205
Bu özellik size üyenin attığı tüm iletileri gösterme olanağı sağlayacaktır . Not sadece size izin verilen bölümlerdeki iletilerini görebilirsiniz
206
Atatürk ve Diğer Türk Önderlerimiz / Ergenekon'a Toz Kondurmayan Yalçın Küçük'ün Gözünden ATATÜRK
« : 25 Şubat 2011, 17:42:02 »
Küçük'ten Atatürk'e büyük hakaret

Samanyolu Haber ulusalcı ve yasadışı Ergenekon örgütünün gönüllü savunucusu Yalçın Küçük'ün, kitaplarında Atatürk'e ağır hakaretler ettiğini ortaya çıkardı.
Samanyolu Haber dün kanal kanal dolaşarak "ulusalcılık" naraları atan Yalçın Küçük'ün "kardeşim" dediği, terörist başı ile irtibatını gözler önüne sermişti.

Ve şimdi sıra Küçük'ün Atatürkçülük maskesini düşürmeye geldi. Bugün dilinden Atatürk'ü düşürmeyen küçük, dün ulu öndere edilmedik hakaret bırakmamış.

İŞTE YALÇIN KÜÇÜK'ÜN GERÇEK YÜZÜ
Dün Samanyolu Haber'de Bölücübaşı ile can ciğer fotoğrafaları yayınlanan Yalçın Küçük bugünlerde Ergenkon soruşturmasını sulandırmaya çalışanların en favori isimlerinin başında geliyor. Kanal kanal dolaşan bu tuhaf görünümlü kişi suç örgütünün soruşturulmasını isteyenlere kontrolsüz bir biçimde saldırıyor. Ve bunu yaparken de sözde Atatürkçülük maskesini kullanıyor. Kendisini sözde en büyük Atatürkçü gibi lanse ediyor.

Peki Küçük Ergenekon'un avukatı sıfatını üstlenen Küçük gerçekten Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu Ulu Önder Atatürk'ü gerçekten seven, ona saygı duyan bir kişi mi?
Kitaplarında teröristbaşından "kardeşim, arkadaşım" diye bahseden bu kişi ekranlarda sık sık salladığı kitaplarından biri olan "Emperyalist Türkiye" adlı kitabında bakın Atatürk hakkında ne denli çirkin ifadeler kullanıyor.
Hitapları, kanlı örgütü yücelten açıklamaları, Samanyolu Ana Haber bülteninde yayınlanmış ve büyük ilgi görmüştü. Fotoğraflarda Yalçın Küçük'ün teröristbaşının can ciğer arkadaşı olduğu, terör yuvasında teröristlere verdiği dersler verdiği açıkça görülüyordu.

Samanyolu Haber ulusalcı ve yasadışı Ergenekon örgütünün gönüllü savunucusu Yalçın Küçük'ün, kitaplarında Atatürk'e ağır hakaretler ettiğini ortaya çıkardı.
Eğer bir kimse Mustafa Kemal'i "sevecen" gösterirse bir başkasının filmini yapmış olur. Mustafa Kemal, çok vesveseli, hep kıstırılmışlık kompleksi içinde yaşayan, sevgisiz bir insandır. Annesini sevmez;...

Annesinin cenazesine gitmiyor.
Sevgisiz ve acımasızdır. Maliye Nazır'ı Mehmet Cavit'i astırdığı akşam bir balo düzenlemeye dikkat ediyor.
Bugün kendisini en değme Atatürkçü olarak lanse etmeye çalışan Yalçın Küçük kitabında Atatürk'ü 15. asırda Rusya'da halkına 20 yıl boyunca kan kusturan ve hatta oğlunu bile öldürtecek kadar cani olan Korkunç İvan lakaplı Rus Çarı'na benzetme gafletinde bulunuyor.
Sevgiyi bilmeyen, acımayı bilmeyen, kimseye güvenmeyen, herkesi kendine karşı komplo hazırlayıcısı olarak gören, bir aydınlanmamacı despot olan Mustafa Kemal'i hiç bir romancı ya da yönetmenin sevimli yapabileceğine ihtimal vermiyorum. En gerçekçi film, müthiş İvan'ın başarısız bir kopyası olabilir.
Şimdilerin ulusalcısı ve illegal Ergenekon yapılanmasının gönüllü avukatı Yalçın Küçük Atatürk'e hakarette sınır tanımıyor. Küçük kitabında, Atatürk'ün İngiliz yanlısı olduğunu iddia ediyor.
"Kemal, çok küçük istisnadan birisidir ve ordu içinde İngiliz politikasını temsil ediyor.

"Londra bu dönemde, bu bölgede, en büyük tehlike olarak birbiriyle iç içe saydığı Bolşeviklikle ittihatçılığı görüyor. Kemal Paşa bunlara karşı misyonla ve gayet açık olarak Büyük Britanya işgal kuvvetlerinden vize alarak gidiyor.
Örnek olsun, İngilizler'in kendilerine karşı direnen Altıncı Ordu Kumandanı Ali İhsan Sabis'i görevden alarak yerine Mustafa Kemal'i atamak istedikleri belgelerle kesindir. Pek çok seçkin insanın mandacı oldukları kesindir. "
Cumhuriyetimizin Kurucusuna önce İngiliz yanlısı diyen Yalçın Küçük sonra da Amerikan mandasını istemekle suçluyor.
"Resmi tarihin yazdıklarının aksine Sivas kongresinin oybirliği ile; Mustafa Kemal'in de oyuyla, amerikan mandasını isteme kararı aldığı da kesindir. Demek oluyor, bir başka ülkenin politikasını kurtarıcı saymak o dönemde pek yaygın görünüyor.
Sivas Kongresi, oy birliği ile, Mustafa Kemal dahil, İsmet İnönü hariç, çünkü İsmet Paşa işi sağlam görünceye kadar taraflara gelmedi, Amerikan mandası'nı talep etme kararı aldı. Sivas Kongresi mandacıdır. Peki mandacılık nedir? Fransızca vekalet demektir; Sivas'ta Mustafa Kemal dahil kurtuluşun vekaletini Amerika'ya verme kararı alıyorlar. kutlu olsun! "
Teröristbaşının can ciğer arkadaşı, sözde ulusalcı ve illegal Ergenekon örgütünün manevi avukatı Yalçın Küçük kitleleri kandırmaya çalışa dursun arşivler bütün gerçekleri en net bir biçimde ortaya koyuyor.
Mustafa Kemal, Çankaya arşivlerini kapatmıştır. Çankaya arşivleri açıldığı zaman, kişilik olarak, bambaşka ve benim özellikle "Türkiye üzerine tezler" dizisinin beşinci kitabındakine benzer bir Mustafa Kemal'in ortaya çıkacağına inanıyorum: kendine güveni olmayan, kıstırılmışlık kompleksi içinde, kuvvetlinin önünde başını eğen, hep bir koalisyondan diğerine kayan, gücünden emin olduğu zaman eski ortaklarına son derece acımasız bir Mustafa Kemal çıkacaktır. Bundan kuşku duymuyorum.
Yalçın Küçük iki kitabında da Atatürk'e ağız dolusu hakaretler ederken teröristbaşı Abdullah Öcalan'ı yere göğe sığdıramıyor. Hatta Atatürk'e hakaret ederken teröristbaşını kendi görüşlerine referans gösteriyor.
"Biz", "Kemalist Cumhuriyet bitmiştir" diyoruz. Bu Bizans çocuklarına, bu düşünce dünyasının kabızlarına, bu fikir işportacılarına bir son hatırlatmam var: Apo kardeşimin, (Abdullah Öcalan'ın) "Türkiye devrimi üzerine" çalışmasının içinde yer alan bir bölüm, "Cumhuriyetten ikinci cumhuriyete" başlığını taşıyor. Mart 1992 tarihlidir ve yeter mi?
İşte belgeler, işte fotoğraflar, işte arşivler. Ve işte Apo yandaşı Atatürk düşmanını maskeli bir yüzün maskesini düşüren gerçekler.
SAMANYOLUHABER

Samanyolu Haber ulusalcı ve yasadışı Ergenekon örgütünün gönüllü savunucusu Yalçın Küçük'ün, kitaplarında Atatürk'e ağır hakaretler ettiğini ortaya çıkardı.
Samanyolu Haber dün kanal kanal dolaşarak "ulusalcılık" naraları atan Yalçın Küçük'ün "kardeşim" dediği, terörist başı ile irtibatını gözler önüne sermişti.

Ve şimdi sıra Küçük'ün Atatürkçülük maskesini düşürmeye geldi. Bugün dilinden Atatürk'ü düşürmeyen küçük, dün ulu öndere edilmedik hakaret bırakmamış.

İŞTE YALÇIN KÜÇÜK'ÜN GERÇEK YÜZÜ
Dün Samanyolu Haber'de Bölücübaşı ile can ciğer fotoğrafaları yayınlanan Yalçın Küçük bugünlerde Ergenkon soruşturmasını sulandırmaya çalışanların en favori isimlerinin başında geliyor. Kanal kanal dolaşan bu tuhaf görünümlü kişi suç örgütünün soruşturulmasını isteyenlere kontrolsüz bir biçimde saldırıyor. Ve bunu yaparken de sözde Atatürkçülük maskesini kullanıyor. Kendisini sözde en büyük Atatürkçü gibi lanse ediyor.

Peki Küçük Ergenekon'un avukatı sıfatını üstlenen Küçük gerçekten Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu Ulu Önder Atatürk'ü gerçekten seven, ona saygı duyan bir kişi mi?
Kitaplarında teröristbaşından "kardeşim, arkadaşım" diye bahseden bu kişi ekranlarda sık sık salladığı kitaplarından biri olan "Emperyalist Türkiye" adlı kitabında bakın Atatürk hakkında ne denli çirkin ifadeler kullanıyor.
Hitapları, kanlı örgütü yücelten açıklamaları, Samanyolu Ana Haber bülteninde yayınlanmış ve büyük ilgi görmüştü. Fotoğraflarda Yalçın Küçük'ün teröristbaşının can ciğer arkadaşı olduğu, terör yuvasında teröristlere verdiği dersler verdiği açıkça görülüyordu.

Samanyolu Haber ulusalcı ve yasadışı Ergenekon örgütünün gönüllü savunucusu Yalçın Küçük'ün, kitaplarında Atatürk'e ağır hakaretler ettiğini ortaya çıkardı.
Eğer bir kimse Mustafa Kemal'i "sevecen" gösterirse bir başkasının filmini yapmış olur. Mustafa Kemal, çok vesveseli, hep kıstırılmışlık kompleksi içinde yaşayan, sevgisiz bir insandır. Annesini sevmez;...

Annesinin cenazesine gitmiyor.
Sevgisiz ve acımasızdır. Maliye Nazır'ı Mehmet Cavit'i astırdığı akşam bir balo düzenlemeye dikkat ediyor.
Bugün kendisini en değme Atatürkçü olarak lanse etmeye çalışan Yalçın Küçük kitabında Atatürk'ü 15. asırda Rusya'da halkına 20 yıl boyunca kan kusturan ve hatta oğlunu bile öldürtecek kadar cani olan Korkunç İvan lakaplı Rus Çarı'na benzetme gafletinde bulunuyor.
Sevgiyi bilmeyen, acımayı bilmeyen, kimseye güvenmeyen, herkesi kendine karşı komplo hazırlayıcısı olarak gören, bir aydınlanmamacı despot olan Mustafa Kemal'i hiç bir romancı ya da yönetmenin sevimli yapabileceğine ihtimal vermiyorum. En gerçekçi film, müthiş İvan'ın başarısız bir kopyası olabilir.
Şimdilerin ulusalcısı ve illegal Ergenekon yapılanmasının gönüllü avukatı Yalçın Küçük Atatürk'e hakarette sınır tanımıyor. Küçük kitabında, Atatürk'ün İngiliz yanlısı olduğunu iddia ediyor.
"Kemal, çok küçük istisnadan birisidir ve ordu içinde İngiliz politikasını temsil ediyor.

"Londra bu dönemde, bu bölgede, en büyük tehlike olarak birbiriyle iç içe saydığı Bolşeviklikle ittihatçılığı görüyor. Kemal Paşa bunlara karşı misyonla ve gayet açık olarak Büyük Britanya işgal kuvvetlerinden vize alarak gidiyor.
Örnek olsun, İngilizler'in kendilerine karşı direnen Altıncı Ordu Kumandanı Ali İhsan Sabis'i görevden alarak yerine Mustafa Kemal'i atamak istedikleri belgelerle kesindir. Pek çok seçkin insanın mandacı oldukları kesindir. "
Cumhuriyetimizin Kurucusuna önce İngiliz yanlısı diyen Yalçın Küçük sonra da Amerikan mandasını istemekle suçluyor.
"Resmi tarihin yazdıklarının aksine Sivas kongresinin oybirliği ile; Mustafa Kemal'in de oyuyla, amerikan mandasını isteme kararı aldığı da kesindir. Demek oluyor, bir başka ülkenin politikasını kurtarıcı saymak o dönemde pek yaygın görünüyor.
Sivas Kongresi, oy birliği ile, Mustafa Kemal dahil, İsmet İnönü hariç, çünkü İsmet Paşa işi sağlam görünceye kadar taraflara gelmedi, Amerikan mandası'nı talep etme kararı aldı. Sivas Kongresi mandacıdır. Peki mandacılık nedir? Fransızca vekalet demektir; Sivas'ta Mustafa Kemal dahil kurtuluşun vekaletini Amerika'ya verme kararı alıyorlar. kutlu olsun! "
Teröristbaşının can ciğer arkadaşı, sözde ulusalcı ve illegal Ergenekon örgütünün manevi avukatı Yalçın Küçük kitleleri kandırmaya çalışa dursun arşivler bütün gerçekleri en net bir biçimde ortaya koyuyor.
Mustafa Kemal, Çankaya arşivlerini kapatmıştır. Çankaya arşivleri açıldığı zaman, kişilik olarak, bambaşka ve benim özellikle "Türkiye üzerine tezler" dizisinin beşinci kitabındakine benzer bir Mustafa Kemal'in ortaya çıkacağına inanıyorum: kendine güveni olmayan, kıstırılmışlık kompleksi içinde, kuvvetlinin önünde başını eğen, hep bir koalisyondan diğerine kayan, gücünden emin olduğu zaman eski ortaklarına son derece acımasız bir Mustafa Kemal çıkacaktır. Bundan kuşku duymuyorum.
Yalçın Küçük iki kitabında da Atatürk'e ağız dolusu hakaretler ederken teröristbaşı Abdullah Öcalan'ı yere göğe sığdıramıyor. Hatta Atatürk'e hakaret ederken teröristbaşını kendi görüşlerine referans gösteriyor.
"Biz", "Kemalist Cumhuriyet bitmiştir" diyoruz. Bu Bizans çocuklarına, bu düşünce dünyasının kabızlarına, bu fikir işportacılarına bir son hatırlatmam var: Apo kardeşimin, (Abdullah Öcalan'ın) "Türkiye devrimi üzerine" çalışmasının içinde yer alan bir bölüm, "Cumhuriyetten ikinci cumhuriyete" başlığını taşıyor. Mart 1992 tarihlidir ve yeter mi?
İşte belgeler, işte fotoğraflar, işte arşivler. Ve işte Apo yandaşı Atatürk düşmanını maskeli bir yüzün maskesini düşüren gerçekler.
SAMANYOLUHABER
207
Atatürk ve Diğer Türk Önderlerimiz / Atatürk Heykellerini Mahkemeye Taşıyor.
« : 25 Şubat 2011, 17:41:59 »
Heykel sanatının duayenlerinden Mehmet Aksoy, olur olmaz yere dikilen, sanat değeri taşımayan Atatürk heykellerinin kaldırılması için mahkemeye gidiyor.
Büyük Menderes Deltası çevresinde 3 bin yıllık ortak geçmişi olan Didyma, Milet, Priene, Magnesia, Myus ve Heraklia gibi antik kentlerin, Doğanbey, Akköy, Yoran gibi kültürel zenginliklerin, Bafa Gölü Milli Parkı ve Diler Yarımadası gibi doğal güzelliklerin toplandığı uygarlıklar deltasında tarih ve sanat buluştu. Didim Belediyesi’nin ev sahipliği yaptığı “1. Meandros Festivali” kapsamında düzenlenen heykel sempozyumunun konukları arasında yer alan, heykel sanatının duayenlerinden Mehmet Aksoy, burada Atatürk heykelleri üzerine de ilginç açıklamalar yaptı.
Mehmet Aksoy, ülkemizde heykel geleneğinin tam yerleşemediğinden yakındı.
“HEYKEL KÜLTÜRÜMÜZ YOK”
Heykel fikrinin aşılanmaya başlandığını, artık insanların bir form dünyasına girdiğini belirten Aksoy, “En azından ‘bu nedir’ diye bile sorsalar, bence bu heykel dünyasına giriştir, meraktır. İnsanlar ‘Bu ne, ben anlamıyorum’ diye başlıyor. Çünkü böyle bir kültür alınmamış, heykel kültürümüz çok bakir, neredeyse yok. Bu kültür Atatürk’le eşdeğer. Onun için bu tür sempozyumların, form dünyasına girişte çok önemli olduğunu düşunüyorum” dedi.
”HEYKEL DİYEMEYECEĞİM”
İnsanların her yerde heykel diye Atatürk’ü gördüğünü söyleyen Aksoy, bunun Türk heykeline zarar verdiğini, çünkü gördüklerinin heykel olmadığını belirtti: “Bence Atatürk heykelleriyle Atatürk fikri çok zedeleniyor. Çünkü insanlar buna heykel diye bakıyorlar ve tabii ki heykel değil bunlar. Sanatsal hiçbir değer taşımıyorlar. Sanatsal bir endişeyle yapılmamışlar çoğu tüccar kafasıyla, para kazanmak, bir yerlere bir şey dikmiş olmak için yapılmış. Bunu diktirenler de zaten sanatsal bir şey beklemiyorlar. Üç boyutlu olan her şey sanki heykelmiş gibi... O bir tasvir, yasaksavar gibi bir şey... Bu yüzden hem Türk heykeli büyük zarar görüyor, hem de Atatürk ... Sanatsal değer taşımayan bu heykeller, Atatürk’ün imajını zedeliyor: Proporsiyonu bozuk, hiçbir plastik etkisi yok, hiçbir mekânı yok ama olur olmaz yerlerde var...”
”ATATÜRK KAŞA GÖZE İNDİRGENMEMELİ”
“Burada amaç sanatın kalitesini yükseltmek. Atatürk heykelinin de bir sanatsal değeri olmalı. Atatürk yorumlanmalı. Bence Atatürk kaşa göze indirgenmemeli” diyen Aksoy, birçok kişinin de kendi gibi düşündüğünü söyledi: “Basbayağı kötü heykeller. Espri konusu olmuş artık gördünüz mu bacakları şöyle, eli böyle, kafasının proporsiyonu bozuk... Komedi unsuru olan şeyler duruyor orada. Ve biz bunlara bakıyoruz ve Atatürk’ü seviyoruz. Bu çok kötü bir şey. Atatürk’e en büyük düşmanlığın yapıldığı 12 Eylül döneminde en çok sayıda Atatürk heykelinin dikildiğini hatırlatmak isterim. Bu da ilginç bir şey. Bununla bence Atatürk fikri, imajı, büyüklüğü küçültülüyor. Gerçekten böyle saygı duyulan bir şeye, saygıdeğer birşeyler yapmak gerek. Sanatsal değer taşıyan bir şey yapmak gerek.”
BU HEYKELLERİ KALDIRTMA DAVASI
Bu durumun senelerdir kendisine dokunduğunu ifade eden Aksoy, mahkemeye gidip, ‘Atatürk’e, Cumhuriyet’e saygısızlıktır’ iddasıyla bunları kaldırtmak için dava açacağını söyledi: “Bu imajın iyileşmesini, güzelleşmesini ve Atatürk’e layık sanatsal değer taşıyan heykellerin Türkiye’ye dikilmesini istiyorum. Bunun için de mahkemeye gitmeyi düşünüyorum. Buna belki birtakım sanatçı arkadaşlarımız da imza verir. Burada amaç hem sanatın kalitesini yükseltmek, hem Atatürk’ü böyle yerlerde sürünür halden kurtarmak.”
Büyük Menderes Deltası çevresinde 3 bin yıllık ortak geçmişi olan Didyma, Milet, Priene, Magnesia, Myus ve Heraklia gibi antik kentlerin, Doğanbey, Akköy, Yoran gibi kültürel zenginliklerin, Bafa Gölü Milli Parkı ve Diler Yarımadası gibi doğal güzelliklerin toplandığı uygarlıklar deltasında tarih ve sanat buluştu. Didim Belediyesi’nin ev sahipliği yaptığı “1. Meandros Festivali” kapsamında düzenlenen heykel sempozyumunun konukları arasında yer alan, heykel sanatının duayenlerinden Mehmet Aksoy, burada Atatürk heykelleri üzerine de ilginç açıklamalar yaptı.
Mehmet Aksoy, ülkemizde heykel geleneğinin tam yerleşemediğinden yakındı.
“HEYKEL KÜLTÜRÜMÜZ YOK”
Heykel fikrinin aşılanmaya başlandığını, artık insanların bir form dünyasına girdiğini belirten Aksoy, “En azından ‘bu nedir’ diye bile sorsalar, bence bu heykel dünyasına giriştir, meraktır. İnsanlar ‘Bu ne, ben anlamıyorum’ diye başlıyor. Çünkü böyle bir kültür alınmamış, heykel kültürümüz çok bakir, neredeyse yok. Bu kültür Atatürk’le eşdeğer. Onun için bu tür sempozyumların, form dünyasına girişte çok önemli olduğunu düşunüyorum” dedi.
”HEYKEL DİYEMEYECEĞİM”
İnsanların her yerde heykel diye Atatürk’ü gördüğünü söyleyen Aksoy, bunun Türk heykeline zarar verdiğini, çünkü gördüklerinin heykel olmadığını belirtti: “Bence Atatürk heykelleriyle Atatürk fikri çok zedeleniyor. Çünkü insanlar buna heykel diye bakıyorlar ve tabii ki heykel değil bunlar. Sanatsal hiçbir değer taşımıyorlar. Sanatsal bir endişeyle yapılmamışlar çoğu tüccar kafasıyla, para kazanmak, bir yerlere bir şey dikmiş olmak için yapılmış. Bunu diktirenler de zaten sanatsal bir şey beklemiyorlar. Üç boyutlu olan her şey sanki heykelmiş gibi... O bir tasvir, yasaksavar gibi bir şey... Bu yüzden hem Türk heykeli büyük zarar görüyor, hem de Atatürk ... Sanatsal değer taşımayan bu heykeller, Atatürk’ün imajını zedeliyor: Proporsiyonu bozuk, hiçbir plastik etkisi yok, hiçbir mekânı yok ama olur olmaz yerlerde var...”
”ATATÜRK KAŞA GÖZE İNDİRGENMEMELİ”
“Burada amaç sanatın kalitesini yükseltmek. Atatürk heykelinin de bir sanatsal değeri olmalı. Atatürk yorumlanmalı. Bence Atatürk kaşa göze indirgenmemeli” diyen Aksoy, birçok kişinin de kendi gibi düşündüğünü söyledi: “Basbayağı kötü heykeller. Espri konusu olmuş artık gördünüz mu bacakları şöyle, eli böyle, kafasının proporsiyonu bozuk... Komedi unsuru olan şeyler duruyor orada. Ve biz bunlara bakıyoruz ve Atatürk’ü seviyoruz. Bu çok kötü bir şey. Atatürk’e en büyük düşmanlığın yapıldığı 12 Eylül döneminde en çok sayıda Atatürk heykelinin dikildiğini hatırlatmak isterim. Bu da ilginç bir şey. Bununla bence Atatürk fikri, imajı, büyüklüğü küçültülüyor. Gerçekten böyle saygı duyulan bir şeye, saygıdeğer birşeyler yapmak gerek. Sanatsal değer taşıyan bir şey yapmak gerek.”
BU HEYKELLERİ KALDIRTMA DAVASI
Bu durumun senelerdir kendisine dokunduğunu ifade eden Aksoy, mahkemeye gidip, ‘Atatürk’e, Cumhuriyet’e saygısızlıktır’ iddasıyla bunları kaldırtmak için dava açacağını söyledi: “Bu imajın iyileşmesini, güzelleşmesini ve Atatürk’e layık sanatsal değer taşıyan heykellerin Türkiye’ye dikilmesini istiyorum. Bunun için de mahkemeye gitmeyi düşünüyorum. Buna belki birtakım sanatçı arkadaşlarımız da imza verir. Burada amaç hem sanatın kalitesini yükseltmek, hem Atatürk’ü böyle yerlerde sürünür halden kurtarmak.”
208
Atatürk ve Diğer Türk Önderlerimiz / Atatürk heykelleri kaldırılsın
« : 25 Şubat 2011, 17:41:56 »
Atatürk heykelleri kaldırılsın
Heykel sanatının duayenlerinden Mehmet Aksoy, sanat değeri taşımayan Atatürk heykellerinin kaldırılması için mahkemeye gidiyor.
Büyük Menderes Deltası çevresinde 3 bin yıllık ortak geçmişi olan Didyma, Milet, Priene, Magnesia, Myus ve Heraklia gibi antik kentlerin, Doğanbey, Akköy, Yoran gibi kültürel zenginliklerin, Bafa Gölü Milli Parkı ve Diler Yarımadası gibi doğal güzelliklerin toplandığı uygarlıklar deltasında tarih ve sanat buluştu. Didim Belediyesi’nin ev sahipliği yaptığı “1. Meandros Festivali” kapsamında düzenlenen heykel sempozyumunun konukları arasında yer alan, heykel sanatının duayenlerinden Mehmet Aksoy, burada Atatürk heykelleri üzerine de ilginç açıklamalar yaptı.
Haberin devamı
Mehmet Aksoy, ülkemizde heykel geleneğinin tam yerleşemediğinden yakındı.
“HEYKEL KÜLTÜRÜMÜZ YOK”
Heykel fikrinin aşılanmaya başlandığını, artık insanların bir form dünyasına girdiğini belirten Aksoy, “En azından ‘bu nedir’ diye bile sorsalar, bence bu heykel dünyasına giriştir, meraktır. İnsanlar ‘Bu ne, ben anlamıyorum’ diye başlıyor. Çünkü böyle bir kültür alınmamış, heykel kültürümüz çok bakir, neredeyse yok. Bu kültür Atatürk’le eşdeğer. Onun için bu tür sempozyumların, form dünyasına girişte çok önemli olduğunu düşunüyorum” dedi.
”HEYKEL DİYEMEYECEĞİM”
İnsanların her yerde heykel diye Atatürk’ü gördüğünü söyleyen Aksoy, bunun Türk heykeline zarar verdiğini, çünkü gördüklerinin heykel olmadığını belirtti: “Bence Atatürk heykelleriyle Atatürk fikri çok zedeleniyor. Çünkü insanlar buna heykel diye bakıyorlar ve tabii ki heykel değil bunlar. Sanatsal hiçbir değer taşımıyorlar. Sanatsal bir endişeyle yapılmamışlar çoğu tüccar kafasıyla, para kazanmak, bir yerlere bir şey dikmiş olmak için yapılmış. Bunu diktirenler de zaten sanatsal bir şey beklemiyorlar. Üç boyutlu olan her şey sanki heykelmiş gibi... O bir tasvir, yasaksavar gibi bir şey... Bu yüzden hem Türk heykeli büyük zarar görüyor, hem de Atatürk ... Sanatsal değer taşımayan bu heykeller, Atatürk’ün imajını zedeliyor: Proporsiyonu bozuk, hiçbir plastik etkisi yok, hiçbir mekânı yok ama olur olmaz yerlerde var...”
”ATATÜRK KAŞA GÖZE İNDİRGENMEMELİ”
“Burada amaç sanatın kalitesini yükseltmek. Atatürk heykelinin de bir sanatsal değeri olmalı. Atatürk yorumlanmalı. Bence Atatürk kaşa göze indirgenmemeli” diyen Aksoy, birçok kişinin de kendi gibi düşündüğünü söyledi: “Basbayağı kötü heykeller. Espri konusu olmuş artık gördünüz mu bacakları şöyle, eli böyle, kafasının proporsiyonu bozuk... Komedi unsuru olan şeyler duruyor orada. Ve biz bunlara bakıyoruz ve Atatürk’ü seviyoruz. Bu çok kötü bir şey. Atatürk’e en büyük düşmanlığın yapıldığı 12 Eylül döneminde en çok sayıda Atatürk heykelinin dikildiğini hatırlatmak isterim. Bu da ilginç bir şey. Bununla bence Atatürk fikri, imajı, büyüklüğü küçültülüyor. Gerçekten böyle saygı duyulan bir şeye, saygıdeğer birşeyler yapmak gerek. Sanatsal değer taşıyan bir şey yapmak gerek.”
BU HEYKELLERİ KALDIRTMA DAVASI
Bu durumun senelerdir kendisine dokunduğunu ifade eden Aksoy, mahkemeye gidip, ‘Atatürk’e, Cumhuriyet’e saygısızlıktır’ iddasıyla bunları kaldırtmak için dava açacağını söyledi: “Bu imajın iyileşmesini, güzelleşmesini ve Atatürk’e layık sanatsal değer taşıyan heykellerin Türkiye’ye dikilmesini istiyorum. Bunun için de mahkemeye gitmeyi düşünüyorum. Buna belki birtakım sanatçı arkadaşlarımız da imza verir. Burada amaç hem sanatın kalitesini yükseltmek, hem Atatürk’ü böyle yerlerde sürünür halden kurtarmak.”
Öztürkler
Heykel sanatının duayenlerinden Mehmet Aksoy, sanat değeri taşımayan Atatürk heykellerinin kaldırılması için mahkemeye gidiyor.
Büyük Menderes Deltası çevresinde 3 bin yıllık ortak geçmişi olan Didyma, Milet, Priene, Magnesia, Myus ve Heraklia gibi antik kentlerin, Doğanbey, Akköy, Yoran gibi kültürel zenginliklerin, Bafa Gölü Milli Parkı ve Diler Yarımadası gibi doğal güzelliklerin toplandığı uygarlıklar deltasında tarih ve sanat buluştu. Didim Belediyesi’nin ev sahipliği yaptığı “1. Meandros Festivali” kapsamında düzenlenen heykel sempozyumunun konukları arasında yer alan, heykel sanatının duayenlerinden Mehmet Aksoy, burada Atatürk heykelleri üzerine de ilginç açıklamalar yaptı.
Haberin devamı
Mehmet Aksoy, ülkemizde heykel geleneğinin tam yerleşemediğinden yakındı.
“HEYKEL KÜLTÜRÜMÜZ YOK”
Heykel fikrinin aşılanmaya başlandığını, artık insanların bir form dünyasına girdiğini belirten Aksoy, “En azından ‘bu nedir’ diye bile sorsalar, bence bu heykel dünyasına giriştir, meraktır. İnsanlar ‘Bu ne, ben anlamıyorum’ diye başlıyor. Çünkü böyle bir kültür alınmamış, heykel kültürümüz çok bakir, neredeyse yok. Bu kültür Atatürk’le eşdeğer. Onun için bu tür sempozyumların, form dünyasına girişte çok önemli olduğunu düşunüyorum” dedi.
”HEYKEL DİYEMEYECEĞİM”
İnsanların her yerde heykel diye Atatürk’ü gördüğünü söyleyen Aksoy, bunun Türk heykeline zarar verdiğini, çünkü gördüklerinin heykel olmadığını belirtti: “Bence Atatürk heykelleriyle Atatürk fikri çok zedeleniyor. Çünkü insanlar buna heykel diye bakıyorlar ve tabii ki heykel değil bunlar. Sanatsal hiçbir değer taşımıyorlar. Sanatsal bir endişeyle yapılmamışlar çoğu tüccar kafasıyla, para kazanmak, bir yerlere bir şey dikmiş olmak için yapılmış. Bunu diktirenler de zaten sanatsal bir şey beklemiyorlar. Üç boyutlu olan her şey sanki heykelmiş gibi... O bir tasvir, yasaksavar gibi bir şey... Bu yüzden hem Türk heykeli büyük zarar görüyor, hem de Atatürk ... Sanatsal değer taşımayan bu heykeller, Atatürk’ün imajını zedeliyor: Proporsiyonu bozuk, hiçbir plastik etkisi yok, hiçbir mekânı yok ama olur olmaz yerlerde var...”
”ATATÜRK KAŞA GÖZE İNDİRGENMEMELİ”
“Burada amaç sanatın kalitesini yükseltmek. Atatürk heykelinin de bir sanatsal değeri olmalı. Atatürk yorumlanmalı. Bence Atatürk kaşa göze indirgenmemeli” diyen Aksoy, birçok kişinin de kendi gibi düşündüğünü söyledi: “Basbayağı kötü heykeller. Espri konusu olmuş artık gördünüz mu bacakları şöyle, eli böyle, kafasının proporsiyonu bozuk... Komedi unsuru olan şeyler duruyor orada. Ve biz bunlara bakıyoruz ve Atatürk’ü seviyoruz. Bu çok kötü bir şey. Atatürk’e en büyük düşmanlığın yapıldığı 12 Eylül döneminde en çok sayıda Atatürk heykelinin dikildiğini hatırlatmak isterim. Bu da ilginç bir şey. Bununla bence Atatürk fikri, imajı, büyüklüğü küçültülüyor. Gerçekten böyle saygı duyulan bir şeye, saygıdeğer birşeyler yapmak gerek. Sanatsal değer taşıyan bir şey yapmak gerek.”
BU HEYKELLERİ KALDIRTMA DAVASI
Bu durumun senelerdir kendisine dokunduğunu ifade eden Aksoy, mahkemeye gidip, ‘Atatürk’e, Cumhuriyet’e saygısızlıktır’ iddasıyla bunları kaldırtmak için dava açacağını söyledi: “Bu imajın iyileşmesini, güzelleşmesini ve Atatürk’e layık sanatsal değer taşıyan heykellerin Türkiye’ye dikilmesini istiyorum. Bunun için de mahkemeye gitmeyi düşünüyorum. Buna belki birtakım sanatçı arkadaşlarımız da imza verir. Burada amaç hem sanatın kalitesini yükseltmek, hem Atatürk’ü böyle yerlerde sürünür halden kurtarmak.”
Öztürkler
209
Atatürk ve Diğer Türk Önderlerimiz / Atatürk'ün Ölümünden Sonra Nüfus Kağıdından MUSTAFA ismini Kimler niçin sildi ?
« : 25 Şubat 2011, 17:41:47 »
Atatürk’ün nüfus cüzdanındaki Mustafa neden silindi?
Atatürk’ün ölümünden sonra iki farklı nüfus cüzdanı hazırlandı. Nüfus cüzdanına doğum tarihi 1880 yılı olmasına rağmen 1881 yazıldı. Atatürk’ün nüfus cüzdanından Mustafa ismini sildiler. Sadece İslam Peygamberi Hz. Muhammed’in ismini çağrıştırdığı için!

