesinin 27.8.1937 tarihli nüshasında ‘Filistin’e el sürülemez, Kemal Paşa Avrupa’ya ihtar ediyor’ başlığı altında bir yazı intişar etmiştir. Bu yazının Türkçe örneği ilişik olarak sunulmuştur. Bu vesile ile saygılarımı tekrarlarım.” demektedir.



Mustafa Kemal’in, Meclis’te yaptığı bu konuşmayı, önce, Ankara’da Türkçe yayınlanan Hakimiyeti Milliye gazetesi yayınlamış. Hindistan’da yayınlanan Bombay Chronicle gazetesi de bu açıklamayı Hakimiyeti Milliye gazetesinden almış. Aslı Ankara’da Milli Arşiv’de 030 10 266 793 25 numaralı dosyada saklı tutulan belgeye göre, Mustafa Kemal’in Kutsal Topraklar’la ilgili olarak Meclis’te yaptığı bu konuşmanın tam metni şöyledir:



“Arapların Avrupa siyasetine nüfuz edemeyip bu sözde istiklal kelimesine inandıkları ve bu uğurda Arap memleketlerini Avrupa emperyalizmine esir kıldıkları çok şayanı teessüftür. Arapların arasında mevcud olan karışıklığı ve hoşnutsuzluğu kimse bizim kadar bilemez. Biz vakıa birkaç sene Araplardan uzak kaldık. Fakat şimdi kendimize kafi derecede güvenip ve kudretimizi bildiğimiz için İslamiyet’in mukaddes yerlerinin Musevilerin ve Hıristiyanların nüfuzunun altına girmesine mani olacağız.”



“Binaenaleyh şunu söylemek istiyoruz ki; buraların Avrupa emperyalizminin oyun sahası olmasına müsaade etmiyeceğiz. Biz şimdiye kadar dinsiz ve İslamiyet’e lakayt olmakla ittiham edildik. Fakat bu ittihamlara rağmen Peygamber’in son arzusunu yani, mukaddes toprakların daima İslam hakimiyetinde kalmasını temin için hemen bugün kanımızı dökmeye hazırız. Cedlerimizin, Selahaddin’in idaresi altında, uğrunda Hıristiyanlarla mücadele ettikleri topraklarda yabancı hakimiyet ve nüfuzunun tahtında (altında) bulunmasına müsaade etmiyeceğimizi beyan edecek kadar bugün, Allah’ın inayeti ile kuvvetliyiz. Avrupa bu mukaddes yerlere temellük etmek için yapacağı ilk adımda bütün İslam âleminin ayaklanıp icraata geçeceğine şüphemiz yoktur.”



Mustafa Kemal’in bu sözlerinden, Filistin’le çok yakından ilgili olduğu anlaşılıyor. Muhtemelen yakın vadede bölgede bir “Yahudi devleti”nin kurulacağı”nı kestirmiş olmalı. Nitekim bu konuşmadan 11 sene sonra İsrail devleti kurduruldu. Misak-ı Milli ile yeni Türkiye sınırlarını çizmiş, ama Mustafa Kemal’in asıl ve nihai düşünceleri açısından bölgeye olan ilgi kesilmiş değil; onun düşüncesine göre -ki Cemaleddin Efgani ile bu konuda aynı görüşteydi- Müslüman kavimler tek tek bağımsızlıklarını kazandıktan sonra, zamanı gelince -eğer isterlerse- bir araya gelip kendi aralarında bir birlik kurabilirler (kurmalıdırlar). Mustafa Kemal, “Batı’ya rağmen Batılılaşma” politikasını izliyordu. Öyle de olsa, kesin olarak inandığı şuydu ki, Türkiye Batı içinde bağımsızlığını ve varlığını devam ettiremez; Türkiye’nin bekası İslam dünyası ile olan ilişkilerinin yeniden ve çok daha sağlam bir zeminde kurulmasına bağlıdır. BOP ve bu çerçevede yayınlanan “haritalar” bunun hiç de yersiz bir korku olmadığını gösteriyor. BM’yi hiçbir zaman kaale almamış İsrail’in isteği üzerine bölgeye asker göndermeye çalışan Türk yetkililerin meseleye bir de bu açıdan bakmalarını öneririz.





Zaman "Ali Bulaç"

368
Şimdi her konuda Atatürk adına konuştuğunu ve hareket ettiğini söyleyen her kesim Atatürk’ün 27 Temmuz 1937 tarihinde Hakimiyeti Milliye gazetesine verdiği demeci ibretle okumalıdırlar. Ortadoğu’da bütün bir bölgede çıban başı olacak bir Yahudi Devleti’nin kurulma aşamasında olduğunu sezinledikten sonra “Filistin’e el sürülemez. Türkler bölgedeki yabancı işgali kabul edemez. Hz. Muhammed’in ve kutsal değerlerin hürmetine İslam’ın mukaddes topraklarının Yahudilerin ve Hıristiyanların nüfuzuna girmesine engel olacağız. Ordumuzun buna gücü yeter. Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra Arap kardeşlerimizden uzak kaldık ancak onların aralarındaki karışıklıkları kimse bizden iyi bilemez.” demiştir Atatürk.



Evet, Mason localarını kapatan Mustafa Kemal Atatürk’ün kurulacak muhtemel İsrail devleti hakkındaki düşündükleri. Yani gerekirse mukaddes topraklar için savaşmayı ön görmektedir. Fakat ne yazık ki, İsrail devleti kuruldu ve bölge tam 58 yıldır kan, barut, gözyaşı ve katliam altında. Hemen belirtelim ki, Mustafa Kemal’in bu kararlı tutumunu benimsemeyen ve halen ABD ve İsrail ekseninden bir türlü çıkamayan  Türkiye; eğer böyle giderse yakın bir gelecekte Siyonist İsrail ordusunu ve evangelist sömürgecileri fiilen güney sınırlarında bulacaktır. Zaten şimdiden güney sınırımızda kukla Kürdo/ Judea devleti kurulmadı mı?



