Forum Zero
ForumZero

İletileri Göster

Bu özellik size üyenin attığı tüm iletileri gösterme olanağı sağlayacaktır . Not sadece size izin verilen bölümlerdeki iletilerini görebilirsiniz


Mesajlar - Zero

Sayfa: 1 ... 15 16 17 ... 99
256
DTP 2. Olağanüstü Kongresi’nde Atatürk posteri asılmadı, İstiklal Marşı okunmadı, özgürlük şehitleri diye bölücüye saygıya duruldu.



DEMOKRATİK Toplum Partisi (DTP) 2. Olağanüstü Kongresi, çalışmalarına başladı. Büyükhanlı Park Apart Otel’de gerçekleştirilen kongrenin açılışında, bir süre önce vefat eden Orhan Doğan ve Hatem İke anıldı. “Özgürlük ve demokrasi şehitleri adına” saygı duruşu yapıldığı kongrede İstiklal Marşı okunmadı.



Atatürk posterinin asılmadığı salonda “Demokratik özerklik ile demokratik cumhuriyet”, “Demokratik sosyalizm ışığında özgürlüğün zaferine yürüyoruz” pankartları dikkat çekti. Kongreye, ÖDP Genel Başkanı Ufuk Uras ile Hatip Dicle ve Selim Sadak da katıldı.



DTP Grup Başkanı Ahmet Türk, yaptığı konuşmada, iki yıl süreyle genel başkanlık görevinde bulunduğunu hatırlatarak, eksiklerinin bulunduğunu ancak bütün samimiyetiyle çaba gösterdiğini söyledi. Türk, “Eksiklerim varsa, arkadaşlarım, halkım, partim beni bağışlasın” diye konuştu. Türk, kongreye ilişkin bazı tartışmalar yaşandığını da ifade ederek, “bir nöbet, hizmet değişimi olacağını” söyledi.



İyi Kürt-Kötü Kürt ayrımı



DTP milletvekili Aysel Tuğluk da “tek dil, tek tarih ve tek devlet anlayışının, cumhuriyet dönemiyle birlikte isyan ve çatışma sürecini başlattığını” iddia etti. “Kürt sorunu”nun demokratik bütünlük içinde çözüm aşamasına taşınması gerektiğini ifade eden Tuğluk, “Eyalet, federasyon gibi kavramlaştırmalara dayalı çözümlerle değil, demokratik birlik modeliyle çözümü bulabiliriz” diye konuştu.



“Kürt realitesinin anayasal zeminde yadsınması halinde, herkes için felaket olabilecek koşulların ortaya çıkabileceğini” savunan Tuğluk, ABD’nin Kürtlere yönelik politikasını eleştirdi, bölgede “iyi Kürt-kötü Kürt” ayrımı yapıldığını ileri sürdü.



Nurettin Demirtaş da konuşmasında, “Zamanı, enerjiyi, maddiyatı sınır ötesine taşırma yerine içte kardeşleşmeye, toplumsal barışı tesis etmeye harcamalıyız” dedi. “Yollardaki her mayın, dağlara atılan her bomba yüreğimizde patlamaktadır” diyen Demirtaş, “Bu acıyı sadece canından bir parça yitiren analar değil, her gün çocuklarının yolunu gözleyen onbinlerce Türk ve Kürt anası yaşamaktadır” diye konuştu. Demirtaş, sözlerini şöyle sürdürdü:



“Bugün ‘Kürt sorununun’ demokratik çözümü için İstenirse Bulgaristan’daki örnek bile hızla çözümün önünü açabilecektir. Orada Türk halkının hakları verilerek, sorunlar barışçıl ve demokratik bir anayasa içinde çözüldü” görüşünü savunan Demirtaş, TBMM’yi sorunların çözüm yeri olarak gördüklerini, “fakat inanılmaz bir tahammülsüzlük ve linç yaklaşımıyla karşı karşıya olduklarını” iddia etti.



DTP Eşbaşkanı Selma Irmak ise bıçak sırtı gibi bir süreçten geçildiğini öne sürerek, “Bunu aşabilmenin yolu demokrasiyi güçlendirmektir” dedi.



“Toplumun binlerce yıl hiçbir nedenle birbirinden ayrılamadığını, ancak şimdi karşı karşıya getirilmek istendiğini” savunan Irmak, kendilerine yönelik bir “linç politikası” yürütüldüğünü iddia etti.



“Yerinde yönetimin esas alınarak, tek tip yönetimin terk edilmesi”, yeni yapılacak anayasada “kültürlerin kendilerini ifade etme imkânına kavuşturulması” gerektiğini savunan Irmak, “tekçi zihniyet ile yapılan anayasayı kabul etmelerinin mümkün olmadığını ifade etti.



Kardeş öcalan aday



Bu arada, yapılan değişiklikle "Demokratik özerklik talebi" tüzüğe alındı. Parti Meclisi üye sayısı 60'tan 80'e çıkarıldı. Kongrede daha sonra genel başkanlık ve Parti Meclisi seçimlerine geçildi.



Tek genel başkan adayının bulunduğu, kongrede Abdullah Öcalan’ın kardeşi Mehmet Öcalan Parti Meclisi üyeliği için aday oldu.



MİLLİYET

258

259
Meğer, seccade ilk kez İnönü’yle de girmemiş Çankaya’ya. Sahte Atatürkçüler kızacak biliyorum, ama gerçek bu: Seccadeyi ilk olarak Çankaya’ya taşıyan Atatürk



CHP’yi şok eden miras



The Guardian Gazetesi, Abdullah Gül’ün cumhurbaşkanı seçilmesini şöyle yorumlamıştı: ‘Köşke ilk kez seccade girecek.’



Bu iddiaya ilk tepki, İsmet İnönü’nün torunu Gülsüm Bilgehan’dan geldi. CHP’li Bilgehan, Vatan’dan Mine Şenocaklı’ya Mevhibe Hanım’ın seccadesini göstererek şöyle diyordu: ‘ Her evde seccade varken Çankaya’da olmaz mı?’



Masamda bu seccade mevzuuna ilişkin ilginç bir doküman var. Meğer, seccade ilk kez İnönü’yle de girmemiş Çankaya’ya. Sahte Atatürkçüler kızacak biliyorum, ama gerçek bu: Seccadeyi ilk olarak Çankaya’ya taşıyan Atatürk.



Resmi belgelerden anlatmaya başlayalım. Atatürk, vasiyetini 5 Eylül 1938’de hazırladı, vefatından 65 gün önce. Çankaya’daki kişisel eşyalarını kurucusu olduğu CHP’ye miras bıraktı. Miras listesinde yer alan tüm eşyalar, Atatürk’ün ölümünün hemen ardından 3 Aralık 1938’de dönemin CHP temsilcisi ve Erzurum milletvekili Nafi Atuf Kansu’ya teslim edildi.