1934 yılı geldiğinde modern Türkiye’nin sürdürdüğü yenilik hareketleri çerçevesinde her yurttaşın kimlik ve kişiliğini resmi belge ile belirleyecek olan ”Soy ismi” kanunu hazırlama çalışmaları başlatıldı. Geçmişte kullanılan sülale şöhretleri bırakılarak Türkçeye uygun soy isimler alınacaktı. Hemen herkes soy ismi kanunu çerçevesinde kendisi için uygun olan bir soy ismi araştırmaya başladı. O günlerde Reisicumhur MUSTAFA Kemal’ de kendisi için soy ismi olarak “Öz” kelimesini benimsemiş ve yakın çevresine de bildirmişti. “Öz”, asıl esas anlamlarına geliyordu. Bir insan olarak geçmişe köklere bağlılığı da ifade ediyordu “Öz”…
Ancak onun yakın çevresi ve TBMM’deki arkadaşları kanun teklifi hazırlayarak “ATATÜRK” soy ismini uygun gördü. 24 kasım 1934 tarihinde kabul edilen soy ismi kanunu sonraki günlerde resmi gazetede yayınlanarak yürürlüğe girdi.
Atatürk, 10 Kasım 1938 tarihinde son nefesini verdiğinde onun hakkında Türk ve dünya basınında ayrıntılı yazılar çıktı. Yerel ve ulusal gazeteler ve dergilerde onun kısa özgeçmişi hakkındaki verilen bilgilerde 1880 yılında doğduğu ve 1938’de öldüğü bilgileri yer aldı. Ülke çapında yayınlanan YAVRUTÜRK dergisinin kapağında da aynı bilgilere yer verildi.
Atatürk’ün ölümünden kısa süre sonra onun kimliğini belirleyecek nüfus cüzdanının örneği kamuoyuna yansıdı. “993.815.5” seri numarası ile ilk sayfasının görüntüsü verilen nüfus cüzdanındaki bilgilere göre: Adı: Kamal, Soyadı-Atatürk, Babasının adı- Ölmüş. Alirıza , Anasının adı-Zübeyde, Doğum yeri Selanik, doğum tarihi-1881 yazıyordu.
Atatürk nüfus cüzdanına dikkatle bakanlar resmi bilgilerin birbirini tutmadığı ikinci bir nüfus cüzdanının varlığını hemen öğrenebilirler. İkinci nüfus cüzdanında adı bölümünün karşısına “Kemal” yazısı el yazısı ile yerleştirilmiş… Nüfus cüzdanlarını yan yana getirdiğinizde her ikisi arasındaki farklılıklar/ çelişkiler hemen dikkat çekiyor. Birinci cüzdandaki fotoğrafı soluk sarı ve siyah renklerin hakim olduğu 1930 yılında Cumhurbaşkanı seçildiğinde çektirdiği fotoğraftan bir kopya alınmak suretiyle gerçekleştirilmiş. Ancak fotoğrafın üzerinde mühür yok. İçişleri Bakanlığı’na bağlı olan nüfus idaresinin cumhurbaşkanı Atatürk için hazırlattığı nüfus cüzdanında mühür olmaması onun resmi geçerliliğinin de şüpheyle karşılanmasını gerektirir. Nüfus cüzdanında yer alan adı bölümünün karşısındaki “Kamal” ismi resmi çevrelerin verdiği bilgilere göre “Yüksek/sağlam kale” anlamına gelmiş olsa da aslında “Kam-al” sözlerinin birleşmesidir, ki “Kam/ intikam- al” anlamına gelir. Koskoca Atatürk, kimlik cüzdanında belirtildiği gibi “kimden intikam alacak?”
Diğer nüfus cüzdanında ise siyah-beyaz portre fotoğrafın üzerinde nüfus idaresinin onay mührü var. Adı bölümünün karşısında da “Kemal” yazıyor. Ama ikinci cüzdanın sayfasına dikkatlice bakıldığında seri numarası bölümlündeki silinti ve kazıntı dikkati çekiyor, bir şekilde cüzdan hazırlayıcısı ihmal dalgınlık veya aceleye getirilen telaş,panik ortamında nüfus cüzdanı üzerinde oynama yapmış… Silinti veya kazıntı böyle bir davranışın eseri idi. Her iki nüfus cüzdanı yan yana getirildiğinde “Kamal” yazılı olanın üzerinde Türk bayrağının simgesi ay ve yıldız şekli kırmızı renkli olarak görülüyor. Diğerinde ise ayyıldız şekli siyah olarak yer almış… Anlaşılan o ki ikincisini hazırlayanlar “Panik” ortamında bir nüfus cüzdanı defteri bularak film çekilmiş Atatürk’ün de kafa fotoğrafını içine yerleştirilmiş…
Peki, Atatürk’ün 10 Kasım 1938 tarihinde öldüğünde basın yayın organlarında yer alan “1880-1938” tarihlemesi ne anlama geliyordu. Devlet resmen Atatürk’ün doğum tarihini 1880 olarak açıklamıştı. Bu görüşleri doğrulayacak pul bile bastırılmıştı. Perde arkası aralandığında ise ulaşılan bilgilere göre Atatürk’ün ölümünden kısa süre sonra gizli bir el Atatürk için çok acele nüfus cüzdanı hazırlanması emrini vermişti. Her iki nüfus cüzdanında da “Mustafa” isme yer almamıştı. Halbuki, Mustafa ismi aile yadigarı idi. Babası ve annesinin yıllar önce Selanik’te kulağına ezan okunarak verilen isimdi Mustafa… Aynı zamanda İslam peygamberi Hz. Muhammed’in de ismi idi.
Yıllar önce Türkiye devleti, milli eğitime bağlı okullarda okutulmak üzere (1933 yılında) liseler ve ORTAOKULLAR İÇİN Tarih kitabı hazırlatmış, kurtuluş savaşına ve Mustafa Kemal’e de yer verilmişti. Liseler için hazırlanan Tarih-IV kitabının sayfaları arasında Mustafa Kemal hakkındaki özgeçmiş bilgileri şöyle yer almıştı:
“Son müstakil Türk devletinin yani Osmanlı İmparatorluğunun yıkılması gibi Türk tarihinin pek buhranlı bir devrinde Türk milletinin kudret ve hayatiyetini temsil eden Mustafa Kemal, 1880 senesinde doğmuştur”. Atatürk hakkındaki bu bilgiler, soy ismi kanunu çıkarıldıktan sonraki yıllarda bile okutulmuştu okullarda. Atatürk’ün Harp okulu ve 192O yılında TBMM Reisi olduğunda, 1923 yılında Cumhurbaşkanı seçildiğinde kendisi için hazırlanan nüfus hüviyet belgelerinde doğum tarihi Rumi- 1296 yılı yazılmıştı. Bahsi geçen 1296 yılının karşılığı 584 rakamı eklenerek miladiye çevriliyordu. Ki böyle bir işlem sonrası Atatürk’ün 1880 yılında doğduğu tarihi ve bilimsel gerçeklere de uygundu.
Atatürk’ün doğum tarihinin 1880 olduğunu gösteren resmi pullar

Atatürk’ün kimliğini ortaya koyan nüfus cüzdanlarını ölümünden sonra panik ortamında hazırlayan “gizli bir el” hata üzerine hatalar yaparak bir şeyi çok iyi düşünmüşlerdi: O’nun nüfus cüzdanındaki Mustafa ismini silmeyi!
(Cezmi Yurtsever)
Atatürk’ün ölümünden sonra iki farklı nüfus cüzdanı hazırlandı. Nüfus cüzdanına doğum tarihi 1880 yılı olmasına rağmen 1881 yazıldı. Atatürk’ün nüfus cüzdanından Mustafa ismini sildiler. Sadece İslam Peygamberi Hz. Muhammed’in ismini çağrıştırdığı için!

1934 yılı geldiğinde modern Türkiye’nin sürdürdüğü yenilik hareketleri çerçevesinde her yurttaşın kimlik ve kişiliğini resmi belge ile belirleyecek olan ”Soy ismi” kanunu hazırlama çalışmaları başlatıldı. Geçmişte kullanılan sülale şöhretleri bırakılarak Türkçeye uygun soy isimler alınacaktı. Hemen herkes soy ismi kanunu çerçevesinde kendisi için uygun olan bir soy ismi araştırmaya başladı. O günlerde Reisicumhur MUSTAFA Kemal’ de kendisi için soy ismi olarak “Öz” kelimesini benimsemiş ve yakın çevresine de bildirmişti. “Öz”, asıl esas anlamlarına geliyordu. Bir insan olarak geçmişe köklere bağlılığı da ifade ediyordu “Öz”…
Ancak onun yakın çevresi ve TBMM’deki arkadaşları kanun teklifi hazırlayarak “ATATÜRK” soy ismini uygun gördü. 24 kasım 1934 tarihinde kabul edilen soy ismi kanunu sonraki günlerde resmi gazetede yayınlanarak yürürlüğe girdi.
Atatürk, 10 Kasım 1938 tarihinde son nefesini verdiğinde onun hakkında Türk ve dünya basınında ayrıntılı yazılar çıktı. Yerel ve ulusal gazeteler ve dergilerde onun kısa özgeçmişi hakkındaki verilen bilgilerde 1880 yılında doğduğu ve 1938’de öldüğü bilgileri yer aldı. Ülke çapında yayınlanan YAVRUTÜRK dergisinin kapağında da aynı bilgilere yer verildi.
Atatürk’ün ölümünden kısa süre sonra onun kimliğini belirleyecek nüfus cüzdanının örneği kamuoyuna yansıdı. “993.815.5” seri numarası ile ilk sayfasının görüntüsü verilen nüfus cüzdanındaki bilgilere göre: Adı: Kamal, Soyadı-Atatürk, Babasının adı- Ölmüş. Alirıza , Anasının adı-Zübeyde, Doğum yeri Selanik, doğum tarihi-1881 yazıyordu.
Atatürk nüfus cüzdanına dikkatle bakanlar resmi bilgilerin birbirini tutmadığı ikinci bir nüfus cüzdanının varlığını hemen öğrenebilirler. İkinci nüfus cüzdanında adı bölümünün karşısına “Kemal” yazısı el yazısı ile yerleştirilmiş… Nüfus cüzdanlarını yan yana getirdiğinizde her ikisi arasındaki farklılıklar/ çelişkiler hemen dikkat çekiyor. Birinci cüzdandaki fotoğrafı soluk sarı ve siyah renklerin hakim olduğu 1930 yılında Cumhurbaşkanı seçildiğinde çektirdiği fotoğraftan bir kopya alınmak suretiyle gerçekleştirilmiş. Ancak fotoğrafın üzerinde mühür yok. İçişleri Bakanlığı’na bağlı olan nüfus idaresinin cumhurbaşkanı Atatürk için hazırlattığı nüfus cüzdanında mühür olmaması onun resmi geçerliliğinin de şüpheyle karşılanmasını gerektirir. Nüfus cüzdanında yer alan adı bölümünün karşısındaki “Kamal” ismi resmi çevrelerin verdiği bilgilere göre “Yüksek/sağlam kale” anlamına gelmiş olsa da aslında “Kam-al” sözlerinin birleşmesidir, ki “Kam/ intikam- al” anlamına gelir. Koskoca Atatürk, kimlik cüzdanında belirtildiği gibi “kimden intikam alacak?”
Diğer nüfus cüzdanında ise siyah-beyaz portre fotoğrafın üzerinde nüfus idaresinin onay mührü var. Adı bölümünün karşısında da “Kemal” yazıyor. Ama ikinci cüzdanın sayfasına dikkatlice bakıldığında seri numarası bölümlündeki silinti ve kazıntı dikkati çekiyor, bir şekilde cüzdan hazırlayıcısı ihmal dalgınlık veya aceleye getirilen telaş,panik ortamında nüfus cüzdanı üzerinde oynama yapmış… Silinti veya kazıntı böyle bir davranışın eseri idi. Her iki nüfus cüzdanı yan yana getirildiğinde “Kamal” yazılı olanın üzerinde Türk bayrağının simgesi ay ve yıldız şekli kırmızı renkli olarak görülüyor. Diğerinde ise ayyıldız şekli siyah olarak yer almış… Anlaşılan o ki ikincisini hazırlayanlar “Panik” ortamında bir nüfus cüzdanı defteri bularak film çekilmiş Atatürk’ün de kafa fotoğrafını içine yerleştirilmiş…
Peki, Atatürk’ün 10 Kasım 1938 tarihinde öldüğünde basın yayın organlarında yer alan “1880-1938” tarihlemesi ne anlama geliyordu. Devlet resmen Atatürk’ün doğum tarihini 1880 olarak açıklamıştı. Bu görüşleri doğrulayacak pul bile bastırılmıştı. Perde arkası aralandığında ise ulaşılan bilgilere göre Atatürk’ün ölümünden kısa süre sonra gizli bir el Atatürk için çok acele nüfus cüzdanı hazırlanması emrini vermişti. Her iki nüfus cüzdanında da “Mustafa” isme yer almamıştı. Halbuki, Mustafa ismi aile yadigarı idi. Babası ve annesinin yıllar önce Selanik’te kulağına ezan okunarak verilen isimdi Mustafa… Aynı zamanda İslam peygamberi Hz. Muhammed’in de ismi idi.
Yıllar önce Türkiye devleti, milli eğitime bağlı okullarda okutulmak üzere (1933 yılında) liseler ve ORTAOKULLAR İÇİN Tarih kitabı hazırlatmış, kurtuluş savaşına ve Mustafa Kemal’e de yer verilmişti. Liseler için hazırlanan Tarih-IV kitabının sayfaları arasında Mustafa Kemal hakkındaki özgeçmiş bilgileri şöyle yer almıştı:
“Son müstakil Türk devletinin yani Osmanlı İmparatorluğunun yıkılması gibi Türk tarihinin pek buhranlı bir devrinde Türk milletinin kudret ve hayatiyetini temsil eden Mustafa Kemal, 1880 senesinde doğmuştur”. Atatürk hakkındaki bu bilgiler, soy ismi kanunu çıkarıldıktan sonraki yıllarda bile okutulmuştu okullarda. Atatürk’ün Harp okulu ve 192O yılında TBMM Reisi olduğunda, 1923 yılında Cumhurbaşkanı seçildiğinde kendisi için hazırlanan nüfus hüviyet belgelerinde doğum tarihi Rumi- 1296 yılı yazılmıştı. Bahsi geçen 1296 yılının karşılığı 584 rakamı eklenerek miladiye çevriliyordu. Ki böyle bir işlem sonrası Atatürk’ün 1880 yılında doğduğu tarihi ve bilimsel gerçeklere de uygundu.
Atatürk’ün doğum tarihinin 1880 olduğunu gösteren resmi pullar