İlla İsrail ve ABD füzelerinin şehirlerimizde patlamasını mı bekleyeceğiz.



Kaynak:acikistihbarat

369






ATATÜRK HAVALİMANI UÇAK MEZARLIĞINA DÖNDÜ





Atatürk Havalimanı'nda hacizli ya da uçamayacak duruma gelmesinden dolayı hurda olarak bekletilen uçaklarla ilgili sıkıntı, yıllar geçmesine rağmen hala çözülemiyor. Devletin bu yüzden milyonlarca dolar zarar ettiği bildirildi.



Atatürk Havalimanı yetkililerinden edinilen bilgilere göre, Devlet Hava Meydanları İşletmesi'nin (DHMİ) devlet ve hükümet başkanlarının uçaklarına yer açmak için hacizli ve hurda uçakları apronun en ücra noktası olan Genel Havacılık Terminali'ne park ettirdiği ve bu yüzden de adeta uçak mezarlığına dönen alanda gümrük ve sivil havacılık mevzuatındaki yetersizlik yüzünden özel şirketlere ait uçakların çürümeye terkedildiği öne sürüldü.



Yaklaşık 10 yıldır Atatürk Havalimanı'nı işgal eden uçakların içinde küçük pervaneli uçaklarında olduğu gözlenirken, geçtiğimiz aylarda birkaç uçağın kafe, lokanta ve benzeri amaçlarla kullanılmak üzere kesilerek apron dışına taşınmasına rağmen gerekli izinlerin çıkmaması üzerine tekrar Atatürk Havalimanı'na getirilmişti.



DHMİ'nin sivil havacılık kurallarına göre apronda yer işgal eden uçaklardan belli miktarda para aldığı ancak çeşitli sebeplerden dolayı söz konusu paranın tahsil edilmesinde zorluklar yaşandığı öğrenildi. Yetkililer, uçakların yer işgalinin çözülememesindeki en büyük sıkıntı olarak mevzuatlardaki yetersizliği gösterirken, hurda uçaklar özel uçaklar için kurulan Genel Havacılık Terminali'nin bulunduğu bölgede bekletiliyor.



Öte yandan gövde, kanat ve motorları parçalanmış uçaklar havalimanında ilginç görüntüler oluşturuyor. Uçaklardan birinin lastikleri sökülerek, metal bir platform üzerine oturtulduğu gözlenirken, hurda uçaklar arasında dolaşan köpeklerin, uçakların iniş ve kalkışları sırasında büyük tehlike oluşturduğu ifade edildi.



Apronu işgal eden 20 kadar büyük gövdeli uçak, NATO Zirvesi sırasında da sorun olmuştu.



KAYNAK: Zaman


Yeni paylaşımlarda buluşmak dileğiyle...




370
Atatürk ve Diğer Türk Önderlerimiz / AtatÜrk Ün Hayati
« : 25 Şubat 2011, 17:30:37 »
ATATÜRK'ün HAYATI

Mustafa Kemal Atatürk 1881 yılında Selânik'te Kocakasım Mahallesi, Islâhhâne Caddesi'ndeki üç katlı pembe evde doğdu. Babası Ali Rıza Efendi, annesi Zübeyde Hanım'dır. Baba tarafından dedesi Hafız Ahmet Efendi XIV-XV. yüzyıllarda Konya ve Aydın'dan Makedonya'ya yerleştirilmiş Kocacık Yörüklerindendir. Annesi Zübeyde Hanım ise Selânik yakınlarındaki Langaza kasabasına yerleşmiş eski bir Türk ailesinin kızıdır. Milis subaylığı, evkaf katipliği ve kereste ticareti yapan Ali Rıza Efendi, 1871 yılında Zübeyde Hanım'la evlendi. Atatürk'ün beş kardeşinden dördü küçük yaşlarda öldü, sadece Makbule (Atadan) 1956 yılına değin yaşadı.



Küçük Mustafa öğrenim çağına gelince Hafız Mehmet Efendi'nin mahalle mektebinde öğrenime başladı, sonra babasının isteğiyle Şemsi Efendi Mektebi'ne geçti. Bu sırada babasını kaybetti (1888). Bir süre Rapla Çiftliği'nde dayısının yanında kaldıktan sonra Selânik'e dönüp okulunu bitirdi. Selânik Mülkiye Rüştiyesi'ne kaydoldu. Kısa bir süre sonra 1893 yılında Askeri Rüştiye'ye girdi. Bu okulda Matematik öğretmeni Mustafa Bey adına "Kemal" i ilave etti. 1896-1899 yıllarında Manastır Askeri İdâdi'sini bitirip, İstanbul'da Harp Okulunda öğrenime başladı. 1902 yılında teğmen rütbesiyle mezun oldu., Harp Akademisi'ne devam etti. 11 Ocak 1905'te yüzbaşı rütbesiyle Akademi'yi tamamladı. 1905-1907 yılları arasında Şam'da 5. Ordu emrinde görev yaptı. 1907'de Kolağası (Kıdemli Yüzbaşı) oldu. Manastır'a III. Ordu'ya atandı. 19 Nisan 1909'da İstanbul'a giren Hareket Ordusu'nda Kurmay Başkanı olarak görev aldı. 1910 yılında Fransa'ya gönderildi. Picardie Manevraları'na katıldı. 1911 yılında İstanbul'da Genel Kurmay Başkanlığı emrinde çalışmaya başladı.



1911 yılında İtalyanların Trablusgarp'a hücumu ile başlayan savaşta, Mustafa Kemal bir grup arkadaşıyla birlikte Tobruk ve Derne bölgesinde görev aldı. 22 Aralık 1911'de İtalyanlara karşı Tobruk Savaşını kazandı. 6 Mart 1912'de Derne Komutanlığına getirildi.