CHP, eşyaların bir kısmını müzelere devrederken bir kısmını devralmayıp Çankaya’da bıraktı.



10. Cumhurbaşkanı Sezer’in geçen yıl yaptırdığı bir envanter çalışması, Atatürk’ün vasiyetiyle ilgili çarpıcı bir ayrıntıyı gün ışığına çıkardı. Atatürk’ün Terekesi’nde, CHP’ye miras bıraktığı ancak partisinin almadığı eşyaların dökümü var. Çankaya’da CHP’nin malı olarak gözüken bin 708 eşya bulunuyor.



Sıkı durun. Bu eşyalar arasında 37 adet seccade var. Hepsi Atatürk’ten CHP’ye miras. Seccadeler mevcut CHP yönetimi için İş Bankası hisseleri gibi değerli bulunmayabilir ama Atatürk için öyle değildi.



İnanmayan, köşkteki Atatürk Terekesi’ne bakabilir. Tereke numarası ve seccadenin renginden desenlerine kadar ayrıntılı kayıtlar mevcut.



Sayın Baykal canınızı sıktım, üzgünüm.

star/ŞAMİL TAYYAR

260
Atatürk ve Diğer Türk Önderlerimiz / Ey büyük ATATÜRK,
« : 25 Şubat 2011, 17:38:10 »
Ey büyük ATATÜRK,

açtığın yolda gösterdiğin hedefe durmadan yürüyeceğime and içerim....

varlığım TÜRK varlığına armağan olsun...

NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE......



Sana küfreden , senin arkandan binbir türlü oyun çeviren vatan hainlerine ; hani büyük hatırana , devrimlerine ve ruhuna saldıramayıp , resimlerine saldıranlara en büyük ceza nedir biliyor musun Atam?

Senin kurduğun vatanda , senin kurtadığın milletle ; herşeyi sana borçlu olduklarını bildikleri halde yaşamaya çalışmak... Herhalde hiçbir ceza bu kadar acı olmamıştır.





261
Devlet Hava Meydanları İşletmesi Genel Müdürlüğü yetkilileri seyrüsefer cihazlarındaki arıza nedeniyle teknik iniş isteğinde bulunan Mısır'a ait yolcu uçağındaki yangının, iniş takımlarındaki arıza nedeniyle uçağın piste sürtünmesi sonucu





AA muhabirinin Devlet Hava Meydanları İşletmesi Genel Müdürlüğü yetkililerinden aldığı bilgiye göre, Mısır'dan Polonya'nın başkenti Varşova'ya giderken İstanbul Atatürk Havalimanı'na zorunlu iniş yapan 156 yolcu ve 7 mürettebatı bulunan Mısır tescilli MD-82 tipi yolcu uçağının seyrüsefer cihazları, İstanbul-Beykoz üzerinde arızalandı.



Arıza üzerine Atatürk Havalimanı'na teknik iniş isteğinde bulunan yolcu uçağı, Atatürk Havalimanı radarları vasıtasıyla piste yaklaştırılarak, inişe geçirildi.

Uçak, iniş takımlarının da arızalanması nedeniyle piste sürtünerek iniş yapabildi. Pistin ancak sonunda durabilen uçakta, sürtünmeden oluşan kıvılcımlar küçük bir yangına neden oldu. Havalimanı itfaiyesi yangına müdahale ederek yangını söndürürken, yolcular da uçaktan tahliye edildi. Hafif biçimde yaralanan bir yolcu ise havalimanı sağlık biriminde ayakta tedavi edildi.

Uçakta bulunun yakıt boşaltılmaya başlanırken, tahliye işleminin ardından uçağın pistten çekileceği belirtildi.

Yetkililer, Atatürk Havalimanı'nın diğer pistlerinde herhangi bir trafik aksamasının söz konusu olmadığını, 2 pistin de iniş ve kalkışlara açık olduğunu, tahliye işleminin ardından üçüncü pistin yeniden trafiğe açılacağını bildirdiler.

__________________

Kaynak: Doğan Haber Ajansı

262
Arkadaşlar sitede bir tarihe tıklamanız yeterli




263
Arkadaşlar Youtube de Atatürk e büyük saygısızlık yapılıyor...





Lütfen gerek cevabı verelim..











link i böle veriyorum çünkü bölücü örgüt tarafından hazırlanmış....

264
Atatürk’ün ricasına posta koyan bakan



 

Başbakan Erdoğan’ın eleştirilerine rağmen, AK Parti milletvekilleri, grup toplantılarında bakanlara iletilmek üzere rica pusulaları yazmaya devam ediyorlar.



Bunun önüne tamamen geçmek nerede ise imkânsız gibi. Orada olmasa bile başka yerde illa ki bu çark işlemeye devam edecektir. Ülkede sistem böyle kurulmuş. Burada sorun, kameralara yakalanacak kadar iş bilmemezlikten kaynaklanıyor. Herhalde parti yetkililerini kızdıran da daha çok bu nokta olmalı.



Bir okuyucumun birkaç gün önce bir başka vesile ile bana gönderdiği bir e-mailde yer verdiği tarihi bir anekdot, “vay be, demek ne bakanlar varmış…” dememe neden olsa da, ‘dur bakayım, başka ne tür hasletleri varmış’ diye kısa bir araştırma yapınca, bir kişi hakkında karar vermek için acele etmemek gerektiği konusundaki düşüncem daha da pekişti. Okuduklarım, yıllar evvel Ahmet Kabaklı’dan dinlediklerimi çağrıştırdı zihnimde.



Bir gün Türk Edebiyatı Vakfı’nda Şeyhülmuharrirîn Ahmet Kabaklı (1924–2001) ile sohbet ederken, ülkemizde yaygın olan sosyal hastalıklardan birine işaret etmiş ve demişti ki; “Tarihi şahsiyetleri ele alıp değerlendirirken, işimize gelen yanlarını alıp işimize gelmeyen yanlarını görmezden gelme gibi bir hastalığımız var. Sevdiğimiz insanlara itimadı sarsacak noktaları perdelerken, sevmediğimiz insanlar hakkında az da olsa olumlu izlenim oluşmasına zemin hazırlayacak bilgileri de gizleme çabasında oluyoruz…” demişti. Ardından Mithat Paşa ile Ali Fuat Paşa hakkında hayretimizi celbeden birkaç özellik sıralamıştı. ‘Bunları da yazmak lazım…” demişti.



Okuyucumuzun bana gönderdiği tarihi anekdotu daha önce duymamıştım. Sizlerle paylaşmaya karar verince olayın sıhhatinden emin olmak için araştırma yaptım. Meğer hakkında oldukça yazılmış çizilmiş bir konuymuş. Ben şimdi önce yazıya başlık olan o olayı anlatacağım, ardından bunları da bilmek lazım diyerek Ahmet Kabaklı’yı rahmetle anarak bahsi geçen bakanla ilgili ek bilgi vereceğim.