Atatürk’ün kimliğini ortaya koyan nüfus cüzdanlarını ölümünden sonra panik ortamında hazırlayan “gizli bir el” hata üzerine hatalar yaparak bir şeyi çok iyi düşünmüşlerdi: O’nun nüfus cüzdanındaki Mustafa ismini silmeyi!
(Cezmi Yurtsever)
210
Atatürk ve Diğer Türk Önderlerimiz / Hiç Bilmediigimiz Atatürk
« : 25 Şubat 2011, 17:41:38 »
ilknur kalıpçının konferansından alıntıdır, uzun olduğuna bakmayın, bir solukta okuyacaksınız.
Hiç Bilmediğiniz Atatürk-1-
Hepimizin bildiği gibi Mustafa Kemal ATATÜRK dünya döneminin liderleri içerisinden 21 nci yüzyıla geçebilen tek liderdir.
Üstelik diğer liderler kendi halkları tarafından yok edilmemin acısını yaşamışken, o hala halkının ve dünyanın nabzında en
büyük canlılığıyla, sevgisiyle, saygısıyla hala yaşayabilen dünyadaki tek lider. Önemli olanda sanırım, yaşarken ölmek değil,
öldükten sonra da bu kadar uzun süre canlı kalabilmeyi başarmak değil midir? ATATÜRK'ü biz hep tarihe mal olmuş yönleriyle tanıdık:
Asker ATATÜRK ya da devlet adamı ATATÜRK olarak.Bu verdiğim örnek dünyada tek olan örnektir. Zaten herhalde bir
başkasına da rastlamamız mümkün değil. En büyük düşmanı; hani şu ordularını denize döktüğü düşmanı, Yunan başkomutanı Trikopis.
Hiçbir zorlama olmadan, hiçbir baskı olmadan her Cumhuriyet bayramı ATIna'daki Türk Büyükelçiliğine gidiyor Trikopis,
ATATÜRK'ün resminin önüne geçiyor ve saygı duruşunda bulunuyor. Böyle bir saygıyı en büyük düşmanında uyandırabilen bir Mustafa Kemal.
Yıl 1938, General McArthur'un en zor, en problemli, en buhranlı dönemi. Birden çok sıkılır ve yanında duran yüz yirmiden fazla kişiye döner
ve aynen şöyle der: "Şu anda hiçbirinizi değil, büyük istidadı ile Mustafa Kemal'i görmek için neler vermezdim" dedirten o büyük özlemi
ve onu oluşturabilen Mustafa Kemal'i.Ya da, yıl 1938. Bir İran'lı şair bir Tahran gazetesine ölümü üzerine bir şiir yazar. Işte o şiirin
iki mısrasını sizlerle paylaşmak istiyorum. Diyor ki; "Allah bir ülkeye yardım etmek isterse onun elinden tutmak isterse başına
Mustafa Kemal gibi lider getirir."dizelerindeki bu kıskançlığı oluşturabilen Mustafa Kemal.
Yıl 1976, UNESCO üyelerine bir öneriyle gelir. Öneri paketindeki bir cümleyi sizlere okumak istiyorum. Diyor ki "Bu gün UNESCO'nun
üzerinde çalıştığı bütün projelerin isim babası Mustafa Kemal'dir." Öneri nedir?Öneri ise onun doğumunun yüzüncü yılında, 152 üyesi vardı
UNESCO'nun 152 ülkenin devletleri aynı anda kutlasın önerisidir. Birden Isveç delegesi ayağa kalkar ve şöyle söyler: "Ne yani dünyada bu
kadar devlet adamı var hepsinin doğum gününü böyle kutlayacak mıyız?" şeklindeki kinayeli sözlerine, Rus delegesi ayağa fırlar yumruğunu
masaya vurur ve 152 ülkenin delegelerine aynen şöyle söyler; "Genç delege arkadaşım hatırlatmak isterim ki ATATÜRK öyle dünyadaki
herhangi bir lider değildir, bırakın onu bir yıl anmayı her ülke her problemimizde çare olarak aramalıyız" sözlerini döktürtebilen bir
Mustafa Kemal. Sonra nemi olur? UNESCO tarihinde ilk ve tekdir hiç negatif oy yok, hiç çekimser oy yok 152 ülke şu metne imza atar;
Hiç Bilmediğiniz Atatürk-2-
hani Isveç delegesi demişti ya "ne yani" diye. O Isveç delegesi bu imzanın atıldığı gün mikrofona gelir ve aynen şunları söyler;
"Ben ATATÜRK'ü inceledim bütün ülkelerden özür diliyor ilk imzayı ben atıyorum" diyecektir. İşte o muhteşem belge diyor ki;
"ATATÜRK KİMDİR; ATATÜRK ULULARARASI ANLAYIŞ, İŞBIRLİĞİ, BARIŞ YOLUNDA ÇABA GÖSTERMİŞ ÜSTÜN KIŞİ,
OLAĞANÜSTÜ DEVRİMLER GERÇEKLEŞTİRMİŞ BİR INKİLAPÇI, SÖMÜRGECİLİK VE YAYILMACILIĞA KARŞI SAVAŞAN İLK ÖNDER,
İNSAN HAKLARINA SAYGILI, DÜNYA BARIŞININ ÖNCÜSÜ, BÜTÜN YAŞAMI BOYUNCA İNSANLAR ARASINDA RENK, DİL, DİN,
IRK AYIRIMI GÖSTERMEYEN, EŞİ OLMAYAN DEVLET ADAMI, TÜRKIYE CUMHURİYETİNİN KURUCUSU"
Var mı böyle bir metin! Bir filozof der ki "bir ülke için kıstas aradığınız zaman o ülkenin en büyük liderini gözden geçirin" şu anda kıstas
arayan ülkelere sanıyorum bundan daha iyi bir metin gösteremeyiz. Işte bu metin 152 ülke tarafından imzalanmıştır. Eşi olmayan devlet
adamı metni. Peki daha sonra ne olmuştur; 151 ülkede hemen, hemen bir yıl boyunca her yerde bu metni görebiliriz, soruyorsunuz bana o bir ülke kim?
İşte o ülkenin adını vermeye benim dilim maalesef varmıyor.Hadi gelin Haiti'ye gidelim. Yıl 1996, Haiti Cumhurbaşkanı ölür. Bir vasiyet bırakmıştır.
Haiti'ye baktım haritada bir kutup kadar uzak ülke. Haiti Cumhurbaşkanı 1996 da öldüğünde vasiyeti açılır. Vasiyetinde mezar taşına yazılması için
bir metin bırakmıştır. Haiti Cumhurbaşkanının bugün mezar taşında yazan hitabeyi sizlere okumak istiyorum. Diyor ki "Bütün ömrüm boyunca
Türkiye'nin lideri Mustafa Kemal ATATÜRK'ü anlamış ve uygulamış olmaktan dolayı mutlu öldüm"Peki yıllar bir şey değiştirir mi? Hayır.
2000 yılında bizim medyanın kaçırdığı bir bilgi var, ABD Başkanı milenyum mesajını veriyor. Mesajın bir yerinde aynen şunları söyler;
"Bugün milenyumun hiç şüphe yoktur ki tek devlet adamı Mustafa Kemal ATATÜRK'tür. Çünkü o yılın değil asrın lideri olabilmeyi başarmış tek liderdir.
" 2000 de ABD Başkanına işte bu gerçeği de ifade ettirebilen bir Mustafa Kemal var. Asker Mustafa Kemal'in, Devlet adamı Mustafa Kemal'in çok
dışında bir Mustafa Kemal.2003 de bir şey değişti mi?, 2004? Hayır. 2004 de bir konferans veriyorum birden bir hanımefendi ayağa fırladı.
Dediki "Ben Norveçliyim ve şu anda Norveç'te çok sık kullandığımız bir deyim var, bu deyimin anlamını anladım" dedi. Hanımefendi "nedir o deyim" dedim.
"Norveççe'de "ATATÜRK gibi düşünmek" deyimi var. Çok sık kullanırız bu deyimi" "nerelerde kullanırsınız" dediğimde "Hani bir problem veririz çöz diye
o da tembellik eder çözmez. Deriz ki ona bu problemin mutlaka çözümü var.Birde ATATÜRK gibi düşün". O gün otelime geldim televizyonu açtım o kadar
çok kişiye bir de ATATÜRK gibi düşün dediğimi hatırlıyorum ki galiba Norveççe'den çok bizim dilimizin bu deyime fazlasıyla ihtiyacı var diye düşünmeden
de edemedim.Bir İngiliz gazeteci ATATÜRK'le bir röportaj yapar. Röportajını Amerikan Büyük kütüphanesinden bulup getirttim ve bir yerinde
Mustafa Kemal'e şöyle sorar gazeteci; "Birleşmiş Milletlere üye olmayı düşünüyor musunuz?" Mustafa Kemal'in cevabı aynen şöyle "Şartlarımızı koyarız.
Hiç Bilmediğiniz Atatürk-3-
Kabullerine bağlı. Biz müracaat etmeyiz üye olmak için. Eğer davet gelirse düşünürüz".Evet, Birleşmiş Milletler sadece Türkiye'yi davet edebilmek
için yasasını değiştirir ve ilk davet edilen ülke olur Mustafa Kemal'in ülkesi, Türkiye'si Birleşmiş Milletlere. Sanıyorum ondan feyiz alacağımız çok
şey var aslında Mustafa Kemal'den. Ama bu arada 2005'de daha yeni iki üç gün önce yabancı gazeteyi okuyorum. Sürmanşet büyük puntolarla şu
başlığı atmış "Bu gün Ortadoğu'ya düzinelerle ATATÜRK lazım". dedim yazara ATATÜRK'ü hiç tanımıyor herhalde. Düzineye hiç gerek yok tek bir
tanesi de yeterdi aslında.Örnek vermeye devam edersem inanın konferans böyle biter. Filipinlerden Çin'e kadar o kadar çok örnek var ki.
Ama gördük 1925'de 1938'de 1996'da 2000'de 2005'de her ülkeden, her cinsten, her statüden insanın özlemle, sevgiyle, saygıyla aradığı
ama bizim olan bir Mustafa Kemal'den bahsediyoruz. Bu gün Türkiye'nin en büyük sorunu nedir? dersem cevap olarak kulağıma gelenler şunlar;
ekonomi diyorsunuz işsizlik diyorsunuz. Ama bence Türkiye'nin çok önemli bir problemi var o problemi çözersek Türkiye ekonomiyi de çözer
Türkiye işsizliği de çözer. Evet Türkiye'de lider yetiştirme sorunu var.Lider deyince de nedense hep siyasi lider anlıyoruz ben ondan bahsetmiyorum,
benim lider dediğim çok kapsamlı bir kavram. Yoksa içersindeki tek bir terimdir siyasi lider veya sosyal lider. Ama lider dediğim zaman ben asrın
lideri dünya liderinden bahsediyorum. Işte böyle liderlere ihtiyacımız var. Ben şimdi soracağım size şu anda karşımda pek çok genç arkadaşım oturuyor.
Bunlardan bir tanesinin bir kaç dönem sonrasının Cumhurbaşkanı, Genelkurmay Başkanı ya da Başbakanı, Maliye Bakanı ya da evinin anne babası
olmadığını bana iddia edebilir misiniz? Belki sizsiniz, ama biliniz ki işte bugün sizlerle paylaşacağım konu asrın lideri, dünya lideri yada lider
olmanın küçük sırlarını ATATÜRK'le sizinle paylaşacağım.İlk sırrımız; ATATÜRK tamam arkadaşım ben topraklarınızı kurtardım askeri
bir dehayım deyip yerine çekilmemiş hemen asker elbisesini çıkartıp sivil elbisesini giymiş ve inanırmısınız ? Sınırlarını hangi sınırın lideri
ise o sınırların içerisinde ne var ise ama ne var ise taşından toprağına hepsinin ama hepsinin sorumluluğunu omuzlarında hissetmiştir de
onun için Mustafa Kemal bugün dünya lideridir. Nasıl mı ?ATATÜRK'ü ağlarken tarih çok ender tespit etmiştir. 25 yıllık araştırmacıyım, 7 tespitim oldu.
Ilki Çanakkale'de topçu atışımız başladığı sırada döktüğü gözyaşıdır, bir diğeri ise hepimizin bildiği bir hikaye ama ben yine de anlatacağım.
O günün Ankara'sı kurak, çorak bir köy. Çankaya'dan meclise gelirken yol üzerinde sadece ama sadece bir tek iğde ağacı varmış. ATATÜRK o
iğde ağacının önünden geçişlerinde arabasını durdururmuş, inermiş ve o iğde ağacına selam verirmiş. "Aman demişler paşam ne yapıyorsunuz böyle ?",
"Eee o demiş yediğim meyvenin, sığındığım gölgenin, soluduğum havanın bir neferi. En az diğer neferler kadar bunun da selama hakkı var". Yani
"niye şaşırıyorsunuz ?" der gibiymiş. Ve bir gün yanında bulunan arkadaşına "Işte bu benim..." derken bide bakıyor ağaç yok ortada hemen iniyor
"Ne yaptınız bu ağaca" diyor. "Paşam" diyorlar "yolu genişletmek için mecburduk kestik o ağacı". "Yahu diyor bitek bana soraydınız bu ağacı
kurtaracak bir yolu mutlaka bulurdum" diyor.Daha fazla dayanamıyor, arabasına biniyor, şoförünün ve arkadaşının gözü önünde hüngür,
Hiç Bilmediğiniz Atatürk-4-
hüngür ağlamaya başlıyor. Bir tek iğde ağacı için mi dersiniz? Hayır. Çok zor şartlarda kurtardığı bu topraklarda yetişen bir canlıdır ve
lideri olduğu için de bu toprakların da o iğde ağacının da sorumluluğu Mustafa Kemal'in omuzlarındadır da onun için. Galiba şimdi anlatacağım
inanılmaz projeyi de o gün düşünmeye başladı. Hani "Bir daha böyle bir şeyle karşılaşabilirsem nasıl müdahale edebilirim" diye. Çok değil doğa
katliamı, en kolay yaptığımız katliam.Yıl 1930 ATATÜRK Yalova köşküne doğru çıkmakta. Bir de bakar bir bahçıvan koca bir çınar ağacını
kesmek üzeredir. "Yahu" der "sen hayatında hiç böyle bir ağaç yetişdirdinmiki ? Kesmeye muktedir görüyorsun kendini ve niye ?" der.
Bahçıvan derki; "Paşam çınar ağacının kökleri köşkün temelini kaldırdı, yaprakları da köşkün pencerelerine müdahale ediyor. Ya köşkü
kaybedeceğiz ya ağacı keseceğiz. Onun için de kusura bakmayın ama biz ağacı kesiyoruz". Bir an düşünür; "Hayır gerekirse köşkü ağaçtan
uzaklaştırırız" der. Derler ki bu gün Mustafa Kemal bir hoş. Ne demek köşkü tutup ta ağaçtan uzaklaştırmak ? Ama inanır mısınız mühendis
değil, mimar değil, ziraatçı değil ama ne yapar biliyor musunuz ? Istanbul'daki köprü altındaki tramvay raylarını Yalova'ya taşıtır.
Köşkü hiç yıkmadan olduğu gibi tutarak kendisi de kazma kürek temelini kazar ve köşkün altına tramvay raylarını döşeyerek köşkü ağaçtan
4 metre 80 santim kenara çekerek hala Cumhuriyetimiz gibi ayakta durmakta olan çınar ağacının kurtuluşunu temin eder.
Yıl 1930. Dünya çevre lafını ne zaman etmeye başladı? 1980 den sonra. 1980 den önce, 1930 yılında dünyaya somut bir çevre dersi
vermektedir Mustafa Kemal aslında. Ama, biraz acı parantezlerim olacak bu konferansımda. Ilk acı parantezimi ATATÜRK kimdir belgesiyle
açmıştım, ikinci acı parantezim burada olacak. Hadi gelin 5 Mart 1996 ya gidelim yani günümüze yakın bir gün. "ATATÜRK ve Türk kadını"
konulu tiyatrolu konferansımı 25 gençle sunuyorum. 25 gençle birlikte prova yaptık, yorulduk, oturduk, televizyonu açtık. ikinci haber olarak
6 dakika müddetle ve 5 kere görüntü zumlanmak üzere önemli bir haber verildi televizyonda. Haberi aynen aktarıyorum, diyordi ki "Amerika da
eski bir ünlü bir müzikhal hiç yıkılmadan dünyada ilk kez uygulanan bir yöntemle raylar üzerinde iki metre kenara çekilerek yerine yeni bir binanın
yapıldığı" haberiydi. Dünyada ilk kez lafı da beş kere edildi. gençlerden biri kalktı bana ne dedi biliyor musunuz? "Ya öğretmenim biz tarihe pek
bir daldık. Bakın el alem neler yapıyor? Teknik, medeniyet biraz da onlara baksak" deyince arşivimde 1930'da ATATÜRK'ün bu işi yaparken
çekilmiş resimleri, raylar üzerindeki çekilen resimleri gösterdim kendilerine ve dedim ki "şu anda ne söyleyeceksiniz bana ?". Bir genç kalktı ne
dedi biliyor musunuz? "Ya öğretmenim suç bizde mi? Biz bu konuyu ilk defa sizden duyuyoruz, sizden görüyoruz bu resimleri". Ama o haberi
bugün milyonlarca Türk genci izledi ve oturdular 25 genç, bu haberi veren televizyona bir faks çektiler.Faksta aynen şu yazıyordu "Ikinci
haber olarak 6 dakika müddetle ama beş kez şu resimleri göstermek suretiyle bu arada da mutlak suretle mesajı iletin dediler "Bu gün 1996,
Amerika çekiyor raylar üzerinde iki metre, yerine yeni bir bina yapıyor, 1930 ATATÜRK çekiyor 4 metre 80 santim, bir ağaç kurtarmak için"
Hiç Bilmediğiniz Atatürk-5-
bu mesajı da çok iyi verin dediler. Yıl 1996 idi. Yıl 2005 hiçbir televizyonda izlediniz mi? İzlemediniz.Ya hocam siz bize bir tek çınar ağacı
ve iğde ağacı anlattınız bunlar ATATÜRK'ün hayatında tek tek örnekler olabilir. Hadi gelin Söğütözü'ne gidelim, hani şu Ankara yakınlarındaki,
o zaman için 80 tane söğüt ağacının olduğu yere. Söğütözüne ATATÜRK hep dinlenmek için gelirmiş. Bir geldiğinde galiba düşündüğünü sesli olarak
aktarmış; "Ah ! burada bi kulübem olsaydı keşke". "Ya paşam istediğin bir kulübe olsun hemen yaparız şuraya" demişler. "Buradaki ağaçlara ne
olacak peki". "Paşam burdakiler söğüt ağacı; gönülsüz ağaçtır. Sökeriz başka bir yere dikeriz, mutlaka tutar" demişler. Bir an durur, "Bir tek
şartla kabul ederim" der. "Buarda yetecek kadar söğüt ağacını kendi ellerimle sökeceğim, kendi ellerimle dikeceğim, önce tuttuklarını göreceğim,
sonra kulübe yapımına izin vereceğim". Yani bugün betonu yeşile tercih eden zihniyete bence en güzel örnek teşkil eder bu. Ne yapar biliyor musunuz?
Türkiye Cumhuriyetinin Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal ATATÜRK makamını Çankaya'dan Söğütözü'ne taşıtır hasırlar üzerine. Kabullerini orda yapar,
imzalarını orda atar, çadırda kalır ama söğüt ağacını söker, kendi elleriyle diker, tuttuklarını görür, ondan sonra bugün çok küçücük ama verdiği
mesaj olağanüstü büyük olan bu Söğütözü'ndeki küçük ATATÜRK kulübesinin yapılmasına izin verir.25 yıllık araştırmacıyım. Benim elimde 130
belge var bizzat çevre hareketine bedenen katıldığına dair. Sade bende 130 belge, kim bilir kaç belge var. Keşke diyorum, keşke bu belgeler,
bazı günler bizi okullar da bu kulübeye götürüp te burada anlatılsaydı. sanıyorum bugün betonu yeşile tercih eden hiçbir belediye başkanı yetişmezdi.
İşte bu anlamda sahneye şimdi Tahsin ÇOŞKAN'u davet edelim. Tahsin COŞKAN o zamanın genç bir ziraat mühendisi. "Gel Tahsin seni bir yere
götüreceğim fikrini almak istiyorum" diyor. Giderler, gösterdiği yere bakar Tahsin Bey. Bataklık, sivrisinek salgını, hayvan leşlerinin olduğu berbat
bir arazidir. "Ya paşam hayrola" der. Atatürk, "Buraya bütün masrafı cebimden olmak üzere bir orman çiftliği yapmak istiyorum" der. "Ya paşam
buranın ıslahı ya sizin paranızı tüketir ya da zamanınızı, neden bu kadar mümbit topraklar varken gelip de burayı tercih ettiniz ?" der.
ATATÜRK'ün cevabı ATATÜRK'çedir. Derki "Ben en zor olanı yapayımda siz arkamdan kolayları nasıl olsa yaparsınız." Ne bilsin ki en
kolayları bile çabuk yıkabildiğimizi ama, bu arada Tahsin ÇOŞKAN "Paşam burda hiçbir şey yetişmez, pek uğraşmayın" der. Ama dinleyen kim.
Derki "Tahsin buraya ziraatçileri getir ve incele bana resmi bir yazı getir burasıyla ilgili". Biraz sonra Tahsin COŞKAN çok mutlu, kendi dediği
çıktı, üzerinde "Burada hiçbir şey yetişmez" yazılı, altında da ziraatçilerin imzasının olduğu bir belgeyi Mustafa Kemal'in önüne koyar. ATATÜRK
biraz mütebbessim okur bu yazıyı. Kaleme alır, bu kağıdın yanına aynen şunları yazar "BURASI VATAN TOPRAĞIDIR, KADERINE TERK EDEMEYIZ".
Hiç Bilmediğiniz Atatürk-6-
Etmez de. Aynı Sakarya savunması gibi akasya savunmasını ele alır, çam ve köknarı oraya 30 Ağustos olarak tamamlar ve hiç unutmayacağımız bir gün,
lütfen hiç unutmayın, tarihte atladık bu günü, 25 Mayıs 1933. Ne yapar biliyor musunuz? Hani 5 Haziranlarda kutladığımız bir gün var, çevre günü
değil mi? Çevre Günü ne zaman kutlanmaya başladı? 1980 den sonra. Peki 25 Mayıs 1933, ATATÜRK ne yaptı? İlk Çevre Günü kutlamasını yaptı.
Hem de bugün okullara soruyorum diyosunuz ki ne yaptınız diye "ya ağaç diktik diyorsunuz ya çöp topladık" öyle falan değil. Bütün Ankara halkını
bedava trenlerle buraya getirtiyor, ağaçlar boy vermişler, altında dinlenmektedirler, havuz yapılmıştır, çocuklar yüzmektedirler. Hatta bütün masrafı
cebinden ödemiştir ama karı da almamıştır, buraya bir fabrika yaptırmıştır, süt ürünleri üretilmektedir, herkes yemektedir. Herkes çok mutlu ama en
mutlusu Mustafa Kemal ATATÜRK.Nebizade diye bir arkadaşı var, Nebizade'nin kafa çok karışık. "Yahu paşam senden başka bir tek kişi
burada bir ağaç yetişeceğine inanmadı. Peki sen nasıl anladın burda orman olacağını?" der. "Gel Nebizade gel, şimdi anlatayım sana. Hani
Tahsin ÇOŞKAN'ın burda birşey yetişmez dediği günün akşamı tebdili kıyafetle Çankaya'dan kaçtım, burdaki köylülere geldim. Köylüler beni
tanımadılar. Köylülere, ağalar dedim burda ağaç yetişip yetişmeyeceğini bana en kolay yoldan nasıl ispat edersiniz dedim. "Al dediler", bana
bir testi su verdiler, bir de kazma kürek. "Kaz orayı iki gün sonra gel biz sana ne olacağını söyleriz" dediler. Ah o iki gün Çankaya'da nasıl
geçti bir Allah bilir bir de ben. Iki gün sonra gittim testiyi çıkardım, testinin içinde su bitmişti, köylülere uzattım. Dediler ki bana "ağa
testide su kalmamış, toprak su emiyor, bakma bunun üstünün kurak olduğuna, biraz uğraş burda ne ekersen biçersin". Ve hani Tahsin COŞKAN'ın
o raporu bana getirdiği gün ben çoktan projeye başlamış epey de ilerlemiştim" diyecektir.Dünya lideri olmak öyle kolay değil biliyor musunuz. Hani
ATATÜRK'e kimdi en çok karşı çıkan, evet Tahsin COŞKAN'dı. Onu da ATATÜRK buraya müdür tayin eder.Evet lider olmak hakikaten kolay iş değil.
Bu arada biz bu 130 belgeye hiç çalışmamışız. Çalışmadığımızın en acı örneğini Türkiye yaşadı zaten. Neydi o örnek "17 Ağustos depremi". Evet
deprem bir kaderdir ama kader olmanın ötesinde dolgu alan çöktü, dolgu binalar çöktü. Oysa 1930'dan beri bize "lütfen tabiatla oynamayın, tek
bir ağaçla bile oynamayın" diye bize örnek olan bir liderimiz varken yaşadık bu acıyı.Bizler iyi değerlendirmemişiz onun çevre hareketini ama