Ekim 1912'de Balkan Savaşı başlayınca Mustafa Kemal Gelibolu ve Bolayır'daki birliklerle savaşa katıldı. Dimetoka ve Edirne'nin geri alınışında büyük hizmetleri görüldü. 1913 yılında Sofya Ateşemiliterliğine atandı. Bu görevde iken 1914 yılında yarbaylığa yükseldi. Ateşemiliterlik görevi Ocak 1915'te sona erdi. Bu sırada I. Dünya Savaşı başlamış, Osmanlı İmparatorluğu savaşa girmek zorunda kalmıştı. Mustafa Kemal 19. Tümeni kurmak üzere Tekirdağ'da görevlendirildi.



1914 yılında başlayan I. Dünya Savaşı'nda, Mustafa Kemal Çanakkale'de bir kahramanlık destanı yazıp İtilaf Devletlerine "Çanakkale geçilmez! " dedirtti. 18 Mart 1915'te Çanakkale Boğazını geçmeye kalkan İngiliz ve Fransız donanması ağır kayıplar verince Gelibolu Yarımadası'na asker çıkarmaya karar verdiler. 25 Nisan 1915'te Arıburnu'na çıkan düşman kuvvetlerini, Mustafa Kemal'in komuta ettiği 19. Tümen Conkbayırı'nda durdurdu. Mustafa Kemal, bu başarı üzerine albaylığa yükseldi. İngilizler 6-7 Ağustos 1915'te Arıburnu'nda tekrar taarruza geçti. Anafartalar Grubu Komutanı Mustafa Kemal 9-10 Ağustos'ta Anafartalar Zaferini kazandı. Bu zaferi 17 Ağustos'ta Kireçtepe, 21 Ağustos'ta II. Anafartalar zaferleri takip etti. Çanakkale Savaşlarında yaklaşık 253.000 şehit veren Türk ulusu onurunu İtilaf Devletlerine karşı korumasını bilmiştir. Mustafa Kemal'in askerlerine "Ben size taarruzu emretmiyorum, ölmeyi emrediyorum!" emri cephenin kaderini değiştirmiştir.



Mustafa Kemal Çanakkale Savaşları'dan sonra 1916'da Edirne ve Diyarbakır'da görev aldı. 1 Nisan 1916'da tümgeneralliğe yükseldi. Rus kuvvetleriyle savaşarak Muş ve Bitlis'in geri alınmasını sağladı. Şam ve Halep'teki kısa süreli görevlerinden sonra 1917'de İstanbul'a geldi. Velihat Vahidettin Efendi'yle Almanya'ya giderek cephede incelemelerde bulundu. Bu seyehatten sonra hastalandı. Viyana ve Karisbad'a giderek tedavi oldu. 15 Ağustos 1918'de Halep'e 7. Ordu Komutanı olarak döndü. Bu cephede İngiliz kuvvetlerine karşı başarılı savunma savaşları yaptı. Mondros Mütarekesi'nin imzalanmasından bir gün sonra, 31 Ekim 1918'de Yıldırım Orduları Grubu Komutanlığına getirildi. Bu ordunun kaldırılması üzerine 13 Kasım 1918'de İstanbul'a gelip Harbiye Nezâreti'nde (Bakanlığında) göreve başladı.



Mondros Mütarekesi'nden sonra İtilaf Devletleri'nin Osmanlı ordularını işgale başlamaları üzerine; Mustafa Kemal 9. Ordu Müfettişi olarak 19 Mayıs 1919'da Samsun'a çıktı. 22 Haziran 1919'da Amasya'da yayımladığı genelgeyle "Milletin istiklâlini yine milletin azim ve kararının kurtaracağını " ilan edip Sivas Kongresi'ni toplantıya çağırdı. 23 Temmuz - 7 Ağustos 1919 tarihleri arasında Erzurum, 4 - 11 Eylül 1919 tarihleri arasında da Sivas Kongresi'ni toplayarak vatanın kurtuluşu için izlenecek yolun belirlenmesini sağladı. 27 Aralık 1919'da Ankara'da heyecanla karşılandı. 23 Nisan 1920'de Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin açılmasıyla Türkiye Cumhuriyeti'nin kurulması yolunda önemli bir adım atılmış oldu. Meclis ve Hükümet Başkanlığına Mustafa Kemal seçildi Türkiye Büyük Millet Meclisi, Kurtuluş Savaşı'nın başarıyla sonuçlanması için gerekli yasaları kabul edip uygulamaya başladı.



Türk Kurtuluş Savaşı 15 Mayıs 1919'da Yunanlıların İzmir'I işgali sırasında düşmana ilk kurşunun atılmasıyla başladı. 10 Ağustos 1920 tarihinde Sevr Antlaşması'nı imzalayarak aralarında Osmanlı İmparatorluğu'nu paylaşan I. Dünya Savaşı'nın galip devletlerine karşı önce Kuvâ-yi Milliye adı verilen milis kuvvetleriyle savaşıldı. Türkiye Büyük Millet Meclisi düzenli orduyu kurdu, Kuvâ-yi Milliye - ordu bütünleşmesini sağlayarak savaşı zaferle sonuçlandırdı.







Mustafa Kemal yönetimindeki Türk Kurtuluş Savaşının önemli aşamaları şunlardır:



Sarıkamış (20 Eylül 1920), Kars (30 Ekim 1920) ve Gümrü'nün (7 Kasım 1920) kurtarılışı.



