Forum Zero
ForumZero

İletileri Göster

Bu özellik size üyenin attığı tüm iletileri gösterme olanağı sağlayacaktır . Not sadece size izin verilen bölümlerdeki iletilerini görebilirsiniz


Mesajlar - Zero

Sayfa: 1 ... 18 19 20 ... 99
307
''Çin okullarında 70 yıldır Atatürk öğretiliyor



Şanghay'da yayımlanan ''Shen Bao'' gazetesi 12 Kasım 1938 sayısında muhtemelen Londra saatiyle ''Önceki gün sabah saat 7'de Yeni Türkiye'nin kurucusu Kemal vefat etti'' haberini vermişti. O tarihli Shen Bao'yu arkadaşımız Noyan Rona bulup çıkarttı ve çevirisini yaptı. Rona'nın mezun olduğu Ankara Üniversitesi Dil-Tarih Coğrafya Fakültesi Çin Filolojisi'nin, Rusça bölümü gibi Soğuk Savaş'ın en karanlık günlerinde bile açık tutulmasının yararı on yıllar sonra anlaşılıyor.



1970'lerde Ankara'da bu bölümde okuyan gazeteci arkadaşımız Çincesini geliştirememekten yakınır, o sıralarda Çin'le arası iyi olan Arnavutluk Büyükelçiliği Basın Danışmanı'nın ''Senin Pekin'e gönderilmene aracılık edebiliriz, ancak iyi düşün bir daha Türkiye'ye dönemeyebilirsin'' dediğini naklederdi. Noyan Rona ve Türk-Çin İş Konseyi Başkanı Yavuz Onay gibi filolojinin eski öğrencileri, iki ülke arasındaki bağlantılarda çok önemli roller üstlendiler ve üstleniyorlar.



Atatürk'ün etkisi



Shen Bao'nun ''Kemal'i Anarken'' başlıklı yazısı Atatürk 'ün Çin üzerinde nasıl bir etki ve örnek oluşturduğunun göstergesidir. ''Kemal'in yaşamı boyunca elde ettiği ve bütün dünya tarafından bilinen başarılarını burada tekrarlamaya gerek yoktur. Burada anlatmak istediğimiz konu, onun Birinci Dünya Savaşı ertesi gerçekleştirdiği direniş savaşı sonrasında yeni bir devlet kurmasıdır. Bu noktada, bizi yüreklendiren ve ders çıkarmamız gereken birçok husus bulunmaktadır. Onun verdiği savaşın başarıyla sonuçlanması, bizim de Japon savaşında mutlaka galip geleceğimize olan güvenimizi arttırmaktadır.



Osmanlı İmparatorluğu Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra dağılarak paramparça olmuş, dış emperyalistlerin etkili tacizine maruz kalmıştı. Zamanın emperyalistleri galip olmanın verdiği kibir ile Türkiye'yi esir almışlardı. İstanbul'daki aciz hükümet de kesilmeye hazır kuzu gibi çaresiz durumdaydı. Sevr Antlaşması'nın imzalanmasından hemen önce bu emperyalistler Türkiye'den neler alabileceklerinin, hangi bölgeleri ele geçirebileceklerinin hesabını yapmış, bu toprakları nasıl koparabileceklerini, sonra da nasıl kullanabileceklerini planlamışlardı.



Sevr Antlaşması imzalandıktan hemen sonra bütün Türkiye'yi böldüler. Suriye, Filistin, Mezopotamya, Ermenistan hatta İzmir bile Türk toprağı olmaktan çıktı. Başkent İstanbul bile ancak kâğıt üzerinde bağımsızlığını koruyabildi. Marmara Denizi'nin yönetimini bile emperyalistlerle paylaşmak zorunda kaldılar. Kıyıda sadece küçük bazı adalar bırakıldı.''



Yunanistan'a karşı alınan zafer

''Shen Bao'' yorumcusu, Ankara devrim hükümetinin böyle bir anlaşmayı tanımadığını, Kemal'in milli bir ordu oluşturup Sovyetler'le ittifak yaptığını, onların malzeme ve danışman desteğinden yararlandığını kaydediyor.

''Kemal, Anadolu'da dağınık halde bulunan orduyu yeniden örgütledi, eğitti, savaş yeteneğini yükseltti. Yunanistan'a karşı zafer kazanan Türk milli ordusu zamanla gelişti. Zaferin esas temeli bu ordudur.

Kemal, savaşta Yunanistan'ı yenmek için zor bir süreçten geçti. Bu başarı biz Çinlileri de cesaretlendirmiş ve güvenini arttırmıştır.



Türk ordusu Yunanistan'la savaşa başladığında ardı ardına yenik düşüyor, birçok önemli şehri düşmana terk ediyordu. Bizim gibi Türkiye'nin de deniz kuvvetlerinin olmayışı, kıyı bölgelerindeki çarpışmalarda büyük dezavantajdı. Tek çare düşmanı iç bölgelere çekerek kara savaşı yapmaktı. Uzun süren direniş mücadelesinde Yunan ordusunu yorgun düşüren Kemal, bütün gücüyle püskürtme harekâtına girişti, ülke topraklarının büyük bölümünü geri aldı. 1922 Eylülü'nde Yunanistan'ın Türkiye'deki son askeri işgal bölgesi İzmir'de Türk ordusunca geri alınmıştı.''



Türkler Çin'de yeterince tanınmıyor

"Bizim Japonlara direnişimizin kararlılıkla sürdürülmesine olan inancımız tam bu nedenledir. Bir şehir veya bölgenin geçici olarak düşman eline geçmesi önemli değildir. Biz de tıpkı Türkler gibi direnecek ve düşmanı kovacağız. Kemal'i bu düşünce ve inancımızı güçlendirdiği ve Türkiye'yi örnek almamızı sağladığı için de anıyoruz.'' Çin'le ilişkisi olan diplomat, öğrenci, gazeteci, işadamı herkesin bu yazının aslıyla Türkçesini duvarında, masasında bulundurmasını öneriyoruz. Türk-Çin İş Konseyi'nin Noyan Rona ile bağlantı kurarak bunu sağlayacağını umarız.

Çin Halk Cumhuriyeti Ankara Büyükelçisi Song Aiguo, ''Günümüz Türkiyesi ve Türk halkı Çin'de yeterince tanınmıyor. Büyük Atatürk ise biliniyor, ortaokullarda öğretiliyor, örnek gösteriliyor. Çin'de yetmiş yıl önce iktidar komünistlere geçti. Mustafa Kemal o zaman da şimdi de okul kitaplarında.



Lenin ve Gandhi 'yle birlikte yer alıyor. 1920'lerde Çin'de Kemalizm ile ilgili kitaplar çıktı. Atatürk bütün dönemlerde saygı ve sevgi görüyor, hakkında kitaplar yazılmaya devam ediliyor'' diyor.



Çin'de okutulan lise ikinci sınıf tarih kitabında ATATÜRK şu sözlerle yer almaktadır.



"Birinci Dünya Savaşı ile yenilen ülkeler arasında bulunan Türkiye, savaştan sonra emperyalist ülkelerin istila ettiği hedef bir ülke oldu. Ülkelerini kurtarmak için, Türk Halkı, önderi ve yurtsever komutanı olan Kemal ATATÜRK ile ülkelerinin bağımsızlığını kazanmak için çalışıyorlardı.

M.Kemal liderliğindeki yurtsever grup, padişahtan ayrılarak, Nisan 1920'de milli bir hükümet kurdu.



O yıl Ağustos'ta padişah, ittifak devletleriyle Sevr Anlaşması'nı imzaladı ve böylece Türkiye, İngiltere, Fransa ve İtalya'nın yarı sömürgesi oldu.

Uzun süren bir savaştan sonra, M.Kemal hükümeti 1922 yılında İngiltere'den destek alan padişahın ordusunu ve işgalci Yunanlıları yendi ve 1923 yılında ittifak devletleri ile Lozan Anlaşması'nı imzaladı. Lozan Anlaşması'nda Türkiye'nin bağımsızlığı ve toprak bütünlüğü kabul edildi. Yabancı ülkelerin Türkiye üzerindeki egemenlikleri ve ekonomi üzerindeki özel denetim hakları ortadan kaldırıldı. Ayrıca, boğaz bölgesinin tarafsızlaştırılması kabul edildi.



Milli bağımsızlığı kazandıktan sonra, Türkiye Cumhuriyeti kuruldu ve M.Kemal Birinci Cumhurbaşkanı olarak seçildi. Daha sonra M.Kemal bazı demokratik reformlar uyguladı. Siyasi olarak padişahlık sistemine son verdi. Din ve devlet işlerini birbirinden ayırdı. Ekonomik alanda önlemler aldı. Kültür ve eğitim alanında laik eğitimi geliştirdi ve harf devrimi yaptı. Arap alfabesinin yerine Latin alfabesini getirdi. Sosyal olarak tüm eski kötü alışkanlıkları ortadan kaldırdı.



Bu türlü yenilikler ülkenin bağımsızlığını kuvvetlendirdi ve halkı tekrar diriltecek yola girmesini sağladı.



M.Kemal devrimi başarılı bir devrimdir. M.Kemal devrimi Osmanlı İmparatorluğu'nun yüzlerce yıl süren derebeylik sistemini bitirdi ve Türkiye tarihinde yeni bir sayfa açtı."



Kitap'ta Konunun Anlatıldığı İlgili Bölümler




308
İşte 'O' Resim





Yorum ve replerimizi eksik etmeyelim . . .



Alıntı

309
Atatürk ve Diğer Türk Önderlerimiz / Atatürk bizi izliyo
« : 25 Şubat 2011, 17:34:47 »
slm ark lar bu resmı gördüğümde şaşırdım














310
'Atatürk Müze Köşkü' ziyarete açıldı...

Bugün, 19:11

AA - Ulu Önder Atatürk'ün evi, restorasyonu tamamlandıktan sonra "Atatürk Müze Köşkü" olarak ziyarete açıldı.

Törene, Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer, TBMM Başkanı Bülent Arınç, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Genelkurmay Başkanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt ile CHP Genel Başkanı Deniz Baykal da katıldı.

Atatürk Müze Köşkü Danışma Kurulu Başkanı Prof. Dr. Yıldırım Yavuz, Müze Köşkü'nün yaklaşık 5 yıl önce restorasyon amacıyla ziyarete kapatıldığını anımsattı. Yavuz, şunları kaydetti:

"19. yüzyılın ikinci yarısında inşa edildiği bilinen bu basit bağ evi önce Atatürk'ün ikametgahı ve karargahı, 1924 yılından sonra da devrimlerin oluş sürecine tanıklık eden Cumhurbaşkanlığı Köşkü olarak çağdaş Türkiye'nin kuruluş yıllarını belgeleyen çok önemli, sonsuza kadar dikkat ve özenle korunması gereken anıt bir yapıdır.

Yaklaşık 5 yıl süren onarım süresince yapısal restorasyona koşut olarak hiçbir ayrıntıyı gözden kaçırmamak için binlerce fotoğraf ve belge taranmış, onlarca kitap ve anı okunmuş, yapılabilecek olanın en doğrusunun gerçekleştirilmesine çalışılmıştır.

Böylece geçmişindeki en bilimsel ve en kapsamlı restorasyonu geçirdiğine inandığımız Müze Köşk, umarım daha uzun yıllar bakım ve onarıma gerek duyulmadan Yüce Atatürk'ün, ailesinin, yakın arkadaşlarının, Kurtuluş Savaşı'nın zorlu günlerinin, Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluş sancılarının ve uygar bir topluma dönüşmesinde en önemli etken olan Atatürk devrimlerinin anılarını titizlikle gelecek nesillere aktarmayı sürdürecektir."