bakın dünya ne güzel değerlendirmiş hareketini. Ben size bu bilgileri vermek için 1919 da başladım ve bugüne kadar çıkan bütün gazete ve dergileri
tarıyorum. Taramam sırasında 28 Temmuz 1933 günün Cumhuriyet gazetesinde bir haber okudum. Inanılmaz bir haberdi. Hani bir çiçek alıyoruz,
kırmızı renkte, hediye götürüyoruz ve adına da "ATATÜRK Çiçeği" diyoruz. O ATATÜRK çiçeğinin adını biz koyduk zannediyorduk ama bakın gazeteyi
aynen okuyorum. Gazete haberi şu "Chicago özel, geçenlerde Wanderbit Üniversitesi profesörlerinden doktor Kirk Landın laboratuarlarında muhtelif
ameliyeler neticesinde kırmızı renkte yeni bir çiçek elde edilmiştir Profesör bu yeni çiçeğe isim ararken yanında duran ama Tarsus Kolejinde ATATÜRK'le
Hiç Bilmediğiniz Atatürk-7-
tanışmış, ondaki tabiat bilgi ve ilgisine hayran olan bir diğer profesör bu çiçeğe ATATÜRK isminin verilmesini önermiştir. Ve bu öneri dünya nebatat
dairesine iletilmiş ve ATATÜRK'ün yaptığı çalışmaların anlatıldığı toplantıda oy birliğiyle kabul edilmiştir". Yani dünyadaki her ülkede bu çiçek Gazi
ATATÜRK adıyla üretiliyor ve satılıyor.Bu arada ATATÜRK'ün her şeyi iyide ben iddiadan vazgeçtim, tamam dedim.Kesinlikle iddia falan yok artık,
iddiayı Mustafa Kemal kazandı ama merak ediyorum nasıl yaptı diye. Asıl sır nerde? O sırada en büyük lider eleştirmeninin sözü geldi elime.Liderleri
çok sıkı eleştiren bir eleştirmen diyorki ATATÜRK için "Liderler içerisinde eleştiri acizliği yaşadığım tek lider Mustafa Kemal'dir. Çünkü bütün Rönesans,
bütün reform, bütün aydınlanma çağı etkinlikleri bir adamın kafasında toplanmış, bir çağa sıran etkinlikler on yılda başarılmış, bu büyük bir mucizedir en
büyük radikal Mustafa Kemal'dir" bunu biz demiyoruz dünyanın en büyük lider eleştirmeni diyor.Peki, tamam laf iyi de diyorsunuz ki laflar karın
doyurmuyor, Esas sır nerde çok merak ediyorum. On yılda bir bakıyorsunuz kara tahtanın başında harf öğretiyor, bir bakıyorsunuz şapka giyiyor,
bir bakıyorsunuz tiyatro eseri oynatıyor, yok efendim arkeolojik kazılara gidiyor, tren raylarının genleşme hesabını yapıyor, Ankara'daki caddelerin
ne kadar mesafede olacağı konusunda şehirleşme planları yapıyor, E on yılda bunların hepsi peki nasıl? Ben esas sırrı nerde buldum biliyor musunuz?
Onun bir sözünde. Ama bu bence, ve dedimki bu sözü okuyunca keşke şu karga kovalamasını kafalarımıza yerleştireceklerine şu sözünü yerleştirselerdi
herhalde Türkiye çok farklı biyerde olurdu şu anda. ATATÜRK diyor ki "Çocukluğumda elime geçen iki kuruştan birini eğer kitaplara vermeseydim bu
gün yapabildiğim işlerin hiçbirini yapamazdım". Esas sır bence burada. Çocukluğunda eline geçen iki kuruştan birini kitaplara verdiği için 35 yaşında
general, 40 yaşında başkomutan, 42 yaşında cumhurbaşkanı, 46 yaşında dünyada pek çok reformist var ama hiç biri dile dokunabilmeyi cesaret
edememiştir; dile dokunabilen tek reformist Mustafa Kemal'dir. İşte bunu yapabilen ve 53 yaşında nutku yazan genç olarak tarihimize geçecektir
Mustafa Kemal. Okumayla, ama nasıl okuma biliyor musunuz? Bildiğimiz gibi bir okuma değil.Sizi 1914 Anafartalar'a götürüyorum. Anafartalar'da
savaşın bir dinlenme yerinde çadırınıza gelirsiniz postalları çıkarır rahatça dinlenmek istersiniz. Öyle bir şey yok. Macar Türkoloğu Nemetin, Fransız
Türkoloğu Devinin Türkoloji albümleri duruyormuş. Açıyor onları okuyor Mustafa Kemal.Diyorlar ki "niye bunları okuma gereği duyuyorsun" verdiği
cevaba bakın. onlara diyor ki "Savaştan sonra bu dilin değişme ihtiyacı var onu tespite çalışıyorum". Yıl 1914, gelelim 1916'ya. Bitlis cephesi komutanı
Mustafa Kemal Bitlis cephesinde çökmekte olan bir cepheyi kurtarıyor ve çadırına geliyor, yaveri Izzettin ÇALIŞLAR'ı çağırıyor ve eline bir not veriyor.
Hiç Bilmediğiniz Atatürk-8-
Notta ne yazıyor biliyor musunuz? "Savaştan sonra ilk işimiz Türk kadınına serbestisini vermek, onu erkeğinin yanında eşit haklara sahip kılmak".
Yıl 1916, Türk kadının değil adı, değil kimliği, hiçbir şeysi yok. Sokağa çıkma hakkı olmayan bir Türk kadını. Peki sizce tam savaşın en hararetli
zamanında neden Türk kadını geldi Mustafa Kemal'in aklına. Ha, Kurtuluş Savaşında gördüğümüz kadın manzarası, değil ATATÜRK'ü, dünyayı şaşırtan
bir manzaradır. Ülkelerin savaşları olmuştur ama top yekun savaş örneği ilk defa Kurtuluş Savaşında görülmektedir.Atatürk bu savaşta Ayşe Hatunu
tanımıştır Ayşe Hatunu hepimiz tanıyoruz. Bilmeyen var mı içinizde? Onun yapabildiğini acaba hangi ülkenin kadını yapabilir? yada zamanımızda hangi
kadın yapabilir? Benim bir kızım bir oğlum var inanın bu kadar araştırmacıyım düşünüyorum. Biliyorsunuz sekiz aylık kızı kucağında omuzunda mermi
ve cepheye cephane götürüyor. Sekiz aylık kız dinler mi düşmanı, ağlamaya başlıyor. Ve bu sırada ölmesi falan problem değil Hatunun, ama düşman
eğer onları fark ederse çok kısıtlı olan cephane cepheye gidemeyecek, bütün düşüncesi o Ayşe Hatun'un. Ve bu arada çocuğunu göğsüne yaslar,
düşman biraz geç gider, indirdiği zaman kendi elleriyle çocuğunu şehit ettiğini görecektir Ayşe Hatun yada diğer adıyla Tayyibe Hatun. Peki ne yapar?
çocuğunu koyar üzerini bayrakla örter ve aynen şunları söylemiştir. Kafile başkanı komutanımız aktarıyor bunu. "Sen yüzlerce binlerce yıl sonra doğacak
Türk çocukları için şehit oldun" (yani şurada oturan bizler için şehit olan)"bu benim için de senin için de bir şereftir. Yeterki vatan sağolsun" diyor,
omuzuna alıyor cephanesini ve yola koyuluyor. Hanımefendiler içinizde anne olanlar var. Lütfen bir an için düşünün, çocuğunuzu göz önüne getirin. El
bebek gül bebek büyütüyoruz, gözünün içine bakıyoruz, tercih yapın sizden sonraki kuşak mı? Çocuğunuz mu? İşte bu Ayşe ya da diğer adıyla Tayyibe
Hatun’u tanıdı Mustafa Kemal.Kurtuluş Savaşında Kütahya sırtları, eksi 30, eksi 40. Ve 75-80 yaşlarında bir nine. Gerisini gelin kafile komutanı
Mustafa Necati'den dinleyelim. Mustafa Necati neyi görür? Bütün yorgan battaniye ne varsa cephanenin üstüne örtmüş kendisi pazen elbiseyle.
Aynen şunları söyler "nine kar sepeliyor hava çok soğuk bari şu yorganı alsan sırtına" dediğinde aldığı cevap "dokunma ona, o millet malıdır, nem kapmasın.
Ben bir ölürüm ama onunla binler doğacak binler. hayır oğlum hayır hiç üşümüyorum, soğuğu hiç duymuyorumki. Düşman bu topraklara girdi gireli benim içim
yanıyor içim a oğul" diyen bir nineyi tanıdı Mustafa Kemal.Albay Hulusi ATAĞ'ın kafilesinde olan genç bir kadınımız hastadır ve cephane
taşırken yere düşmüştür, ölmek üzeredir. Hulusi ATAK sorar "bacım bana adını söyle seni tarihe yazdıracağım" dediğinde aldığı cevap "adımı
ne yapacaksın a oğul yaz benim adım Anadolu" cevabındaki adımın ne önemi var önemli olan ülkemin adı ve gururu düşünüşü keşke, keşke uygarlık
Hiç Bilmediğiniz Atatürk-9-
savaşımızda aynı şiddetiyle sürebilseydi bugün. Üzerinde ATATÜRK yazılı kapsülü inanın, inanın hiç mübalağa etmiyorum ilk uzaya fırlatan ülke
mutlaka ama mutlaka biz olurduk.Evet bu savaşta ATATÜRK dünyaya tek geçen Zekiye Hanım’ı tanıdı. Zekiye Hanım ne yaptı biliyor musunuz?
Dünyaya ilk ve tek geçen kadınımızdır. 10 Aralık 1919 öğretmen okulu bahçesine 3000 kadını toplamış, dedim herhalde sıfırları fazla okuyorum.
Hayır 3000 kadın, yapımcısı, dinleyicisi, konuşmacısı. Kadın olan dünyada ilk mitingdir bu, onun için dünyaya ilk geçmiştir. Peki Zekiye Hanım
nasıl toplamıştır, cep telefonu yok faks yok, hiçbir araç yok. Hadi bunlar oldu farz edelim. Kadının sokağa çıkma hakkı yokken 3000 kadın nasıl
organize oldu dersiniz? Evet bunu incelediğimde inanılmaz bir hem hayranlık hem de üzüntü duydum neden biliyor musunuz?
Cep telefonunuz var, faksımız var. Pek çok kulübün, pek çok derneğin davetlisi olarak gidiyorum. Hanımlar 50 kişi geldimi aman diyorlar bu
gün çok kalabalığız. 3000 kadından bahsediyorum ama projesinin adını da söylemek istiyorum Zekiye Hanımın "MUTFAK PROJESI", inanılmaz
bir proje. Daha sonra bir yerde tekrar geçecek bu proje. ATATÜRK Zekiye Hanımı, Nakiye Hanımı tanıdı bu savaşta. ATATÜRK Melek REŞIT'i tanıdı,
Atatürtk Şuküfe Nihal'i tanıdı ve ATATÜRK ekmek pişirerek askere götüren ama bu düşmanlar tarafından tespit edilip askerimizin yerini öğrenmek için
çok işkence gören ama söylemediği için ekmek pişirdiği fırına atılarak yakılan Nazife Kadını tanıdı bu savaşta. Bu savaşta ATATÜRK Taccülcalala
Hanım’ı tanıdı ATATÜRK üsteğmenlerimizi, binbaşı hanımlarımızı tanıdı, bu savaşta Tuğgeneral rütbesi verilmesi öngörülen 8 yaşındaki, evet yanlış
duymadınız 8 yaşındaki Nezahat kızımızı tanıdı. İşte Nezahat kızımızın yanında şehit olan bir erimizin cebinden çıkan bir mektubunda annesine şöyle
yazmış "anne Nezahatle babasının arasındaki konuşmayı duyaydın benim burada niye olduğumu anlardın" demiş ve bu arada şöyle yazmış" biz Mehmetçik
Nezahat'e Türklerin Jan Darkı diyoruz" demiş. Bu bana acı geldi. Ben Jan Darkı ortaokuldan beri tanıyordum ama Nezahat'i ancak bu araştırmam da
tanıdım. Bunun acısını da o mektupla birlikte yaşamış oldum. Bu kadınlarımızı ben ATATÜRK ve Türk Kadını konulu konferansımda anlattığım için
burada sadece adlarını anmadan geçemeyeceğimi gördüm.
Bu arada ATATÜRK okumuşta yazmaya da vakit bulabilmiş. Evet bizler için bir geometri kitabı yazmış. Üçgen, açı, dikdörtgen gibi ve 48 tane
geometri teriminin isim babası bu yazdığı kitapla bizzat Mustafa Kemal'dir.
Hiç Bilmediğiniz Atatürk
Hiç Bilmediğiniz Atatürk-1-
Hepimizin bildiği gibi Mustafa Kemal ATATÜRK dünya döneminin liderleri içerisinden 21 nci yüzyıla geçebilen tek liderdir.
Üstelik diğer liderler kendi halkları tarafından yok edilmemin acısını yaşamışken, o hala halkının ve dünyanın nabzında en
büyük canlılığıyla, sevgisiyle, saygısıyla hala yaşayabilen dünyadaki tek lider. Önemli olanda sanırım, yaşarken ölmek değil,
öldükten sonra da bu kadar uzun süre canlı kalabilmeyi başarmak değil midir? ATATÜRK'ü biz hep tarihe mal olmuş yönleriyle tanıdık:
Asker ATATÜRK ya da devlet adamı ATATÜRK olarak.Bu verdiğim örnek dünyada tek olan örnektir. Zaten herhalde bir
başkasına da rastlamamız mümkün değil. En büyük düşmanı; hani şu ordularını denize döktüğü düşmanı, Yunan başkomutanı Trikopis.
Hiçbir zorlama olmadan, hiçbir baskı olmadan her Cumhuriyet bayramı ATIna'daki Türk Büyükelçiliğine gidiyor Trikopis,
ATATÜRK'ün resminin önüne geçiyor ve saygı duruşunda bulunuyor. Böyle bir saygıyı en büyük düşmanında uyandırabilen bir Mustafa Kemal.
Yıl 1938, General McArthur'un en zor, en problemli, en buhranlı dönemi. Birden çok sıkılır ve yanında duran yüz yirmiden fazla kişiye döner
ve aynen şöyle der: "Şu anda hiçbirinizi değil, büyük istidadı ile Mustafa Kemal'i görmek için neler vermezdim" dedirten o büyük özlemi
ve onu oluşturabilen Mustafa Kemal'i.Ya da, yıl 1938. Bir İran'lı şair bir Tahran gazetesine ölümü üzerine bir şiir yazar. Işte o şiirin
iki mısrasını sizlerle paylaşmak istiyorum. Diyor ki; "Allah bir ülkeye yardım etmek isterse onun elinden tutmak isterse başına
Mustafa Kemal gibi lider getirir."dizelerindeki bu kıskançlığı oluşturabilen Mustafa Kemal.
Yıl 1976, UNESCO üyelerine bir öneriyle gelir. Öneri paketindeki bir cümleyi sizlere okumak istiyorum. Diyor ki "Bu gün UNESCO'nun
üzerinde çalıştığı bütün projelerin isim babası Mustafa Kemal'dir." Öneri nedir?Öneri ise onun doğumunun yüzüncü yılında, 152 üyesi vardı
UNESCO'nun 152 ülkenin devletleri aynı anda kutlasın önerisidir. Birden Isveç delegesi ayağa kalkar ve şöyle söyler: "Ne yani dünyada bu
kadar devlet adamı var hepsinin doğum gününü böyle kutlayacak mıyız?" şeklindeki kinayeli sözlerine, Rus delegesi ayağa fırlar yumruğunu
masaya vurur ve 152 ülkenin delegelerine aynen şöyle söyler; "Genç delege arkadaşım hatırlatmak isterim ki ATATÜRK öyle dünyadaki
herhangi bir lider değildir, bırakın onu bir yıl anmayı her ülke her problemimizde çare olarak aramalıyız" sözlerini döktürtebilen bir
Mustafa Kemal. Sonra nemi olur? UNESCO tarihinde ilk ve tekdir hiç negatif oy yok, hiç çekimser oy yok 152 ülke şu metne imza atar;
Hiç Bilmediğiniz Atatürk-2-
hani Isveç delegesi demişti ya "ne yani" diye. O Isveç delegesi bu imzanın atıldığı gün mikrofona gelir ve aynen şunları söyler;
"Ben ATATÜRK'ü inceledim bütün ülkelerden özür diliyor ilk imzayı ben atıyorum" diyecektir. İşte o muhteşem belge diyor ki;
"ATATÜRK KİMDİR; ATATÜRK ULULARARASI ANLAYIŞ, İŞBIRLİĞİ, BARIŞ YOLUNDA ÇABA GÖSTERMİŞ ÜSTÜN KIŞİ,
OLAĞANÜSTÜ DEVRİMLER GERÇEKLEŞTİRMİŞ BİR INKİLAPÇI, SÖMÜRGECİLİK VE YAYILMACILIĞA KARŞI SAVAŞAN İLK ÖNDER,
İNSAN HAKLARINA SAYGILI, DÜNYA BARIŞININ ÖNCÜSÜ, BÜTÜN YAŞAMI BOYUNCA İNSANLAR ARASINDA RENK, DİL, DİN,
IRK AYIRIMI GÖSTERMEYEN, EŞİ OLMAYAN DEVLET ADAMI, TÜRKIYE CUMHURİYETİNİN KURUCUSU"
Var mı böyle bir metin! Bir filozof der ki "bir ülke için kıstas aradığınız zaman o ülkenin en büyük liderini gözden geçirin" şu anda kıstas
arayan ülkelere sanıyorum bundan daha iyi bir metin gösteremeyiz. Işte bu metin 152 ülke tarafından imzalanmıştır. Eşi olmayan devlet
adamı metni. Peki daha sonra ne olmuştur; 151 ülkede hemen, hemen bir yıl boyunca her yerde bu metni görebiliriz, soruyorsunuz bana o bir ülke kim?
İşte o ülkenin adını vermeye benim dilim maalesef varmıyor.Hadi gelin Haiti'ye gidelim. Yıl 1996, Haiti Cumhurbaşkanı ölür. Bir vasiyet bırakmıştır.
Haiti'ye baktım haritada bir kutup kadar uzak ülke. Haiti Cumhurbaşkanı 1996 da öldüğünde vasiyeti açılır. Vasiyetinde mezar taşına yazılması için
bir metin bırakmıştır. Haiti Cumhurbaşkanının bugün mezar taşında yazan hitabeyi sizlere okumak istiyorum. Diyor ki "Bütün ömrüm boyunca
Türkiye'nin lideri Mustafa Kemal ATATÜRK'ü anlamış ve uygulamış olmaktan dolayı mutlu öldüm"Peki yıllar bir şey değiştirir mi? Hayır.
2000 yılında bizim medyanın kaçırdığı bir bilgi var, ABD Başkanı milenyum mesajını veriyor. Mesajın bir yerinde aynen şunları söyler;
"Bugün milenyumun hiç şüphe yoktur ki tek devlet adamı Mustafa Kemal ATATÜRK'tür. Çünkü o yılın değil asrın lideri olabilmeyi başarmış tek liderdir.
" 2000 de ABD Başkanına işte bu gerçeği de ifade ettirebilen bir Mustafa Kemal var. Asker Mustafa Kemal'in, Devlet adamı Mustafa Kemal'in çok
dışında bir Mustafa Kemal.2003 de bir şey değişti mi?, 2004? Hayır. 2004 de bir konferans veriyorum birden bir hanımefendi ayağa fırladı.
Dediki "Ben Norveçliyim ve şu anda Norveç'te çok sık kullandığımız bir deyim var, bu deyimin anlamını anladım" dedi. Hanımefendi "nedir o deyim" dedim.
"Norveççe'de "ATATÜRK gibi düşünmek" deyimi var. Çok sık kullanırız bu deyimi" "nerelerde kullanırsınız" dediğimde "Hani bir problem veririz çöz diye
o da tembellik eder çözmez. Deriz ki ona bu problemin mutlaka çözümü var.Birde ATATÜRK gibi düşün". O gün otelime geldim televizyonu açtım o kadar
çok kişiye bir de ATATÜRK gibi düşün dediğimi hatırlıyorum ki galiba Norveççe'den çok bizim dilimizin bu deyime fazlasıyla ihtiyacı var diye düşünmeden
de edemedim.Bir İngiliz gazeteci ATATÜRK'le bir röportaj yapar. Röportajını Amerikan Büyük kütüphanesinden bulup getirttim ve bir yerinde
Mustafa Kemal'e şöyle sorar gazeteci; "Birleşmiş Milletlere üye olmayı düşünüyor musunuz?" Mustafa Kemal'in cevabı aynen şöyle "Şartlarımızı koyarız.
Hiç Bilmediğiniz Atatürk-3-
Kabullerine bağlı. Biz müracaat etmeyiz üye olmak için. Eğer davet gelirse düşünürüz".Evet, Birleşmiş Milletler sadece Türkiye'yi davet edebilmek
için yasasını değiştirir ve ilk davet edilen ülke olur Mustafa Kemal'in ülkesi, Türkiye'si Birleşmiş Milletlere. Sanıyorum ondan feyiz alacağımız çok
şey var aslında Mustafa Kemal'den. Ama bu arada 2005'de daha yeni iki üç gün önce yabancı gazeteyi okuyorum. Sürmanşet büyük puntolarla şu
başlığı atmış "Bu gün Ortadoğu'ya düzinelerle ATATÜRK lazım". dedim yazara ATATÜRK'ü hiç tanımıyor herhalde. Düzineye hiç gerek yok tek bir
tanesi de yeterdi aslında.Örnek vermeye devam edersem inanın konferans böyle biter. Filipinlerden Çin'e kadar o kadar çok örnek var ki.
Ama gördük 1925'de 1938'de 1996'da 2000'de 2005'de her ülkeden, her cinsten, her statüden insanın özlemle, sevgiyle, saygıyla aradığı
ama bizim olan bir Mustafa Kemal'den bahsediyoruz. Bu gün Türkiye'nin en büyük sorunu nedir? dersem cevap olarak kulağıma gelenler şunlar;
ekonomi diyorsunuz işsizlik diyorsunuz. Ama bence Türkiye'nin çok önemli bir problemi var o problemi çözersek Türkiye ekonomiyi de çözer
Türkiye işsizliği de çözer. Evet Türkiye'de lider yetiştirme sorunu var.Lider deyince de nedense hep siyasi lider anlıyoruz ben ondan bahsetmiyorum,
benim lider dediğim çok kapsamlı bir kavram. Yoksa içersindeki tek bir terimdir siyasi lider veya sosyal lider. Ama lider dediğim zaman ben asrın
lideri dünya liderinden bahsediyorum. Işte böyle liderlere ihtiyacımız var. Ben şimdi soracağım size şu anda karşımda pek çok genç arkadaşım oturuyor.
Bunlardan bir tanesinin bir kaç dönem sonrasının Cumhurbaşkanı, Genelkurmay Başkanı ya da Başbakanı, Maliye Bakanı ya da evinin anne babası
olmadığını bana iddia edebilir misiniz? Belki sizsiniz, ama biliniz ki işte bugün sizlerle paylaşacağım konu asrın lideri, dünya lideri yada lider
olmanın küçük sırlarını ATATÜRK'le sizinle paylaşacağım.İlk sırrımız; ATATÜRK tamam arkadaşım ben topraklarınızı kurtardım askeri
bir dehayım deyip yerine çekilmemiş hemen asker elbisesini çıkartıp sivil elbisesini giymiş ve inanırmısınız ? Sınırlarını hangi sınırın lideri
ise o sınırların içerisinde ne var ise ama ne var ise taşından toprağına hepsinin ama hepsinin sorumluluğunu omuzlarında hissetmiştir de
onun için Mustafa Kemal bugün dünya lideridir. Nasıl mı ?ATATÜRK'ü ağlarken tarih çok ender tespit etmiştir. 25 yıllık araştırmacıyım, 7 tespitim oldu.
Ilki Çanakkale'de topçu atışımız başladığı sırada döktüğü gözyaşıdır, bir diğeri ise hepimizin bildiği bir hikaye ama ben yine de anlatacağım.
O günün Ankara'sı kurak, çorak bir köy. Çankaya'dan meclise gelirken yol üzerinde sadece ama sadece bir tek iğde ağacı varmış. ATATÜRK o
iğde ağacının önünden geçişlerinde arabasını durdururmuş, inermiş ve o iğde ağacına selam verirmiş. "Aman demişler paşam ne yapıyorsunuz böyle ?",
"Eee o demiş yediğim meyvenin, sığındığım gölgenin, soluduğum havanın bir neferi. En az diğer neferler kadar bunun da selama hakkı var". Yani
"niye şaşırıyorsunuz ?" der gibiymiş. Ve bir gün yanında bulunan arkadaşına "Işte bu benim..." derken bide bakıyor ağaç yok ortada hemen iniyor
"Ne yaptınız bu ağaca" diyor. "Paşam" diyorlar "yolu genişletmek için mecburduk kestik o ağacı". "Yahu diyor bitek bana soraydınız bu ağacı
kurtaracak bir yolu mutlaka bulurdum" diyor.Daha fazla dayanamıyor, arabasına biniyor, şoförünün ve arkadaşının gözü önünde hüngür,
Hiç Bilmediğiniz Atatürk-4-
hüngür ağlamaya başlıyor. Bir tek iğde ağacı için mi dersiniz? Hayır. Çok zor şartlarda kurtardığı bu topraklarda yetişen bir canlıdır ve