Çukurova, Gazi Antep, Kahraman Maraş Şanlı Urfa savunmaları (1919- 1921)



I. İnönü Zaferi (6 -10 Ocak 1921)



II. İnönü Zaferi (23 Mart-1 Nisan 1921)



Sakarya Zaferi (23 Ağustos-13 Eylül 1921)



Büyük Taarruz, Başkomutan Meydan Muhaberesi ve Büyük Zafer (26 Ağustos 9 Eylül 1922)



Sakarya Zaferinden sonra 19 Eylül 1921'de Türkiye Büyük Millet Meclisi Mustafa Kemal'e Mareşal rütbesi ve Gazi unvanını verdi. Kurtuluş Savaşı, 24 Temmuz 1923'te imzalanan Lozan Antlaşması'yla sonuçlandı. Böylece Sevr Antlaşması'yla paramparça edilen, Türklere 5-6 il büyüklüğünde vatan bırakılan Türkiye toprakları üzerinde ulusal birliğe dayalı yeni Türk devletinin kurulması için hiçbir engel kalmadı.



23 Nisan 1920'de Ankara'da TBMM'nin açılmasıyla Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşu müjdelenmiştir. Meclisin Türk Kurtuluş Savaşı'nı başarıyla yönetmesi, yeni Türk devletinin kuruluşunu hızlandırdı. 1 Kasım 1922'de hilâfet ve saltanat birbirinden ayrıldı, saltanat kaldırıldı. Böylece Osmanlı İmparatorluğu'yla yönetim bağları koparıldı. 29 Ekim 1923'te Cumhuriyet idaresi kabul edildi, Atatürk oybirliğiyle ilk cumhurbaşkanı seçildi. 30 Ekim 1923 günü İsmet İnönü tarafından Cumhuriyet'in ilk hükümeti kuruldu. Türkiye Cumhuriyeti, "Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir" ve "Yurtta barış cihanda



barış" temelleri üzerinde yükselmeye başladı.



Atatürk Türkiye'yi "Çağdaş uygarlık düzeyine çıkarmak" amacıyla bir dizi devrim yaptı. Bu devrimleri beş başlık altında toplayabiliriz:



1. Siyasal Devrimler:

· Saltanatın Kaldırılması (1 Kasım 1922)

· Cumhuriyetin İlanı (29 Ekim 1923)

· Halifeliğin Kaldırılması (3 Mart 1924)



2. Toplumsal Devrimler

· Kadınlara erkeklerle eşit haklar verilmesi (1926-1934)

· Şapka ve kıyafet devrimi (25 Kasım 1925)

· Tekke zâviye ve türbelerin kapatılması (30 Kasım 1925)

· Soyadı kanunu ( 21 Haziran 1934)

· Lâkap ve unvanların kaldırılması (26 Kasım 1934)

· Uluslararası saat, takvim ve uzunluk ölçülerin kabulü (1925-1931)



3. Hukuk Devrimi :

· Mecellenin kaldırılması (1924-1937)

· Türk Medeni Kanunu ve diğer kanunların çıkarılarak laik hukuk düzenine geçilmesi (1924-1937)



4. Eğitim ve Kültür Alanındaki Devrimler:

· Öğretimin birleştirilmesi (3 Mart 1924)

· Yeni Türk harflerinin kabulü (1 Kasım 1928)

· Türk Dil ve Tarih Kurumlarının kurulması (1931-1932)

· Üniversite öğreniminin düzenlenmesi (31 Mayıs 1933)

· Güzel sanatlarda yenilikler



5. Ekonomi Alanında Devrimler:

· Aşârın kaldırılması

· Çiftçinin özendirilmesi

· Örnek çiftliklerin kurulması

· Sanayiyi Teşvik Kanunu'nun çıkarılarak sanayi kuruluşlarının kurulması

· I. ve II. Kalkınma Planları'nın (1933-1937) uygulamaya konulması, yurdun yeni yollarla donatılması



Soyadı Kanunu gereğince, 24 Kasım 1934'de TBMM'nce Mustafa Kemal'e "Atatürk" soyadı verildi.



Atatürk, 24 Nisan 1920 ve 13 Ağustos 1923 tarihlerinde TBMM Başkanlığına seçildi. Bu başkanlık görevi, Devlet-Hükümet Başkanlığı düzeyindeydi. 29 Ekim 1923 yılında Cumhuriyet ilan edildi ve Atatürk ilk cumhurbaşkanı seçildi. Anayasa gereğince dört yılda bir cumhurbaşkanlığı seçimleri yenilendi. 1927,1931, 1935 yıllarında TBMM Atatürk'ü yeniden cumhurbaşkanlığına seçti.



Atatürk sık sık yurt gezilerine çıkarak devlet çalışmalarını yerinde denetledi. İlgililere aksayan yönlerle ilgili emirler verdi. Cumhurbaşkanı sıfatıyla Türkiye'yi ziyaret eden yabancı ülke devlet başkanlarını, başbakanlarını, bakanlarını komutanlarını ağırladı.



15-20 Ekim 1927 tarihinde Kurtuluş Savaşı'nı ve Cumhuriyet'in kuruluşunu anlatan büyük nutkunu, 29 Ekim 1933 tarihinde de 10. Yıl Nutku'nu okudu.



Atatürk özel yaşamında sadelik içinde yaşadı. 29 Ocak 1923'de Latife Hanımla evlendi. Birçok yurt gezisine birlikte çıktılar. Bu evlilik 5 Ağustos 1925 tarihine dek sürdü. Çocukları çok seven Atatürk Afet (İnan), Sabiha (Gökçen), Fikriye, Ülkü, Nebile, Rukiye, Zehra adlı kızları ve Mustafa adlı çobanı manevi evlat edindi. Abdurrahim ve İhsan adlı çocukları himayesine aldı. Yaşayanlarına iyi bir gelecek hazırladı.