Atatürk’ün ricası…



Yıl 1934.



O yıllarda Milli Eğitim Bakanlığı Ulus'tadır. Bakan ise Niğdeli Abidin Özmen'dir.



Bakan Özmen makamında çalışmaktadır. Kapı çalınır.  



Atatürk’ün yaverlerinden biri, yanında iki çocukla bakanın makam odasına girer.



Bakan, yaverin kendisine uzattığı zarfı açar. Mektup Cumhurbaşkanı Atatürk’ten gelmektedir. Mektupta özetle, yaveriyle iki fakir ve kimsesiz çocuk gönderdiğini, bu çocukların uygun görülecek bir liseye (parasız yatılı olarak) kaydının yapılmasından söz edilmektedir.



Bakan Abidin Özmen, hemen Orta Öğretim Genel Müdürü'nü çağırtır ve şu direktifi verir:



"Yaver Bey'in yanındaki bu iki çocuğun evrakını alınız ve bu  çocukları Haydarpaşa Lisesi'ne paralı yatılı olarak kaydını yaptırıp her ikisi için de üçer yıllık paralı yatılı makbuzlarının 'Veli ve  ödeyen hanesine Mustafa Kemal Atatürk ismini yazdırarak bana getiriniz." der.



Bakanın emri hemen yerine getirilir. Bakan Özmen ayrıca, kısa bir  mektup yazarak

Yaver Bey'le Çankaya Köşkü’ne Atatürk’e yollar. Mektupta özetle; “Yaver Bey'le  göndermiş olduğunuz iki çocuk hakkında emirlerinizi aldım. Ancak, arkasında Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu ve Cumhurbaşkanı  Atatürk gibi biri bulunduğu için;  bu iki çocuğu fakir ve kimsesiz olarak kabul etmeme, hem yasalarımız, hem de mantığımız izin vermedi. Bu nedenle her iki çocuğun da emirleriniz gereği Haydarpaşa  Lisesi'ne  paralı yatılı olarak kayıtlarını yaptırdım. Çocukların üçer yıllık okul taksitlerine ait makbuzları ekte

takdim  ediyorum..."



Atatürk, Milli Eğitim Bakanının bu mektubu üzerine, dönemin Başbakanı İsmet

İnönü'yü telefonla arar ve "Bak, senin Milli Eğitim Bakanın bana ne yaptı" diyerek  olan biteni anlatır. Başbakan İnönü, bakanı adına özür dileklerinin kabul edilmesini ister. Atatürk, "Yok, der. Özür dileme. Aksine çok memnun oldum. Keşke her devlet adamı bu medeni cesarete sahip olabilse ve bizlere doğruyu gösterebilse..."



Nasıl, muhteşem bir tarihi anekdot değil mi?



Böyle davranacak bir bakan günümüzde kabinedeki yerini koruyabilir mi ne dersiniz…



Tarihi değeri olan ve hiçbir yerde yayımlanmayan bu anının unutulup  gitmesine gönlü razı olmayan  bakanın yeğeni Yüksek Mimar H. Rahmi Özmen, 15.08.1985 günlü bir mektupla gazeteci  yazar Vahap Okay'a iletir. O da  15.09.1985 tarihli “Kolay İlan” adlı gazetesinde yayımlar. Bahsi geçen hatıra Cumhuriyet gazetesinin 9 Ocak 2002 tarihli nüshasında da yer alır.



İyi de, bu örneğin Ahmet Kabaklı’nın yazının başında bahsettiği tarihi şahsiyetleri zikrederken her yönüyle ele alma hassasiyetiyle ne tür ilgisi var diyeceksiniz.



Yukarıdaki olay sahih mi diye araştırırken şu bilgi çıktı karşıma.



Ayasofya’nın müzeye çevrilmesi tartışmaları Milli Eğitim Bakanı Abidin Özmen zamanında hız kazanır. Bakan Özmen, Başbakanlığa gönderdiği bir teklif yazısında, “Ayasofya müzeye çevrildiği takdirde, İstanbul’un turistik değeri bir kat daha artacaktır. Ayasofya’da namaz kılanlar pek yakınındaki büyük küçük birçok camide dini vazifelerini yapabileceklerdir” şeklindeki düşüncelerine yer verir ve bu fikrinin hararetli savunucusu olur. Nitekim Ayasofya 24 Kasım 1934’te Bakanlar Kurulu Kararı ile resmen müzeye çevrilir.



Nasıl? Tarihi hakikatler böyle işte.



Bazılarınızın içinden, ‘işte şimdi bu bakan, bir çuval inciri berbat etti’ diye geçtiğini hissetmemek mümkün değil.



Ne demiştik, tarihi hadiseleri hatasıyla sevabıyla paylaşmak…



Şimdi onları geçelim de, hala nefes alıp verebiliyorken, bizler nasıl bir iz bırakacağız onun tasasına düşelim. Yaşadığımıza göre, hala şansımız var demektir…



 Büyük Buluşma’ya bizler neler götüreceğiz ona bakalım…



haber7.com

265
ATATÜRK

Bu ülkede yasayan her insanin bağımsızlığını ve

demokrasisini borçlu olduğu

insan: (ÖNCE ALLAH) ATATÜRK...

Gençliğinde kot pantolon giyememiş.

Sevgilisinin elinden tutup

hasılat rekorları kiran bir sinema filmine

gidememiş...

Padişah ona Trablusgarp Cephesi'nde görev

verdiğinde, lüks uçak şirketinin,

first class koltuğunda viskisini yudumlayarak görev

yerine gidememiş...

Halkına bağımsızlık fikrini anlatabilmek için kortej

esliğinde Mercedes'lerle gezememiş Anadolu'yu...

Kurtuluş hareketini başlatmak için 19 Mayıs'ta

Samsun'a ayak basan ayağında

spor ayakkabısı ya da kovboy çizmesi yokmuş...

Kazandığı her savaştan sonra savaş sahasına

fırlayıp moral veren mini etekli

ponpon kızlar da yokmuş...

Tarih kitaplarına bakılırsa, Yunanlıları İzmir'den

denize döktükten sonra

timsah yürüyüşü de yapmamışlar...

Ülkesinde yapacağı devrimleri, unutmamak için not

A lacağı bir cep bilgisayarı olmadığı gibi, kendisine suikast

girişiminde bulunacakları

da cep telefonundan öğrenememiş!

Atatürk için üzülüyorum. Dağ gibi adam, bir radyo

programına faks çekemeden,

İsmet Pasa için Safiye Ayla'dan bir istek parçası

isteyemeden gitti ..

Lozan Zaferi'nden sonra veya Cumhuriyet'in

ilanından sonra arabaya atlayıp

sabahlara kadar korna çalıp, elinde bayraklarla

sokaklarda tur atamadı.