lideri olduğu için de bu toprakların da o iğde ağacının da sorumluluğu Mustafa Kemal'in omuzlarındadır da onun için. Galiba şimdi anlatacağım
inanılmaz projeyi de o gün düşünmeye başladı. Hani "Bir daha böyle bir şeyle karşılaşabilirsem nasıl müdahale edebilirim" diye. Çok değil doğa
katliamı, en kolay yaptığımız katliam.Yıl 1930 ATATÜRK Yalova köşküne doğru çıkmakta. Bir de bakar bir bahçıvan koca bir çınar ağacını
kesmek üzeredir. "Yahu" der "sen hayatında hiç böyle bir ağaç yetişdirdinmiki ? Kesmeye muktedir görüyorsun kendini ve niye ?" der.
Bahçıvan derki; "Paşam çınar ağacının kökleri köşkün temelini kaldırdı, yaprakları da köşkün pencerelerine müdahale ediyor. Ya köşkü
kaybedeceğiz ya ağacı keseceğiz. Onun için de kusura bakmayın ama biz ağacı kesiyoruz". Bir an düşünür; "Hayır gerekirse köşkü ağaçtan
uzaklaştırırız" der. Derler ki bu gün Mustafa Kemal bir hoş. Ne demek köşkü tutup ta ağaçtan uzaklaştırmak ? Ama inanır mısınız mühendis
değil, mimar değil, ziraatçı değil ama ne yapar biliyor musunuz ? Istanbul'daki köprü altındaki tramvay raylarını Yalova'ya taşıtır.
Köşkü hiç yıkmadan olduğu gibi tutarak kendisi de kazma kürek temelini kazar ve köşkün altına tramvay raylarını döşeyerek köşkü ağaçtan
4 metre 80 santim kenara çekerek hala Cumhuriyetimiz gibi ayakta durmakta olan çınar ağacının kurtuluşunu temin eder.
Yıl 1930. Dünya çevre lafını ne zaman etmeye başladı? 1980 den sonra. 1980 den önce, 1930 yılında dünyaya somut bir çevre dersi
vermektedir Mustafa Kemal aslında. Ama, biraz acı parantezlerim olacak bu konferansımda. Ilk acı parantezimi ATATÜRK kimdir belgesiyle
açmıştım, ikinci acı parantezim burada olacak. Hadi gelin 5 Mart 1996 ya gidelim yani günümüze yakın bir gün. "ATATÜRK ve Türk kadını"
konulu tiyatrolu konferansımı 25 gençle sunuyorum. 25 gençle birlikte prova yaptık, yorulduk, oturduk, televizyonu açtık. ikinci haber olarak
6 dakika müddetle ve 5 kere görüntü zumlanmak üzere önemli bir haber verildi televizyonda. Haberi aynen aktarıyorum, diyordi ki "Amerika da
eski bir ünlü bir müzikhal hiç yıkılmadan dünyada ilk kez uygulanan bir yöntemle raylar üzerinde iki metre kenara çekilerek yerine yeni bir binanın
yapıldığı" haberiydi. Dünyada ilk kez lafı da beş kere edildi. gençlerden biri kalktı bana ne dedi biliyor musunuz? "Ya öğretmenim biz tarihe pek
bir daldık. Bakın el alem neler yapıyor? Teknik, medeniyet biraz da onlara baksak" deyince arşivimde 1930'da ATATÜRK'ün bu işi yaparken
çekilmiş resimleri, raylar üzerindeki çekilen resimleri gösterdim kendilerine ve dedim ki "şu anda ne söyleyeceksiniz bana ?". Bir genç kalktı ne
dedi biliyor musunuz? "Ya öğretmenim suç bizde mi? Biz bu konuyu ilk defa sizden duyuyoruz, sizden görüyoruz bu resimleri". Ama o haberi
bugün milyonlarca Türk genci izledi ve oturdular 25 genç, bu haberi veren televizyona bir faks çektiler.Faksta aynen şu yazıyordu "Ikinci
haber olarak 6 dakika müddetle ama beş kez şu resimleri göstermek suretiyle bu arada da mutlak suretle mesajı iletin dediler "Bu gün 1996,
Amerika çekiyor raylar üzerinde iki metre, yerine yeni bir bina yapıyor, 1930 ATATÜRK çekiyor 4 metre 80 santim, bir ağaç kurtarmak için"
Hiç Bilmediğiniz Atatürk-5-
bu mesajı da çok iyi verin dediler. Yıl 1996 idi. Yıl 2005 hiçbir televizyonda izlediniz mi? İzlemediniz.Ya hocam siz bize bir tek çınar ağacı
ve iğde ağacı anlattınız bunlar ATATÜRK'ün hayatında tek tek örnekler olabilir. Hadi gelin Söğütözü'ne gidelim, hani şu Ankara yakınlarındaki,
o zaman için 80 tane söğüt ağacının olduğu yere. Söğütözüne ATATÜRK hep dinlenmek için gelirmiş. Bir geldiğinde galiba düşündüğünü sesli olarak
aktarmış; "Ah ! burada bi kulübem olsaydı keşke". "Ya paşam istediğin bir kulübe olsun hemen yaparız şuraya" demişler. "Buradaki ağaçlara ne
olacak peki". "Paşam burdakiler söğüt ağacı; gönülsüz ağaçtır. Sökeriz başka bir yere dikeriz, mutlaka tutar" demişler. Bir an durur, "Bir tek
şartla kabul ederim" der. "Buarda yetecek kadar söğüt ağacını kendi ellerimle sökeceğim, kendi ellerimle dikeceğim, önce tuttuklarını göreceğim,
sonra kulübe yapımına izin vereceğim". Yani bugün betonu yeşile tercih eden zihniyete bence en güzel örnek teşkil eder bu. Ne yapar biliyor musunuz?
Türkiye Cumhuriyetinin Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal ATATÜRK makamını Çankaya'dan Söğütözü'ne taşıtır hasırlar üzerine. Kabullerini orda yapar,
imzalarını orda atar, çadırda kalır ama söğüt ağacını söker, kendi elleriyle diker, tuttuklarını görür, ondan sonra bugün çok küçücük ama verdiği
mesaj olağanüstü büyük olan bu Söğütözü'ndeki küçük ATATÜRK kulübesinin yapılmasına izin verir.25 yıllık araştırmacıyım. Benim elimde 130
belge var bizzat çevre hareketine bedenen katıldığına dair. Sade bende 130 belge, kim bilir kaç belge var. Keşke diyorum, keşke bu belgeler,
bazı günler bizi okullar da bu kulübeye götürüp te burada anlatılsaydı. sanıyorum bugün betonu yeşile tercih eden hiçbir belediye başkanı yetişmezdi.
İşte bu anlamda sahneye şimdi Tahsin ÇOŞKAN'u davet edelim. Tahsin COŞKAN o zamanın genç bir ziraat mühendisi. "Gel Tahsin seni bir yere
götüreceğim fikrini almak istiyorum" diyor. Giderler, gösterdiği yere bakar Tahsin Bey. Bataklık, sivrisinek salgını, hayvan leşlerinin olduğu berbat
bir arazidir. "Ya paşam hayrola" der. Atatürk, "Buraya bütün masrafı cebimden olmak üzere bir orman çiftliği yapmak istiyorum" der. "Ya paşam
buranın ıslahı ya sizin paranızı tüketir ya da zamanınızı, neden bu kadar mümbit topraklar varken gelip de burayı tercih ettiniz ?" der.
ATATÜRK'ün cevabı ATATÜRK'çedir. Derki "Ben en zor olanı yapayımda siz arkamdan kolayları nasıl olsa yaparsınız." Ne bilsin ki en
kolayları bile çabuk yıkabildiğimizi ama, bu arada Tahsin ÇOŞKAN "Paşam burda hiçbir şey yetişmez, pek uğraşmayın" der. Ama dinleyen kim.
Derki "Tahsin buraya ziraatçileri getir ve incele bana resmi bir yazı getir burasıyla ilgili". Biraz sonra Tahsin COŞKAN çok mutlu, kendi dediği
çıktı, üzerinde "Burada hiçbir şey yetişmez" yazılı, altında da ziraatçilerin imzasının olduğu bir belgeyi Mustafa Kemal'in önüne koyar. ATATÜRK
biraz mütebbessim okur bu yazıyı. Kaleme alır, bu kağıdın yanına aynen şunları yazar "BURASI VATAN TOPRAĞIDIR, KADERINE TERK EDEMEYIZ".
Hiç Bilmediğiniz Atatürk-6-
Etmez de. Aynı Sakarya savunması gibi akasya savunmasını ele alır, çam ve köknarı oraya 30 Ağustos olarak tamamlar ve hiç unutmayacağımız bir gün,
lütfen hiç unutmayın, tarihte atladık bu günü, 25 Mayıs 1933. Ne yapar biliyor musunuz? Hani 5 Haziranlarda kutladığımız bir gün var, çevre günü
değil mi? Çevre Günü ne zaman kutlanmaya başladı? 1980 den sonra. Peki 25 Mayıs 1933, ATATÜRK ne yaptı? İlk Çevre Günü kutlamasını yaptı.
Hem de bugün okullara soruyorum diyosunuz ki ne yaptınız diye "ya ağaç diktik diyorsunuz ya çöp topladık" öyle falan değil. Bütün Ankara halkını
bedava trenlerle buraya getirtiyor, ağaçlar boy vermişler, altında dinlenmektedirler, havuz yapılmıştır, çocuklar yüzmektedirler. Hatta bütün masrafı
cebinden ödemiştir ama karı da almamıştır, buraya bir fabrika yaptırmıştır, süt ürünleri üretilmektedir, herkes yemektedir. Herkes çok mutlu ama en
mutlusu Mustafa Kemal ATATÜRK.Nebizade diye bir arkadaşı var, Nebizade'nin kafa çok karışık. "Yahu paşam senden başka bir tek kişi
burada bir ağaç yetişeceğine inanmadı. Peki sen nasıl anladın burda orman olacağını?" der. "Gel Nebizade gel, şimdi anlatayım sana. Hani
Tahsin ÇOŞKAN'ın burda birşey yetişmez dediği günün akşamı tebdili kıyafetle Çankaya'dan kaçtım, burdaki köylülere geldim. Köylüler beni
tanımadılar. Köylülere, ağalar dedim burda ağaç yetişip yetişmeyeceğini bana en kolay yoldan nasıl ispat edersiniz dedim. "Al dediler", bana
bir testi su verdiler, bir de kazma kürek. "Kaz orayı iki gün sonra gel biz sana ne olacağını söyleriz" dediler. Ah o iki gün Çankaya'da nasıl
geçti bir Allah bilir bir de ben. Iki gün sonra gittim testiyi çıkardım, testinin içinde su bitmişti, köylülere uzattım. Dediler ki bana "ağa
testide su kalmamış, toprak su emiyor, bakma bunun üstünün kurak olduğuna, biraz uğraş burda ne ekersen biçersin". Ve hani Tahsin COŞKAN'ın
o raporu bana getirdiği gün ben çoktan projeye başlamış epey de ilerlemiştim" diyecektir.Dünya lideri olmak öyle kolay değil biliyor musunuz. Hani
ATATÜRK'e kimdi en çok karşı çıkan, evet Tahsin COŞKAN'dı. Onu da ATATÜRK buraya müdür tayin eder.Evet lider olmak hakikaten kolay iş değil.
Bu arada biz bu 130 belgeye hiç çalışmamışız. Çalışmadığımızın en acı örneğini Türkiye yaşadı zaten. Neydi o örnek "17 Ağustos depremi". Evet
deprem bir kaderdir ama kader olmanın ötesinde dolgu alan çöktü, dolgu binalar çöktü. Oysa 1930'dan beri bize "lütfen tabiatla oynamayın, tek
bir ağaçla bile oynamayın" diye bize örnek olan bir liderimiz varken yaşadık bu acıyı.Bizler iyi değerlendirmemişiz onun çevre hareketini ama
bakın dünya ne güzel değerlendirmiş hareketini. Ben size bu bilgileri vermek için 1919 da başladım ve bugüne kadar çıkan bütün gazete ve dergileri
tarıyorum. Taramam sırasında 28 Temmuz 1933 günün Cumhuriyet gazetesinde bir haber okudum. Inanılmaz bir haberdi. Hani bir çiçek alıyoruz,
kırmızı renkte, hediye götürüyoruz ve adına da "ATATÜRK Çiçeği" diyoruz. O ATATÜRK çiçeğinin adını biz koyduk zannediyorduk ama bakın gazeteyi
aynen okuyorum. Gazete haberi şu "Chicago özel, geçenlerde Wanderbit Üniversitesi profesörlerinden doktor Kirk Landın laboratuarlarında muhtelif
ameliyeler neticesinde kırmızı renkte yeni bir çiçek elde edilmiştir Profesör bu yeni çiçeğe isim ararken yanında duran ama Tarsus Kolejinde ATATÜRK'le
Hiç Bilmediğiniz Atatürk-7-
tanışmış, ondaki tabiat bilgi ve ilgisine hayran olan bir diğer profesör bu çiçeğe ATATÜRK isminin verilmesini önermiştir. Ve bu öneri dünya nebatat
dairesine iletilmiş ve ATATÜRK'ün yaptığı çalışmaların anlatıldığı toplantıda oy birliğiyle kabul edilmiştir". Yani dünyadaki her ülkede bu çiçek Gazi
ATATÜRK adıyla üretiliyor ve satılıyor.Bu arada ATATÜRK'ün her şeyi iyide ben iddiadan vazgeçtim, tamam dedim.Kesinlikle iddia falan yok artık,
iddiayı Mustafa Kemal kazandı ama merak ediyorum nasıl yaptı diye. Asıl sır nerde? O sırada en büyük lider eleştirmeninin sözü geldi elime.Liderleri
çok sıkı eleştiren bir eleştirmen diyorki ATATÜRK için "Liderler içerisinde eleştiri acizliği yaşadığım tek lider Mustafa Kemal'dir. Çünkü bütün Rönesans,
bütün reform, bütün aydınlanma çağı etkinlikleri bir adamın kafasında toplanmış, bir çağa sıran etkinlikler on yılda başarılmış, bu büyük bir mucizedir en
büyük radikal Mustafa Kemal'dir" bunu biz demiyoruz dünyanın en büyük lider eleştirmeni diyor.Peki, tamam laf iyi de diyorsunuz ki laflar karın
doyurmuyor, Esas sır nerde çok merak ediyorum. On yılda bir bakıyorsunuz kara tahtanın başında harf öğretiyor, bir bakıyorsunuz şapka giyiyor,
bir bakıyorsunuz tiyatro eseri oynatıyor, yok efendim arkeolojik kazılara gidiyor, tren raylarının genleşme hesabını yapıyor, Ankara'daki caddelerin
ne kadar mesafede olacağı konusunda şehirleşme planları yapıyor, E on yılda bunların hepsi peki nasıl? Ben esas sırrı nerde buldum biliyor musunuz?
Onun bir sözünde. Ama bu bence, ve dedimki bu sözü okuyunca keşke şu karga kovalamasını kafalarımıza yerleştireceklerine şu sözünü yerleştirselerdi
herhalde Türkiye çok farklı biyerde olurdu şu anda. ATATÜRK diyor ki "Çocukluğumda elime geçen iki kuruştan birini eğer kitaplara vermeseydim bu
gün yapabildiğim işlerin hiçbirini yapamazdım". Esas sır bence burada. Çocukluğunda eline geçen iki kuruştan birini kitaplara verdiği için 35 yaşında
general, 40 yaşında başkomutan, 42 yaşında cumhurbaşkanı, 46 yaşında dünyada pek çok reformist var ama hiç biri dile dokunabilmeyi cesaret
edememiştir; dile dokunabilen tek reformist Mustafa Kemal'dir. İşte bunu yapabilen ve 53 yaşında nutku yazan genç olarak tarihimize geçecektir
Mustafa Kemal. Okumayla, ama nasıl okuma biliyor musunuz? Bildiğimiz gibi bir okuma değil.Sizi 1914 Anafartalar'a götürüyorum. Anafartalar'da
savaşın bir dinlenme yerinde çadırınıza gelirsiniz postalları çıkarır rahatça dinlenmek istersiniz. Öyle bir şey yok. Macar Türkoloğu Nemetin, Fransız
Türkoloğu Devinin Türkoloji albümleri duruyormuş. Açıyor onları okuyor Mustafa Kemal.Diyorlar ki "niye bunları okuma gereği duyuyorsun" verdiği
cevaba bakın. onlara diyor ki "Savaştan sonra bu dilin değişme ihtiyacı var onu tespite çalışıyorum". Yıl 1914, gelelim 1916'ya. Bitlis cephesi komutanı
Mustafa Kemal Bitlis cephesinde çökmekte olan bir cepheyi kurtarıyor ve çadırına geliyor, yaveri Izzettin ÇALIŞLAR'ı çağırıyor ve eline bir not veriyor.
Hiç Bilmediğiniz Atatürk-8-
Notta ne yazıyor biliyor musunuz? "Savaştan sonra ilk işimiz Türk kadınına serbestisini vermek, onu erkeğinin yanında eşit haklara sahip kılmak".
Yıl 1916, Türk kadının değil adı, değil kimliği, hiçbir şeysi yok. Sokağa çıkma hakkı olmayan bir Türk kadını. Peki sizce tam savaşın en hararetli
zamanında neden Türk kadını geldi Mustafa Kemal'in aklına. Ha, Kurtuluş Savaşında gördüğümüz kadın manzarası, değil ATATÜRK'ü, dünyayı şaşırtan
bir manzaradır. Ülkelerin savaşları olmuştur ama top yekun savaş örneği ilk defa Kurtuluş Savaşında görülmektedir.Atatürk bu savaşta Ayşe Hatunu
tanımıştır Ayşe Hatunu hepimiz tanıyoruz. Bilmeyen var mı içinizde? Onun yapabildiğini acaba hangi ülkenin kadını yapabilir? yada zamanımızda hangi
kadın yapabilir? Benim bir kızım bir oğlum var inanın bu kadar araştırmacıyım düşünüyorum. Biliyorsunuz sekiz aylık kızı kucağında omuzunda mermi
ve cepheye cephane götürüyor. Sekiz aylık kız dinler mi düşmanı, ağlamaya başlıyor. Ve bu sırada ölmesi falan problem değil Hatunun, ama düşman
eğer onları fark ederse çok kısıtlı olan cephane cepheye gidemeyecek, bütün düşüncesi o Ayşe Hatun'un. Ve bu arada çocuğunu göğsüne yaslar,
düşman biraz geç gider, indirdiği zaman kendi elleriyle çocuğunu şehit ettiğini görecektir Ayşe Hatun yada diğer adıyla Tayyibe Hatun. Peki ne yapar?
çocuğunu koyar üzerini bayrakla örter ve aynen şunları söylemiştir. Kafile başkanı komutanımız aktarıyor bunu. "Sen yüzlerce binlerce yıl sonra doğacak
Türk çocukları için şehit oldun" (yani şurada oturan bizler için şehit olan)"bu benim için de senin için de bir şereftir. Yeterki vatan sağolsun" diyor,
omuzuna alıyor cephanesini ve yola koyuluyor. Hanımefendiler içinizde anne olanlar var. Lütfen bir an için düşünün, çocuğunuzu göz önüne getirin. El
bebek gül bebek büyütüyoruz, gözünün içine bakıyoruz, tercih yapın sizden sonraki kuşak mı? Çocuğunuz mu? İşte bu Ayşe ya da diğer adıyla Tayyibe
Hatun’u tanıdı Mustafa Kemal.Kurtuluş Savaşında Kütahya sırtları, eksi 30, eksi 40. Ve 75-80 yaşlarında bir nine. Gerisini gelin kafile komutanı
Mustafa Necati'den dinleyelim. Mustafa Necati neyi görür? Bütün yorgan battaniye ne varsa cephanenin üstüne örtmüş kendisi pazen elbiseyle.
Aynen şunları söyler "nine kar sepeliyor hava çok soğuk bari şu yorganı alsan sırtına" dediğinde aldığı cevap "dokunma ona, o millet malıdır, nem kapmasın.
Ben bir ölürüm ama onunla binler doğacak binler. hayır oğlum hayır hiç üşümüyorum, soğuğu hiç duymuyorumki. Düşman bu topraklara girdi gireli benim içim
yanıyor içim a oğul" diyen bir nineyi tanıdı Mustafa Kemal.Albay Hulusi ATAĞ'ın kafilesinde olan genç bir kadınımız hastadır ve cephane
taşırken yere düşmüştür, ölmek üzeredir. Hulusi ATAK sorar "bacım bana adını söyle seni tarihe yazdıracağım" dediğinde aldığı cevap "adımı
ne yapacaksın a oğul yaz benim adım Anadolu" cevabındaki adımın ne önemi var önemli olan ülkemin adı ve gururu düşünüşü keşke, keşke uygarlık
Hiç Bilmediğiniz Atatürk-9-
savaşımızda aynı şiddetiyle sürebilseydi bugün. Üzerinde ATATÜRK yazılı kapsülü inanın, inanın hiç mübalağa etmiyorum ilk uzaya fırlatan ülke
mutlaka ama mutlaka biz olurduk.Evet bu savaşta ATATÜRK dünyaya tek geçen Zekiye Hanım’ı tanıdı. Zekiye Hanım ne yaptı biliyor musunuz?
Dünyaya ilk ve tek geçen kadınımızdır. 10 Aralık 1919 öğretmen okulu bahçesine 3000 kadını toplamış, dedim herhalde sıfırları fazla okuyorum.
Hayır 3000 kadın, yapımcısı, dinleyicisi, konuşmacısı. Kadın olan dünyada ilk mitingdir bu, onun için dünyaya ilk geçmiştir. Peki Zekiye Hanım
nasıl toplamıştır, cep telefonu yok faks yok, hiçbir araç yok. Hadi bunlar oldu farz edelim. Kadının sokağa çıkma hakkı yokken 3000 kadın nasıl
organize oldu dersiniz? Evet bunu incelediğimde inanılmaz bir hem hayranlık hem de üzüntü duydum neden biliyor musunuz?
Cep telefonunuz var, faksımız var. Pek çok kulübün, pek çok derneğin davetlisi olarak gidiyorum. Hanımlar 50 kişi geldimi aman diyorlar bu
gün çok kalabalığız. 3000 kadından bahsediyorum ama projesinin adını da söylemek istiyorum Zekiye Hanımın "MUTFAK PROJESI", inanılmaz
bir proje. Daha sonra bir yerde tekrar geçecek bu proje. ATATÜRK Zekiye Hanımı, Nakiye Hanımı tanıdı bu savaşta. ATATÜRK Melek REŞIT'i tanıdı,
Atatürtk Şuküfe Nihal'i tanıdı ve ATATÜRK ekmek pişirerek askere götüren ama bu düşmanlar tarafından tespit edilip askerimizin yerini öğrenmek için
çok işkence gören ama söylemediği için ekmek pişirdiği fırına atılarak yakılan Nazife Kadını tanıdı bu savaşta. Bu savaşta ATATÜRK Taccülcalala
Hanım’ı tanıdı ATATÜRK üsteğmenlerimizi, binbaşı hanımlarımızı tanıdı, bu savaşta Tuğgeneral rütbesi verilmesi öngörülen 8 yaşındaki, evet yanlış
duymadınız 8 yaşındaki Nezahat kızımızı tanıdı. İşte Nezahat kızımızın yanında şehit olan bir erimizin cebinden çıkan bir mektubunda annesine şöyle
yazmış "anne Nezahatle babasının arasındaki konuşmayı duyaydın benim burada niye olduğumu anlardın" demiş ve bu arada şöyle yazmış" biz Mehmetçik
Nezahat'e Türklerin Jan Darkı diyoruz" demiş. Bu bana acı geldi. Ben Jan Darkı ortaokuldan beri tanıyordum ama Nezahat'i ancak bu araştırmam da
tanıdım. Bunun acısını da o mektupla birlikte yaşamış oldum. Bu kadınlarımızı ben ATATÜRK ve Türk Kadını konulu konferansımda anlattığım için
burada sadece adlarını anmadan geçemeyeceğimi gördüm.
Bu arada ATATÜRK okumuşta yazmaya da vakit bulabilmiş. Evet bizler için bir geometri kitabı yazmış. Üçgen, açı, dikdörtgen gibi ve 48 tane
geometri teriminin isim babası bu yazdığı kitapla bizzat Mustafa Kemal'dir.
Hiç Bilmediğiniz Atatürk
211
Atatürk ve Diğer Türk Önderlerimiz / Ömürleri Atatürk’e sataşmakla geçiyor...
« : 25 Şubat 2011, 17:41:33 »
Ceviz Kabuğu’na ’travma’ tartışması damgasını vurdu. Cevizoğlu’nun konuğu Prof. Yaşar Nuri Öztürk, bazı çevrelerin 100 yıllık hesaplaşma peşinde olduğunu söyledi.
Ceviz Kabuğu programı “travma” yaratacak açıklamalara sahne oldu
Prof. Yaşar Nuri Öztürk: “Bu travma aklın prangalarını ortadan kaldırmıştır. O halde hayırlıdır”
Hayatları Atatürk’e sataşmakla geçiyor
Gazeteci Hulki Cevizoğlu’nun hazırladığı Ceviz Kabuğu programına katılanve çarpıcı açıklamalarda bulunan Halkın Yükselişi Partisi Genel Başkanı Prof. Dr. Yaşar Nuri Öztürk’ün konuşmalarından bazı pasajlar şöyle:
- “Cami sayısı arttıkça, Türkiye’deki ahlaksızlıkta liste başına doğru çıkıyoruz. Cami sayısı arttıkça ahlaksızlığın azalması gerekmez mi?.. Türkiye’de dinci denen bir çete var. Ama milyonlarca samimi dindar var.”
- “Maşallah Meclis Tarikatlar Konfederasyonu gibi. (100 bine yakın camide imamlara ödenen maaşları kastederek) İslam size, 2 katrilyonla namaz kıldırın demiyor. Bu namazlar kabul olmaz!.. Osmanlı bile 3 kıtada sadece 15 bin cami yapmıştı. Şimdi mescidleri de katarsanız, Cumhuriyet Türkiyesi’nde 100 bin oldu. Osmanlı camilerinin hangisinin altında dükkân vardı?.. “
- “Eğitimin millisi olmaz, ne demek? (Cevizoğlu’nun, ’Türkiye’nin DNA’sını değiştireceklerini açıklıyor, bu konuda kitaplar yazıyorlar’sözü üzerine) DNA’mızı değiştirip de p****leşecek mi millet?.. DNA’yı değiştireceğiz demek, milleti p****leştireceğiz, soysuzlaştıracağız, demektir.”
- “Ateizm mert bir kurumdur. Mertlikle cehenneme gitmektir. Ateist namuslu olabilir, riya yapmaz. Bir tek namussuz ateist görmedim, ama namussuz Müslüman gördüm. Bu ülkede, senelerce Kâbe’ye küfreden Müslüman gördüm. Kur’an’da ateizm yoktur. Çünkü, insan fıtratının ateist olacağını düşünmez. O yüzden münafık ve müşriklik vardır. Kur’an, Mekke’de müşriklerin namazından söz ediyor!.. Kâbe’yi Hz. Muhammed’e yasaklayarak, tevhidin namazı olmaktan çıkardılar.”
-(Seçim öncesi Bülent Arınç’ın Dindar Cumhurbaşkanı seçtirmiyorlar sözü halkta tuttu, sözü üzerine) “Tuttuysa, Allah bu milletin belasını verecektir!.. Abdestsiz namaz kılan binlerce onursuz var bu ülkede. Din üçkağıtçılığına hayatım boyunca düşman olacağım.”
Ceviz Kabuğu’na telefonla katılan araştırmacı yazar Cengiz Özakıncı da, Atatürk’ü Avrupa hayranı gibi gösterenlere tokat gibi bir bilimsel yanıt verdi. Özakıncı, “Atatürk, laikliği Batı’dan değil, 1058’deki Selçuklu Sultanı Tuğrul’dan almıştır. Bunu Nutuk’un Belgeler bölümünde açıklamaktadır. Dil devrimini de Batı’dan değil, Karamanoğlu Mehmet Bey’den almıştır!.”
PKK’nın dini kullanması!..
“Allah ile aldatma bölücülüğün başarıya ulaşması içinde büyük bir çare olarak keşfedildi, yakalandı ve kullanılıyor” diyen Öztürk bölücü başının, “Urfa’da ilahiyat akademisi kurun ben de dinleri incelemeye başladım” şeklindeki demeçlerini hatırlattı. Amerika’nın bölücü başını örgütten dindar Kürtlerle PKK’yı buluşturmak için kopardığını dile getiren Öztürk, bunun arkasından da o bölgede Saidi Nursi’yi devreye soktuklarını söyledi. Öztürk, “Bundan sonra ordunun yaptığı işle PKK’yı hak edemezsiniz. Çünkü işi camiye soktular. Bunun taşeronu da AKP’dir” diye konuştu.
Hayatımın en büyük yanlışı!...
11 Eylül saldırılarının ardından siyasete girme kararı aldığını da Ceviz Kabuğu’nda açıklayan Yaşar Nuri Öztürk, “Eğer İslam üzerinden yapılacaksa politikalar, bundan zarar görmememiz için bizim İslami bilgimizin devreye girmesi lazımdı. Aklın kumandan olması gereken bir dinde hurafelerden kurtarmaya çalışan bir birikimdi bizimki de” dedi. Rahmetli Bülent Ecevit ve eşi Rahşan Hanım’ın kendisine yaptıkları “siyasete gir” çağrılarına karşılık vermediği için çok pişman olduğunu itiraf eden Öztürk, “Hayatımın en büyük yanlışlarından birini yapmışım bunu itiraf ediyorum” dedi.
Doğu maneviyatına mensubuz
Yaşar Nuri Öztürk gelenek ve göreneklerin din haline getirilmesinin Kuran’da şirk (Allaha ortak gösterme) sayıldığını hurafelerin din içine doldurularak aklın prangalaştırıldığını söyledi. Mustafa Kemal’in bu prangaları kıran kişi olduğunu ifade eden Öztürk, “Benim ülkemde aklı din adına kuyuya soktular. Kuran diyor ki aklınızı kullanmazsanız üzerinize pislik yağar. Mustafa Kemal bu olmasın diye aklın prangalarını kırdı. Onun devrimleri bir tek buna indirgenebilir” dedi. “Türkiye din işlerine en çok para harcayan ülkelerden biri” diyen Yaşar Nuri Öztürk, “Mustafa Kemal yüzünü batıya dönmüştü” diyenlere ve onu dinsiz gibi göstermeye çalışanlara onun “Biz doğu maneviyatına mensubuz” sözünü hatırlattı. Öztürk, Mustafa Kemal’in hiçbir zaman Batıyı örnek alacağız yüzümüzü Batıya döneceğiz demediğini ve gerçek İslam’la Mustafa Kemal mirasının asla çelişmediğini söyledi.
Mehmet Fırat 100 yıllık hesaplaşmanın peşinde
Mustafa Kemal ilahlaştırılmış halifeyi, saltanatı, hurafeleri ortadan kaldırdı. Bu travma yaratmayacak mıydı? Dengir Fırat’ları rahatsız etmeyecek miydi?
Halkın Yükselişi Partisi (HYP) Genel Başkanı Prof. Dr. Yaşar Nuri Öztürk, yeni çıkan “Allah İle Aldatmak” kitabı ekseninde AKP iktidarının icraat ve açıklamalarını sert sekilde eleştirirken, çok konuşulacak noktalara değindi.
Prof. Öztürk, AKP Genel Başkan Yardımcısı Dengir Mir Mehmet Fırat’ın “Atatürk devrimleri Türk toplumuna bir travma yaşatmıştır...” sözlerini sert bir şekilde eleştirdi. Öztürk, Fırat’a “Bu travma aklın prangalarını ortadan kaldırmıştır. O halde hayırlı bir travma değil midir?” diye sordu.
Dinin siyasete alet edilmesinin ortaya çıkaracağı kötü sonuçları hem siyasi hem dini yönleriyle Kuran’dan, tarihten, hukuktan kaynak göstererek anlatan Prof. Dr. Yaşar Nuri Öztürk, “Atatürk devrimleri Türk toplumuna bir travma yaşatmıştır...” sözleri kullanana göre anlam kazanır. Bütün hayatları Mustafa Kemal’e sataşmakla geçen insanlar bunu kullandı mı bu çok talihsiz düzeysiz ve düşük bir ifade, travma bazen de “doğuş” anlamına gelir “ dedi.
Aklın prangalaşmasının din olarak görüldüğünü söyleyen Öztürk, ” Aklın prangalaşmasını dinleştirilmiş bir ülkede aklın prangalarını kırmak travma yaratmaz mı? Travma yarattıysa da bu hayırlı bir travma değil midir? “ dedi. Prof. Dr. Yaşar Nuri Öztürk, Kur’an-ı Kerim’in Sad Suresi’nde yer alan, ” Gerçeği örten o nankörler bir gurur, ayrılık ve bütünden kopuş içindedirler. İlahları bir tek Tanrıya mı indirgemiş bu gerçekten hayret edilecek bir şey “ ifadelerini okuyarak bu mealle Atatürk’e karşı alınan tavrın nedenini de gözler önüne sermeye çalıştı. Öztürk şöyle konuştu: ” Burada Hz. Peygamberin alışılmışı yıkan söylemine ve tavrına isyan bir kasırga olarak ifade ediliyor. Sad Suresi 1’den 7’ye kadar. İşin püf noktası bu! Toplumun ilahlarını -kavram, kişi ya da kurum olur- rahatsız ettiğiniz zaman bu gürültü çıkıyor. Mustafa Kemal bunu yaptı. İlahlaştırılmış halifeyi, saltanatı, hurafeleri ortadan kaldırdı. Ne bekliyordunuz bu travma yaratmayacak mıydı? Dengir Fıratları rahatsız etmeyecek miydi?
Umreye gidip Kâbe’ye küfredenler var
Yaşar Nuri Öztürk, Hz. Muhammed’in en büyük korkusunun “maskeli, gizli şirk” olduğunu söyledi. Hz. Peygamberin, “Bir daha ne güneşe ne aya taparsınız. Benim korkum ümmetimi gizli şirk ile aldatmalarıdır. Gizli şirk içinize karınca sessizliğinde girer” sözlerini dile getiren Öztürk, “Ben senelerce hacca gidip Kâbe’ye küfreden insanlar gördüm bu ülkede. Umreye gittiler. Kâbe’den döndüler. Turistik gezi yaptılar. Eve gelip gene dinle alay ettiklerini gördük amaç birilerinden prim almak. Bu namussuzluğu bu ülke son beş yıl içinde gördü. Bunu bir ateist yapmaz. Zaten Kur’an insan fıtratının ateist olacağını kabul etmez sadece yanlış ilahlar seçtiğini söyler” diye konuştu. Öztürk’ün bu sözleri üzerine Hulki Cevizoğlu, “Bu yaptığımızın dinde yeri var mı diye düşünüp asıl bu insanların aklında travma oluşması gerekir” dedi. Cevizoğlu, Mehmet Fırat’ın bilimsel bir şey söylemediğini kendisinin bir siyaset adamı olduğunu belirterek, “Acaba Mehmet Fırat yüz yıllık bir hesaplaşmanın mı peşinde?” diye sordu.
Torunlar arasından Nemrut ve Firavun da çıkıyor!..
AKP’li Fırat’ın kendini basında, “Ben Cumhuriyet çocuğuyum. Dedemin Türkiye’de sadece 6 kişide olan istiklal madalyasını taşıyorum” diyerek savunması da Öztürk ve Cevizoğlu’nun eleştirilerine neden oldu. Hulki Cevizoğlu, “Bu madalyayı taşırken böyle sözleri nasıl söyleyebiliyor” değerlendirmesinde bulunurken Yaşar Nuri Öztürk, “Filancanın torunu olmak kimseyi ne mertebe sahibi eder ne de adam eder. Bununla yürüyeceksek hepimiz Hz. Âdem’in torunuyuz. Onun torunları arasından Firavun, Karun, Neron, Nemrut çıktı. Bu şekilde bir yere varamayız dedesini rahmetle anıyoruz. Çünkü o bunu hak etmiş. Kendisini kim rahmetle anacak bilmiyoruz tarih gösterecek” dedi. Öztürk bu konuda şunları söyledi: “Dedenin mirasına nankörlük ediyorlar... Kâfirler gerçeği örter nankörlük ederler... Kuran’da ” gerçeği örten o nankörler “ diye geçer. Mustafa Kemal’in tarihte eşi az görülür çileler pahasına kurduğu devletin bütün nimetlerini tepe tepe kullandıkları halde nankörlük ediyorlar ona. Tarihe nankörlük edenlerin hesabını Allah soracak elbette. Ama bu daha ileriki zamanlara kalacak. Kalmaması için çocuklarımızın bundan hayır görmesi için milletimizin hesap sorması lazım.”
Secdeler hakiki olsaydı...
Türkiye’de dinin ve Atatürk’ün anlatılmak yerine dayatılarak sevdirilmeye çalışıldığını vurgulayan Öztürk günümüz Türkiye’sindeki her yere cami, mescit yapmanın da ibadetin ruhu kavranmadığı sürece çok etkili olmayacağını kaydetti. Türkiye ile Osmanlı İmparatorluğu’nu bu konuda kıyaslayan Öztürk’ün değerlendirmeleri şöyle: “Altı yüzyıl İslam’ın alemdarlığını yapmış Osmanlı’da, koskoca imparatorlukta 15 bin cami vardı. Türkiye’de ufak tefek mescitlerle beraber yüz bin. Ama onların hepsi birer anıt. Dinin güzelliğine ruhuna yakışır. Hangisinin altında yüz tane dükkân var. Buralarda yapılan secdeler hakiki secde olsa bu ülkenin durumu böyle olur muydu?... Türk’ün, bu ülkenin ve İslam’ın düşmanları iki kişiye deccal diyor. Biri Hz. Muhammed diğeri Mustafa Kemal.”
Türkiye İran olur mu tartışmalarına da değinen Öztürk çok ilginç bir iddiada bulundu. Öztürk’e göre Türkiye’de bir kesim İran olmaktan korkarken İran’ da, “Ben Türkiye olur muyum?” korkusu taşıyor. Öztürk bu iddiasının altını şu sözleriyle doldurdu: “Türkiye Türkiye’den yönetilmiyor?... İslam üzerinden oynanan oyunla benim bağımsızlığım tehdit edilir mi? İran İran’dan yönetilmez hale getirilir mi kaygısı var İran’da. İran’ın korkusu bu... İran İran’dan yönetiliyor ama Türkiye Türkiye’den yönetilmiyor. İran’da yabancı kadınların bile daha uçaktayken başlarını örtmeleri yasal zorunlulukken ” tek tel görünürse 70 sene yanarsın “ diye bir şey yok. Hıristiyan rahibe örtünmesi, Müslüman kadının örtünmesi gibi dayatıldı. Türkiye’yi tahrip etmek için ortaya koydukları fesat unsuru ensemizde boza pişiriyor. İran bunu alt alta koyunca ” dikkat edeyim ben Türkiye olmayım “ diyor.
Ceviz Kabuğu programı “travma” yaratacak açıklamalara sahne oldu
Prof. Yaşar Nuri Öztürk: “Bu travma aklın prangalarını ortadan kaldırmıştır. O halde hayırlıdır”
Hayatları Atatürk’e sataşmakla geçiyor
Gazeteci Hulki Cevizoğlu’nun hazırladığı Ceviz Kabuğu programına katılanve çarpıcı açıklamalarda bulunan Halkın Yükselişi Partisi Genel Başkanı Prof. Dr. Yaşar Nuri Öztürk’ün konuşmalarından bazı pasajlar şöyle:
- “Cami sayısı arttıkça, Türkiye’deki ahlaksızlıkta liste başına doğru çıkıyoruz. Cami sayısı arttıkça ahlaksızlığın azalması gerekmez mi?.. Türkiye’de dinci denen bir çete var. Ama milyonlarca samimi dindar var.”
- “Maşallah Meclis Tarikatlar Konfederasyonu gibi. (100 bine yakın camide imamlara ödenen maaşları kastederek) İslam size, 2 katrilyonla namaz kıldırın demiyor. Bu namazlar kabul olmaz!.. Osmanlı bile 3 kıtada sadece 15 bin cami yapmıştı. Şimdi mescidleri de katarsanız, Cumhuriyet Türkiyesi’nde 100 bin oldu. Osmanlı camilerinin hangisinin altında dükkân vardı?.. “
- “Eğitimin millisi olmaz, ne demek? (Cevizoğlu’nun, ’Türkiye’nin DNA’sını değiştireceklerini açıklıyor, bu konuda kitaplar yazıyorlar’sözü üzerine) DNA’mızı değiştirip de p****leşecek mi millet?.. DNA’yı değiştireceğiz demek, milleti p****leştireceğiz, soysuzlaştıracağız, demektir.”
- “Ateizm mert bir kurumdur. Mertlikle cehenneme gitmektir. Ateist namuslu olabilir, riya yapmaz. Bir tek namussuz ateist görmedim, ama namussuz Müslüman gördüm. Bu ülkede, senelerce Kâbe’ye küfreden Müslüman gördüm. Kur’an’da ateizm yoktur. Çünkü, insan fıtratının ateist olacağını düşünmez. O yüzden münafık ve müşriklik vardır. Kur’an, Mekke’de müşriklerin namazından söz ediyor!.. Kâbe’yi Hz. Muhammed’e yasaklayarak, tevhidin namazı olmaktan çıkardılar.”
-(Seçim öncesi Bülent Arınç’ın Dindar Cumhurbaşkanı seçtirmiyorlar sözü halkta tuttu, sözü üzerine) “Tuttuysa, Allah bu milletin belasını verecektir!.. Abdestsiz namaz kılan binlerce onursuz var bu ülkede. Din üçkağıtçılığına hayatım boyunca düşman olacağım.”
Ceviz Kabuğu’na telefonla katılan araştırmacı yazar Cengiz Özakıncı da, Atatürk’ü Avrupa hayranı gibi gösterenlere tokat gibi bir bilimsel yanıt verdi. Özakıncı, “Atatürk, laikliği Batı’dan değil, 1058’deki Selçuklu Sultanı Tuğrul’dan almıştır. Bunu Nutuk’un Belgeler bölümünde açıklamaktadır. Dil devrimini de Batı’dan değil, Karamanoğlu Mehmet Bey’den almıştır!.”
PKK’nın dini kullanması!..
“Allah ile aldatma bölücülüğün başarıya ulaşması içinde büyük bir çare olarak keşfedildi, yakalandı ve kullanılıyor” diyen Öztürk bölücü başının, “Urfa’da ilahiyat akademisi kurun ben de dinleri incelemeye başladım” şeklindeki demeçlerini hatırlattı. Amerika’nın bölücü başını örgütten dindar Kürtlerle PKK’yı buluşturmak için kopardığını dile getiren Öztürk, bunun arkasından da o bölgede Saidi Nursi’yi devreye soktuklarını söyledi. Öztürk, “Bundan sonra ordunun yaptığı işle PKK’yı hak edemezsiniz. Çünkü işi camiye soktular. Bunun taşeronu da AKP’dir” diye konuştu.
Hayatımın en büyük yanlışı!...
11 Eylül saldırılarının ardından siyasete girme kararı aldığını da Ceviz Kabuğu’nda açıklayan Yaşar Nuri Öztürk, “Eğer İslam üzerinden yapılacaksa politikalar, bundan zarar görmememiz için bizim İslami bilgimizin devreye girmesi lazımdı. Aklın kumandan olması gereken bir dinde hurafelerden kurtarmaya çalışan bir birikimdi bizimki de” dedi. Rahmetli Bülent Ecevit ve eşi Rahşan Hanım’ın kendisine yaptıkları “siyasete gir” çağrılarına karşılık vermediği için çok pişman olduğunu itiraf eden Öztürk, “Hayatımın en büyük yanlışlarından birini yapmışım bunu itiraf ediyorum” dedi.
Doğu maneviyatına mensubuz
Yaşar Nuri Öztürk gelenek ve göreneklerin din haline getirilmesinin Kuran’da şirk (Allaha ortak gösterme) sayıldığını hurafelerin din içine doldurularak aklın prangalaştırıldığını söyledi. Mustafa Kemal’in bu prangaları kıran kişi olduğunu ifade eden Öztürk, “Benim ülkemde aklı din adına kuyuya soktular. Kuran diyor ki aklınızı kullanmazsanız üzerinize pislik yağar. Mustafa Kemal bu olmasın diye aklın prangalarını kırdı. Onun devrimleri bir tek buna indirgenebilir” dedi. “Türkiye din işlerine en çok para harcayan ülkelerden biri” diyen Yaşar Nuri Öztürk, “Mustafa Kemal yüzünü batıya dönmüştü” diyenlere ve onu dinsiz gibi göstermeye çalışanlara onun “Biz doğu maneviyatına mensubuz” sözünü hatırlattı. Öztürk, Mustafa Kemal’in hiçbir zaman Batıyı örnek alacağız yüzümüzü Batıya döneceğiz demediğini ve gerçek İslam’la Mustafa Kemal mirasının asla çelişmediğini söyledi.
Mehmet Fırat 100 yıllık hesaplaşmanın peşinde
Mustafa Kemal ilahlaştırılmış halifeyi, saltanatı, hurafeleri ortadan kaldırdı. Bu travma yaratmayacak mıydı? Dengir Fırat’ları rahatsız etmeyecek miydi?
Halkın Yükselişi Partisi (HYP) Genel Başkanı Prof. Dr. Yaşar Nuri Öztürk, yeni çıkan “Allah İle Aldatmak” kitabı ekseninde AKP iktidarının icraat ve açıklamalarını sert sekilde eleştirirken, çok konuşulacak noktalara değindi.
Prof. Öztürk, AKP Genel Başkan Yardımcısı Dengir Mir Mehmet Fırat’ın “Atatürk devrimleri Türk toplumuna bir travma yaşatmıştır...” sözlerini sert bir şekilde eleştirdi. Öztürk, Fırat’a “Bu travma aklın prangalarını ortadan kaldırmıştır. O halde hayırlı bir travma değil midir?” diye sordu.
Dinin siyasete alet edilmesinin ortaya çıkaracağı kötü sonuçları hem siyasi hem dini yönleriyle Kuran’dan, tarihten, hukuktan kaynak göstererek anlatan Prof. Dr. Yaşar Nuri Öztürk, “Atatürk devrimleri Türk toplumuna bir travma yaşatmıştır...” sözleri kullanana göre anlam kazanır. Bütün hayatları Mustafa Kemal’e sataşmakla geçen insanlar bunu kullandı mı bu çok talihsiz düzeysiz ve düşük bir ifade, travma bazen de “doğuş” anlamına gelir “ dedi.
Aklın prangalaşmasının din olarak görüldüğünü söyleyen Öztürk, ” Aklın prangalaşmasını dinleştirilmiş bir ülkede aklın prangalarını kırmak travma yaratmaz mı? Travma yarattıysa da bu hayırlı bir travma değil midir? “ dedi. Prof. Dr. Yaşar Nuri Öztürk, Kur’an-ı Kerim’in Sad Suresi’nde yer alan, ” Gerçeği örten o nankörler bir gurur, ayrılık ve bütünden kopuş içindedirler. İlahları bir tek Tanrıya mı indirgemiş bu gerçekten hayret edilecek bir şey “ ifadelerini okuyarak bu mealle Atatürk’e karşı alınan tavrın nedenini de gözler önüne sermeye çalıştı. Öztürk şöyle konuştu: ” Burada Hz. Peygamberin alışılmışı yıkan söylemine ve tavrına isyan bir kasırga olarak ifade ediliyor. Sad Suresi 1’den 7’ye kadar. İşin püf noktası bu! Toplumun ilahlarını -kavram, kişi ya da kurum olur- rahatsız ettiğiniz zaman bu gürültü çıkıyor. Mustafa Kemal bunu yaptı. İlahlaştırılmış halifeyi, saltanatı, hurafeleri ortadan kaldırdı. Ne bekliyordunuz bu travma yaratmayacak mıydı? Dengir Fıratları rahatsız etmeyecek miydi?
Umreye gidip Kâbe’ye küfredenler var
Yaşar Nuri Öztürk, Hz. Muhammed’in en büyük korkusunun “maskeli, gizli şirk” olduğunu söyledi. Hz. Peygamberin, “Bir daha ne güneşe ne aya taparsınız. Benim korkum ümmetimi gizli şirk ile aldatmalarıdır. Gizli şirk içinize karınca sessizliğinde girer” sözlerini dile getiren Öztürk, “Ben senelerce hacca gidip Kâbe’ye küfreden insanlar gördüm bu ülkede. Umreye gittiler. Kâbe’den döndüler. Turistik gezi yaptılar. Eve gelip gene dinle alay ettiklerini gördük amaç birilerinden prim almak. Bu namussuzluğu bu ülke son beş yıl içinde gördü. Bunu bir ateist yapmaz. Zaten Kur’an insan fıtratının ateist olacağını kabul etmez sadece yanlış ilahlar seçtiğini söyler” diye konuştu. Öztürk’ün bu sözleri üzerine Hulki Cevizoğlu, “Bu yaptığımızın dinde yeri var mı diye düşünüp asıl bu insanların aklında travma oluşması gerekir” dedi. Cevizoğlu, Mehmet Fırat’ın bilimsel bir şey söylemediğini kendisinin bir siyaset adamı olduğunu belirterek, “Acaba Mehmet Fırat yüz yıllık bir hesaplaşmanın mı peşinde?” diye sordu.
Torunlar arasından Nemrut ve Firavun da çıkıyor!..