1937 yılında çiftliklerini hazineye, bir kısım taşınmazlarını da Ankara ve Bursa Belediyelerine bağışladı. Mirasından kızkardeşine, manevi evlatlarına, Türk Dil ve Tarih Kurumlarına pay ayırdı. Kitap okumayı, müzik dinlemeyi, dans etmeyi, ata binmeyi ve yüzmeyi çok severdi. Zeybek oyunlarına, güreşe, Rumeli türkülerine aşırı ilgisi vardı. Tavla ve bilardo oynamaktan büyük keyif alırdı. Sakarya adlı atıyla, köpeği Fox'a çok değer verirdi. Zengin bir kitaplık oluşturmuştu. Akşam yemeklerine devlet ve bilim adamlarını, sanatçıları davet eder, ülkenin sorunlarını tartışırdı. Temiz ve düzenli giyinmeye özen gösterirdi. Doğayı çok severdi. Sık sık Atatürk Orman Çiftliği'ne gider, çalışmalara bizzat katılırdı.



Fransızca ve Almanca biliyordu. 10 Kasım 1938 saat 9.05'te yakalandığı siroz hastalığından kurtulamayarak İstanbul'da Dolmabahçe Sarayı'nda hayata gözlerini yumdu. Cenazesi 21 Kasım 1938 günü törenle geçici istirahatgâhı olan Ankara Etnografya Müzesi'nde toprağa verildi. Anıtkabir yapıldıktan sonra nâşı görkemli bir törenle 10 Kasım 1953 günü ebedi istirahatgâhına gömüldü

LaZiSH is offline Kötü Mesajı Moderatöre bildir      Teşekkür Sayısı

371
Atatürk hakkında aşağıdakilerden hangisini biliyorsunuz? (Araştırmacı Yazar İlknur Güntürkün Kalıpçı`nın `İçimizden Biri Atatürk` adlı yazısından alıntıdır. )







Atatürk`ün dünyada `başöğretmen` sıfatlı tek lider olduğunu





Bir geometri kitabı yazdığını. Üçgen, açı, dikdörtgen gibi ve 48 tane geometri teriminin (Türkçe) isim babasını bu yazdığı kitapla bizzat Mustafa Kemal olduğunu





Bir röportajda "Birleşmiş Milletlere üye olmayı düşünüyor musunuz?" diye sorulur, Atatürk: "Şartlarımızı koyarız, kabullerine bağlı. Biz müracaat etmeyiz üye olmak için. Davet gelirse düşünürüz". BM yasasını değiştirir ve ilk davet edilen ülke biz oluruz







Yıl 1938, General McArthur'un en zor, en problemli, en buhranlı dönemi. Birden çok sıkılır ve yanında duran yüz yirmiden fazla kişiye döner ve aynen şöyle der: "Şu anda hiçbirinizi değil, büyük istidadı ile Mustafa Kemal'i görmek için neler vermezdim"







Yıl 2000, ABD Başkanı`nın milenyum mesajından bir alıntı : "Bugün milenyumun hiç şüphe yoktur ki tek devlet adamı Mustafa Kemal Atatürk' tür. Çünkü o yılın değil asrın lideri olabilmeyi başarmış tek liderdir"







Yıl 1938, Ata`nın ölümünde Tahran gazetesinde yayınlanan bir şiir`den alıntı : "Allah bir ülkeye yardım etmek isterse onun elinden tutmak isterse başına Mustafa Kemal gibi lider getirir"





Norveççe`de `Atatürk gibi olmak` diye bir deyim olduğunu





Kurtuluş Savaşında rütbe alan bir çok kadın askerlerimiz var. Ama dünya tarihine geçen tek bir üsteğmenimiz var; 700 erkek, 43 kadından oluşan bir müfrezenin reiseliğine bizzat Atatürk tarafından atanmış Üstteğmen Kara Fatma





`Atatürk çiçeği`nin adını, çiçeği bulan Wanderbit Üniversitesi profesörlerinden doktor Kirk Landın`in koyduğunu ve bu çiçeğin tüm dünyada bu isimle üretilip satıldığını





Yunan başkomutanı Trikopis`in, hiçbir zorlama ve baskı olmadan her Cumhuriyet bayramında Atina'daki Türk büyükelçiliğine giderek, Atatürk`ün resminin önüne geçtiğini ve saygı duruşunda bulunduğunu



`Mimber` adında bir gazete çıkarttığını ve 52 sayı yayımlanan gazetede ilk defa sansür kelimesi geçtiğini







Yıl 1996, Haiti Cumhurbaşkanı vasiyetinde mezar taşına yazılmasını istediği metni bırakmıştır. Diyor ki: "Bütün ömrüm boyunca Türkiye'nin lideri Mustafa Kemal Atatürk'ü anlamış ve uygulamış olmaktan dolayı mutlu öldüm"







Yıl 2005, Amerika'nın en ünlü ekonomistlerinden birisi olan Mr. Johns`un önerisi "Türkiye ekonomiyle savaşta bir tek Atatürk' ü örnek alsın yeter"







" Milletimi şimdiye kadar söylediğim sözlerle ve hareketlerimle aldatmamış olmakla gurur duyuyorum ." M.Kemal ATATÜRK

372
Olimpiyat Stadı'ndaki 'Barışa semah dönenler' adlı etkinliğe on binlerce kişi katıldı. Etkinlikte, Atatürk ilkelerine saldırılara tepki amacıyla 'Bin köye bin Atatürk büstü' kampanyası başlatıldı





Marmara Bölgesi'nde yayın yapan Radyo Barış tarafından düzenlenen "Barışa semah dönenler" adlı etkinlik, yüz sanatçı, bin semahçı ve stadı dolduran on binlerce izleyiciyi buluşturdu.



Atatürk ilkelerine ve laikliğe saldırılara tepki olarak başlatılan "Bin köye bin Atatürk büstü" kampanyası çerçevesinde bin köyün derneğine bağışlanan Atatürk büstleri stadın çevresine yerleştirildi.

Bin kişiden oluşan semah ekibi, "Bütün evren semah döner" temasıyla Olimpiyat Stadı'nda gösteri yaptı. Semahın ardından barış güvercinleri gökyüzüne salındı.