AA

311
Emniyet Genel Müdürlüğü'nün, dış temsilciliklerin korunmasında görev alacak personele düzenlediği sınav 14 Nisan Cumartesi günü yapıldı. 12 bin polis ve 600 amirin katıldığı sınavda bazı sorularda hataya rastlandı. Sınavda, "Cumhuriyet Tarihi, Atatürk İlke ve Devrimlerine" ilişkin herhangi bir sorunun yer almaması dikkat çekeren, sınav kitapçığında adaylara ilginç sorular yöneltildi.



Milli Eğitim Bakanlığı Eğitim Teknolojileri Genel Müdürlüğü Ölçme Değerlendirme ve Açıköğretim Kurumları Daire Başkanlığı tarafından 14 Nisan 2007 saat 10.00'da tüm Türkiye'de görev yapan polisler arasında, "misyon koruma görevi" için sınav yapıldı.



12 bin polis ve 600 amirin katıldığı sınavda, adaylara 100 soru soruldu. 50'si meslek bilgisi, 35'i genel kültür ve 15'i lisans bilgisinden oluşan sorulardan bazıları dikkat çekerken, adaylara Atatürk İlke ve Devrimleri ile ilgili soru sorulmadığı belirlendi.



Hababam Sınıfı'nda Kel Mahmut rolünü oynayan aktörden, Türkcell Süper Ligi'ndeki takım sayısına kadar ilginç soruların yer aldığı sınavda, Atatürk unutuldu. Atatürk, Atatürk İlke ve Devrimleri ya da Cumhuriyet Tarihi'ne ilişkin sorular, ne memurlara ne de amirlere soruldu.



4 spor sorusunun bulunduğu sınavda 62 ve 80'inci soruların hatalı olduğu anlaşıldı. 62'inci soruda "Aşağıdakilerden hangisi NBA'de oynamıyor?" diye soruldu. Ancak cevaplarda Mirsad Türkcan ile beraber Zaza Public ismine yer verildi.



Yine genel kültür bölümünde yer alan "Aşağıdaki takımlardan hangisinin renkleri milli takımla aynı değildir?" sorusunun cevap şıkları arasına Gençlerbirliği ile birlikte "Kırmızı, beyaz ve siyah" renklere sahip Samsunspor da konuldu.



Aralık ayının eski isminden, Nostalji albümünün sahibine, Manas Destanı'ndan, Osmanlı Devleti'nin padişah sayısına kadar çeşitli ilginç sorunun bulunduğu sınavda "Japon hükümdarına ne denir?" sorusu da yer aldı.



Sınava katılan bin 200 polisten en yüksek puanı alan 600'ü atış ve mülakata katılmaya hak kazanacak. 3 aşamalı sınavlar sonunda toplam 166 polis ve 84 amir önümüzdeki dönemde Dışişleri Bakanlığı kadrosundan yurtdışında görev yapma hakkı kazanacak.



(ANKA)

313


Atatürk gününde Kürtçe şarkı

Atatürk'ün ‘Fahri Hemşehrilik Günü'nde Kürtçe şarkı da söylendi...

05 Nisan 2007 16:16



ULU önder Mustafa Kemal Atatürk'ün Diyarbakır’ı fahri hemşehriliğe kabul edişinin 81'inci yıldönümü kutlamalarında belediye korosu Atatürk’ün sevdiği parçaların arasına Kürtçe bir şarkı da koydu.



Yakasına Atatürk kokartı takan Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı DTP'li Osman Baydemir, Atatürk'ün Diyarbakır'ın kendisine gösterdiği kadirşinaslıktan son derece memnun kaldığını ve bunu da dile getirdiğini söyledi.



Atatürk'ün Diyarbakır'ı Fahri Hemşehriliğe kabul edişinin 81'inci yıldönümü kutlamalarına Atatürk Anıtı'nda başlandı. Tarım ve Köyişleri Bakanı Mehdi Eker'in de katıldığı törende, Diyarbakır Valisi Efkan Ala, Büyükşehir Belediye Başkanı Osman Baydemir ve Garnizon Komutanlığı'nın çelenkleri, saygı duruşu ve İstiklâl Marşı'ndan sonra anıta bırakıldı. Buradaki törenden sonra Büyükşehir Belediyesi Tiyatro Salonu önünde folklor gösterisi düzenlendi.



Yakasına üzerinde ‘5 Nisan Hemşehrilik Günü' yazılı Atatürk kokartı takan Başkan Osman Baydemir, gösteri yapan folklor ekibini uzun süre alkışladı. Tiyatro salonunda devam eden kutlamaya, Diyarbakır Vali Vekili Suat Seyitoğlu, Dicle Üniversitesi Rektör Yardımcısı Prof.Dr. Zülküf Gülsüm ile okul öğrencileri katıldı.



Atatürk'ün fahri hemşehriliği kabul edişiyle ilgili telgrafını okuyan Büyükşehir Belediye Başkanı Osman Baydemir, Atatürk'ün 81 yıl önce Diyarbakır'ın fahri hemşehriliğini kabul edisinin yanıtı olan telgraf metnine dikkatini çekmek istediğini belirterek, şöyle dedi:



“Atatürk, telgrafta ‘Diyarbakır'ın hakkımda gösterdiği kadirşinazlıktan memnun oldum' diyor. Diyarbakır halkı gerçekten kadirşinastır. Atatürk yine 15 kasım 1937 yılında cumhurbaşkanıyken geldiği Diyarbakır'da halkevinde yaptığı konuşmada, ‘20 yıl sonra tekrar Diyarbakır'da bulunuyorum. Dünyanın en güzel ve en modern binası içinde modern nefis müziği dinleyerek beşeriyetin medeni bir halkının huzurunda bu halk evinde duyduğum zevk ve saadetin ne kadar büyük olduğunu takdir edersiniz' diyor. Ben de medeniyetin kadim bir halkın hizmetkarı olmaktan, onlara hizmet etmekten büyük bir seref duyuyorum. Hakikaten son derece kıt olanaklarla bugün kentimi Ortadoğu’nun bölgesel metropol bir kenti haline getirme çabasındayız. Vatandaşlarımızın desteğiyle geleceğin kültür, sanat, ticaret ve turizm merkezini yaratma konusunda büyük mesafe kat ettik.”



Tiyatro salonundaki törende Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi Müzik Korusu Atatürk'ün sevdiği şarkıları çaldı. Koro, Suriyeli Kürt şarkıcı Muhemed Şeyho'nun ‘Emman Dilo' (Aman Dilo) isimli aşk şarkısını söyleyince salondakiler tarafından uzun süre alkışlandı




Hürriyet

314
Atatürk ve Diğer Türk Önderlerimiz / KKTC Atatürk ü sildi
« : 25 Şubat 2011, 17:34:20 »
Takvim gazetesinin haberine göre, KKTCde okullarda okutulan sosyal bilgiler kitaplarında



 Atatürkten ve Kıbrıs Barış Harekatından söz edilmiyor.Avrupa Birliğinin "Rumlarla dost olmak için kitaplarınızdaki milli tarihleri silin" önerisi, KKTCde uygulanmaya başlandı. Skandal uygulamayla, 6. sınıf sosyal bilgiler ders kitabında Atatürk, Türkiye Cumhuriyeti, Kurtuluş Savaşı ve Kıbrıs Barış Harekatı bulunmuyor. Ancak tarih sahnesinde yer alan Sümerlerden Osmanlılara tüm uygarlıklar ve devletler anlatılıyor.



Kitabın orta bölümlerinde, Türkiye Cumhuriyeti Dönemi ifadesi geçiyor. Sanki daha sonra yeni bir devlet kurulmuş gibi. Kitapta sadece 1 sayfada Atatürkün resmi bulunuyor. Bunun sebebi ise yasal zorunluluk. Atatürkle ilgili başka herhangi bir detay yok. KKTC eski cumhurbaşkanı Rauf Denktaş da kitapta hiç söz edilmeyen isimlerden biri. AB, tüm gerçeğin silindiği bu kitapların hazırlanması için 69 bin YTLlik yardımda bulundu.  

  HABER VATAN

315




Commerzbank Stadında yarın karşılaşacağımız Norveçin hocası Hareide,





tribündeki Atatürk posterinden rahatsız oldu ve kaldırılmasını istedi.





Yunan taraftarların Atinadaki maç öncesinde Atatürke ağır hakaretler içeren pankartlar açmasından sonra şimdi de Norveç cephesinden Türk halkının tepkisini çekecek bir istek geldi. Vikinglerin hocası Hareide, Frankfurtta seyircisiz oynanan maçlarda tribünlerin üzerine serilen dev Atatürk posterinden rahatsız olduklarını belirtip, "Türk oyuncular Atatürkü görünce aşırı motive oluyor. O yüzden o posterin kaldırılmasını istiyoruz" ifadesini kullanıp, UEFA’ya başvurdu.



Terim’den sert yanıt

Tribünlerde yer alan taraftar resimlerinin de kaldırılması gerektiğini vurgulayan Hareide, "Tribünlerin tamamen boş olması gerek" dedi. Bu sözlerin sadece seyirci resimleri kaldırılsın bölümünü değerlendiren Fatih Terimin tepkisi sert oldu: Sevgili meslektaşım cansızlardan bu kadar rahatsız oluyorsa, canlılarla ne yapacaktı merak ediyorum. Verilen bu ceza galiba yetmedi. Pankartların Türkiye diye bağırmayacağını bilmemek bir teknik direktör için çok kötü bir şey.

Fanatik

316
AŞAĞIDAKİ YAZIYI BİR ORTAOKUL ÖĞRENCİSİ, OKULUNUN DUVAR GAZETESİNE

YAZMIŞ.




İNANILMAZ GUZEL VE FARKLI BİR BAKIŞ AÇISI

İYİ DE YAPMIŞ.








Bu ülkede yasayan her insanin bağımsızlığını ve demokrasisini

borçlu olduğu

insan:



ATATÜRK...

Gençliğinde kot pantolon giyememiş.

Sevgilisinin elinden tutup

hasılat rekorları kiran bir sinema filmine gidememiş...

Padişah ona Trablusgarp Cephesi'nde görev verdiğinde, lüks uçak

şirketinin,

first class koltuğunda viskisini yudumlayarak görev yerine gidememiş...



Halkına bağımsızlık fikrini anlatabilmek için kortej

esliğinde

Mercedes'lerle gezememiş Anadolu'yu...

Kurtuluş hareketini başlatmak için 19 Mayıs'ta Samsun'a ayak basan

ayağında

spor ayakkabısı ya da kovboy çizmesi yokmuş...

Kazandığı her savaştan sonra savaş sahasına fırlayıp moral veren

mini etekli

ponpon kızlar da yokmuş...

Tarih kitaplarına bakılırsa, Yunanlıları İzmir'den denize

döktükten sonra

timsah yürüyüşü de yapmamışlar...

Ülkesinde yapacağı devrimleri, unutmamak için not

alacağı bir

cep bilgisayarı olmadığı gibi, kendisine suikast girişiminde

bulunacakları

da cep telefonundan öğrenememiş!

Atatürk için üzülüyorum. Dağ gibi adam, bir radyo programına faks

çekemeden,

İsmet Pasa için Safiye Ayla'dan bir istek parçası isteyemeden

gitti ..



Lozan Zaferi'nden sonra veya Cumhuriyet'in ilanından sonra

arabaya atlayıp

sabahlara kadar korna çalıp, elinde bayraklarla sokaklarda tur

atamadı.