Evinin balkonuna çıkıp, bir şarjör mermiyi havaya

sıkamadı. Atatürk'e acıyorum...

Sen kalk, dört kadınla evlenebileceğin bir

dönemde dünyaya gel,

sonra değerini bilmeyip tek kadınla evlilik sistemini

getir. Aaaah ah...

Çılgın diskolara gitmek, sabahlara kadar içip, içip

rock yapmak, babasının mersedesini alıp söyle bir Emirgan turu çekmek

dururken... Bunları yapmadı Atatürk...

keyif çatmadı...

Tüm hayatini ülkesinin kurtuluşuna ve

uygarlaşmasına harcadı...

ISTE ONUN IÇIN BÜYÜK ADAMDI ATATÜRK HER FIRSAT

ELINDE VARDI. O ISE SADECE

BU MILLETIN BAGIMSIZLIGINI ISTEDI. (VE KÜRDLER NE YAPDILAR IHANET)

BÜTÜN SUÇU 2 KADEH RAKI IÇMEKTI

O KADAR.....

266
1922, 1923 ve 1925'de söyledikleri...

"Din vardır ve lazımdır. Temeli çok sağlam bir dinimiz var. Malzemesi iyi fakat bina, uzun asırlardır ihmale uğramış. Harçlar döküldükçe yeni harç yapıp binayı takviye etmek lüzumu hissedilmemiş. Aksine olarak birçok yabancı unsur, tefsirler, hurafeler, binayı daha fazla hırpalamış. Bugün bu binaya dokunulamaz, tamir de edilemez. Ancak zamanla çatlaklar derinleşecek ve sağlam temeller üstünde yeni bir bina kurmak lüzumu hasıl olacaktır..."

 

"Din, bir vicdan meselesidir. Herkes vicdanının emrine uymakta serbesttir. Biz dine saygı gösteririz. Düşünüşe ve düşünceye muhalif değiliz. Biz sadece din işlerini, millet ve devlet işleriyle karıştırmamağa çalışıyor; kaste ve fiile dayanan taassupkar hareketlerden sakınıyoruz. Gericilere asla fırsat vermeyeceğiz..."

"Ey arkadaşlar! Tanrı birdir, büyüktür; tanrısal inanışların belirtilerine bakarak diyebiliriz ki, insanlar iki sınıfta, iki devirde mütalâa olunabilir. İlk devir insanlığın çocukluk ve gençlik devridir. ıkinci devir, beşeriyetin erginlik ve olgunluk devridir."

"İnsanlık birinci devirde tıpkı bir çocuk gibi, tıpkı bir genç gibi yakından ve maddi  vasıtalarla kendisiyle meşgul olunmayı gerektirir. Allah, kullarının lazım olan olgunlaşma noktasına erişinceye kadar içlerinden vasıtalarla dahi kullariyle meşgul olmayı tanrılık özelliğinin gereklerinden saymıştır. Onlara Hazreti Adem Aleyhisselam'dan itibaren bilinen ve bilinmeyen sayısız denecek kadar çok nebiler, peygamberler ve elçiler göndermiştir. Fakat Peygamberimiz vasıtasiyle en son dini, medeni gerçekleri verdikten sonra artık insanlıkla aracı ile temasta bulunmağa lüzum görmemiştir. İnsanlığın kavrayış derecesi, aydınlanma ve olgunlaşması sayesinde her kulun doğrudan doğruya tanrısal düşüncelerle temas kabiliyetine eriştiğini kabul buyurmuştur ve bu sebepledir ki, Cenabı Peygamber, peygamberlerin sonuncusu olmuştur ve kitabı, en eksiksiz kitaptır."

"Hz. Muhammed'i bana, cezbeye tutulmuş sönük bir derviş gibi tanıttırmak gayretine kapılan bu gibi cahil adamlar, onun yüksek şahsiyetini ve başarılarını asla kavrayamamışlardır. Anlamaktan da çok uzak görünüyorlar. Cezbeye tutulmuş bir derviş, Uhud Muharebesinde en büyük bir komutanın yapabileceği bir planı nasıl düşünür ve tatbik edebilir? Tarih, hakikatleri tahrif eden bir sanat değil, belirten bir ilim olmalıdır. Bu küçük harbte bile askerî dehâsı kadar siyasî görüşüyle de yükselen bir insanı, cezbeli bir derviş gibi tasvire yeltenen cahil serseriler, bizim tarih çalışmamıza katılamazlar. Hz. Muhammed bu harb sonunda çevresindekilerin direnmelerini yenerek ve kendisinin yaralı olmasına bakmayarak, galip düşmanı takibe kalkışmamış olsaydı, bugün yeryüzünde müslümanlık diye bir varlık görülemezdi."

 

"Bizim dinimiz en makul ve en tabiî bir dindir. Ve ancak bundan dolayıdır ki son din olmuştur. Bir dinin tabiî olması için akla, fenne, ilme ve mantığa uyması lâzımdır. Bizim dinimiz bunlara tamamen uygundur."

"Büyük dinimiz çalışmayanın insanlıkla alakası olmadığını bildiriyor. Bazı kimseler zamanın yeniliklerine uymayı kafir olmak sanıyorlar. Asıl küfür onların bu zannıdır. Bu yanlış yorumu yapanların amacı, İslamların kafirlere esir olmasını istemek değil de nedir? Her sarıklıyı hoca sanmayın, hoca olmak sarıkla değil, beyinledir."

"Bizim dinimiz, milletimize değersiz, miskin ve aşağı olmayı tavsiye etmez. Aksine Allah da, Peygamber de insanların ve milletlerin değer ve şerefini muhafaza etmelerini emrediyor."

"Bilhassa bizim dinimiz için herkesin elinde bir ölçü vardır. Bu ölçü ile hangi şeyin bu dine uygun olup olmadığını kolayca takdir edebilirsiniz. Hangi şey ki akla, mantığa halkın menfaatine uygundur; biliniz ki o bizim dinimize de uygundur. Bir şey akıl ve mantığa, milletin menfaatine, islamın menfaatine uygunsa kimseye sormayın. O şey dinidir. Eğer bizim dinimiz aklın mantığın uyduğu bir din olmasaydı mükemmel olmazdı, son din olmazdı."

"Türk milleti daha dindar olmalıdır, yani bütün sadeliği ile dindar olmalıdır demek istiyorum. Dinime, bizzat hakikate nasıl inanıyorsam buna da öyle inanıyorum. Şuura aykırı, ilerlemeye mani hiçbir şey ihtiva etmiyor."

"Baylar ve ey millet, iyi biliniz ki, Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler, mensublar memleketi olamaz. En doğru ve en hakikî tarikat, medeniyet tarikatıdır."