Etkinlik çerçevesinde Radyo Barış dinleyicilerinin oylarıyla "Toplumsal Barış Ödülü", "Şu Çılgın Türkler" kitabının yazarı Turgut Özakman'a, "Halk Ozanlığını Yaşatma Ödülü" de nisan ayında yaşamını yitiren Ali Ekber Çiçek'e verildi.



Saldırılara karşı durma



 Etkinlikte ayrıca İstanbul Şehir Tiyatroları Yönetmeni Ali Taygun yönetiminde hazırlanan Barışa Gönül Verenler Korosu ile Arif Sağ, Belkıs Akkale, Edip Akbayram, Moğollar, Grup Kızılırmak, Kardeş Türküler, Güler Duman ve Hüseyin Turan'ın da aralarında bulunduğu sanatçılar konser verdi.



Taygun, koreografinin barış teması üzerine kurulu olduğunu söyledi.

Radyo Barış Genel Yayın Yönetmeni İlknur Kaplan, beşincisi bu yıl düzenlenen "Barışa semah dönenler" etkinliğinde Atatürk ilkelerine yapılan saldırılara karşı durma mesajı verdiklerini söyledi.



Kaplan, şöyle konuştu: "Atatürk büstlerine yapılan saldırıları, Cumhuriyet gazetesine ve Danıştay'a yönelik saldırılar izledi. Etkinlik kapsamında düzenlediğimiz Atatürk büstü kampanyasını, Türkiye Cumhuriyeti'nin laik demokratik yapısına gerçekleştirilen saldırılarla, Atatürk ilkelerine karşı yapılan her saldırı karşısında durabilmek adına düzenledik.



Madem Atatürk büstlerine yönelik bir saldırı var, o halde köy derneklerine Atatürk büstü verelim dedik. Erzincan, Sivas, Malatya yani her yörenin köy derneğine büst verdik. Bu büstleri ya köy okullarına verecekler ya da kendi dernek lokallerinde sergileyecekler.

Atatürk büstlerini çok daha doğru yerde sahiplenebilmeyi amaçladık. Tam anlamıyla Türkiye Cumhuriyeti'nin laik, demokratik yapısına yapılan saldırıların ya da bu yapıyı bozmaya çalışan her düşüncenin karşısında durabilmeyi amaçladık."



 

Toplumsal barış için...

"Barış bu ülke adına çok önemli" diyen İlknur Kaplan, "Toplumsal barışı sağlayabilmek için öncelikle bireysel barışı gerçekleştirmiş olmanız gerekiyor. İnsanlar arası barıştan sonuç alırsanız, toplumsal barışı da çok daha iyi yerlere taşırsınız diye düşünüyorum. Barışa semah dönenler de bu yönde atılan çok doğru bir adımdır" diye konuştu.



(Milliyet)

373
Sevmek…



Mustafa Kemal'i sevmek…



Özgürlüğü ve bağımsızlığı sevmek…



Bunları karakter, yani ruh, öz, omurga olarak kabul edenleri sevmek.



Mustafa Kemal'i sevmek… Fikri hür, ilmi hür, irfanı hür olanları sevmek…



Mustafa Kemal'i sevmek…



Yoksul, yürekli, namuslu,yalansız, riyasız, pazarlıksız…Tertemiz alnından vurulup düşen hem de daha , bir tek kurşun atmadan, o istedi diye Allah deyip şehitlik için ileri atılan dedelerimiz, Eğinli dedem, Ali Çavuş gibi sevmek…



Mustafa Kemal'i sevmek …



Kopan bacağını tüfeğinin dipçiğinin kayışıyla bağlayıp savaşarak ölen Ezineli Yahya Çavuş gibi sevmek… Çanakkale'de 19. Tümen 'in her bir neferi gibi sevmek…



Sevmek… Ölmeyi emreden birini, Mustafa Kemal'i sevmek… Ölenleri dün olduğu gibi bugün de anlamak:



"Benimle beraber burada muharebe eden askerler kesin olarak bilmelidir ki, bize verilen namus görevini eksiksiz yapmak için bir adım geri gitmek yoktur. Uyku, dinlenme aramanın, bu dinlenmeden yalnız bizim değil, bütün milletimizin sonsuza kadar mahrum kalmasına sebep olacağını hepinize hatırlatırım."



Sevmek …Mustafa Kemal'i sevmek… Dün olduğu gibi bugün de bir adım geri gitmeyenleri ,gitmeyecekleri sevmek…



Mustafa Kemal'i Sevmek… Ölümden kaçarken durup onu dinleyip ölüme koşmak…



Sabah saatlerinde Mustafa Kemal 57.Alay'ı bir batarya ile Koca Çimen Tepe istikametinde harekete geçirdi. Kendisi de durumu izlemek için Conk Bayırı'na çıktığında Arı Burnu tarafından erlerin çekilmekte olduğunu gördü. Seslendi:



"Niçin kaçıyorsunuz?"



"Efendim düşman" dediler



"Nerede?"



"İşte, diye 261 rakımlı tepeyi gösterdiler.



Düşmanın bir avcı hattı 261 rakımlı tepeye yaklaşmış ve ileri doğru yürüyordu. Askerlere,



"Düşmandan kaçılmaz" dedi.



"Cephanemiz kalmadı" dediler.



