Forum Zero
ForumZero

İletileri Göster

Bu özellik size üyenin attığı tüm iletileri gösterme olanağı sağlayacaktır . Not sadece size izin verilen bölümlerdeki iletilerini görebilirsiniz


Mesajlar - Zero

Sayfa: 1 ... 94 95 96 ... 99
1599
Avrupa Tarihi / Hollanda'nın kurucusu bir müslüman!
« : 05 Eylül 2009, 14:57:49 »
Hollanda'nın kurucusu bir müslüman!

Hollanda’nın kurucusu ve atası olarak bilinen Willem van Oranje’nin, büyük bir sırrı ortaya çıktı.

İspanyollara karşı varlık yokluk kavgası veren Willem van Oranje, Kuzey Afrikalı Müslümanların Halifesi Abdül Ebu Uzrim'in askeri yardımları sonucu müslüman olmuş.

Hollanda'nın kurucusu ve atası olarak bilinen Willem van Oranje'nin, ölmeden iki yıl önce İslam'ı seçtiği ve iki yıl süreyle Müslüman olarak yaşadığı ortaya çıkartıldı. Hollandalı tarihçi Tjalling Wenselaar, Leiden Üniversitesi için hazırladığı doktora tezinde Oranje'nin, Kuzey Afrika'daki Müslümanların halifesi konumunda bulunan Abdül Ebu Uzrim ile birçok kez görüştüğünü ve bu görüşmelerde Müslümanlığı seçtiğini savunuyor.

KRALİYET SAKLADI

Wenselaar, ölümünden sonra Willem van Oranje'nin Müslüman olduğunun Hollanda tarihinden bilinçi olarak çıkartıldığını ve gizlendiğini de iddia ediyor. Hollanda merkezli Türkevi Araştırmalar Merkezi Müdürü Veyis Güngör de “Leidenli tarihçi Tjalling Wenselaar'ın yaptığı araştırmaya göre, Hollanda'nın kurucusu olarak bildiğimiz Willem van Oranje'nın ömrünün son iki yılında Müslüman olduğu ve İslamı yaşayarak geçirdiğini öğrenmiş bulunmaktayız. Bu bilgi bizim için, Hollanda için sürpriz oldu” dedi.

MÜSLÜMAN İSMİ 'YUSUF'

Oranje Müslüman olduktan sonra “Yusuf İbrahim van Oranje Nassau” adını almış. Tarihçilere göre, İspanyollar hem Hollanda'yı hem de Afrika Müslümanlar'ını tehdit ediyordu. Kuzey Afrikalı Halife Abu Uzrim, Willem van Oranje'ya askerî destek verdi. Halifenin bu şık davranışı karşısında Müslümanlığı seçen Willem van Oranje, 1582 yılının bahar aylarında “belydende eede des muzelmans”, yani şehadet getirmek süretiyle İslam'ı seçti.

iSPANYOLLARA KARŞI DAYANIŞMA

16. yüzyılda Hollanda'nın ulusal kahramanı Willem van Oranje ülkesinin düşmanı olan İspanyollardan kurtulmak için hiçbir Avrupa ülkesi kendisine yardım etmemesi üzerine müslümanlara yöneldi. Kuzey Afrika Müslümanları da İspanyollara düşman olduğundan bu teklife doğrudan olumlu karşılık verdi.

Oranje bunun ardından müslümanlığı tercih etti. Ama daha sonraki Hollanda devletinin siyasal konjonktürü bunu ilan etmeye fırsat vermedi. Bu bilgi hep gizli kaldı. Araştırmacılar, şimdi bir adım daha ileri giderek, Delft'te bulunan Oude Kerk'in bir müddet cami olarak kullanıldığını iddia ediyor ve bu bilgilere 16. yüzyılda meşhur olan şair Jan van Schamelwyck'in günlüklerinde rastlandığını söylüyor. Bu ve benzeri araştırma sonuçları Leiden Üniversitesi'nde yapılacak doktora savunmasında ortaya konacak.

1600
Avrupa Tarihi / Yunanistan Tarihi Yalanları ve Belgeler
« : 05 Eylül 2009, 14:57:09 »
Bir gazeteci Komşu'da yerleşmiş Türkiye yalanlarını liste olarak
yayınladı. İşte '10 Büyük Yunan Yalanı'na karşı To Vima gazetesinin
verdiği cevaplar şöyle:.

NE DİN NE DİL BASKISI
1. Osmanlı, Yunan'a İslam baskısı yapmadı.
2. Aileler çocuklarını kendi isteğiyle yeniçeri yaptı.
3. Yunanca yasaklanmadı.
4. Kilise'nin asıl düşmanı Katoliklerdi.
5. Bağımsızlık ayaklanma ile gelmedi.

TEK BAŞIMIZA KAZANMADIK
6. Yunan tek başına bağımsızlık elde etmedi.
7. Sırplar da ayaklandı.
8. Diğer devletler çıkarı için yardım etti.
9. Türkler de topraklarından oldu.
10. Mübadelede dönenler Anadolu'ya gidenlerdi.


Yunanistan'ın en büyük 10 yalanı

Yunanistan'ın To Vima gazetesi, tarih kitaplarında yer alan Osmanlı'ya yönelik 10 büyük yalanı ilan etti.