AKP’li Fırat’ın kendini basında, “Ben Cumhuriyet çocuğuyum. Dedemin Türkiye’de sadece 6 kişide olan istiklal madalyasını taşıyorum” diyerek savunması da Öztürk ve Cevizoğlu’nun eleştirilerine neden oldu. Hulki Cevizoğlu, “Bu madalyayı taşırken böyle sözleri nasıl söyleyebiliyor” değerlendirmesinde bulunurken Yaşar Nuri Öztürk, “Filancanın torunu olmak kimseyi ne mertebe sahibi eder ne de adam eder. Bununla yürüyeceksek hepimiz Hz. Âdem’in torunuyuz. Onun torunları arasından Firavun, Karun, Neron, Nemrut çıktı. Bu şekilde bir yere varamayız dedesini rahmetle anıyoruz. Çünkü o bunu hak etmiş. Kendisini kim rahmetle anacak bilmiyoruz tarih gösterecek” dedi. Öztürk bu konuda şunları söyledi: “Dedenin mirasına nankörlük ediyorlar... Kâfirler gerçeği örter nankörlük ederler... Kuran’da ” gerçeği örten o nankörler “ diye geçer. Mustafa Kemal’in tarihte eşi az görülür çileler pahasına kurduğu devletin bütün nimetlerini tepe tepe kullandıkları halde nankörlük ediyorlar ona. Tarihe nankörlük edenlerin hesabını Allah soracak elbette. Ama bu daha ileriki zamanlara kalacak. Kalmaması için çocuklarımızın bundan hayır görmesi için milletimizin hesap sorması lazım.”
Secdeler hakiki olsaydı...
Türkiye’de dinin ve Atatürk’ün anlatılmak yerine dayatılarak sevdirilmeye çalışıldığını vurgulayan Öztürk günümüz Türkiye’sindeki her yere cami, mescit yapmanın da ibadetin ruhu kavranmadığı sürece çok etkili olmayacağını kaydetti. Türkiye ile Osmanlı İmparatorluğu’nu bu konuda kıyaslayan Öztürk’ün değerlendirmeleri şöyle: “Altı yüzyıl İslam’ın alemdarlığını yapmış Osmanlı’da, koskoca imparatorlukta 15 bin cami vardı. Türkiye’de ufak tefek mescitlerle beraber yüz bin. Ama onların hepsi birer anıt. Dinin güzelliğine ruhuna yakışır. Hangisinin altında yüz tane dükkân var. Buralarda yapılan secdeler hakiki secde olsa bu ülkenin durumu böyle olur muydu?... Türk’ün, bu ülkenin ve İslam’ın düşmanları iki kişiye deccal diyor. Biri Hz. Muhammed diğeri Mustafa Kemal.”
Türkiye İran olur mu tartışmalarına da değinen Öztürk çok ilginç bir iddiada bulundu. Öztürk’e göre Türkiye’de bir kesim İran olmaktan korkarken İran’ da, “Ben Türkiye olur muyum?” korkusu taşıyor. Öztürk bu iddiasının altını şu sözleriyle doldurdu: “Türkiye Türkiye’den yönetilmiyor?... İslam üzerinden oynanan oyunla benim bağımsızlığım tehdit edilir mi? İran İran’dan yönetilmez hale getirilir mi kaygısı var İran’da. İran’ın korkusu bu... İran İran’dan yönetiliyor ama Türkiye Türkiye’den yönetilmiyor. İran’da yabancı kadınların bile daha uçaktayken başlarını örtmeleri yasal zorunlulukken ” tek tel görünürse 70 sene yanarsın “ diye bir şey yok. Hıristiyan rahibe örtünmesi, Müslüman kadının örtünmesi gibi dayatıldı. Türkiye’yi tahrip etmek için ortaya koydukları fesat unsuru ensemizde boza pişiriyor. İran bunu alt alta koyunca ” dikkat edeyim ben Türkiye olmayım “ diyor.
212
Atatürk ve Diğer Türk Önderlerimiz / 'Bu paralarda Atatürk yok Başkan'
« : 25 Şubat 2011, 17:41:29 »
Bu paralarda Atatürk yok Başkan'
03 Temmuz 2008 00:00
Dün gözalrına alınan ATO Başkanı Sinan Aygün'ün gözaltına alınması sırasında polis ile Aygün arasında kasalardaki dolarlarla ilgili ilginç diyalog yaşandı.
Ergenekon soruşturması çerçevesinde Ankara'da gözaltına alınan Ankara Ticaret Odası Başkanı Sinan Aygün'ün gözaltına alınması sırasında polis ile Aygün arasında ilginç bir diyalog yaşandı. Evinden çıkışta basın mensuplarına Atatürk'ü sevdiğim için gözaltına alınıyorum" sözleriyle eleştirisini dile getiren Aygün'e, polis aracında evindeki kasasından çıkan 3 milyon Euro'yu hatırlatan bir polis "Sayın başkan Atatürk'ü sevdiğini söylüyorsun ama, kasandaki paraların üzerinde Atatürk yok" diyerek takıldı.
İstanbul Cumhuriyet Savcısı Zekariya Öz'ün talimatıyla sabah saatlerinde evine gidilen Aygün'ün evinde yapılan aramada ilginç anlar yaşandı. ATO Başkanı Aygün önce eve gelen kişilerden kimlik beyanı istedi. Arama kararının tebliğ edilmesinin ardından polisler evde arama yapmaya başladılar. Evde yapılan aramada polisler 2 ayrı kasa tespit ettiler. Bu kasalardan birinin kendisine diğerinin ise eşine ait olduğunu söyleyen Aygün'e içinde ne olduğu soruldu. Polislere "Kişisel ziynet eşyası ve para var" cevabını veren Aygün'den kasaların açılması ve içindekilerin zapta alınması gerektiği ifade edildi.
BİRİ PARA, DİĞERİ ALTINLA DOLU
Bunun üzerine ilk kasayı açan polis içinden çıkan 3 milyon Euroyu görünce şaşırdı. Aygün bu paranın kendisine ait olduğunu ve tasarrufu olduğunu beyan etmesi üzerine paraya el konulmayarak tutanakla kayda alınarak kasa tekrar kapatıldı. Terörle mücadele polisleri diğer kasanın da açılmasını istedi. Ancak Aygün'ün eşi bu kasada kendisine ait altınların bulunduğu ifade ederek açmak istemedi. Polislerin ısrarı üzerine anahtarı şu anda bulamayacağını söyleyen Aygün'ün eşine ait kasa çilingir çağırılarak açıldı.
Aygün eşine ait kasanın altın ve ziynet ile dolu olduğunu gören polis, "Bu ziynet eşyaları ve altınlar size mi ait" diye sordu. Aygün'ün eşinden olumlu yanıt aldıktan sonra kasa tespit tutanağını dolduruldu ve kasa kapatıldı.
Ardından evden çıkan Aygün ve polisler kalabalık bir medya grubuyla karşılaştılar. Bekleyen gazetecilerin "Neden gözaltına alındınız" sorusu üzerine polislerin arasından "Atatürk'ü çok sevdiğim için gözaltına alınıyorum" diye cevap verdi. Ancak bu sözüne bir polisin cevabı çok ilginçti. Biraz önce yapılan ev aramasında Aygün'ün kasasından çıkan Euroları hatırlatan polis memuru, "Sayın başkan, Atatürk'ü çok sevdiğini söylüyorsun ama, kasandaki paraların üzerinde Atatürk yok" sözleriyle takıldı.
SİLAH TEMİZ ÇIKTI
Bu arada Aygün'ün makam odasındaki şofbende bulunan Glock marka silaha ilişkin de bilgi veren emniyet yetkilileri, yapılan balistik inceleme sonucu silahın herhangi bir kaydı çıkmadığını ifade ettiler. Silahın bulunduğu odanın parmak iziyle sadece Aygün tarafından açılabildiğini kaydeden emniyet yetkilileri, "Olay günü yapılan tutanak anında Aygün'ün kendisi yok iken tamir esnasında bu silahın şofbenden çıktığı ifade edildi. Balistik incelemesi yapıldı ve temiz çıktı. Ardından savcılık takipsizlik kararı verdiği için dosya kapatıldı" şeklinde konuştular. -
ANKA
03 Temmuz 2008 00:00
Dün gözalrına alınan ATO Başkanı Sinan Aygün'ün gözaltına alınması sırasında polis ile Aygün arasında kasalardaki dolarlarla ilgili ilginç diyalog yaşandı.
Ergenekon soruşturması çerçevesinde Ankara'da gözaltına alınan Ankara Ticaret Odası Başkanı Sinan Aygün'ün gözaltına alınması sırasında polis ile Aygün arasında ilginç bir diyalog yaşandı. Evinden çıkışta basın mensuplarına Atatürk'ü sevdiğim için gözaltına alınıyorum" sözleriyle eleştirisini dile getiren Aygün'e, polis aracında evindeki kasasından çıkan 3 milyon Euro'yu hatırlatan bir polis "Sayın başkan Atatürk'ü sevdiğini söylüyorsun ama, kasandaki paraların üzerinde Atatürk yok" diyerek takıldı.
İstanbul Cumhuriyet Savcısı Zekariya Öz'ün talimatıyla sabah saatlerinde evine gidilen Aygün'ün evinde yapılan aramada ilginç anlar yaşandı. ATO Başkanı Aygün önce eve gelen kişilerden kimlik beyanı istedi. Arama kararının tebliğ edilmesinin ardından polisler evde arama yapmaya başladılar. Evde yapılan aramada polisler 2 ayrı kasa tespit ettiler. Bu kasalardan birinin kendisine diğerinin ise eşine ait olduğunu söyleyen Aygün'e içinde ne olduğu soruldu. Polislere "Kişisel ziynet eşyası ve para var" cevabını veren Aygün'den kasaların açılması ve içindekilerin zapta alınması gerektiği ifade edildi.
BİRİ PARA, DİĞERİ ALTINLA DOLU
Bunun üzerine ilk kasayı açan polis içinden çıkan 3 milyon Euroyu görünce şaşırdı. Aygün bu paranın kendisine ait olduğunu ve tasarrufu olduğunu beyan etmesi üzerine paraya el konulmayarak tutanakla kayda alınarak kasa tekrar kapatıldı. Terörle mücadele polisleri diğer kasanın da açılmasını istedi. Ancak Aygün'ün eşi bu kasada kendisine ait altınların bulunduğu ifade ederek açmak istemedi. Polislerin ısrarı üzerine anahtarı şu anda bulamayacağını söyleyen Aygün'ün eşine ait kasa çilingir çağırılarak açıldı.
Aygün eşine ait kasanın altın ve ziynet ile dolu olduğunu gören polis, "Bu ziynet eşyaları ve altınlar size mi ait" diye sordu. Aygün'ün eşinden olumlu yanıt aldıktan sonra kasa tespit tutanağını dolduruldu ve kasa kapatıldı.
Ardından evden çıkan Aygün ve polisler kalabalık bir medya grubuyla karşılaştılar. Bekleyen gazetecilerin "Neden gözaltına alındınız" sorusu üzerine polislerin arasından "Atatürk'ü çok sevdiğim için gözaltına alınıyorum" diye cevap verdi. Ancak bu sözüne bir polisin cevabı çok ilginçti. Biraz önce yapılan ev aramasında Aygün'ün kasasından çıkan Euroları hatırlatan polis memuru, "Sayın başkan, Atatürk'ü çok sevdiğini söylüyorsun ama, kasandaki paraların üzerinde Atatürk yok" sözleriyle takıldı.
SİLAH TEMİZ ÇIKTI
Bu arada Aygün'ün makam odasındaki şofbende bulunan Glock marka silaha ilişkin de bilgi veren emniyet yetkilileri, yapılan balistik inceleme sonucu silahın herhangi bir kaydı çıkmadığını ifade ettiler. Silahın bulunduğu odanın parmak iziyle sadece Aygün tarafından açılabildiğini kaydeden emniyet yetkilileri, "Olay günü yapılan tutanak anında Aygün'ün kendisi yok iken tamir esnasında bu silahın şofbenden çıktığı ifade edildi. Balistik incelemesi yapıldı ve temiz çıktı. Ardından savcılık takipsizlik kararı verdiği için dosya kapatıldı" şeklinde konuştular. -
ANKA
213
Atatürk ve Diğer Türk Önderlerimiz / Damal'daki Atatürk mucizesi göründü
« : 25 Şubat 2011, 17:41:27 »
SAyın arkadaşlar bu haberi herkeze ulaştırmaya çalışın Atatürk için imkanı oln herkez bu şehrimize gitsin lütfen şu zor günlerimde Atamızın yanında olalım dikkat çekiyorum
LÜTFEN ARKADAŞLAR ATATÜRK İÇİN BUNU YAPALIM LÜTFEN
Damal'daki Atatürk mucizesi göründü
ARDAHAN'ın Damal ilçesindeki Karadağ sırtlarına yine Türkiye Cumhuriyetinin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk'ün silueti vurdu. Her yıl 15 Haziran ile 5 Temmuz tarihleri ve saat 17.00 -18.10 arasında gözüken mucize nedeniyle 'Atatürk'ün izinde ve gölgesinde Damal Şenlikleri'nin 12'ncisi bu yıl 5-6 Temmuz'da yapılacak.
Karadağ sırtlarına her yıl yansıyan Atatürk silueti, bu yıl da kendini gösterdi. Muhteşem silueti görmeye gelenler doğa olayı karşısında şaşkınlıklarını gizleyemediler. Yöre halkı ise Karadağ'da beliren Atatürk siluetini, davul ve zurna çalarak karşıladı. Vatandaşlar görülen mucize karşısında halay çekerken, çocuklar da "Türkiye laiktir, laik kalacak" sloganı attılar.
Siluetin ilk kez 1954 yılında çoban Adıgüzel Kırmızıgül tarafından farkedildiğini söyleyen CHPli Belediye Başkanı Gülcemal Fidan, Atatürk siluetinin ilk fotoğraflarını ise Erdoğan Kumru çektiğini belirtti. 'Atatürk'ün izinde ve gölgesinde Damal Şenlikleri'ni, 5-6 Temmuz'da yapacaklarını, şenlikler için 200 bin YTL harcayacaklarını anlatan Başkan Fidan, "Her yıl Haziran ayının 15'i ile 5 Temmuz tarihleri arasında güneşin gölgesi Karadağ sırtlarına vurduğunda Atatürk'ün silueti görülür. Atatürk'ümüzün dünyada bir eşi daha olmayan bu doğa harikası siluetini kutlamak için tüm imkanlarımızı seferber edeceğiz. Kutlama ve şenlikler için Kültür Bakanlığından destek istedik. Ancak olumlu bir cevap alamadık. Herşeye rağmen bu şenlikleri devam ettirerek Atamızı bu yolla bir kez daha anacağız. Bu yıl ki şenliklere tüm bakanlarla birlikte Genelkurmay Başkanımızı da davet ettik" dedi.
kaynak millliyet haber resimlerede orada
LÜTFEN ARKADAŞLAR ATATÜRK İÇİN BUNU YAPALIM LÜTFEN
Damal'daki Atatürk mucizesi göründü
ARDAHAN'ın Damal ilçesindeki Karadağ sırtlarına yine Türkiye Cumhuriyetinin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk'ün silueti vurdu. Her yıl 15 Haziran ile 5 Temmuz tarihleri ve saat 17.00 -18.10 arasında gözüken mucize nedeniyle 'Atatürk'ün izinde ve gölgesinde Damal Şenlikleri'nin 12'ncisi bu yıl 5-6 Temmuz'da yapılacak.
Karadağ sırtlarına her yıl yansıyan Atatürk silueti, bu yıl da kendini gösterdi. Muhteşem silueti görmeye gelenler doğa olayı karşısında şaşkınlıklarını gizleyemediler. Yöre halkı ise Karadağ'da beliren Atatürk siluetini, davul ve zurna çalarak karşıladı. Vatandaşlar görülen mucize karşısında halay çekerken, çocuklar da "Türkiye laiktir, laik kalacak" sloganı attılar.
Siluetin ilk kez 1954 yılında çoban Adıgüzel Kırmızıgül tarafından farkedildiğini söyleyen CHPli Belediye Başkanı Gülcemal Fidan, Atatürk siluetinin ilk fotoğraflarını ise Erdoğan Kumru çektiğini belirtti. 'Atatürk'ün izinde ve gölgesinde Damal Şenlikleri'ni, 5-6 Temmuz'da yapacaklarını, şenlikler için 200 bin YTL harcayacaklarını anlatan Başkan Fidan, "Her yıl Haziran ayının 15'i ile 5 Temmuz tarihleri arasında güneşin gölgesi Karadağ sırtlarına vurduğunda Atatürk'ün silueti görülür. Atatürk'ümüzün dünyada bir eşi daha olmayan bu doğa harikası siluetini kutlamak için tüm imkanlarımızı seferber edeceğiz. Kutlama ve şenlikler için Kültür Bakanlığından destek istedik. Ancak olumlu bir cevap alamadık. Herşeye rağmen bu şenlikleri devam ettirerek Atamızı bu yolla bir kez daha anacağız. Bu yıl ki şenliklere tüm bakanlarla birlikte Genelkurmay Başkanımızı da davet ettik" dedi.
kaynak millliyet haber resimlerede orada
214
Atatürk ve Diğer Türk Önderlerimiz / Atatürk Fırat’ın dedesine ayrıcalık tanımış!
« : 25 Şubat 2011, 17:41:24 »
AKP Genel Başkan Yardımcısı Dengir Mir Mehmet Fırat’ın, New York Times’a verdiği mülakatta, “Atatürk devrimleri toplumda travma yarattı” sözleri, tartışma doğurdu.
New York Times’ta Sabrina Tavernise imzasıyla çıkan yazıda, Fırat’a atfen, Atatürk devrimleri için, “Türk toplumu travmatize edildi. Bir gece içinde kıyafetlerini, dillerini değiştirmeleri söylendi. Dinleri altüst edildi” sözleri yayımlandı.
Bu ifadeler, Fırat’ın devrimlerin toplumda travma yarattığı sözlerini devrimlere karşı olumsuz bir yargı taşıdığı biçiminde yorumlandı. Fırat’ın Atatürk devrimlerine karşı olduğu yorumları da yapıldı. Bu sözler, Atatürk devrimlerine, cumhuriyete karşı bir rövanş arayışı olarak da değerlendirildi.
Fırat, dün yaptığımız konuşmada, bu yorumlara karşı çıktı, sözlerinin bir kısmının yayımlandığını, yayımlanan kısmın da tercüme hataları nedeniyle anlam eksikliği taşıdığını belirtti.
SABRİNA TAVERNİSE’DEN E-MAİL
Fırat, yazıyı kaleme alan Tavernise’nin dün bir e-mail yollayarak, üzüntülerini ilettiğini de kaydetti. Tavernise’nin, e-mail özüründe, “Bu kadar yanlış anlaşılacağınızı bilmiyordum, çok üzüldüm” dediğini aktaran Fırat, karşılık olarak, kendisiyle yapılan mülakatın tamamının yayımlanmasını talep ettiğini de belirtti. Mülakatın tamamı okunduğunda, yapılan eleştirilerin haksızlığının ortaya çıkacağını vurguladı.
‘BEN CUMHURİYET ÇOCUĞUYUM’
Fırat, önceki gün yaptığı basın toplantısında, Atatürk devrimleri için “iyi veya kötü” demediği ve bunun de eleştiri konusu olduğunu anımsatmam üzerine şöyle konuştu:
“Ben Atatürk devrimlerine nasıl iyi demem? Laikliği, harf devrimini nasıl savunmam? Ben Türk cumhuriyetlerine gittiğimde hâlâ üzülürüm, Kiril alfabesini kullandıklarını görünce üzülürüm, benim harf devrimini savunmamam düşünülebilir mi? Ben cumhuriyet çocuğuyum. Ben saltanatı savunabilir miyim? Bugün ulaştığımız her şeyi biz cumhuriyete borçluyuz. Ben bu tür mülakatlarda tarihi gelişmeyi anlatıyorum. Osmanlı’dan alıyorum cumhuriyete kadar gelişmeleri özetliyorum ki, anlaşılsın. Tanzimat’ı anlatıyorum. Osmanlı’nın çöküşünün yarattığı travmaları anlatıyorum? Cumhuriyete geçişi anlatıyorum, yapılan devrimleri ve önemini anlatıyorum. Mülakatın tümü okunursa bu görülür. Ben sadece bir sosyal olguyu ifade ettim: Her devrim toplumda travma yaratır, şok yaratır. Çünkü devrimdir. Bir evrim değildir. Mülakatın bütünlüğü içinde bu yaklaşımım anlaşılır. Ama birkaç cümle alınıp tercüme nedeniyle anlam kaybı da olunca böyle haksız yorumlar yapıldı.”
‘HACI BEDİR AĞA’NIN TORUNUYUM’
Fırat, özel sohbetlerde, dedesinin cumhuriyeti kuran Meclis’in üyesi ve İstiklal Madalyası sahibi olduğunu da aktarır. Dün konuşmamızda, bu konuyla ilgili sorumu yanıtlarken, şu bilgiyi verdi:
“Ben Hacı Bedir Ağa’nın torunuyum. Dedemin, sadece 6 kişiye verilmiş olan kırmızı-yeşil şeritli İstiklal Madalyası’nı taşıyorum. Dedem, 1, 2 ve 3. Meclis’in üyesidir. Bu cumhuriyeti kuran Meclis’in üyesidir. Atatürk’ün tanıdığı, Kurtuluş Savaşı’nda büyük yararlılıklar göstermiş ve İstiklal Madalyası almış bir şahsiyettir. 3. Meclis öncesinde milletvekili olmak için ilkokul bitirme şartı getirilmiş, dedemin okuma-yazması yok. Ama Atatürk, dedem için bir istisna uygulatmış ve milletvekili adayı olmasını sağlamış. Böylece 3. Meclis’te de görev yapmış. Böyle bir geçmişe sahip olarak ben Atatürk devrimlerine, cumhuriyete karşı olabilir miyim? Ayrıca ben Atatürk’ün demokrasiyi hedeflediğine inanıyorum. Benim eleştirilerim bugün hâlâ demokrasiye içine sindiremeyenlere. Atatürk büyük bir siyasi lider olarak halkıyla birlikte hareket etmiş, onun değerlerine hep saygı göstermiş, pragmatist davranmıştır. Bugün ise Atatürk üzerinden siyaset yapılıyor, ticareti yapılıyor. Benim itirazım bunadır.”
Milliyet
Fikret BİLA
New York Times’ta Sabrina Tavernise imzasıyla çıkan yazıda, Fırat’a atfen, Atatürk devrimleri için, “Türk toplumu travmatize edildi. Bir gece içinde kıyafetlerini, dillerini değiştirmeleri söylendi. Dinleri altüst edildi” sözleri yayımlandı.
Bu ifadeler, Fırat’ın devrimlerin toplumda travma yarattığı sözlerini devrimlere karşı olumsuz bir yargı taşıdığı biçiminde yorumlandı. Fırat’ın Atatürk devrimlerine karşı olduğu yorumları da yapıldı. Bu sözler, Atatürk devrimlerine, cumhuriyete karşı bir rövanş arayışı olarak da değerlendirildi.
Fırat, dün yaptığımız konuşmada, bu yorumlara karşı çıktı, sözlerinin bir kısmının yayımlandığını, yayımlanan kısmın da tercüme hataları nedeniyle anlam eksikliği taşıdığını belirtti.
SABRİNA TAVERNİSE’DEN E-MAİL
Fırat, yazıyı kaleme alan Tavernise’nin dün bir e-mail yollayarak, üzüntülerini ilettiğini de kaydetti. Tavernise’nin, e-mail özüründe, “Bu kadar yanlış anlaşılacağınızı bilmiyordum, çok üzüldüm” dediğini aktaran Fırat, karşılık olarak, kendisiyle yapılan mülakatın tamamının yayımlanmasını talep ettiğini de belirtti. Mülakatın tamamı okunduğunda, yapılan eleştirilerin haksızlığının ortaya çıkacağını vurguladı.
‘BEN CUMHURİYET ÇOCUĞUYUM’
Fırat, önceki gün yaptığı basın toplantısında, Atatürk devrimleri için “iyi veya kötü” demediği ve bunun de eleştiri konusu olduğunu anımsatmam üzerine şöyle konuştu:
“Ben Atatürk devrimlerine nasıl iyi demem? Laikliği, harf devrimini nasıl savunmam? Ben Türk cumhuriyetlerine gittiğimde hâlâ üzülürüm, Kiril alfabesini kullandıklarını görünce üzülürüm, benim harf devrimini savunmamam düşünülebilir mi? Ben cumhuriyet çocuğuyum. Ben saltanatı savunabilir miyim? Bugün ulaştığımız her şeyi biz cumhuriyete borçluyuz. Ben bu tür mülakatlarda tarihi gelişmeyi anlatıyorum. Osmanlı’dan alıyorum cumhuriyete kadar gelişmeleri özetliyorum ki, anlaşılsın. Tanzimat’ı anlatıyorum. Osmanlı’nın çöküşünün yarattığı travmaları anlatıyorum? Cumhuriyete geçişi anlatıyorum, yapılan devrimleri ve önemini anlatıyorum. Mülakatın tümü okunursa bu görülür. Ben sadece bir sosyal olguyu ifade ettim: Her devrim toplumda travma yaratır, şok yaratır. Çünkü devrimdir. Bir evrim değildir. Mülakatın bütünlüğü içinde bu yaklaşımım anlaşılır. Ama birkaç cümle alınıp tercüme nedeniyle anlam kaybı da olunca böyle haksız yorumlar yapıldı.”