"Cephaneniz yoksa, süngünüz var," dedi. "Ve bağırarak süngü taktırdı. Yere yatırdı... Ölmeyi emretti…Öldüler…



O anlatıyor:



"Yalnız size 'Bomba Sırtı olayını' anlatmadan geçemeyeceğim. Karşılıklı siperler arasında mesafemiz 8 metre, yani ölüm kesin... Birinci siperdekiler hiç biri kurtulamamacasına hepsi düşüyor; ikincidekiler onların yerine giriyor. Fakat ne kadar imrenilecek bir soğukkanlılık ve tevekkülle biliyor musunuz? Öleni görüyor, 3 dakika kadar sonra öleceğini biliyor, en ufak bir duraksama bile göstermiyor. Sarsılmak yok! Okuma bilenler ellerinde Kuran-ı Kerim, cennete girmeye hazırlanıyorlar. Bilmeyenler Kelime-i Şahadet getirerek yürüyorlar. Bu, Türk askerindeki ruh kuvvetini gösteren hayrete ve tebrike değer bir örnektir. Emin olmalısınız ki Çanakkale Muharebesini kazandıran bu yüksek ruhtur."…'



Mustafa Kemal'i sevmek… Ölesiye sevmek… Dün değil bugün gibi sevmek… Bugün de ölmeyi bilmek..



Ölen çocuklarının ardından Avusturalyalı annelerin acısını dindiren,onlara :

"Bu memlekette kanlarını döken kahramanlar! Burada bir dost vatanın toprağındasınız huzur içinde uyuyunuz. Sizler Mehmetçiklerle yan yana, koyun koyunasınız. Uzak diyarlardan evlâtlarını harbe gönderen analar, gözyaşlarınızı siliniz. Evlâtlarınız bizim bağrımızdadır. Huzur içindedirler, onlar bu topraklarda canlarını verdikten sonra artık bizim evlâtlarımız olmuşlardır."





Diyebilen Mustafa Kemal'i sevmek.



"Dağlarda tek tek ateşler yanıyordu.Ve yıldızlar öyle ışıltılı, öyle ferahtılar ki şayak kalpaklı adam

nasıl ve ne zaman geleceğini bilmeden güzel, rahat günlere inanıyordu

ve gülen bıyıklarıyla duruyordu ki mavzerinin yanında,

birdenbire beş adım sağında onu gördü.



Paşalar onun arkasındaydılar.

O, saati sordu

Paşalar: "Üç", dediler.

Sarışın bir kurda benziyordu

Ve mavi gözleri çakmak çakmaktı.

Yürüdü uçurumun başına kadar,

eğildi, durdu.

Bıraksalar

ince, uzun bacakları üstünde yaylanarak

ve karanlıkla akan bir yıldız gibi kayarak

Kocatepe'den Afyon ovasına atlayacaktı" …



Atladı…Bir ayağı İzmir' de bir ayağı Ankara'da dimdik durdu… Sevmek.. Mustafa Kemal'i Nazım gibi sevmek…







Cumhuriyetini emanet ettiği gençler gibi sevmek… 23 Nisan çocukları gibi sevmek. Dünyanın en aydınlık yüzü Türk kadınları gibi sevmek…



Mustafa Kemal'i sevmek… Kütahya'da Kurtuluş savaşının ortasında, 2 yıldır görmediği oğlunun sekiz ay önce hastalıktan öldüğünü duyup el defterine, " oğlum İzzet sekiz ay önce ölmüş." diye not düşüp savaşa devam eden, İsmet Paşa kadar sevmek…



Osmanlı Genelkurmay Başkanı ve Mareşali iken rütbelerini sıyırıp, onunla Anadolu'ya geçip yeniden kavgaya tutuşacak Fevzi Çakmak Paşa kadar sevmek.



Mustafa Kemal'i sevmek… Erzurum'da bir yalnız adama, silahlarını teslim etmemiş tek Osmanlı ordusu olan 9 kolorduyu kendisiyle birlikte teslim edecek kadar çok inanıp, emrine girip, cenk edip, barışta karşı durup, ciltlerce kitap yazacak Kazım Karabekir Paşa kadar sevmek…



Mustafa Kemal'i sevmek…Yağan yağmur altında,ayaklar çıplak yürürken hastalıktan,açlıktan ateşler içinde yanan bebesinin üzerindeki örtüyü alıp, cephane yüklü kağnının üzerine örten analar kadar sevmek…



Mustafa Kemal'i sevmek… Kadın olup aşık olduğun adamdan, evladından, anandan, babandan daha çok sevmek Mustafa Kemal'i…



Anlamak o kadınları, onları anlamak için kendilerini kurtarmaya gelen askerleri " Kemal'in askerleri" diye selamlamalarını anlamak, Afyon'da, Antep 'de, Maraş 'da, Eskişehir'de yani Anadolu'da, düşman işgali altında tecavüze uğrayıp, ölmemek…O acılar içinde sağ kalmak…Herkesin sattığı, terk ettiği, arkadan vurduğu ,hançerlediği bir halkı elinden tutup kaldırmak. Yokluğunu yokluklarına, gözyaşlarını gözyaşlarına, azmini, azimlerine ekleyip onlara haydi diyebileni sevmek… Yaşama azminin adının Mustafa Kemal olmasını anlamak… Namusun adının Mustafa Kemal olmasını, onurun, erdemin adının Mustafa Kemal olmasını anlamak… Bu toprağın kadını, erkeği, evladı olmak…



Mustafa Kemal'i sevmek, tecavüze uğrayan o Anadolu kadınları gibi sevmek, tecavüzden kurtarılan o Anadolu kadınları analarımız, bacılarımız, kardeşlerimiz gibi sevmek… Dinimizi, milletimizi, devletimizi kurtaranları, Kemal'in askerlerini sevmek… Acıyı bilenler, unutmayanlar,unutmayacaklar gibi sevmek…



Mustafa Kemal'i namus bilmek…



Sevmek… İzmir'de ki o sevda anıtı gibi dimdik durmak…İzmir'e ilk giren Kemal'in askerlerinin Yunan askerleri tarafından şehit edilmesi üzerine o anıta Mustafa Kemal'in Türkiye'nin macerasını anlattığı Nutuk 'da kavgasının parolası ve işareti olarak yazdığı "Vatan ve Namus" diye yazan İzmirliler gibi sevmek ...