Evinin balkonuna çıkıp, bir şarjör mermiyi havaya sıkamadı.

Atatürk'e acıyorum...

Sen kalk, dört kadınla evlenebileceğin bir

dönemde dünyaya gel,



sonra değerini bilmeyip tek kadınla evlilik sistemini

getir. Aaaah ah...

Çılgın diskolara gitmek, sabahlara kadar içip, içip rock yapmak,

babasının mersedesini alıp söyle bir Emirgan turu çekmek dururken...

Bunları yapmadı Atatürk...



Keyif çatmadı...

Tüm hayatini ülkesinin kurtuluşuna ve uygarlaşmasına harcadı...



ISTE ONUN IÇIN BÜYÜK ADAMDI ATATÜRK HER FIRSAT ELINDE VARDI. O ISE

SADECE

BU MILLETIN BAGIMSIZLIGINI ISTEDI.



BÜTÜN SUÇU



2 KADEH RAKI IÇMEKTI

O KADAR.....

317
Mustafa Kemâl'le Çanakkale'den Türk Devrimine



I. ULUSLARIN YAŞAMINDA YÖN VERİCİ DÜŞÜNCELERİN YERİ:



Türk Türk ulusunun yüksek erdemlerinin belirdiği doruk noktalardan birisi olan ve Mustafa Kemâl'in üstün komutanlığı sayesinde kazanılan Çanakkale zaferinin 92. yıldönümü kutlu olsun.



Gerek Çanakkale Zaferinin, gerekse Kurtuluş Savaşı'nın, aynı ilkelere dayalı olan bilim ve özgürlük düşüncesine doğrulukla bağlı kalan bir önderlik sayesinde kazanıldığını vurgulamak büyük önem taşımaktadır.



Bir yandan iyi niyetle sık sık kullanılmakta olan "ŞU ÇILGIN TÜRKLER" deyiminin, aklın ve bilimin, bilgelik düzeyinin temel önemini gölgeleme tehlikesi göstermesi karşısında, "ÇILGIN" değil, "ŞU BİLGE TÜRKLER" demenin daha doğru olduğunu sergilemek gerekir.



Bir yandan da Çanakkale Zaferini "gökten, gaipten güçlerin kazandırdığı" yolundaki us dışı, bilim dışı, ulusumuzu kötürüm kılıp yeniden sömürgecilerin saldırı iştahını kabartacak nitelikteki utanç verici iç ve dış kaynaklı propagandanın maskesini düşürmek üzere, ulusumuzu aydınlatmak kutsal bir ödev olmuş bulunuyor.



Tarihin kaydettiği bütün yüce insan başarıları, bütün büyük zaferler, geçerli bir temel düşünceye dayalı olarak gerçekleşmiştir.



Mustafa Kemâl'i de, Türk ulusunu ve yurdunu kurtuluşa götüren ve bir daha "kurtulmak" zorunluğuna düşmemenin güvencesi olan Cumhuriyet devrimlerini gerçekleştirecek önderlik konumuna getiren Çanakkale'deki büyük zaferi, bir yandan akla ve bilime öte yandan onlarla aynı özde olan özgürlük ilkesine dayalı, BİLGELİK DÜZEYİNDE BİR BÜYÜK DÜŞÜNCEnin ürünü olmuştur.



Mustafa Kemâl'in kendisi de, bir BÜYÜK DÜŞÜNCE'nin hizmetinde olduğunu açıkça söylemiştir:



"Benim tutkularım var, hem de pek büyükleri. Ama bu tutkular, yüksek mevkiler almak ya da büyük paralar elde etmek gibi maddi emellere dayanmıyor. Ben, bu tutkuların gerçekleşmesini, yurduma büyük yararları dokunacak, bana da gerekli biçimde başarılmış bir ödevin canlı iç rahatını verecek büyük bir düşüncenin başarısında buluyorum. Bütün yaşamımın ilkesi bu olmuştur. Ona çok genç yaşımda sahip oldum ve son soluğuma kadar da korumaktan geri kalmayacağım."



Bu büyük düşünceyi dört temel yapı taşı vardır:



    A) Bireysel ve ulusal onur ve gönenç ayrılmaz bir bütünlüktür.



    B) Her ikisi de ancak demokratik bir "ulusal kimlik" içinde dayanışma gerçekleştirmeye bağlıdır.



    C) Bunlar için doğru anlamı ve dürüst uygulamasıyla "ULUSAL EGEMENLİK DÜZENİ", yani ulusun özgür oyuyla seçip, denetleyip, değiştirebildiği demokratik bir yönetim düzeni zorunludur.



    D) Bütün bunlar, ancak bilimsel bir düşünce yapısıyla, aklın ve bilimin ışığında gerçekleşebilir.



Bu dört temel taşın ortak özü, özgürlüktür. Bunu da yine Mustafa Kemâl, MİNBER gazetesinde şöyle açıklamıştır:



"..aziz yurdumuzun ve bahtsız ulusumuzun kurtuluşu .. konusunda türlü zamanlardaki derin düşüncelerimin özeti ve sonucu (olarak) diyebilirim ki, ben en iyi siyasetin, her türlü anlamıyla en çok güçlü olmakta bulunduğunu kabul ederim. En çok güçlü olmak deyiminden anladığım, yalnız silâh gücü olduğunu sanmayınız. Tersine, bu bence güç toplamını oluşturan etkinliklerin sonuncusudur. Bence en çok güçlü olmak, bilim bakımından, teknik bakımından ve ahlâk bakımından güçlü olmaktır. Çünkü bu saydığım değerlerden yoksun bir ulusun bütün bireylerinin en son silâhlarla donatıldığını tasarlasak bile, güçlü olduğunu kabul etmek doğru olmaz. Bugünkü insanlık toplumunda insan olarak yer alabilmek için, eline silâh almış olmak yetmez. ... Ülkemi ve ulusumu, pek iyi tanıdığım ve yoksun bulunduğumuz ilerlemeye eriştirebilmek için, huzur ve sükûn ile, ama her halde ÖZGÜRLÜK VE BAĞIMSIZLIĞI KURARAK, çok sürekli çalışmak gerektiğine inanmış bulunuyorum."





II. ÖZGÜRLÜK VE ULUSAL EGEMENLİK DÜŞÜNCESİNİN MUSTAFA KEMÂL'İ ÇANAKKALE'NİN MUZAFFER KOMUTANI YAPIŞI



Mustafa Kemâl'in Çanakkale'de, askerlik bilim, teknik ve sanatının üstün uygulamasıyla Türk askerinin kahramanlığını zafere taşıyarak İSTANBUL'UN TÜRK ULUSUNUN YURDU OLMAKTAN ÇIKARILMASINI ÖNLEMEK, onunla birlikte tümüyle Türk yurdunu daha I. Dünya Savaşı'nın başında kurtarmak başarılarına nasıl BU BÜYÜK DÜŞÜNCE SAYESİNDE ulaştığını, komutanlığın bu doruk bu noktasına nasıl BU BÜYÜK DÜŞÜNCENİN yönlendirmesi eşliğinde hazırlandığını ana çizgileriyle şöyle özetleyebiliriz:



    A) Harp akademisi yıllarından başlayarak baskıcı yönetimin yıkılış nedeni olduğunun bilinciyle, hukuka bağlı, ulusa karşı sorumlu bir yönetimin ülkemizde yerleşmesi için mücadele eder. Asker de olsa, bakıcı yönetime karşı direnmenin, ulusun egemen olmasının gereği olduğunu temel alır. Yurt güvenliğinin ancak ulusal egemenlik düzeninde gerçekten sağlanabileceğini bilmektedir.



    Suriye'deki görevi sırasında VATAN ve HÜRRİYET CEMİYETİ'ni kurması, Meşrutiyet'i, yani Anayasa üstünlüğüne dayalı, hukuka bağlı devlet düzenini getiren İTTİHAT ve TERAKKİ CEMİYETİ'ne etkin biçimde katılması, bu düzeni yıkıp baskıcı yönetimi geri getirmeği amaçlayan 31 Mart gerici ayaklanmasını bastıran HAREKET ORDUSU'nda etkin görev alması, hep ulusun ve yurdun ancak özgürlük düzenine dayalı bir yönetimle kurtulup esenlik ve güvenliğe ulaşacağını anlatan o BÜYÜK DÜŞÜNCEYE olan sarsılmaz inancından dolayıdır.



    B) Ama aynı büyük düşüncenin, gereği olarak Meşrutiyet'in ilanından hemen sonra, İttihat Terakki Cemiyeti'nin ilk kongresinde Cemiyet üyesi askerlerin siyaset ile ilgilenmek istiyorlarsa askerlik görevinden ayrılıp Cemiyeti halk arasına kök salan bir siyasal örgüt haline getirmeğe çalışmalarını; askerlik görevini yeğliyorlarsa, siyasetle ilgilerini kesip kendilerini yurt savunmasına adamaları gerektiğini önerir.



    Bir de "Osmanlı devletinin artık kendisini, asıl dayanağı olan Türk ulusunun devleti olarak görmesi, Türk ulusuna karşı sorumlu bir devlet olması gerektiğini" vurgular.



Kendisi, Enver, Talat ve Cemal Paşa'lar ve İttihat Terakki Cemiyeti'nin öteki önde gelenleriyle arasının açılmasına yol açan bu önerilerine dürüstlükle bağlı kalarak askerlik mesleğini seçer, kendisini yurt savunmasına adar ve dehasını bu alanda ışıldatır.



İşte daha sonra "EGEMENLİK KAYITSIZ, KOŞULSUZ ULUSUNDUR" ilkesini Türk siyasal kültürüne yerleştirecek olan Mustafa Kemâl'in, o yıllarda bu büyük düşünceye dürüstükle bağlı kalması, kendisini Çanakkale'deki üstün başarısına hazırlanma olanağıyla donatmıştır. Şöyle ki:



    1) Birçok askeri manevralara etkin biçimde katıldıktan başka, Trablusgarb'a İtalyan saldırısı üzerine gönüllü olarak oraya koşmuş, orada "DENİZDEN GELECEK BİR SALDIRIYA KARŞI KARA SAVUNMASININ NASIL YAPILACAĞI" konusunda deneyim kazanmış, yani Çanakkale'nin sanki bir provasını gerçekleştirme fırsatı bulmuştur.



    2) Trablus dönüşünde Gelibolu'da aldığı görevler dolayısıyla bu bölgenin topoğrafyasını yakından inceleme olanağına kavuşmuştur.



    3) Eğer Mustafa Kemâl, ulusal egemenlik ilkesinde özetlediği özgürlük düzenine doğru anlam verip dürüstlükle bağlı kalmasaydı, başka subaylar gibi aklı mevki kapmada olsaydı, İttihatçı – İtilafçı kavgasına kendisi de kapılarak yıpranırdı.



    4) Mustafa Kemâl, daha sonra bir vesileyle vurgulayacağı gibi, "BÜTÜN YAŞAMI BOYUNCA ULUSAL EGEMENLİK İLKESİNİN EN SADIK HİZMETKÂRI" olarak kendisini yurt savunmasına, ulusunun bağımsızlığının korunmasına adamış olduğu içindir ki, yine gönüllü olarak ve Harbiye Nazırı, Başkumandan Vekili Enver Paşa'nın büyük direnmesini aşarak, adeta söke söke Çanakkale'de en ileri savaş hatlarındaki görevi almıştır.