" Bizi yanlış yola sevkeden soysuzlar bilirsiniz ki, çok kere din perdesine bürünmüşler, saf ve temiz halkımızı hep din kuralları sözleriyle aldata gelmişlerdir. Tarihimizi okuyunuz, dinleyiniz... Görürsünüz ki milleti mahveden, esir eden, harabeden fenalıklar hep din örtüsü altındaki küfür ve kötülükten gelmiştir."



 















 

konuyla ilgili başka linkler:



 


267
Balkan ve sadabat paktları çoktan hayata geçer;



 * Türkiye Cumhuriyetinin, bu ülkelerin lideri olarak yıldızı parlardı.



* Ekonomik ve ticari her türlü işbirliğine gidilir



* AB ve ülkeleri bu birlikteliğe katılmak için kapımızı aşındırırlardı.



* Sanayi hamlesini çoktan başlatmış , dışarıdan işçi kabullerini yapar hale gelir, ve Türk yatırımcılarını ülkelerine çekmek için bir sürü tavizler veren pek çok ülke olurdu.



* Birleşmiş milletlerde hatırı sayılır ve lider ülke konumunda olurduk.



* Ortadoğuda söz sahibi olur ...



* Demokrasi , dostluk ve barış getiren ülke olurduk.



* SSCB 'dağılmasını çok daha öne çeker , dağılan sovyetlerden ayrılan Türki Cumhuriyetleri ile köklü bağlar kurar , petrol ve doğalgaz anlaşmalarının lider ülkesi olurduk.



* Türk parası pek çok ülkenin geçer akçesi olur, dolar ve yuro yerine merkez bankalarında Türk lirası stoğu yaparlardı.



* İlim ve irfan yuvaları yurt sathına dağılır , bu ilim yuvalarından nice mucitler ve buluşçu adamlar çıkarken bu yuvalarda yurt dışından okumak için gelenler çoğalırdı.



* " Ne Mutlu Türküm Diyene " sözü , dünyada marka olurdu.



* " Ankara kriterleri " dünya dostluk ve barışı için temel ilke olurdu.



Şimdi de neler olmazdı ... Onları bir inceleyelim....

---------------------------------------------------------------------



* Milletin büyük çoğunluğu açlık ve yoksulluk sınırında olmaz , siyasi emeller için erzak torbası dağıtan partiler ve onları kapmak adına bir birlerini ezen gariban halk kitlesi olmazdı...



* İmam hatipler önce arka ve daha sonrada ön bahçe olup devlet kadrolarını yalakalık için kapmazlardı...



* ABD ve onların işbirlikçisi olup ortadoğuyu kan göline çevirenlerin duacısı olmazdık..



* ABD askerlerinin ortadoğu ve Irakta müslüman kadınların ve kızların ırzlarının geçilmesine , çoluk çocuk katledilmesine seyirci kalmaz... ABD askerlerinin katliamlarının başarısı için duacı olanların esamesi okunmazdı...



* ABD annelerine methiyeler düzen ve dünya barışı için asker yetiştirdi diye ABD annelerini kutlayan Cumbaba adayını rüyalarımızda bile tahayyül edemezdik...



* ABD'ye yerleşip ; salya sümük ağlayan bir adamın ABD- Türk ilişkilerinde başrol oynaması aklımıza bile gelmezdi...



* IMF ve Dünya Bankasının maliyemizi teslim alıp direktif ve talimatler vereceğini düşünemezdik bile ...



* Türk'e sevr'i dayatmak isteyenlerin kapısında yalvar yakar sürünmez , kapılarını bile çalmazdık.



* Kopenhagen kriterleri diye 70 -80 bin sayfalık dayatmaların önünde süklüm püklüm olmazdık.





Türesin ALÇINSOY

268
Pollock: 'Atatürk yaşandı' ifadesini ben kullandım  

   

Wall Street Journal Gazetesi kıdemli editörlerlerinden Robert Pollock, Başbakan Tayyip Erdoğan ile yapmış olduğu röportajının yer aldığı son yazısının Türkiye'de yanlış anlaşılmaya yol açmasından duyduğu üzüntü ve rahatsızlığı dile getirerek "Yanlış anlaşıldım" dedi.



Pollock, Başbakan Erdoğan'la röportajında "Başbakan bana 'Happened'(yaşandı, oldu) diye bir kelime kullanmadı. Ben 'Happened'' kelimesinini Başbakan Erdoğan'ın bana anlattıklarının özetlemek için kullandım" dedi.



-"BAŞBAKAN ATATÜRK'Ü ELEŞTİRMEDİ"-



Robert Pollock şöyle konuştu: "Ben Başbakan Erdoğan'ın Atatürk ile ilgili görüşlerini almak istedim. Eleştirisel veya onun takdir ettiği yönlerini sordum. Başbakan, Atatürk'ü ne eleştirdi, ne de takdir eden sözcükler kullandı. Bana sorduğum sorunun yerine 1924 Anayasası'nın tarihini anlattı. Bende yazımda, onun bana aktardığı tarihi olayla ilgili bilginin içeriğini tamamiyle yazmaktan ziyade tarihte böyle bir sivil anayasa örneği var anlamında geçmişte böyle bir anayasa yapıldığını belirtmek üzere tırnak içinde 'happened' diyerek belirttim. Bu 'happened' kelimesi Başbakandan gelmedi. O benim kullandığım bir kelime ve bu kelime ile ben 1924 Anayası hakkında bir fikir yürütmüyorum. Başbakan da söz konusu Anayasa hakkında bir fikir yürütmedi yanlızca tarihteki bir dönemi bana anlattı" Pollock, 1924 Anayasası hakkında Başbakanın ve kendisinin herhangi bir fikir yürütmediklerini, Başbakanın sadece tarihi bir süreci kendisine bilgi olarak aktardığını ve de kendisinin yazısında "happened" kelimesi ile 1924'te böyle bir anayasa yapılmıştı demek istediğini söyledi.



-"AMERİKAN KÜLTÜRÜNE VAKIF OLMAK"-



Pollock yazısının yanlış anlamaya yol açmasından rahatsız olduğunu da belirterek, yazısında ne demek istediğini "Amerikan kültürüne vakıf" herkesin kolayca anlayabileceğini vurguladı. Pollock "Amerikan kültürüne vakıf" olan herkesten kastının, Amerikan doğumlu ya da Amerika'da köklü bir eğitim görmenin yanısıra Amerikalılarla iç içe yaşayarak onların yaşam ve konuşma tarzını benimsemiş kişiler olduğunu belirterek "Yerine göre bir İngiliz ya da Avusturalyalı dahi bazı hallerde bir Amerikalının tam olarak ne söylemek istediğini anlayamayabiliyor" şeklinde konuştu.