Mustafa Kemal'i sevmek… Vatan ve Namus gibi sevmek…



Mustafa Kemal'i Vatan ve Namus bilmek… Fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür gençler gibi sevmek… Bağımsızlığı ve özgürlüğü sever gibi sevmek…Gelişmiş,büyük Türkiye'yi sevmek…



Cumhuriyet'i…Devrimciliği… Milliyetçiliği…Halkçılığı…Laikliği…Devletçiliği sever gibi sevmek…



Mustafa Kemal'i sevmek…



Anti emperyalizmi sever gibi, sömürgeciliğe karşı duranları sever gibi… Türkiye'nin çınarlarını, çiçeklerini,bozkırını, bataklıklarını,denizlerini, havasını, kuşunu, kurdunu sever gibi ….



Dünyanın aç ve yoksul çocuklarını sever gibi, çocuklarımızı sever gibi, insanları, doğayı sever gibi, dünyayı, iyiyi,doğruyu,güzeli sever gibi sevmek…



Ulusalcılar gibi sevmek…



Mustafa Kemal'i sevmek…



Kursağından haram lokma geçmemiş çocuklar gibi sevmek…



Hazreti Ömer'i bile kıskandıracak o büyük ahlakı sevmek… Yaratıp, kazanıp, anasının ak sütü gibi helal mallarının hepsini, ölünce milletine bağışlayanı sever gibi sevmek…



O'nun kalpaklı fotoğrafı ellerinde ,oğullarının al bayrağa sarılı naaşlarının önünde "Devlet , millet sağ olsun" diyen şehit anaları gibi sevmek…



Mustafa Kemal'i sevmek…



Elmalılı hoca Mustafa Yazır gibi , Tuncelili Diab Ağa gibi sevmek…



Kurtuluş savaşında tebdili kıyafet gezen Galip Hoca gibi sevmek…Sonra barışta Celal Bayar olup kavgalardan geçip, ölmeden önce " Atatürk seni sevmek ibadettir" diyerek sevmek…



İzmir'de Yunan'a ilk kurşunu sıkan gazeteci Hasan Tahsin'in ruhunu şad edip, beş yıl sonra düşmanı kovup namusu ve şerefi yerden kaldırıp; İzmir'de , büyük kısmı hain iğfasına uymuş, İstanbul gazetecilerini toplayıp:



" Türkiye basını, milletin hakiki sada ve iradesinin belirtisi olan Cumhuriyet'in etrafında çelikten bir kale vücuda getirecektir. Bir fikir kalesi, zihniyet kalesi. Basın mensuplarından bunu talep, Cumhuriyetin hakkıdır…" diyen Mustafa Kemal'i, doğumunun 125. yılında vefa ve minnet duygularıyla ilk günkü gibi sevmek…



O'na karşı görevini yerine getirememenin utancıyla manda yürekleri çatlayıp ölemeyenler, intihar bile edemeyen dönekler,korkaklar, alçaklar, hainler, satılmışlar gibi değil…



Mustafa Kemal'i Türk halkı gibi sevmek, Türk milleti gibi sevmek, Türkiye gibi sevmek, namuslu gazeteciler, yazarlar, yayıncılar gibi… Abartısız, yalansız, sade, duru, basit… Kanaltürk gibi sevmek…



Mustafa Kemal'i sevmek… Onun bildiği gibi, "memleketimizin halini, ihtiyacını milletimizin elemlerini ve emellerini" bilmek…



Mustafa Kemal'i sevmek…



Sevdasını Vatan…



Sevdasını Namus…



Sevdasını Bayrak…



Sevdasını Türkiye bilenler gibi sevmek…



Esaret altında yaşamaktansa…



Bu yoksul ve bitap milleti ayağa kaldıramamaktansa…



Onun kazanımlarını koruyamamaktansa…



Türkiye'yi muassır medeniyete, çağdaş; bilimde teknolojide, eğitimde, sağlıkta, adalette, emekte gelişmiş, çalışanın kazanacağı,eşit,kardeş, özgür insanların yaşadığı ülkelerin düzeyine ulaştıramamaktansa…



Türkiye'yi tam bağımsızlık ilkesiyle yönetememektense…



Türkiye'yi bilimden, aydınlıktan koparıp şeriata, karanlığa, irticaya, şeyhlere, tarikatlara teslim etmektense…



Dağlarda çoban ateşleri yakacaklar gibi sevmek…



Mustafa Kemal'i sevmek "Vatan ve Namus" demek…



Başka da hiçbir şey demek değil…



Düşmanlarına, döneklere, eski ve yeni mandacılara, takiyecilere, yalancılara, bin bir suratlı para kölelerine, mezarının önünde ağlayıp eğilip, sana ve devrimlerine kalleşlik edenlere inat…



Seni her zamankinden daha çok seviyoruz…



Doğumun, 125. yaşın kutlu olsun Mustafa Kemal…

374
Dünya yazılım devi Microsoft, her yıl çıkardığı Encarta Ansiklopedisi’nin Almanca 2006 versiyonunda Mustafa Kemal Atatürk’ü Hitler, Stalin, Mao gibi diktatörler arasına koydu.



Genellikle okul çağındaki gençlerin kullandığı ve her yıl yenilenen ansiklopedide Atatürk hakkında şu bilgilere yer verildi: 12 Mart 1881’de doğan Atatürk 5 yaşında Selanik ve Manastır’daki anti-Türk, Yunan ve Slav milliyetçiliğinin merkezi olan askerî okula gitti. 1899 yılında İstanbul Askerî Akademisi’ne başlayarak 1905 yılında tugay komutanı olarak mezun oldu.



Ali Remzi Akkoç, Mainz



zaman gazetesi






Sayfa: 1 ... 21 22 23 ... 99