İşte bu nedenledir ki, Çanakkale'de sergilediği ve kendisini Fatih Mehmet'ten sonra İSTANBUL'UN İKİNCİ FATİHİ YAPAN, ama bunun da ötesinde, tümüyle Türk yurdunun ve Türk ulusunun kurtuluşu savaşının önderliğine gelmesini sağlayan, askerlik bilim, teknik ve sanatı alanındaki pek üstün başarıları, görüldüğü gibi, hep o BÜYÜK DÜŞÜNCEYE SAHİP OLUŞUNUN ürünleri olmuştur.





III. MUSTAFA KEMÂL'İN KALEMİNDEN ÇANAKKALE DESTANI



"Ben, yarbay Mustafa Kemâl, Sofya'da askeri ataşe olarak bulunuyordum. .. Osmanlı Devleti, müttefiki Alman İmparatorluğu ile birlikte bu savaşa girdi. Alman Düzeltim (ıslahat) Kurulu Başkanı Liman von Sanders, Çanakkaleyi savunmakla görevli ordunun başına geçmiş..



Başkomutanlık Vekâletine bir yazıyla başvurdum; ordu içinde rütbeme uygun herhangi bir görevin verilmesini rica ettim. Uzun bir süre karşılık gelmedi. Bu günlerde çektiğim acıları anlatmak güçtür. Ben, gerekirse bir er gibi, herhangi bir savaş cephesine koşmaya karar vermiştim. ..Sofya'daki evimden ayrılmak üzereyken bir telgraf aldım:



"Ondokuzuncu Fırka Komutanlığına atandınız. Hemen İstanbul'a geliniz." diyordu telgraf.

....

Mustafa Kemâl 2 Şubat 1915'te Tekirdağ'a gelir ve daha ancak kâğıt üzerinde var olan 19. fırkayı kurma çalışmalarına başlar.



25 Nisan 1915 günü Arıburnu'ndan çıkarma yapan İngiliz ve ANZAC birlikleri, Mustafa Kemâl komutasındaki 19. Fırka tarafından durdurulur.



Mustafa Kemâl, düşmandan kaçan az sayıdaki Türk askerinden çıkarmanın başladığını ve kendisinin de Türk birliklerinden çok, düşman kuvvetlerine yakın yerde bulunduğunu anlar anlamaz, kaçan askerlere:



""Düşmandan kaçılmaz!" der; "Cephaneniz yoksa süngünüz de mi yok! Süngü tak! Yere yat!" komutunu verir.



İlerleyen düşman da, önemli bir güçle karşılaştığını sanarak duraklar. Mustafa Kemâl, bu duraklama için, "Kazandığımız an, bu andır" diyecektir. Bu zaman içinde öteki birliklerinin bir bölümünü hızla Bigalı'dan harekete geçirerek Kocaçimen tepesi üzerinden Conkbayırı'na yöneltir ve düşmanı geri çekilmeğe mecbur bırakır. Kendisine bağlı komutanlara verdiği emir, dünya askerlik tarihinin kaydettiği en ilginç ve anlamlı emirdir:



"Ben size düşmana saldırmanızı emretmiyorum; ölmeyi emrediyorum. Biz ölünceye dek geçecek zaman içinde yerimize başka kuvvetler ve komutanlar gelebilir!"




Düşman saldırılarının arkası gelmemekte, ama hepsi geri püskürtülmektedir. 3 Mayıs 1915 günü Mustafa Kemâl'in 19. Fırka Birliklerine verdiği komut şudur:



"Bütün çarpışmalarda gerek subayların, gerekse erlerin gösterdikleri kahramanlık gerçekten şan ve namus örneği olacaktır. Subaylar ve erlerin, karşımızdaki düşmanı tek kişi kalıncaya dek denize atabileceğine tam inancım vardır.. Karşımızdaki düşmanı tümüyle yok etmekten ibaret olan görevimizi yapmak için ... benimle burada savaşan bütün askerler kesinlikle bilmelidirler ki, bize verilen yurt ve namus görevini tam olarak yapmak için, bir adım geri gitmek yoktur. Bu sırada uyku ve dinlenme aramanın, bu dinlenmeden yalnız bizim değil, bütün ulusumuzun,sonsuzluğa değin yoksun kalmasına neden olabileceğini hepinize hatırlatırım! Bütün arkadaşlarımın benimle aynı düşüncede olduklarına ve düşmanı tümüyle denize dökmedikçe yorgunluk belirtisi göstermeyeceklerine kuşku yoktur!"



9 Mayıs 1915 günü, erlerin yorgunluğu yüzünden görevini tam yapmayan 72. Alay 3. Tabur komutanı Binbaşı Mahmut Efendiye şunları bildirir:



"Dün yapılması emredilen saldırıyı sonuna dek bitirecek ve karşınızdaki düşman siperlerini ele geçireceksin! Gönderdiğim taze asker, sizinle ancak bu koşulla yer değiştirecektir! Askerlerinizi, düşman siperlerine girip ele geçirmek üzere yönlendirme ve uyarmada başarısızlığınız ya da askerinizin bir uygunsuzluğu durumunda, yerinizi alacak kuvvet önce sizi ortadan kaldıracak, ondan sonra yerinize geçecektir!"



29 Mayıs 1915 günü birliklerine yaptığı uyarıda da şunları belirtir:



"Herkes ve bütün erler iyi bilmelidirler ki, siperler yalnız savunma için değildir; saldırı sağlamayan siperler, zararlı ve başarısızlığa uğratıcıdır. Hazırlıklar yalnız düşman ateşinden korunup az kayıp vermek görüşüne dayanmayacak, düşmanı ezip saldırmamızı kolaylaştırabilecek mükemmel biçime sokulacaktır."



Mustafa Kemâl, Ordu Komutanlığına cephenin ve birliklerin düzenine ilişkin önerilerde bulunmakta, ama başvuruları karşılıksız kalmaktadır. 8 Ağustos 1915 günü Conkbayırı'nda durum çok tehlikeli bir durum almıştır. 5. Ordu Komutanı Liman von Sanders, kurmay başkanı Albay Kâzım (İnanç) tercümanlığıyla Mustafa Kemâl'e telefonda durumu nasıl gördüğünü sorar. Mustafa Kemâl:



"Durumu nasıl gördüğümü çoktan size ulaştırmıştım. Önlemlere gelince, bu dakikaya dek çok elverişli önlemler vardı; ama bu dakikada bir tek önlem kalmıştır: bütün komuta ettiğiniz kuvvetleri emrime veriniz; önlem budur!"

Liman von Sanders alaylı bir karşılık verir: "Çok gelmez mi?"



Mustafa Kemâl, duraksamadan:

"Az gelir!" der. Telefon kapanır.



Ama sonunda Anafartalar Grup Komutanlığı Mustafa Kemâl'e verilir. Ve kendisine Anafartalar bölgesinde 9 Ağustos sabahı şafakla birlikte düşmana saldırması emredilir. Mustafa Kemâl, 7. ve 12. tümenlerin saldırısını, Anafartalardaki bir tepeden başından sonuna dek yönetmiş, düşmanı, durmaksızın denizden takviye almasına karşın, ağır bir yenilgiye uğratmıştır. Bununla da yetinmemiş, 10 Ağustos sabahı yine tan yerinin ilk ağarma anında saldırmak üzere geceden bütün hazırlıklarını yapmıştır. Bu saldırıyı Mustafa Kemâl'in kendisinden dinleyelim:



"Tanyeri ağarmak üzereydi. Çadırımın önüne çıktım. Gecenin karanlığı kalkmıştı. Artık saldırma anıydı. Birkaç dakika sonra ortalık büsbütün ağaracak ve düşman, askerlerimizi görebilecekti. Düşmanın piyade, mitralyoz ateşi başlar, kara ve deniz toplarının mermileri bu sıkı düzende duran askerlerimizin üzerinde bir kez patlarsa, saldırının olanaksızlaşacağına kuşku duymuyordum. Hemen ileri koştum. Çok çabuk ve kısa bir teftiş yaptım. Önlerinden geçtiğim askerlere yüksek sesle selam verdim ve dedim ki:



"Askerler! Karşımızdaki düşmanı yeneceğimize hiç kuşku yoktur. Ama siz acele etmeyin. Önce ben ileri gideyim. Siz, ben kırbacımla işaret verdiğim zaman hep birden atılırsınız!"




Ondan sonra saldırı çizgisinin önünde bir yere dek gittim ve oradan kırbacımı havaya kaldırarak saldırı işaretini verdim.



Bütün askerler, subaylar, artık her şeyi unutmuşlar, gözlerini, yüreklerini verilecek işarete saplamışlardı. Süngüleri ve bir ayakları ileri uzatılmış askerlerimiz ve onların önünde tabancaları, kılıçları ellerinde subaylarımız, kırbacım aşağı iner inmez, çelikten bir yığın gibi arslanca ileri atıldılar. Biraz sonra düşman siperleri içinde "Allah, Allah"tan başka ses duyulmaz oldu. Düşman silah kullanmaya vakit bulamadı. Boğaz boğaza,kahramanca savaş sonunda, ilk çizgide bulunan düşman tümüyle yok edildi. Dört saat boğuşmadan sonra 23. ve 24. alaylarımız Conkbayırı'nı düşmandan temizlediler ve 28. alay da Şahinsırt'ın en yüksek yerini geri aldıktan sonra önüne rastlayan düşman birliklerini yendi ve bozdu.



Conkbayırı tepesi elimize geçtikten sonra, düşman karadan ve denizden yönelttiği hızlı ve yoğun topçu ateşi ile Conkbayırı'nı cehenneme çevirmişti. Gökten şarapnel, demir parçaları yağıyordu. Büyük çaplı deniz toplarının tam vuruşlu taneleri yerin içine girdikten sonra patlıyor, yanımızda büyük çukurlar açıyordu. Bütün Conkbayırı dumanlar ve ateşler içinde kaldı. Herkes tevekkülle sonunu bekliyordu. Çevremiz şehitler ve yaralılarla doldu. Olan bitenleri seyrederken bir şarapnel parçası göğsümün sağ tarafına çarptı. Cebimdeki saati parça parça etti."



Çanakkale cephesindeki İngiliz kuvvetleri komutanı General Hamilton da hükümetine şu açıklamayı yaptı: "Türkler, bizi Conkbayırından atmak gerektiğini anladılar ve öyle yaptılar!"



Çanakkale'de savaş artık siperlere saplanıp kaldı. Mustafa Kemâl, düşmanın çekileceğinden kuşkusu kalmadığı için, bir saldırı ile hepsini denize dökmeği önerdiyse de üstlerine anlatamadı. Yok edilmeyen bu düşman güçleri, daha sonra Mısır'da, Aden'de, Filistin'de, Suriye ve Irak'ta Türk'e saldırma olanağı buldu. Mustafa Kemâl, büyük bir fırsatın kaçırılmakta olduğunu görmenin üzüntüsüyle 10 Aralık 1915'te görevinden istifa etti. Ne var ki Mustafa Kemâl'e saygı gösteren Liman von Sanders bu istifayı hava-değişimine çevirmiştir.



Cahit Külebi'nin güzel dizesinde belirttiği gibi "Bin kez yurdumuzu kurtaran" Mustafa Kemâl Atatürk'ün ve tüm Çanakkale şehit ve gazilerinin anıları önünde saygıyla eğiliyoruz.