-"YAKINDAN İZLENMİYORSA HATA YAPILIR"-



Konuyla ilgili görüşlerini belirten Amerikalı editörler de ' Wall Street Journal gazetesi gibi ABD'de önemli bir yeri olan gazetenin kullandığı deyimleri anlamak için ABD'nin iç ve dış politikasının inceliklerini biliyor olmanın yanısıra hangi amaçla kullanıldığını ayırtetmek için de ülke hakkında son günlerdeki gelişmeleri yakından takip ediyor olmak çok önemlidir. Aksi takdirde ne kadar İngilizce bilseniz ve hatta ne kadar Amerikan kültürü ile iç içe yaşıyor olsanız yine konuyu anlamama ya da yanlış anlama olasılığınız vardır. Bu her ülke için geçerlidir ancak Amerika'da yüksek ve uzun süreli eğitim görmüş olmayan ve Amerikan kültürünü yaşıyor olmayan kişilerin Wall Street Journal, New York Times, Washington Post, Los Angeles Times gibi gündem belirleyen siyasi gazetelerin, üstelik editörleri tarafından yazılmış yazıları idrak etmeleri vurgulanan noktaları belirlemeleri her zaman mümkün olmamaktadır. Bu da uzmanlık isteyen bir iştir" görüşünü ifade ettiler.



-"KAÇ KİŞİ ANLAYABİLİR"-



Pollock konumundaki editörlerle uzun süre yakın ilişkide olan bir yetkili de ABD'de siyasal bilgiler eğitimi almamış birinin Pollock türünden siyasi konulara ve politikalara vakıf profesyonellerin ortaya attıkları ya da savundukları bazı fikirlerin hangi temele dayalı olarak ele alındığını bilme olasılığının ne kadar zayıf olabileceğine dikkat çekti. Aynı yetkili, "Bu olayda görüldüğü gibi 'happened" kelimesinin neye istinaden kullanıldığı, neden tırnak içine alındığını doğru bilen ya da anlayan kaç kişi vardır acaba?" diye konuştu.



haber7

269
Pollock: 'Atatürk yaşandı' ifadesini ben kullandım  

   

Wall Street Journal Gazetesi kıdemli editörlerlerinden Robert Pollock, Başbakan Tayyip Erdoğan ile yapmış olduğu röportajının yer aldığı son yazısının Türkiye'de yanlış anlaşılmaya yol açmasından duyduğu üzüntü ve rahatsızlığı dile getirerek "Yanlış anlaşıldım" dedi.



Pollock, Başbakan Erdoğan'la röportajında "Başbakan bana 'Happened'(yaşandı, oldu) diye bir kelime kullanmadı. Ben 'Happened'' kelimesinini Başbakan Erdoğan'ın bana anlattıklarının özetlemek için kullandım" dedi.





-"BAŞBAKAN ATATÜRK'Ü ELEŞTİRMEDİ"-



Robert Pollock şöyle konuştu: "Ben Başbakan Erdoğan'ın Atatürk ile ilgili görüşlerini almak istedim. Eleştirisel veya onun takdir ettiği yönlerini sordum. Başbakan, Atatürk'ü ne eleştirdi, ne de takdir eden sözcükler kullandı. Bana sorduğum sorunun yerine 1924 Anayasası'nın tarihini anlattı. Bende yazımda, onun bana aktardığı tarihi olayla ilgili bilginin içeriğini tamamiyle yazmaktan ziyade tarihte böyle bir sivil anayasa örneği var anlamında geçmişte böyle bir anayasa yapıldığını belirtmek üzere tırnak içinde 'happened' diyerek belirttim. Bu 'happened' kelimesi Başbakandan gelmedi. O benim kullandığım bir kelime ve bu kelime ile ben 1924 Anayası hakkında bir fikir yürütmüyorum. Başbakan da söz konusu Anayasa hakkında bir fikir yürütmedi yanlızca tarihteki bir dönemi bana anlattı" Pollock, 1924 Anayasası hakkında Başbakanın ve kendisinin herhangi bir fikir yürütmediklerini, Başbakanın sadece tarihi bir süreci kendisine bilgi olarak aktardığını ve de kendisinin yazısında "happened" kelimesi ile 1924'te böyle bir anayasa yapılmıştı demek istediğini söyledi.



-"AMERİKAN KÜLTÜRÜNE VAKIF OLMAK"-



Pollock yazısının yanlış anlamaya yol açmasından rahatsız olduğunu da belirterek, yazısında ne demek istediğini "Amerikan kültürüne vakıf" herkesin kolayca anlayabileceğini vurguladı. Pollock "Amerikan kültürüne vakıf" olan herkesten kastının, Amerikan doğumlu ya da Amerika'da köklü bir eğitim görmenin yanısıra Amerikalılarla iç içe yaşayarak onların yaşam ve konuşma tarzını benimsemiş kişiler olduğunu belirterek "Yerine göre bir İngiliz ya da Avusturalyalı dahi bazı hallerde bir Amerikalının tam olarak ne söylemek istediğini anlayamayabiliyor" şeklinde konuştu.



-"YAKINDAN İZLENMİYORSA HATA YAPILIR"-



Konuyla ilgili görüşlerini belirten Amerikalı editörler de ' Wall Street Journal gazetesi gibi ABD'de önemli bir yeri olan gazetenin kullandığı deyimleri anlamak için ABD'nin iç ve dış politikasının inceliklerini biliyor olmanın yanısıra hangi amaçla kullanıldığını ayırtetmek için de ülke hakkında son günlerdeki gelişmeleri yakından takip ediyor olmak çok önemlidir. Aksi takdirde ne kadar İngilizce bilseniz ve hatta ne kadar Amerikan kültürü ile iç içe yaşıyor olsanız yine konuyu anlamama ya da yanlış anlama olasılığınız vardır. Bu her ülke için geçerlidir ancak Amerika'da yüksek ve uzun süreli eğitim görmüş olmayan ve Amerikan kültürünü yaşıyor olmayan kişilerin Wall Street Journal, New York Times, Washington Post, Los Angeles Times gibi gündem belirleyen siyasi gazetelerin, üstelik editörleri tarafından yazılmış yazıları idrak etmeleri vurgulanan noktaları belirlemeleri her zaman mümkün olmamaktadır. Bu da uzmanlık isteyen bir iştir" görüşünü ifade ettiler.



-"KAÇ KİŞİ ANLAYABİLİR"-



Pollock konumundaki editörlerle uzun süre yakın ilişkide olan bir yetkili de ABD'de siyasal bilgiler eğitimi almamış birinin Pollock türünden siyasi konulara ve politikalara vakıf profesyonellerin ortaya attıkları ya da savundukları bazı fikirlerin hangi temele dayalı olarak ele alındığını bilme olasılığının ne kadar zayıf olabileceğine dikkat çekti. Aynı yetkili, "Bu olayda görüldüğü gibi 'happened" kelimesinin neye istinaden kullanıldığı, neden tırnak içine alındığını doğru bilen ya da anlayan kaç kişi vardır acaba?" diye konuştu.



zaman gazetesinden alıntıdır

270
Eski Anayasa Mahkemesi Başkanı Yekta Güngör Özden, ''Özbudun, anayasa taslağını hazırlayan bilim kurulunu laiklik, Cumhuriyet ve Atatürk karşıtlarından seçmiş'' dedi.