‘HACI BEDİR AĞA’NIN TORUNUYUM’
Fırat, özel sohbetlerde, dedesinin cumhuriyeti kuran Meclis’in üyesi ve İstiklal Madalyası sahibi olduğunu da aktarır. Dün konuşmamızda, bu konuyla ilgili sorumu yanıtlarken, şu bilgiyi verdi:
“Ben Hacı Bedir Ağa’nın torunuyum. Dedemin, sadece 6 kişiye verilmiş olan kırmızı-yeşil şeritli İstiklal Madalyası’nı taşıyorum. Dedem, 1, 2 ve 3. Meclis’in üyesidir. Bu cumhuriyeti kuran Meclis’in üyesidir. Atatürk’ün tanıdığı, Kurtuluş Savaşı’nda büyük yararlılıklar göstermiş ve İstiklal Madalyası almış bir şahsiyettir. 3. Meclis öncesinde milletvekili olmak için ilkokul bitirme şartı getirilmiş, dedemin okuma-yazması yok. Ama Atatürk, dedem için bir istisna uygulatmış ve milletvekili adayı olmasını sağlamış. Böylece 3. Meclis’te de görev yapmış. Böyle bir geçmişe sahip olarak ben Atatürk devrimlerine, cumhuriyete karşı olabilir miyim? Ayrıca ben Atatürk’ün demokrasiyi hedeflediğine inanıyorum. Benim eleştirilerim bugün hâlâ demokrasiye içine sindiremeyenlere. Atatürk büyük bir siyasi lider olarak halkıyla birlikte hareket etmiş, onun değerlerine hep saygı göstermiş, pragmatist davranmıştır. Bugün ise Atatürk üzerinden siyaset yapılıyor, ticareti yapılıyor. Benim itirazım bunadır.”
Milliyet
Fikret BİLA
215
Atatürk ve Diğer Türk Önderlerimiz / Şok: Atatürk Havalimanı'nda Yahudiler zikir çektiler
« : 25 Şubat 2011, 17:41:13 »
28 Şubat döneminde Aczimendilerin zikirleri Türkiye’de aylarca gündem yapılıp grup adeta linç edilirken Atatürk Havalimanı geçtiğimiz günlerde Yahudi bir gurubun zikir törenine sahne oldu.
Geçtiğimiz Çarşamba günü havalimanına gelen dini kıyafetli yaklaşık 60 yahudi saat 15.00 sularında Dış Hatlar Terminali 214-215 son çıkış kapısı önündeki kamuya açık alanda toplu halde ibadete başladı.
Uçağının kalkmasını bekleyen yüzlerce insanın önünde saf düzenine benzer bir pozisyon alarak zikir töreni düzenleyen grup şaşkın bakışlar arasında ibadetini dakikalarca sürdürdü.
Geneli Yahudilere has dini kıyafetlere bürünmüş grup sesli ve hareketli zikirde bulundu. Ses ve hareketlerden korkan bazı çocuklar çığlık çığlığa ağlarken tüm bunlara aldırış etmeyen gurup rahat tavırları ile dikkat çekti. Gruptan bazı kişileri kippalı oldukları görülürken salonun bir bölümü ibadet bitene kadar kullanılamadı. O sırada salonda bulunan bir grup umre yolcusu da olayı şaşkınlıkla izledi.
Bir gazetecinin olayı görüntülediğini fark eden gruptan bazı kişiler bu gazetecinin makinesini elinden almak isterken emniyet kuvvetleri guruba hiçbir müdahalede bulunmadı. Gurubun olayı görüntüleyen gazeteciyi fotoğraflaması dikkat çekti.
YA MÜSLÜMAN OLSALARDI?
28 Şubat döneminde Müslüm Gündüz önderliğindeki Aczimendi gurubunun kamuya açık çeşitli yerlerde zikir çekmesi günlerce kartel medyası tarafından aylarca gündemde tutulmuş gurup hedef gösterilerek adeta linç edilmişti. Atatürk Havalimanında sürekli muhabir bulunduran kartel gazetelerinin Yahudilerin zikir şovunu görmezden gelmesi anlamlı bulunurken “ibadet edenler Müslümanlar olsaydı kartel gazeteleri kıyameti koparırdı” yorumlarına sebep oldu.
habervaktim.com
video :
fotolar :
Geçtiğimiz Çarşamba günü havalimanına gelen dini kıyafetli yaklaşık 60 yahudi saat 15.00 sularında Dış Hatlar Terminali 214-215 son çıkış kapısı önündeki kamuya açık alanda toplu halde ibadete başladı.
Uçağının kalkmasını bekleyen yüzlerce insanın önünde saf düzenine benzer bir pozisyon alarak zikir töreni düzenleyen grup şaşkın bakışlar arasında ibadetini dakikalarca sürdürdü.
Geneli Yahudilere has dini kıyafetlere bürünmüş grup sesli ve hareketli zikirde bulundu. Ses ve hareketlerden korkan bazı çocuklar çığlık çığlığa ağlarken tüm bunlara aldırış etmeyen gurup rahat tavırları ile dikkat çekti. Gruptan bazı kişileri kippalı oldukları görülürken salonun bir bölümü ibadet bitene kadar kullanılamadı. O sırada salonda bulunan bir grup umre yolcusu da olayı şaşkınlıkla izledi.
Bir gazetecinin olayı görüntülediğini fark eden gruptan bazı kişiler bu gazetecinin makinesini elinden almak isterken emniyet kuvvetleri guruba hiçbir müdahalede bulunmadı. Gurubun olayı görüntüleyen gazeteciyi fotoğraflaması dikkat çekti.
YA MÜSLÜMAN OLSALARDI?
28 Şubat döneminde Müslüm Gündüz önderliğindeki Aczimendi gurubunun kamuya açık çeşitli yerlerde zikir çekmesi günlerce kartel medyası tarafından aylarca gündemde tutulmuş gurup hedef gösterilerek adeta linç edilmişti. Atatürk Havalimanında sürekli muhabir bulunduran kartel gazetelerinin Yahudilerin zikir şovunu görmezden gelmesi anlamlı bulunurken “ibadet edenler Müslümanlar olsaydı kartel gazeteleri kıyameti koparırdı” yorumlarına sebep oldu.
habervaktim.com
video :
fotolar :
216
Atatürk ve Diğer Türk Önderlerimiz / Atatürk’e ve Bağımsız Cumhuriyetimize dil uzatanlara...
« : 25 Şubat 2011, 17:41:09 »
Atatürk’e ve Bağımsız Cumhuriyetimize dil uzatanlara
BUGÜN köşemi milli kurtuluş savaşımızın eşsiz komutanı, Bağımsız Türkiye Cumhuriyetimizin kurucusu, büyük önder Atatürk'e dil uzatan, bölücü-yobaz-işbirlikçi-kendine ve milletine yabancılaşmış kendini ve haddini bilmezlere hak ettikleri bir cevabı vermek üzere ayırdım.
Duyarlı okurlarımdan gelen çok sayıda mesaj arasından aşağıdaki şiir de çıktı.
Şiirin kaynağı ile ilgili değişik bilgiler var.
Neyzen Tevfik'in olduğu sanılan bu şiirin, bir emniyet mensubu olan Emniyet Genel Müdürlüğü Asayiş Şube Müdürlerinden Sayın Mutlu Çelik'e ait olduğu söyleniyor. Sayın Çelik'in bu şiirini 1994 yılında yayınladığı "Yalnızlık Pusuda Bekler" adlı kitabında yayınlandığı belirtiliyor.
Her kim yazdıysa, eline sağlık diyorum ve şiiri aşağıda takdim ediyorum.
ESİR İKEN MÜMKÜN MÜDÜR İBADET?
YATIP KALKIP ATATÜRK'E DUA ET!
SENİN GİBİ DÜRZÜLERİN YÜZÜNDEN
DİNİNDEN DE SOĞUYACAK BU MİLLET.
* * *
İŞGALDEKİ HALİ SAKIN UNUTMA!
ATATÜRK'E DİL UZATMA SEBEPSİZ
SEN ANANDAN YİNE ÇIKARDIN AMA
BABAN KİMDİ BİLEMEZDİN ŞEREFSİZ.
Milyonlarca Atatürk evladının, Ne Mutlu Türküm diyen ve diyebilen herkesin, son günlerde her türlü tahammül edep ve insaf sınırlarını aşan Atatürk ve Cumhuriyet düşmanlarına karşı herhalde duygularına tercüman olur bu dizeler.
Kimse meydanı boş, Türkiye Cumhuriyeti'ni ve Atatürk'ü sahipsiz zannetmesin.
kaynak:
BUGÜN köşemi milli kurtuluş savaşımızın eşsiz komutanı, Bağımsız Türkiye Cumhuriyetimizin kurucusu, büyük önder Atatürk'e dil uzatan, bölücü-yobaz-işbirlikçi-kendine ve milletine yabancılaşmış kendini ve haddini bilmezlere hak ettikleri bir cevabı vermek üzere ayırdım.
Duyarlı okurlarımdan gelen çok sayıda mesaj arasından aşağıdaki şiir de çıktı.
Şiirin kaynağı ile ilgili değişik bilgiler var.
Neyzen Tevfik'in olduğu sanılan bu şiirin, bir emniyet mensubu olan Emniyet Genel Müdürlüğü Asayiş Şube Müdürlerinden Sayın Mutlu Çelik'e ait olduğu söyleniyor. Sayın Çelik'in bu şiirini 1994 yılında yayınladığı "Yalnızlık Pusuda Bekler" adlı kitabında yayınlandığı belirtiliyor.
Her kim yazdıysa, eline sağlık diyorum ve şiiri aşağıda takdim ediyorum.
ESİR İKEN MÜMKÜN MÜDÜR İBADET?
YATIP KALKIP ATATÜRK'E DUA ET!
SENİN GİBİ DÜRZÜLERİN YÜZÜNDEN
DİNİNDEN DE SOĞUYACAK BU MİLLET.
* * *
İŞGALDEKİ HALİ SAKIN UNUTMA!
ATATÜRK'E DİL UZATMA SEBEPSİZ
SEN ANANDAN YİNE ÇIKARDIN AMA
BABAN KİMDİ BİLEMEZDİN ŞEREFSİZ.
Milyonlarca Atatürk evladının, Ne Mutlu Türküm diyen ve diyebilen herkesin, son günlerde her türlü tahammül edep ve insaf sınırlarını aşan Atatürk ve Cumhuriyet düşmanlarına karşı herhalde duygularına tercüman olur bu dizeler.
Kimse meydanı boş, Türkiye Cumhuriyeti'ni ve Atatürk'ü sahipsiz zannetmesin.
kaynak:
217
Atatürk ve Diğer Türk Önderlerimiz / Atatürk ilkelerinden...
« : 25 Şubat 2011, 17:41:05 »
Buraya Atatürk ilkelerinden biri olan milliyetçilikle ilgili kısa bir bilgi eklemek istedim. sebebiyse günümüzde birçok kişi milliyetçiliği birçok şeyle karıştırıp yanlış yorumluyor. işte gerçek Atatürk ilkelerinden olan Gerçek Milliyetçilik:
Cumhuriyet devrimi ayrıca milliyetçi bir devrimdir. Bu milliyetçilik
ırkçı bir yapıda değildir; yurtseverlikle sınırlıdır. Bu devrimin amacı, Türkiye Cumhuriyetinin bağımsızlığının korunması ve ayrıca Cumhuriyetin siyasal yönden gelişmesidir.
Bu milliyetçilik, tüm diğer ulusların bağımsızlık haklarına saygılıdır; sosyal içeriklidir;
yalnızca anti - emperyalist olmayıp, aynı zamanda gerek hanedan yönetimine,
gerekse herhangi bir sınıfın Türk toplumunu yönetmesine de karşıdır ve nihayet bu milliyetçilik
Türk devletinin vatanı ve halkı ile bölünmez bir bütün olduğu ilkesine inanmaktadır.
Cumhuriyet devrimi ayrıca milliyetçi bir devrimdir. Bu milliyetçilik
ırkçı bir yapıda değildir; yurtseverlikle sınırlıdır. Bu devrimin amacı, Türkiye Cumhuriyetinin bağımsızlığının korunması ve ayrıca Cumhuriyetin siyasal yönden gelişmesidir.
Bu milliyetçilik, tüm diğer ulusların bağımsızlık haklarına saygılıdır; sosyal içeriklidir;
yalnızca anti - emperyalist olmayıp, aynı zamanda gerek hanedan yönetimine,
gerekse herhangi bir sınıfın Türk toplumunu yönetmesine de karşıdır ve nihayet bu milliyetçilik
Türk devletinin vatanı ve halkı ile bölünmez bir bütün olduğu ilkesine inanmaktadır.
218
Atatürk ve Diğer Türk Önderlerimiz / İlk hadis çalışmasını Atatürk yaptırmış
« : 25 Şubat 2011, 17:41:03 »Diyanet, Türkiye Cumhuriyeti'nde ilk hadis çalışmasını Büyük Önder Atatürk'ün yaptırdığını açıkladı.
Vatan gazetesinin haberi...
İlk hadis çalışmasını Atatürk yaptırmış !
Diyanet Vakfı Yayın Kurulu Başkanı Prof. Dr. Yeprem, Türkiye Cumhuriyeti kurulduktan kısa bir süre sonra Atatürk’ün Meclis kararıyla özel bir bütçe ayırarak Kuran tefsiri ve tercümesi ile hadis çalışması yaptırdığını söyledi.
Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Ali Bardakoğlu’nun, Kuran ve hadis çalışmasının Atatürk’ün projesi olduğunu açıklaması, kamuoyunda yankı buldu. Türkiye Diyanet Vakfı Yayın Kurulu Başkanı Prof. Dr. Saim Yeprem, Bardakoğlu’nun sözlerini VATAN’a açıkladı. Yeprem Atatürk’ün 1920’lerin sonu 1930’ların başında Kuran tefsiri ve tercümesi ile hadis çalışması yaptırdığını belirterek, Atatürk’ün projesinin İslam dinini temel iki kaynağından dönemin en son şartlarına göre Türk halkına sunmak olduğunu belirtti.
Atatürk özel bütçe ayırdı
Atatürk’ün her iki çalışma için Meclis kararı çıkartarak, özel bütçe ayırdığını söyleyen Yeprem, şunları anlattı: “Kuran tefsiri için Elmalılı Hamdi Efendi, Kuran tercümesi için Mehmet Akif Ersoy’u, hadis çalışması için ise Babanzade Ahmet Naim Bey’i görevlendirdi. Ancak Mehmet Akif Ersoy tercümeden vazgeçince Elmalılı Hamdi hem tefsir hem tercümeyi yaptı. Hadis çalışmasını 3 yıl sürdüren Babanzade Ahmet Naim Bey vefat edince, yarım kalan çalışmayı Kamil Miras yürüttü. Kuran tefsiri ve tercümesi, ‘Hak Dini Kuran Dili’ adında 9 ciltlik tefsir ve tercüme olarak yayınlandı. Hadis çalışması ise ‘Sahih-i Buhari Muhtasarı Tecridi Sarih Tercümesi’ adıyla yayınlandı.
1935’te yayınlandı
Bu iki tefsir 1935 yılında 10 bin nüsha basıldı. Dönemin hayatta olan bütün ilim adamlarına dağıtıldı. Biri de bana dedemden intikal etti. Üzerinden 50 yıl geçtikten sonra o güne kadar Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından basılıp dağıtılan Kuran tefsirleri, Elmalılı Hamdi Bey’in varisleri tarafından basılmaya başlandı. Hadis tercümesi ise Diyanet İşleri Başkanlığı’nın en çok baskısını yaptığı eserlerin başında geldi.”
Atatürk’ten sonra ilk
Atatürk’ten sonra bir daha böyle bir şeye teşebbüs edilmediğini belirten Yeprem, “Oysa dil ve günün şartları çok değişti. Bu nedenle Diyanet İşleri Başkanlığı ’Konulu Hadis Çalışması’ adı altında bir proje başlattı. İddia edildiği gibi yapılan ’ılımlı islam’ya da ’hadis ayrıştırmak’ değil. Atatürk’ün projesinde olduğu gibi İslam dinini temel iki kaynağından dönemin şartlarına ve diline göre halka anlatmak. Bu yıl sonunda tamamlanmasını planlıyoruz. Atatürk döneminden sonra yapılan, hatta kapsamı olarak Cumhuriyet tarihinde bir ilktir” dedi.
kaynak:
220
Atatürk ve Diğer Türk Önderlerimiz / 20. Asrın En Büyük Lideri ATATÜRK
« : 25 Şubat 2011, 17:40:56 »
Brown Üniversitesi öğretim üyesi ünlü tarihçi ve psikiyatrist Prof. Ludwig, 11 kriter üzerinden yaptığı değerlendirme ile Atatürk'ü, 20. yüzyılın en büyük lideri olarak belirledi.
Amerikalı tarihçi ve psikiyatrist Prof. Arnold Ludwig, dünyanın çeşitli siyasi önderlerinin başarı ve önem derecelerini sınıflandıran 11 ölçeğe göre, Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk'ü, 20'nci yüzyılın en büyük lideri olarak nitelendirdi.
Amerika Atatürk Toplumu adlı kuruluşun Washington'da düzenlediği yıllık Atatürk'ü anma konuşmasını, halen ABD'nin en eski yüksek öğretim kurumları arasında yer alan Brown Üniversitesi'nde görev yapan ve 2002'de yazdığı ve dünya liderlerini ele aldığı ''Dağın Arslanı: Siyasi Liderliğin Doğası'' adlı kitabıyla tanınan Prof. Ludwig yaptı.
Aslen psikiyatrist olan ve daha sonra tarih ve siyasi liderlik konularını incelemeye yönelen Ludwig, siyasi önderlerin neden ve ne kadar önemli ve büyük olduklarını tarafsız şekilde değerlendirebilecek bir ölçeği geliştirmek için uzun süre çalıştığını ve sonunda Jul Sezar, Napoleon ve George Washington gibi tarihi isimlerin, liderliği tanımlamak için ortak kullandığı 11 kriterden oluşan bir sistem belirlediğini anlattı.
Ludwig'in verdiği bilgiye göre bu ölçeğin kriterleri, ''sıfırdan ülke yaratmak, toprakları genişletmek, iktidarda kalınan süre, askeri başarı, sosyal tasarım gücü, ekonomik başarı, devlet adamlığı, ideoloji ortaya koyma, ahlaken örnek olma, siyasi miras ve ülkenin nüfusu'' ölçütlerinden oluşuyor.
Daha sonra incelenen liderlere, bu kriterlerin her biri için 0 ile 3 veya 0 ile 5 arasında puan veriliyor.
Prof. Ludwig, kitabında, 20'nci yüzyıla damgasını vuran yüzlerce lideri bu sisteme göre kıyasladığını ve Atatürk'ün en üst sırada geldiğini anlattı.
Buna göre Atatürk, Ludwig'in kitabında bu 11 kriterden toplam 31 puan aldı.
Sıralamada ikinciliği, 30'ar puanla komünist Çin'in kurucusu Mao Zedung ve 2. Dünya Savaşı sırasındaki ABD başkanı Franklin Delano Roosevelt elde etti.
Aynı ölçeğe göre, dağılan SSCB'nin son lideri Mihail Gorbaçov 24, İngiltere'nin efsanevi başbakanlarından Winston Churchill 22, Güney Afrikalı lider Nelson Mandela 20, eski ABD başkanı Bill Clinton da 15 puan topladı.
Ludwig, toplantıyı izleyenlerle birlikte şimdiki ABD Başkanı George Bush'u da değerlendirdi. Bush'un puanı 15 çıktı.
Kaynak:Anadolu Ajansı
Amerikalı tarihçi ve psikiyatrist Prof. Arnold Ludwig, dünyanın çeşitli siyasi önderlerinin başarı ve önem derecelerini sınıflandıran 11 ölçeğe göre, Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk'ü, 20'nci yüzyılın en büyük lideri olarak nitelendirdi.
Amerika Atatürk Toplumu adlı kuruluşun Washington'da düzenlediği yıllık Atatürk'ü anma konuşmasını, halen ABD'nin en eski yüksek öğretim kurumları arasında yer alan Brown Üniversitesi'nde görev yapan ve 2002'de yazdığı ve dünya liderlerini ele aldığı ''Dağın Arslanı: Siyasi Liderliğin Doğası'' adlı kitabıyla tanınan Prof. Ludwig yaptı.
Aslen psikiyatrist olan ve daha sonra tarih ve siyasi liderlik konularını incelemeye yönelen Ludwig, siyasi önderlerin neden ve ne kadar önemli ve büyük olduklarını tarafsız şekilde değerlendirebilecek bir ölçeği geliştirmek için uzun süre çalıştığını ve sonunda Jul Sezar, Napoleon ve George Washington gibi tarihi isimlerin, liderliği tanımlamak için ortak kullandığı 11 kriterden oluşan bir sistem belirlediğini anlattı.
Ludwig'in verdiği bilgiye göre bu ölçeğin kriterleri, ''sıfırdan ülke yaratmak, toprakları genişletmek, iktidarda kalınan süre, askeri başarı, sosyal tasarım gücü, ekonomik başarı, devlet adamlığı, ideoloji ortaya koyma, ahlaken örnek olma, siyasi miras ve ülkenin nüfusu'' ölçütlerinden oluşuyor.
Daha sonra incelenen liderlere, bu kriterlerin her biri için 0 ile 3 veya 0 ile 5 arasında puan veriliyor.
Prof. Ludwig, kitabında, 20'nci yüzyıla damgasını vuran yüzlerce lideri bu sisteme göre kıyasladığını ve Atatürk'ün en üst sırada geldiğini anlattı.
Buna göre Atatürk, Ludwig'in kitabında bu 11 kriterden toplam 31 puan aldı.
Sıralamada ikinciliği, 30'ar puanla komünist Çin'in kurucusu Mao Zedung ve 2. Dünya Savaşı sırasındaki ABD başkanı Franklin Delano Roosevelt elde etti.
Aynı ölçeğe göre, dağılan SSCB'nin son lideri Mihail Gorbaçov 24, İngiltere'nin efsanevi başbakanlarından Winston Churchill 22, Güney Afrikalı lider Nelson Mandela 20, eski ABD başkanı Bill Clinton da 15 puan topladı.
Ludwig, toplantıyı izleyenlerle birlikte şimdiki ABD Başkanı George Bush'u da değerlendirdi. Bush'un puanı 15 çıktı.
Kaynak:Anadolu Ajansı
221
Atatürk ve Diğer Türk Önderlerimiz / M.Kemal Atatürk
« : 25 Şubat 2011, 17:40:53 »
Babası öldü.
Yetim büyüdü.
Üvey evlat oldu.
Tutuklandı.
Hapse atıldı.
Sürüldü.
İşsiz kaldı.
(Şöyle yazıyordu o sıkıntılı günlerde kaleme aldığı günlüğüne: Harcamalarım
fazla değil, zira gelirim hep az.)
Hastalandı...
Böbreklerinden.
Vuruldu...
Göğsünden.
Mesleğinden atıldı.
İdama çarptırıldı.
Kardeşleri öldü.
Çocuğu olmadı.
Boşandı.
Karaciğeri iflas etti.
Evet...
Mustafa Kemal Atatürk bu.
Evladı olmayan bir yetimin, duygularını anlatın... Anlatın ki, o yetimin,
evlatlarımıza bıraktığı hediyenin kıymetini anlasın evlatlarımız.
Cumhuriyet, çocuklara anlatıldığı gibi, folk lorik bir müsamere coşkusundan
ibaret değil çünkü... Anlatın ki, kökeninde barınan derin hüznü kavrasınlar.
İşte liste yukarıda.
Kısacık ömründe bir insanın başına ne felaket gelebilirse, gelmiş... Bunu
anlatın.
Direnen...
Teslim olmayan ruhu anlatın.
Korkmasınlar engellerden.
Korkmasınlar yalnız kalmaktan.
Korkmasınlar işsizlikten.
Korkmasınlar parasızlıktan.
Korkmasınlar alçaklardan.
Korkmasınlar doğrulardan.
Yürek dediğin...
Sadece organ değil arkadaş.
Bunu anlayın!!!
Yetim büyüdü.
Üvey evlat oldu.
Tutuklandı.
Hapse atıldı.
Sürüldü.
İşsiz kaldı.
(Şöyle yazıyordu o sıkıntılı günlerde kaleme aldığı günlüğüne: Harcamalarım
fazla değil, zira gelirim hep az.)
Hastalandı...
Böbreklerinden.
Vuruldu...
Göğsünden.
Mesleğinden atıldı.
İdama çarptırıldı.
Kardeşleri öldü.
Çocuğu olmadı.
Boşandı.
Karaciğeri iflas etti.
Evet...
Mustafa Kemal Atatürk bu.
Evladı olmayan bir yetimin, duygularını anlatın... Anlatın ki, o yetimin,
evlatlarımıza bıraktığı hediyenin kıymetini anlasın evlatlarımız.
Cumhuriyet, çocuklara anlatıldığı gibi, folk lorik bir müsamere coşkusundan
ibaret değil çünkü... Anlatın ki, kökeninde barınan derin hüznü kavrasınlar.
İşte liste yukarıda.
Kısacık ömründe bir insanın başına ne felaket gelebilirse, gelmiş... Bunu
anlatın.
Direnen...
Teslim olmayan ruhu anlatın.
Korkmasınlar engellerden.
Korkmasınlar yalnız kalmaktan.
Korkmasınlar işsizlikten.
Korkmasınlar parasızlıktan.
Korkmasınlar alçaklardan.
Korkmasınlar doğrulardan.
Yürek dediğin...
Sadece organ değil arkadaş.
Bunu anlayın!!!