318
GENÇLİĞİN ATATÜRK'E CEVABI



Ey Büyük Ata,

Varlığımızın en kutsal temeli olan, Türk İstiklâl ve Cumhuriyetinin sonsuz bekçisiyiz. Bu karar, değişmez irademizin ilk ve son anlatımıdır. İstikbâlde, hiçbir kuvvet bizi yolumuzdan döndürmeyecektir. Bizler, bütün hızımızı senden, ulusal tarihimizden ve ruhumuzdaki sönmez inanç ateşinden alıyoruz. Senin kurduğun güçlü temeller üzerinde attığımız her adım sağlam, yaptığımız her atılım bilinçlidir. En kıymetli emanetimiz olan, Türk İstiklâl ve Cumhuriyeti, varlığımızın esası olarak, eğilmez başların, bükülmez kolların, yenilmez Türk evlatlarının elinde sonsuza dek yaşayacak ve nesillerden nesillere devredilecektir. İstiklâl ve Cumhuriyetimize kastedecek düşmanlar, en modern silahlarla donanmış olarak, en kuvvetli ordularla üzerimize saldırsalar dahi, ulusal birliğimizi ve yenilmez Türk gücünün zerresini bile sarsamayacaktır. Çünkü, bu aziz vatanın toprakları üzerinde yetişen azimli ve inançlı Türk gençliği, dökülen temiz kanların ve Cumhuriyet devrimlerimizin aydın ürünleridir. Vatanın ve milletin selameti için her zorluğa iman dolu göğsümüzü germek, gerçek amacımızı olacaktır.



Ey Türk'ün büyük Ata'sı !

İstiklâl ve Cumhuriyetimizi korumak gerektiği zaman, içinde bulunacağımız durumlar ve şartlar ne olursa olsun, kudret ve cesaretimizi damarlarımızdaki asil kandan alarak, bütün engelleri aşıp her güçlüğü yenmek azmindeyiz.



Türk gençliği olarak özgürlüğün, bağımsızlığın, egemenliğin, cumhuriyet ve devrimlerin yılmaz bekçileriyiz. Her zaman, her yerde ve her durumda Atatürk ilkelerinden ayrılmayacağımıza, çağdaş uygarlığa geçmek için bütün zorlukları yeneceğimize, namus ve şeref sözü verir, kendimizi büyük Türk ulusuna adarız.



Türk Gençliği



 


319
ADALET



«Adalet gücü bağımsız olmayan bir milletin, devlet halinde varlığı kabul olunmaz.»

1920.



«Zamanın değişmesiyle hükümlerin değişmesi inkâr olunamaz.» Kuralı adlî politikamızın temelidir.

1922.



ADLİYE



« En yeni kanunlarla donanmış olan adliyemizin basireti ve adaleti uygulamak için gösterdiği dikkat milletin huzur ve nizamını korumağa kâfi ve muktedirdir.»



01.11.1929, T.B.M.M. 3. Dönem 3.Toplanma Yılını Açarken.



« Adliyemizin emin olduğumuz yüksek gücü sayesindedir ki, Cumhuriyet, kaçınılmaz gelişimi takip edebilecek ve türlü şekil ve türdeki tecavüzlere karşı vatandaşın hukukunu ve memleketin düzenini koruyabilecektir.»



01. 11. 1930 T.B.M..M. 3. Dönem 4. Toplanma Yılını Açarken.





ADLİYE SİYASETİ



«Adliye politikamızda takip edilecek gaye, evvela halkı yormaksızın süratle, isabetle, emniyetle adaleti dağıtmaktır. İkinci olarak toplumumuzun bütün dünya ile teması doğal ve zorunludur; bunun için adaletimizin seviyesini bütün medeni toplumların derecesinde bulundurmak mecburiyetindeyiz. Bu hususları sağlamak için mevcut kanun ve usüllerimizi bu bakış açılarına göre yenilemekteyiz ve yenileyeceğiz�»



01. 03. 1922, T.B.M.M., 3. Toplanma Yılını Açarken.



AHLAK



«Hiç bir millet yoktur ki, ahlâk esaslarına dayanmadan ilerlesin �»



24. 12. 1919., Kırşehir Gençler Derneğindeki Hitabe.



«Tehdit esasına dayanan ahlâk, bir fazilet olmadıktan başka güvene de lâyık değildir.�»



25. 08. 1924, Muallimler Birliği Kongresi Üyelerine.





AİLE HAYATI



«�Medeniyetin esası, gelişme ve gücün temeli aile hayatındadır. Bu hayatta fenalık, muhakkak sosyal, ekonomik, siyasal güçsüzlüğe sebep olur. Aileyi teşkil eden kadın ve erkek unsurların doğal haklarına sahip olmaları, aile görevlerini başaracak güçte olmaları gereklidir.»



30. 08. 1924, Dumlupınar�da Konuşma.



« Efendiler, sosyal hayatın kökeni, aile hayatıdır. Aile, açıklamaya gerek yoktur ki, kadın ve erkekten oluşur�»



28. 08. 1925, İnebolu�da Bir Konuşma.



Allah



«� Tanrı birdir, büyüktür�»



01. 11. 1922, T.B.M.M.



«� Biliriz ki, Allah dünya üzerinde yarattığı bu kadar nimetleri, bu kadar güzellikleri insanlar istifade etsin, varlık içinde yaşasınlar diye yaratmıştır. Ve âzami derecede faydalanabilmek için de, bugün kâinattan esirgediği zekâyı, aklı insanlara vermiştir..»



17. 02. 1923, İzmir İktisat Kongresini Açış Söylevi.





ANAYASA



«� Anayasa, milletin tamamıyla arzularını ve meclisin mahiyetini ve gerçek şeklini gösterir bir kanundur�»



21. 02. 1921, T.B.M.M.



«� Anayasa da, Osmanlı İmparatorluğunun, Osmanlı Devletinin öldüğünü idrak ve ifade ve onun yerine yeni Türkiye Devleti�nin geçtiğini ilân eyleyen ve bu devletin hayatının da kayıtsız sartsız hakimiyetin milletin elinde kalmasıyla mümkün olduğunu ifade eden bir kanundur�»



17. 02. 1923, İzmir İktisat Kongresi Açış Söylevi.



«Anayasanın asıl ruhu ise kitaplara geçmesinden evvel milletin dimağında ve vicdanında toplanmış olmasıyla ve ancak bunun ifadesi olmak üzere kurduğu meclise verdiği gerçek görev ile senelerden beri hükümlerini fiilen uyguluyor olmasıyla ve en nihayet kanun şeklinde dünyanın gözleri önüne konmasıyla gerçekleşmiştir�»



16. 01. 1923, İstanbul Gazete Temsilcilerine Hitap.



ANNE



« Büyük başarılar, değerli anaların yetiştirdikleri seçkin çocukların yardımıyla meydana gelir. »



1923.



« Kadının en büyük vazifesi analıktır. İlk terbiye verilen yer ana kucağı olduğu düşünülürse bu görevin önemi gerektiği gibi anlaşılır�.»



31. 01. 1923, İzmir�de Halk ile Konuşma.



AŞAR VERGİSİ



«�Memleketin başında ortaçağın en insafsız belâsı olarak hâlâ musallat duran aşarın kaldırılmasını yüce meclise teklif edebilecek bir ekonomik seviyeye Cumhuriyet idaresinin bir senede ulaşmış olması, cidden memnuniyet vericidir.»



01. 11. 1924, T.B.M.M. 2.Dönem 2.Toplanma Yılını Açarken.



«� Köylümüz ve ziraatimiz üzerindeki aşar kâbusunun ortadan kaldırılması ile meydana gelen rahatlık, milletin daha çok üretmek, daha rahat olmak için çalışmak arzularını teşekkür edilecek bir derecede arttırmıştır.»



01. 11. 1925, T.B.M.M. 2. Dönem 2. Toplanma Yılını Açarken.



AŞILAMA



«Yayılan ve bulaşıcı hastalıklara karşı insanları muhafaza hususunda hizmetleri görülen aşıları hazırlamakla meşgul Hıfzısıhha müesseselerimiz tam bir başarıyla çalışmasına devam ve mücadeleye faydalı hizmetler ifa etmektedirler. 1921 yılı içerisinde üç milyon kişilik çiçek aşısı yapabilen Sivas müessesesi geçen sene içinde beş milyon kişilik çiçek aşısı, beş yüz otuz yedi kilogram kolera, dört yüz yedi kilogram tifo aşıları üretmiş ve bunlar âhâliye yeter derecede uygulanmıştır�»



01.03.1923, T.B.M.M. 4.Toplanma Yılını Açarken.





AYDIN



«� Aydın sınıfı ile halkın anlayış ve hedefi arasında doğal bir uygunluk olması lazımdır. Yani aydın sınıfın halka telkin edeceği fikirler, halkın ruh ve vicdanından alınmış olmalıdır�»



20.03.1923, Konya Gençleriyle Konuşma.





«� Aydınlarımız, milletimi en mutlu yapayım der. Başka milletler nasıl olmuşsa onu da aynen öyle yapalım der. Ama düşünmeliyiz ki, böyle bir teori hiç bir devirde muvaffak olmuş değildir. Bir millet için saadet olan bir şey diğer millet için felaket olabilir. Aynı sebep ve şartlar birini mutlu ettiği halde diğerlerini bedbaht edebilir. Onun için millete gideceği yolu gösterirken dünyanın her türlü ilminden, keşiflerinden, gelişmelerinden istifade edelim, ama unutmayalım ki, asıl temeli kendi içimizden çıkarmak mecburiyetindeyiz.»



20.03.1923, Konya Gençleriyle Konuşma.







«� Aydınlarımız içinde çok iyi düşünenler vardır. Fakat genellikle şu hatamız vardır ki, araştırma ve çalışmamıza zemin olarak çok vakit kendi memleketimizi, kendi tarihimizi, kendi geleneklerimizi, kendi özelliklerimizi ve ihtiyaçlarımızı almalıyız. Aydınlarımız belki bütün dünyayı, bütün diğer milletleri tanır, ama kendimizi bilmeyiz.»



20.03.1923, Konya Gençleriyle Konuşma.



devamı gelcek

320


 

Türk hacklerlera helal olsun.

321
Atatürk, ölümünden 50 yıl sonra açıklanmak üzere bir vasiyet bırakmıştı. Kenan Evren, 1988'de Atatürk'ün vasiyetini açmış, ancak "açıklanmasını sakıncalı görüp" tekrar kitlemişti. Atatürk, sözlü olarak Fevzi Çakmak'ın Cumhurbaşkanı olmasını ve dış politikada da Türk-Sovyet dostluğunu vasiyet etmişti.



MEHMET PERİNÇEK



Bu 10 Kasım'da Mustafa Kemal Atatürk'ün ölümünün üzerinden 66 yıl geçmiş olacak. Büyük önder, ölümünden 50 yıl sonra açıklanmak üzere bir vasiyet bırakmıştı. Vasiyet, Genelkurmay Harp Tarihi Dairesi'nde saklanmıştı. 1988'de dönemin Cumhurbaşkanı Kenan Evren, Atatürk'ün vasiyetini açmış, ancak "açıklanmasını sakıncalı görüp" gizli tutulmak üzere Genelkurmay Harp Dairesi'ne geri göndermişti.



KÜÇÜK AMERİKA İÇİN SAKINCALI



Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusunun vasiyeti, Türkiye Cumhuriyeti'nin Cumhurbaşkanı tarafından "sakıncalı" bulunmuştu. Gerçekten de Atatürk'ün devrimleri ve fikirleri Türkiye'yi Küçük Amerika yapmak isteyenler için sakıncalı olabilirdi. Bu yüzden yıllarca Atatürk'ün fikirleri çarpıtıldı, sansürlendi.

Ancak Atatürk'ün devlet yöneticilerine ve yakın arkadaşlarına birkaç defa ifade ettiği sözlü vasiyeti çeşitli kaynaklara yansıdı. Atatürk, sözlü vasiyetinde, kendisinin Cumhurbaşkanı adayını açıklmış, Türkiye'nin dış politikasının izleyeceği hattı belirtmişti.