27 Eylül 2007 20:15



Başkent Üniversitesi Stratejik Araştırmalar Merkezi'nce, üniversite kampüsündeki Kanal B'ye ait stüdyoda ''Anayasa'' konulu panel düzenlendi. Panelin açılışında konuşan Başkant Üniversitesi Stratejik Araştırmalar Merkezi Müdürü Prof. Dr. M. Selçuk Uslu, geçen hafta Rektörler Komitesi'nin toplanarak çalışmaları devam eden anayasa taslağıyla ilgili görüşlerini açıkladığını anımsattı.

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın ise ''Rektörler kendi işine baksın'' dediğini belirten Uslu, üniversitelerin eğitim, öğretim ve araştırmanın yanında, gelişen olaylar hakkında topluma bilgi verme görevlerinin de bulunduğunu ifade etti. Anayasa taslağına yönelik olumlu ve olumsuz değerlendirmeler olduğuna dikkati çeken Uslu, panelle taslağın olumlu ve olumsuz yanlarını topluma göstermeyi amaçladıklarını bildirdi.

Başkent Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Mehmet Haberal ''birinci görevinin, Atatürk ve arkadaşlarının kurduğu Türkiye Cumhuriyeti'ne sahip çıkmak olduğunu, diğer bütün görevlerinin bundan sonra geldiğini'' kaydetti. 1982 Anayasası üzerinde sürekli konuşulduğunu belirten Haberal, ''bu anayasanın eksikliklerini gidermek için bir çok düzeltme yapıldığını'' ifade etti.

Yeni anayasa çalışmalarıyla ilgili olarak, ''sivil anayasa'' ifadesinin kullanıldığına işaret eden Haberal, ''Ne demek sivil anayasa? Bu toplumda değişik gruplar mı var? Ülkenin askeri, polisi, memuru vardır, değişik meslekler vardır. Ama bir tek Türkiye Cumhuriyeti vardır. Sivil anayasa... Böyle bir şeyi kabul etmem, şahsen mümkün değil'' diye konuştu.

PANEL

 Daha sonra söz alan panel yöneticisi ve Başkent Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Mehmet Turhan ''Türkiye'de son dönemde büyük bir kutuplaşma yaşandığını ve bu ortamda, yeni anayasanın uzlaşmayla yapılmasını mümkün görmediğini'' anlattı. Turhan, taslağın kısa bir anayasa öngördüğünü belirterek, ''anayasanın ne kadar kısa olursa, o kadar iyi olacağını'' söyledi.

Taslakta, mevcut anayasanın başlangıç kısmında bulunan ''otoriter ve devletçi'' felsefenin kaldırılmasının, çocuk haklarının güvence altına almasının, cumhurbaşkanının yetkilerinin azaltılmasının, Askeri Yüksek İdare Mahkemesinin kapatılmasının öngörüldüğünü belirten Turhan, bunların taslağın olumlu yanları olduğunu dile getirdi.

Turhan, ''Baştan başa anayasa yapılabilmesi için ihtilal mi olması lazım? Benim görüşüm, siviller de koşullar oluştuğunda yeni anayasa yapabilir'' diye konuştu.

MÜMTAZ SOYSAL'IN SÖZLERİ

 Panelde konuşan Bağımsız Cumhuriyet Partisi (BCP) Genel Başkanı Mümtaz Soysal, Türkiye'nin birçok sorunu varken, milletvekili genel seçimlerinin ardından ülkenin anayasa tartışması içine sürüklendiğini savundu.

Soysal, ''(Örtünme konusunda verilen sözün tutulmamasını, Anayasa değişikliği içinde çözebilir miyiz?) düşüncesiyle telaşa kapılmışlar gibi geliyor'' diye konuştu. ''Taslakla anayasanın değiştirilmesi teklif dahi edilemeyecek maddelerinin, 'düzeltiyoruz' denilerek dokunulmazlıklarından ve kutsallıklarından uzaklaştırılmaya çalışıldığını'' ileri süren Soysal, ''Ülkede zaten bir gerilim var. Böyle bir ortamda yapılacak anayasa değişikliğinden hayır gelmez'' dedi.

Soysal, 21 Ekimde anayasa değişikliğiyle ilgili halk oylaması yapılacağını hatırlatarak, TBMM'nin, en kısa sürede değişiklik yaparak, bu halk oylamasının iptal edilmesi gerektiğini görüşünü ifade etti. Türkiye'de cumhurbaşkanının halka seçtirilmesinin, başka ülkelerdeki uygulamalara benzemeyeceğini savunan Soysal, ''Padişahlıkla yönetilen Türk halkı baş eğmeye, bir kişi tarafından yönetilmeye yatkın. Bu, başka eğilimlerle de birleşince tehlikeli bir durum ortaya çıkabilir'' ifadesini kullandı.

PROF. DR. SÜYEYL BATUM

 Bahçeşehir Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Süheyl Batum, ''bir partinin, bütün millet adına anayasa yapmasının doğru olmayacağını'' ileri sürdü. Batum, ''Bir partinin bütün millet için yaptığı anayasalar demokratik değildir. Bütün milletin yaptığı anayasalar demokratiktir'' diye konuştu.

Anayasa değişikliğinin bütün partilerin ve sivil toplum örgütlerinin katılımıyla yapılması gerektiğini söyleyen Batum, ancak mevcut taslağın ''sadece AK Parti'nin görüşlerine yer verdiğini'' savundu. Taslakla ilgili eleştirilerini sıralarken, YÖK'ün durumunu örnek gösteren Batum, ''Taslak YÖK'ün kaldırılmasını öngörse, bir şey demeyeceğim. Ama, YÖK'ün 11 üyesinin 6'sının atamasını Bakanlar Kurulu'na bırakılması öngörülüyor'' dedi.

YEKTA GÜNGÖR ÖZDEN

Eski Anayasa Mahkemesi Başkanı Yekta Güngör Özden de kendisinden önce konuşan Mümtaz Soysal ve Süheyl Batum'un sözlerine aynen katıldığını belirtti.

''Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın bir Atatürk anayasası'' olduğunu söyleyen Özden, ''Prof. Dr. Ergun Özbudun, anayasa taslağını hazırlayan bilim kurulunu laiklik, Türkiye Cumhuriyeti ve Atatürk karşıtlarından seçmiş'' görüşünü kaydetti. Anayasa değişikliğini zamansız bulduğunu bildiren Özden, 21 Ekimdeki halkoylamasının ardından da Türkiye'de kaos meydana gelebileceğini savundu.

PROF. DR. ZEKİ HAFIZOĞULLARI

 Başkent Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Zeki Hafızoğulları da anayasa taslağının, farklılıkları kamusal değer olarak gördüğünü ifade etti.