CUMHURBAŞKANLIĞI'NA FEVZİ ÇAKMAK'I ÖNERDİ



Kaynaklara göre Atatürk, kendisinden sonra Cumhurbaşkanı olarak Mareşal Fevzi Çakmak'ın seçilmesini istemişti. Bu öneri, Mustafa Kemal tarafından ilk olarak doğrudan Çakmak'a da yapıldı. Hatta Genelkurmay Başkanı Çakmak'ın milletvekili olarak Cumhurbaşkanı seçilebilmesi için erken seçim bile tasarlandı, anayasanın değiştirilmesi bile düşünüldü. İddialara göre Atatürk, ölürken Fevzi Çakmak'ın Cumhurbaşkanı olacağına emindi. Ancak daha sonradan Celal Bayar'ın İnönü'yü desteklemesiyle durum değişti ve İnönü Cumhurbaşkanı oldu.



TÜRK-SOVYET DOSTLUĞUNU VASİYET ETTİ



Atatürk, Türkiye'nin dış politikası konusundaki vasiyetini ise yakın silah arkadaşlarına belirtmişti. İsmet İnönü, Atatürk'ün Türk-Sovyet dostluğunu vasiyet ettiğini belirtir. Diğer taraftan Atatürk, Kılıç Ali'ye ölmeden kısa bir süre önce "Dış politikamızın temeli Sovyet dostluğudur. Sovyet dostluğuna zarar vermemek şartıyla İngiltere ile bir anlaşmanın faydası olur" demiştir.

Tevfik Rüştü Aras ise, Atatürk'ün son sözlerinden birinin Sovyetler'le ilişkilerin 1925 Antlaşması çerçevesinde yürütülmesi olduğunu söyler. Türkiye ve SSCB'nin Batılı emperyalist ülkeler tarafından tecrit edildiği ve Musul Sorunu'nun Türkiye aleyhine çözümlendiği dönemde, iki ülke, 17 Aralık 1925 tarihinde Dostluk ve Tarafsızlık Antlaşması imzalamıştır. Dönemin Dışişleri Bakını Tevfik Rüştü Aras ve Dışişleri Halk Komiseri Çiçerin'in imzaladığı bu antlaşma, belirli protokoller de eklenerek ve birkaç defa uzatılarak 1945 senesine kadar geçerliliğini korumuştur.



"SOVYETLER'E KARŞI BİR SALDIRI POLİTİKASI GÜTMEYECEKSİNİZ!"



Zekeriya Sertel de Celal Bayar ve Tevfik Rüştü Aras'ı kaynak göstererek, Atatürk'ün ölüm yatağında arkadaşlarına şu vasiyette bulunduğunu aktarır:

"Sovyetler Birliği'ne karşı asla bir saldırı politikası gütmeyeceksiniz. Doğrudan doğruya ya da dolaylı olarak Sovyetler'e yöneltilmiş herhangi bir antlaşmaya girmeyecek ve böyle bir antlaşmaya imza koymayacaksınız."

Atatürk, son günlerinde bu konuyla ilgili önemli bir görüşmeyi de Ali Fuat Cebesoy'la yapar. Atatürk, Cebesoy'a dış politikayla ilgili şu öğütleri verir:

"Fuat Paşa, pek yakında dünya vaziyeti mütareke senelerinden daha çok ciddi olacak ve karışacaktır. İkinci büyük bir harb karşısında kalacağız. Dünyada hakim olan milletleri idare edenlerin arasında maatteessüf birinci derecede devlet adamı çıkmıyor. (Hitler'le Mussolini'yi kastederek) Avrupa'da birkaç maceraperest Almanya ve İtalya'nın başında cebren bulunuyorlar. Karşı karşıya geldikleri zayıf devlet adamlarının aczinden cüret alıyorlar. Bunlar bugün dünyayı kana boyamaktan çekinmeyeceklerdir. Eski dostumuz Rus Sovyet Hükümeti, acizlerle maceraperestlerin yanlış hareketlerinden istifade etmesini bilecektir. Bunun neticesinde dünyanın vaziyeti ve muvazenesi kamilen değişecektir. İşte bu devre esnasında doğru hareket etmesini bilmeyip en küçük bir hata yapmamız halinde başımıza mütareke senelerinden daha çok felaketler gelmesi mümkündür."



ATATÜRK, TÜRK MİLLETİNDEN GİZLENEMEZ!



Mustafa Kemal Atatürk'ü 66. ölüm yıldönümünde en iyi onun hedeflerini ve öğütlerini bilerek anabiliriz. Ama bundan da önemlisi, ülkemizin karşı karşıya olduğu tehditleri ancak Kemalist Devrim rotasına tekrar girip onu tamamlayarak bertaraf edebileceğimiz bugünlerde, Atatürk'ün yazılı vasiyetinin açıklanması çok daha gereklidir. Atatürk, artık daha fazla Türk milletinden gizlenmemelidir ve gizlenemez!



(alıntıdır)

322
Arkadaşlar bu şiiri 6.sınıftaki öğrencim yazdı. Ata'mızın hayatını anlatıyor. Sizlerle 10 yaşındaki bir çocuğun içinden gelerek yazdığı bu güzel şiiri paylaşmak istedim. Bizleri doğu hizmetinde moralli tutan aldığımız bu güzel dönütlerdir... (Dergideki şekliyle ekledim)



[/url]




323
Bir sitede gördüğüm yazı dikkatimi çekti uzun du ama okudum...ve nasıl ne gibi sorular çıktı ortaya..Hiç bir kelimeye dokunmadan yazıyı sizlerle paylaşıyorum...







Bu etkileşimde Atatürk'ün ölümüne dair tüm veriler bulunmaktadır. 5N 1K yöntemiyle ve araştırma ilkelerine uygun olarak ele alınmıştır!

Agoni adlı kitaptan yararlanılmıştır. Ogün Deli'ye saygılarımı sunuyorum!

Atatürk'ün ölümü üzerine hiç bu kadar detaylı, bu kadar açık belgeler halka verilmedi.

Açık belgelerle Atatürk'ün ölümünün sır perdesi...

Atatürk sirozdan mı öldü ? Yoksa sanıldığının aksine farklı sebeplerden mi ? Bunu bu yazımızda öğreneceğiz. Üzücü ama gerçek bir yazıda...

Bölüm 1

Atatürk fani hayata veda edip gidiyor, herkes ellerini kavuşturmuş, büyük bir acz içinde duruyor, kimsenin elinden bir şey gelmiyordu...

İşte son fotoğraflarından birisi sol altta, Ekim 1938 'de Atatürk'ün isteğiyle çekilmiştir.

Atatürk artık karaciğersiz bir insan gibi büzüşmüş, karnı davul büyüklüğünde seyir etmişti. Bazı günler Yatına giderdi bir çocuk mutlu olmayı beklercesine oda orada öylece yatar ve içinden '' keşke iyileşsem '' der gibiydi..Sağ altta



Atatürk'ün yanında onlarca emir kolu vardı. Atatürk'ün tek dayanakları onlardı. Kimse yanına koyulmazdı. Doktorları Atatürk'ü iyileştirmek için ellerinden geleni yapmışlardı...

Atatürk'ü geç teşhisten yolcu eden doktorlardan bahsediyoruz...

Ama onlarında ellerinden bir şey gelmiyordu. Belki de onu yolcu edenler doktorlar değildi?

Belki de Atatürk siroz denen o mendebur hastalıktan ölmemişti? İşte olay burada başlıyor ya!

Atatürk'ün Doktorları...[/i]

Atatürkün tedavisinde sorumlu olan doktorlar müdavi ve müşavir olmak kaydıyla 2 çeşite ayrılıyordu. Müdavi doktorları Prof Dr. Neşet Ömer İrdelp, Prof Dr. Nigad Reşad Belgerdi. Müşavir doktorlarıda 5 hekimden oluşmaktaydı. Müdavi hekimler Atatürkün sağlık durumunu zamanı zamanına takip edenlerdi. Müşavirler ise Gerekli zamanlarda tedavi eden hekimlerdi.

Atatürk'ün Hastalığı...

Atatürk 1916 yılında Akciğer iltihabıyla yatağa düşüyor, 1918'de böbrek rahatsızlığıyla hastalanıyor, 1919'da Şişlideki evinde kulak ragatsızlığı baş gösteriyor. 1921 yılında Atatürkün sol yanağında çıban çıkıyor. 1921 yılında Ata binerken 3 kaburgası kırılıyor. 1923 yılında bilindiği gibi ufak - tefek kalp rahatsızlıkları geçiriyor. 1936 Kasım ayında üşütme olayı geçiriyor. Asıl öldürücü hastalık 1936 Sonunda başlıyor...

Son dokuz saat... Koca bir tarih göçüyor bu diyardan...

10 Kasım 1938 Perşembe saat: 00:05'te sonda ile 140 cc'lik idrar boşaltıldı. Saat 02,00'de yarım balon oksijen verildi. Saat 02,45'te 1.cc'lik Huile de Camphree şırınga edildi. Saat 3,30'da koltuk altından ateşi alındı(Ateşi normaldi) Aralıklarla oksijen verimi devam etti. Saat 06,25'te solunum yüzeyselleşti ve hırıltı azaldı. Saat 07,45'te 37,7 cc, nabız 124 olarak kaydedildi. Saat 8.00 glikozlu serum verildi. Saat 8.00'i geçerken Atatürk'ün yüzü daha da soldu. Sapsarı oldu. Ve birden gırtlağından '' Hi, Hi, Hi...'' diye sesler çıkmaya başladı. Bu sırada oradaki doktorlardan Kamil Berk gözleri yaşlı ve eli karyolaya dayalı olarak diğer elindeki ıslatılmış pamukla Atatürkün ağzına su verme çabasındaydı. Prof. Dr. Süreyya Hidayet ile Dr. Abravaya Marmaralı, tabanla ilgili refleksleri kontrol etmektedit. Saat: 8,05'te 1 cc Huile Camphree ve 500 cc glikozlu serum yapıldı. Saat: 08,25'te toplar damar için 1/8mgr ouabaine şırınga edildi. Saat 8,30 da 500 cclik glikozlu serum tekrarlandı. Saat 09,00... Nabız 130... soluk alıp verme 34...Atatürkün gözleri kapalı ğöğsü sık sık inip çıkmakta. Başta bulunduğu oda olmak üzere, bütün dolmabahçe sarayı derin bir sessizlik içinde...

Saat 09,05, Atatürk birden gözlerini açtı, başını sert bir hareketle sağ tarafa çevirdikten sonra tekrar önceki durumuna getirdi. Son nöbet defterine şu yazıldı:

Saat: 09,05 vefat etmişlerdir...

Hastalığın teşhisi nasıl yapıldı? Kim yaptı?

Atatürke ilk teşhisi koyan Prof. Dr. Nihat Reşat Belgerdir.

''Atatürk geceyi teram oteldeki apartmanında geçirdi. Ertesi sabah otelde, kendine mahsus olarak yaptırılan banyo dairesine girdi ve beni çağırdılar. Şikayetlerini bana bildirdi. Kaşıntıya çare bulmasını istiyordu''

Doktor Atatürkü teşhis eder. Atatürk ''kaşınıyı buldunuzmu nedir?'' diye sorar. Doktor, evet efendim. Kaşıntınızın tek nedeni karaciğer rahatsızlığıdır. Karaciğeriniz sertleşmiş ve biraz büyümüştür. Atatürk birden şaşkına döndü..Ama ne çare...Her doktor farklı teşhis koyuyordu. Kimine göre ise Karınca ısırmasıdır...

Atatürk, gerçekten alkole bağlı sirozdan mı ölmüştür?

Bu konudaki en büyük eksiklik Atatürk otopsisinin yapılmamaış olmasıdır. Uzun yıllar görev yapan doktorlar bile bunun alkoldenmi olduğunu kestiremiyorlardı. Atatürk'ün ölümüne yönelik iftiralar tümüyle deli saçmasıdır. Diğer iftira, yalan, uydurmalarında olduğu gibi ciddiye alınacak yanı yoktur.

Biz, ana amaç olarak, bu saçmalıklara yanıt vermeyi değil, sözü edilen konularda bilgilendirmeyi esas alıyoruz. Kişiler; doğrularla, gerçeklerle donatılsın ki bu saçmalara kapılmasın diyoruz. Atatürk tarafından bedava kazanç yolları kapatılan din tacirlerinin tabanı haline gelinmesin istiyoruz.





Atatürk'ün Ölümü Alkolden mi? (Bu bölüm diğerlerine oranla daha detaylıdır. Lütfen sıkılmadan okuyunuz)[/i]Atatürk düşmanları, Atatürk'ün ölümünü alkole bağlarlar, içki içtiği için siroz hastalığına tutulduğunu ve içkiden öldüğünü işlerler. Amaçları; İslam dinine göre içilmemesi gereken alkollü içkiyi Atatürk'ün içtiğini, dolayısıyla iyi insan olmadığına ve sonucunda da bunun karşılığını ölümle bulunduğuna inandırmak, böylece Atatürk düşmanlığı yaratabilmektir.

Dinden geçinenler Atatürk düşmanlığı yaratmak için, O'nun ölümünü bu şekilde işlerlerken, diğer yurttaşlar da bilgi eksikliğinden ve bu konunun yeterince işlenmemesinden dolayı, genelde bu şekilde; Atatürk alkolden ölmüştür şeklinde; bilirler. Bu nedenle, konunun ayrıntılı ele alınması ihtiyacı vardır.

Atatürk'ün ölüm sebebi, otopsi yapılmasına gerek olmadığına yönelik düzenlenen raporda şöyle belirtilir:

"... Atatürk'ün vefatına sebep olan müzmin karaciğer hastalığı 'cirrhose ascitogene' tabii seyrinde devam ederek karaciğer büyük kifayetsizliğine bağlı derin koma ile husule geldiği ittifakla tesbit edilmiş(tir)..."(karın içinde sıvı, asit toplanması)

Ölüm raporunda ise hastalığın teşhisi şöyledir:

"... hastalığın bir 'hepatite sclerocongestive ethylique' olduğu tesbit edilmiştir..."(alkolle ilişkili karaciğer iltihabı)

Birinci raporda ölümün "cirrhose ascitogene" (karın içinde sıvı, asit toplanması)'ndan meydana geldiği; ikinci raporda da hastalığın "hepatite sclerocongestive ethylique" (alkolle ilişkili karaciğer iltihabı) olduğu belirtilmektedir. İkinci raporda siroz hastalığı alkolle ilişkilendirilmektedir. Ölüm raporunda böyle denilince, ölümün alkolle ilişkilendirilmesi yaygın kanı haline gelmiştir. Oysa bugün, tıbbın ulaştığı düzey içinde, konunun uzmanları, biobsi yapılmadan, bazı tıbbi tahliller yapılmadan böyle bir kanıya varılamayacağı görüşündedirler. Ayrıca siroz, alkolden de olmuş olabilir, sirozu meydana getiren diğer nedenlerle de olmuş olabilir; bugün bu konuda kesin bir yargıya varmak mümkün değildir; bir karar spekülasyon olur; kanısındadırlar.

Atatürk'e biopsi yapılmamış, otopsi de yapılmamıştır. Sirozun nedenini belirlemek için bugün gerekli görülen tahliller o günlerde bilinmemektedir.

O halde sirozu alkole bağlama, tamamen, siroz konusundaki genel bilgiden ve Atatürk'ün alkol almasından yola çıkılarak yapılan varsayımdan kaynaklanmaktadır. Yani tıbbi bir sonuç değildir, sadece gerekli tıbbi tahliller yapılmadan varılan bir sanıdır.

Bunun bir sanı olduğunu, karar olmadığını, bu konuda ölümünden önce de değişik görüşlerin ortaya çıkmış olduğunu, 3 Ağustos 1938 tarihli bir konsültasyon raporunda görüyoruz. Raporun konuyla ilgili maddeleri:

"1. Atatürk'te bir siroz vardır. Asit yapmış, biraz süb-ikter (gözde sarılık) meydana getirmiştir.

2. Bunun esaslı nedeni alkoldür.

3. Evvelden Atatürk'ün çektiği malaryanın (sıtma, ki Atatürk 2 kez sıtma geçirir) bir tesiri olmadığını katiyetle (kesinlikle) söylemek mümkün değildir...

6... Eppinger'in (yabancı doktor), hepatit sirozu cay-ı sualdir (tartışmaya değerdir)"

Görüldüğü gibi sadece bir raporda sirozun nedeni üzerine 3 ayrı görüş var. Birinci görüş alkolden, ikinci görüş sıtmadan, üçüncü görüş hepatit virüslerinden.

Atatürk'ün hastalığını konu alan kaynakların incelenmesinden, Türk doktorlarının sirozu alkole bağladıkları, yabancı doktorların ise konuya farklı yaklaştıkları görülmektedir. Yabancı doktorların iki ayrı yaklaşımını 3 Ağustos 1938 tarihli konsültasyon raporunda gördük. Şimdi bir başkasını verelim.

Atatürk'ün muayene ve tedavisi için dört kez getirilen Fransız Prof. Dr. Fissenger ise şöyle diyor:

"Bu hastalığın sırf içkiden geldiği yolundaki düşünce doğru değildir. Benim, Fas, Tunus ve Cezayir'den gelen birçok müslüman hastalarım var ki, ömürlerinde ağızlarına herhangi ispirtolu bir içki koymamışlardır Dolayısıyla hastalığın daha başka ve önemli sebepleri olduğunu kabul etmek lazımdır. Bence bunlar arasında özellikle dengesiz beslenme tarzı ve devamlı kabızlık gibi sebepler başlı başına yer tutmaktadırlar"

Bu açıklamadan sonra daha önce üç olan siroz nedeni aynı hasta için 4'e çıkıyor; alkol, sıtma, hepatit virüslerinin yanına bir de dengesiz beslenme ekleniyor.

Hastalık nedeni bunlardan hangisi veya hangileridir? Bu konuda zamanında bir tıbbi inceleme yapılmadığı için bugün söylenecek her şey havada kalacaktır. Tıbbi bir dayanağı olmayacaktır. Bu nedenle ölüm raporunda,sirozun alkolle ilişkilendirilmesini bir varsayım olarak görmüştük.

Klinik tanı alanındaki bu belirsizlikler nedeniyle Atatürk gibi bir kişiye, ölümünden sonra otopsi yapılarak kesin bir teşhis konmaması, bugün bir eksiklik olarak karşımıza çıkmaktadır.

Günümüzdeki tıp, karaciğer sirozunun pek çok nedeninin yanında başlıca sebebinin dengesiz beslenme olduğunu ve alkollü içkilerin, o da bazı hastalarda, sadece hastalığı hızlandırdığını ortaya koymuştur.

Bu bilgiler doğrultusunda konuyu irdeleyelim. Atatürk'ün siroz hastalığına sebep olarak gösterilen dört ayrı nedenin dördü de Atatürk'te vardır.

Sıtma: İki kez sıtmaya tutulur. Biri çocukluğunda, biri Mayıs 1919'da Samsun'da.

Hepatit virüsleri: Daha çok diş tedavisi sırasında kapıldığı bilinir. Atatürk; birçok diş tedavisi yaptırmış, diş çektirmiş, üç altın diş taktırmış ve sonunda üst damak protezi yaptırmış, bir kişidir. Bunların birisinde hepatit virüsü kapma olasılığı, o günkü koşulları düşündüğümüzde çok yüksektir.

Dengesiz beslenme: Atatürk, askeri yaşamında özellikle 12 yıllık savaş ortamındaki yaşamında bulduğunu yemiş ve buldukça yemiştir. Cumhurbaşkanlığı döneminde de disiplinli yemek düzeni yoktur. Sabah kahvaltısı yapmaz, yalnız bir kahve ile sigara içer. Öğleyin çoğu kez yemek yerine sadece bir dilim ekmekle ayran veya limonata içer. Akşam yemeğini düzenli yer. Ancak dengeli beslenmiş olduğunu söylemek zordur.

Alkollü içki: İçki içer. Gündüz içmez, akşam sofralarında küçük rakının (35 cl.) yarısını içer, sürekli içici değildir, ciddi konuların görüşüleceği sofralarda ve önemli devlet işlerinin yürütüldüğü günlerde içmez.

Bu durumda siroz nedeni bunlardan hangisidir? Sıtma mı, hepatit virüsleri mi, dengesiz beslenme mi, alkol mü? Yoksa dördü de birden mi? Bugün için sirozun gerçek nedenine ulaşmak pek mümkün görülmüyor.

Dolayısıyla Atatürk'ün ölümü alkolden olmuştur demek doğru değildir, gerçekçi değildir. Atatürk'ün ölümü sirozdandır ama siroz nedeni alkol değildir. Nedenini bir tıp adamının görüşü ile açıklamayalım.

Prof. Dr. Utkan Kocatürk'ün Görüşü:

Prof. Dr. Kocatürk, Kaynakçalı Atatürk Günlüğü'nün son baskısında, konumuzla ilgili bilinmeyen bir raporu ortaya çıkarır ve orijinalini de verir. Rapor 08 Eylül 1938 tarihli; Dr. Nihat Reşat Belger, Prof. Dr. Neşet Ömer İrdelp ve Prof. Dr. Fiessinger tarafından düzenlenmiştir.

Prof. Dr. Kocatürk, raporda iki cümleye dikkat çeker ve bir tıp adamı olarak bunların yorumunu yapar.

Raporda ön plana çıkarılan cümleler:

"... Bu vakada 'Laennec' tipinde bir skleröz hepatit söz konusu olamaz. Fakat söz konusu olan 'Hanot ve Gilbert' tipinde bir hipertrofi şeklidir."

"Prof. Dr. Fiessinger söz konusu rapora ayrıca şu notu koymuştur:

'Teşhis, Mart ayında formüle edilen teşhistir: Hepatite Sclereuse hypertrophique, type Hanot et Gilbert'."

Prof. Dr. Kocatürk'ün yorumu:

"Bugüne kadar bilinmeyen bu rapor, Atatürk'e 07 Eylül 1938'de yapılan karın ponksiyonundan (su alınması) bir gün sonraki muayene bulgularına dayanılarak düzenlenmişti. Karaciğerin küçülmeyip, yine Mart ayındaki muayenede belirlenen büyüklüğü koruması ve üzerinin pürtüksüz oluşu, Prof. Dr. Neşet Ömer (İrdelp) ile Dr. Nihat Reşat Belger'i de alkole bağlı atrofik siroz tanısından bir ölçüde uzaklaştırıp Prof. Dr. Fiessinger'in ileri sürdüğü hipertrofik siroz tanısını kabule yönelttiği anlaşılıyor. Tıp dilinde 'Laennec tipi skleröz hepatit' alkole bağlı siroz demektir; 'Hanot ve Gilbert tipi skleröz hipertrofik hepatit' ise safra yollarındaki kronik tıkanma sonucu gelişen siroz (biliyer siroz) anlamını taşır.