Hafızoğulları, üniversitelerde kılık ve kıyafetin serbest bırakılmasıyla ilgili olarak, ''Erkekler de 'Sünnettir' diyerek, yıllarca öncesinin kıyafetiyle gelirse ne olacak? Siz, farklılığınızı kamusal bir değer olarak kabul ettiremezsiniz. Tartıştığımız konu da başörtüsü değil, dinsel bir kıyafet'' dedi. Hafızoğulları, yeni bir anayasanın, ''kurucu iktidar'' tarafından yapılacağını savunarak, ''kurulmuş bir iktidarın, kurucu iktidar yerine geçmeye kalkmasının ihtilal olacağını'' öne sürdü.

AA

271


 

AA muhabirinin aldığı bilgiye göre, Sakarya Mahallesi'ndeki Yunus Emre İlköğretim Okulunun 15 metre uzunluğundaki bahçe duvarının dışına, geçen yıl okulun resim öğretmeni Mehmet Yücel ile öğrenciler tarafından yağlı boya ile Kurtuluş Savaşı'nın anlatıldığı figürler çizildi.

 

Cepheye mermi taşıyan köylü kadınlar ile askerlerin geniş yer tuttuğu resmin en sağında, Büyük Önder Atatürk'ün Sakarya cephesinde çekilen bağdaş kurmuş, dürbünle cepheyi izleyen resmine yer verildi. Okul tarafından yaptırılan ve okulun isminin yer aldığı tabela ise Atatürk'ün başını ve Türk bayrağını kapatacak şekilde bu resmin üzerine monte edildi.

 

Durumun bildirilmesi üzerine Milli Eğitim Müdürü Hasan Yiğit ile okula giden Kaymakam Cengiz Horozoğlu, yapılan yanlışın kabul edilemez olduğunu belirterek, tabelayı indirtti. Horozoğlu, olayla ilgili soruşturma başlatıldığını, Okul Müdürü Murat Şahin'in açığa alındığını bildirdi.

 

AA

272
AKP milletvekili Zafer Üskül’ün “Anayasa’dan Atatürk çıkarılsın” çıkışından sonra gerek Atatürk gerekse, İstiklal Savaşı’nın diğer kahramanları ve Türk Büyükleri hakkında yoğun bir kampanya başlatıldı. Atatürk’ü, Kazım Karabekir’i, Ziya Gökalp’ı Yahudi gösterenler, “Mimar Sinan diye bir kişi yaşamadı” diyenler, ne ararsan var!

Bütün bunlar psikolojik operasyondur ve Türk Milleti’nin kendine güven sağlayan nesi var nesi yoksa, onları zihinlerde yok ederek direncini düşürmek maksadına yöneliktir. Bu iddialara sadece avanaklar inanabilir!

 

***

 

Bir ara tarihçi diye gezinen bir kişi “Ulubatlı Hasan diye birisi yaşamamıştır, 100 yıl sonra uydurulmuş bir hikayedir” demişti. Biz “vardır” deyince de 500 yıl önce yaşamış bir kişinin nüfus kaydını istemişti!

Oysa, İstanbul’u fetheden ve surlara Türk bayrağı dikmek için ön saflarda çarpışan askerlerin içinde Mehmetler, Ahmetler, Hasanlar, Hüseyinler, Mustafalar o kadar fazlaydı ki! Hepsi birer Ulubatlı Hasan idi onların. Zaten, Ulubatlı Hasan yoktu diyerek, Türk çocuğuna en büyük kahramanlık timsali olarak gösterilen bir kişiyi aynı beyinlerde yok etmek istiyorlardı. Şimdi de aynı oyunu Mimar Sinan için oynayanlar var. Eserleri de mi yok acaba Sinan’ın?

 

***

 

Atatürk’ün hem ana hem baba tarafından Oğuzhan neslinden Türk oğlu Türk olduğunu, bugün büyükbabasının köyü olan Makedonya’nın Kocacık köyündeki yörük çocuklarına bakarak anlayabilirsiniz. Daha geçen günlerde Makedonya’daydım ve konuyu bu vesileyle gündeme getirmiştim.  adresinde Atatürk’ün soyu ile ilgili bir inceleme halen yayındadır. Batı dünyası “Böyle bir deha nasıl olur da bizim içimizden yetişmedi ve Türkler arasından çıktı” diye hayıflanmaktadır. Fakat son zamanlarda Atatürk’ü Kâzım Karabekir’i, Ziya Gökalp’ı bile Yahudi gösteriyorlar! Talât Paşa için sağlığında Yahudi demişlerdi de, hem ana hem baba tarafından soyunu sopunu açıklayıp Türk oğlu Türk olduğunu bildirmişti.

Yahudiler kusura bakmasın, ben bugüne kadar sinemadakiler dahil Atatürk kadar yakışıklı bir Yahudi görmedim! O, Oğuz soyunun çocuğudur.

Fransa Cumhurbaşkanı Sarkozy, göçmenlerin DNA’sını inceleteceğini söylüyor! Fransız halkı önce onun DNA’sına baksın! Çünkü Sarkozy Fransız değil bir Yahudi’dir!

Kazım Karabekir ise böyle bir iddia ortaya atılacağını duysaydı, Doğu cephesi komutanlığına değil, Güney cephesine atanmasını ister ve Erivan’a kadar yürüdüğü gibi Kudüs’e kadar giderdi. Ziya Gökalp’ın hangi Türk aşiretinin çocuğu olduğu da bellidir.

 

***

 

Peki neden böyle yapıyorlar? Türkiye Cumhuriyeti’nin temellerini atan kişileri neden Yahudileştirmek, Osmanlı medeniyetini kuranları neden yok etmek istiyorlar?

Çünkü Türk’e düşmandırlar ve önce Türkiye’nin altından Atatürk’ü ve diğer değerleri çekecekler ki kimlik operasyonu başarıyla sona ersin.

Türk’e hem Anayasa ile hem de eş zamanlı psikolojik operasyon ile kefen biçiyorlar!

Ne kadar küçülüyorlar görüyor musunuz?

 

***

 

Damarlarında Türk kanını hissetmeyen birisi ne Atatürk olabilir, ne Kâzım Karabekir, ne Ziya Gökalp, ne Ulubatlı Hasan ne de Mimar Sinan!

Çünkü Türk diline, Türk kültürüne, Türk inancına her dakika ölümü göze alarak hem de ömür boyu hizmet edebilmek için Türk olmak, Türklüğe aşık olmak gerekir. Bu aşkın ne demek olduğunu bilmeyenler, böyle uydurmalarla belki birkaç avanağı ikna edebilir ama Türk Milleti bu saldırının hakkından da gelmesini bilir!

 



 

İlgili bağlantılar:




Sayfa: 1 ... 15 16 17 ... 99