Prof. Dr. Fiessinger, söz konusu rapora özel olarak kaydettiği notta 'Teşhis, Mart ayında formüle edilen teşhistir: Hanot ve Gilbert tipi skleröz hipertrofik hepatit' ifadesine yer verdiğine göre, Mart ayındaki ilk teşhisinde de Atatürk'teki siroz şeklinin alkole bağlı olmadığını düşündüğünü göstermektedir.

Prof. Dr. Fiessinger'in gerek Mart ayındaki muayenesinde, gerekse 08 Eylül 1938 tarihli raporda yer alan bu tanısına rağmen, sürekli ve danışman hekimler tarafından 10 Kasım 1938 tarihinde düzenlenen 'Atatürk'ün Ölüm Raporu'nda, mevcut sirozun alkole bağlı bulunduğunu ve Prof. Dr. Fiessinger'in de bu görüşte olduğunu(!) belirtmek üzere '... Mart başlarında Paris'ten çağrılan Prof. Dr. Fiessinger ile Prof. Dr. Neşet Ömer İrdelp arasında Ankara'da bir tıbbi danışma daha yapılarak büyük bir karaciğer ve büyükçe bir dalak bir kere daha müşahade edilmiş ve aynı teşhis konularak, hastalığın bir 'hepatite sclerocongestive ethylique' olduğu cümlesine yer verilmiştir."

Prof. Dr. Kocatürk bu yorumunda, Türk hekimlerince düzenlenen 10 Kasım 1938 tarihli "Ölüm Raporu"nda, sirozun alkole bağlı olduğu tanısına Prof. Dr. Fiessinger'in de ortak edilmesini nazik şekilde haklı olarak eleştiriyor. Ortaya koyduğu rapor ve yaptığı yorum ile sirozun alkole dayalı olmadığını açıklığa kavuşturuyor.

Kendileri ile yaptığım görüşmede edindiğim bir bilgi ile konuyu sonuçlandıralım. "Alkole bağlı sirozda karaciğer küçülür, diğer nedenlere bağlı sirozda karaciğer büyür ve büyüklüğünü korur." Atatürk'ün ilk muayene raporlarında ciğerin büyüdüğü, son raporlarda, 08 Eylül tarihli raporda olduğu gibi, ciğerin büyüklüğünü sürdürdüğü, küçülmediği belirtilmektedir.





[/b]Bu bölüme kadar Atatürk'ün ölümü üzerine konuştuk, neden öldü, neydi hastalığı, detaylarıyla verdik. Peki Atatürk ya öldürülmek istendiyse... Kesinleşen tek şey Atatürkün alkolden ölmediğidir!

Sır perdesini şimdi aralıyoruz...Bölüm 3[/b]

Atatürk'ün Ölümündeki Sır Perdesi

Atatürk acaba Masonlarca mı öldürüldü?Atatürk bilindiği gibi İttihat ve Terakki partisinde bulunuyordu. Bu dönemler içerisinde dönmeler ve masonlarla sık sık karşılaşmıştır. Atatürk'e Anadolu'da ki bazı kimseler ciddi bir tavırla ''mason'' ünavını koyuyorlardı. Atatürk masonlukla ilgili hiç konuşmazdı. Atatürk 1935'lerde telgraf üstüne telgraflar alıyordu. Masonlar Atatürk'e hoşgörülerini sunuyorlardı. Atatürk daha sonra bu masonların taksimat ve ahvaline ilişkin bilgileri halk partisine vererek kapanmasına dalalet etmesini istiyordu. Atatürk 2 şeyi sevmezdi bu konuda... Biri masonlar, diğeri dönmelerdi... Çünkü masonluk Yahudi tarikatından başka şey değildi. Memleketimizde de olmamalı , ne gerek var? sözleri ülkede yankı buluyordu! Ve Atatürk'te sevmiyor ve saymıyordu! Daha sonraki günlerde meclise gelen Recep Peker ''Arkadaşlar masonluk kalmamıştır, localar kapatılmıştır'' diyerek sözü noktalıyor ve salon alkışa boğuluyordu. Artık Atatürk'ün, milletin ve Atatürk'ün yakın arkadaşlarının istekleri de yerine başarıyla gelmiş oluyordu. Anadolu ajansı 10 Ekim 1935'te gazetelerin merkezlerine '' Masonların mallarının, mülklerini her şeylerinin sosyal kurumlara gönderildiğini de beyan etti'' Ama gelin görün ki İnönü'nün emriyle 1948 yılında masonlar tekrar devreye giriyorlar...

Bu olay yurtdışında da yankı buldu. İstiklal Savaşı gazetesinde yayınlandı. Ardından yunan gazetelerine de sıçradı. Bu olayı öğrenen yurtdışında ki masonlar Atatürkü ortadan kaldırmak amacıyla girişimlere başladılar. 33 dereceli farmason Bulgar yahudi kıdemli komünist mübeşşiri varnalı Avram Benaroyas yazısında '' Mefkuremizi (Masonluğuma anlamında) imha edici darbe vuranların akıbeti , feci şartlar altında ölümdür... ... Nihayet bir gün Kremlin kati kararını verdi. Onun ölümü esrarengiz olacak ve kendine göre esrar arz edecekti. '' İşte Atatürk'e saldırı başlamış oldu.

Doktorlar Atatürk'ün ani ölümünü asla kabul etmezler çünkü ülkede büyük bir tehlike yaratır ve suikast sonucu gittiği anlaşılır diyerekten İsmini açıklamak istemediği doktor Atatürk'e ilk vurucu darbeyi sinir organlarına yaptı. Ve maalesef başarılı olundu. Atatürk'ün sinir organları felce uğradı. Ve Atatürk'te zaman zaman burun kanamaları, baş dönmeleri, istifralar, karşısındakini tanımama gibi sorunlar baş gösterdi.

Evet, Atatürk Masonları sevmezdi. Ve zararlı oldukları için kapattırdı. Ardından masonlar Atatürk'ü yok etmek için girişimlere başladılar. Bu masonlar içinde Türk 2. Mason lideri Mustafa Hakkı Nalçaçı da vardı.

Şimdi elimizdekilere bir bakalım... Masonlar öldürdü meselesi : Masonların öldürdüğü kesin değildir. Çünkü masonlar öldürseydi, Atatürk hiçbir hastalıktan ölmemiş olacaktı. Bilindiği gibi Atatürke 4-5 adet hastalık teşhisi koyuldu. Ve bu belirtiler Atatürk'te oluştu. Yani Eğer masonlar öldürseydi. Atatürk bu hastalıkları sağ geçirmiş olacaktı. Oysaki Atatürk onlarca hastalık atlattı. Ama yenildi...Atatürk masonlarca öldürüldü iddaası net olmamakla birlikte, doktorlarcada açık ve delilli bir şekilde söylenmektedir. Bölüm 4[/b]

Atatürk'ün İşte Asıl Ölüm Nedeni?

Elimizdeki her şeyi bir kenara koyuyoruz ve işte asıl nedenini topladığım farklı metinlerle size ispat ediyorum...

Atatürk'ün ölüm nedeni Alkole bağlı Siroz değildir. Siroz'dan ölseydi Karaciğeri şişmiş olmazdı. Farklı çeşit bir sirozdan ölseydi de böyle farklı teşhisler koyulmazdı. Sıtmadan öldü diyebiliriz.

"Atatürk'ümüz milletini kurtarmak ve çağdaş uygarlığa götürmek için cepheden cepheye koşarken iki defa yakalandığı sıtma hastalığından ve tedavisi için kullanılan ilaçların bir komplikasyonu olan Banti Sendromu’ndan ölmüştür. Yoksa bazı doktorlar tarafından uydurulan alkolik sirozdan ölmemiştir."

"Alkol içmeye bağlı siroz olması riski en az 10 - 15 yıl günde rakı biriminde 3 bardak ve her gün içilmesi koşuluyla olabilir. Oysa Atatürk bu sıklıkla ve sürede içmiyordu. Ülkemizde çok daha fazla alkol tüketilmekle birlikte alkole bağlı siroz hemen hemen sıfıra yakındır."

Atatürk’e konulan alkole bağlı karaciğer sirozu teşhisinin, o dönem elde bakteriyolojik veriler olmadan konulduğunu, sirozda sıtmanın da etkili olduğunu söyledi. (Milliyet)

Bir deniz tabip albayın bu konuda yaptığı doktora tezi vardır. Orada Atatürk’e yanlış tedavi uygulandığı anlatılmaktadır. Atatürk sanıldığı gibi siroz hastası değildi. Atatürk’e sıtma tedavisi yapılmış, aşırı “kinin” yüklenmiş ve karaciğeri bu yüzden iflas etmiş, siroza dönüşmüştü. Tedaviyi yapan doktor mason locası üstadı azamlarından doktor Mim Kemal’dir.

Durumu iyice fenalaştıktan sonra Celâl Bayar’ın ısrarı ile dışarıdan bir doktor getirilir. Yanlış tedavi yapıldığını, karaciğerinin bu yüzden iflas ettiğini rapor eden bu yabancı doktordur.

İstirahat için 2 ay kadar kaldığı Savarona’da nemli sıcaktan durumu daha da kötüleşmiş, son günlerinde Dolmabahçe Sarayı’na götürülmüştü.

Peki, nasıl oldu da sirozdan öldüğü açıklandı ve bütün yazılı kaynaklara da böyle girdi?

Büyük Millet Meclisinde ölüm raporu gündeme getirildi. Mason locaları 1935’de kapatılmasına rağmen Mecliste hala mason milletvekilleri vardı. “Efendim, gençlerimize terbiye olur, onun alkol ve sigaradan öldüğünü duyuralım…” denir ve kabul edilir. Arkasından Yeşilay icad edilir, tarih kitaplarına da böyle girer…

Bölüm 5



Ölümü çok içki içmesindenmiş (!)
Ölürken iman etme teşebbüsü de pek işe yaramamış, ebediyen cehennemlik olmuş (!)
Ölüm saati olan 09.05 tamamen uydurmaymış (!)
Öldükten sonra, Hristiyanlık dini gereği elbiseler giydirilerek tabuta konmuş (!)
Ölürken cenaze namazı kılınmasını istememiş (!) ve cenaze namazı kılınmamış (!)
Katafalkın önünden geçen bazı vatandaşların belgesellerde, fotoğraflarda görülen ağlamaları, üzüntüden değil, zorla getirilmeleri sırasında Jandarmanın vurduğu dipçik acısındanmış (!)
Gömülürken toprak bile kabul etmemiş (!)
Gerçekler[/b]

- Atatürk'ün Ölümü Alkolden Değildir!

- Saat 09.05'te Vefat Etmiştir!

- Cenaze Namazı Kılınmıştır!

- Kefen İle Tabuta Konmuştur!





















Bu etkileşimimin kaynağı Ogün Deli'nin yazmış olduğu Agoni isimli kitaptan alınmıştır. Lazer YayıncılılıkBen bu etkileşim serisini yaptım. Ve bu etkileşimimde de sizlere bir şey söylemek istiyorum...

Türkiye'de onca ayyaş , pis herifler var. Bunlar sabah kahvaltılarında dahi içki içen insanlar. Bunlara bir şey olmuyor da.. Bizim Sarı Liderimiz Atatürk mü içkiden ölecek?

Atatürk gibi bir kaplan mı bu diyardan gidecek? Sorarım sizlere...


Sayfa: 1 ... 18 19 20 ... 99