Her
Balkan ülkesinde -hatta Avrupa ülkesinde- okutulan tarih kitaplarında
olduğu gibi, Yunanistan'ın da tarih kitaplarında kahramanlık öyküleri
ve mit'leri yer alıyor. Yunanistan'ın 1821'de bağımsızlığını kazanmak
amacıyla Osmanlı İmparatorluğu'na karşı ayaklanması, tarih kitaplarının
en önemli bölümünü oluşturuyor. Mücadele yıllarında Yunan milletinin
kahramanlıklarını konu eden tarih kitaplarını inceleyen TO VİMA
gazetesi, Osmanlı yönetimine karşı ayaklanmasının 185'inci yıldönümünde
Yunanistan'ın "10 büyük yalanı"nı yayınladı.. Gazetenin yazarlarından
Andreas Pappas'ın yaptığı araştırmaya göre işte Yunanlılar'ın yalanları:

1. YALAN:
400 yıllık Osmanlı yönetimi sırasında Osmanlılar, Yunanlılar'ı şiddet
yoluyla İslamiyet'i kabul ettirmeye çalıştı: Osmanlılar İslamiyet'i
kabul etmeleri için Yunanistan'da kimseyi zorlamadı. Bosna ve
Arnavutluk gibi ülkelerde fazla vergi ödememek ya da Osmanlı'da memur
olarak çalışabilmek için kendi istekleriyle İslamiyet'i kabul edenler
oldu.

2. YALAN: Hıristiyan
çocuklar ailelerinden zorla koparılarak ve İslamiyet'i kabul ettirildi
ve yeniçeri ocaklarına kapatıldı: Osmanlı ordusu güçlendikçe bir çok
Hıristiyan aile çocuğunu yeniçeri kampına teslim etti.

3. YALAN:
Yunanlılar, Osmanlı döneminde gizlice dillerini ve Hıristiyanlığı
öğrenmek için 'gizli okul ismiyle' okullara gidiyordu: Osmanlı
döneminde herkes istediği dilde eğitim görebiliyor, dinini özgürce
yaşıyordu.

4. YALAN: Yunan
kilisesi Osmanlı İmparatorluğu'na karşı sert bir mücadele verdi:
Osmanlı'ya karşı mücadeleye, bazı din adamları da katılmıştır. Ancak
çoğu din adamı İstanbul'un alındığı 1453'ten Yunanlılar'ın 1821
yılındaki ayaklanmasına kadar Osmanlılar'dan çok Katolikler'i düşman
olarak görüyordu.

5. YALAN:
Yunan ulusu 1821'de Osmanlı'ya karşı ayaklanıp bağımsızlığını kazandı:
Ayaklanma anında bastırıldı. 1827'de Fransa, İngiltere ve Rusya
bağımsız Yunan devletinin çıkarlarına hizmet edeceğini düşünerek savaşa
müdahale etti. Yunanlılar da bağımsız oldu.

6. YALAN:
Ayaklanma sayesinde 1881'te Tesalya (orta Yunanistan) bölgesi Yunan
topraklarına katıldı. 1897'de Osmanlılar'ın Atina'yı kuşatma operasyonu
başarısızlıkla sona erdi. 1920'de Osmanlı toprakları Serv Antlaşması
ile paylaşıldı: Bunlar Yunanlılar tarafından değil yabancı devletler
tarafından sağlandı.

7. YALAN: Osmanlı'ya karşı sadece Yunanlılar ayaklandı: Bu bölgede yaşayan Arnavut, Sırp, Blah ve Slav kökenliler de ayaklandı.

8. YALAN:
Yabancı devletler Yunanlılar'ı çok sevdiği için destek oldu: Bağımsız
bir Yunan devletinin kendi çıkarlarına hizmet edeceğine dair aldıkları
güvencelerden sonra savaşa müdahale ettiler. Yunanistan bu nedenle
1910-1920 arasındaki Balkan Savaşlar'ında yapılan paylaşmalardan karlı
çıkmış; ahalisinin yüzde 40'ı Yahudi, yüzde 25'i Türk ve sadece yüzde
20'si Yunanlı olmasına rağmen Selanik kenti Yunan topraklarına
katılmıştır.

9. YALAN: Sadece
Yunanlılar vatanlarından oldu: Bir çok halk ve millet kendi
yurtlarından olmuş; göç etmek zorunda kalmıştı. 19'uncu yüzyılda
Girit'in yalnız Rethimno bölgesinde yaşayan Müslüman (Türk) ahalinin
sayısı Hıristiyanlar'dan çok daha fazla olduğunu; Yanitsa (Yenice)
kentinin o dönemde Müslüman Osmanlılar'ın en kutsal kentlerinden biri
olduğunu; 1913'te Kuzey Yunanistan'daki Kilkis kentinde yaşayan
Yunanlılar'ın sayısının toplam ahalinin ancak yüzde 5'ini oluşturduğu
gösterilebilir.

10. YALAN: 1.
Dünya Savaşı'nda Anadolu'dan Yunanistan'a göç etmek zorunda kalan
Yunanlılar Helen topraklarından kopartıldı. Bu insanların ezici bir
çoğunluğunun anadan-babadan Anadolulu değil; 19. yüzyılın ortalarında
kendilerine daha iyi yaşam koşulları aramak için Yunan adalarından ve
kuzey Yunanistan'dan Anadolu'ya göç etmiş Helen kökenlilerden
oluştuğunu anımsatmakta yarar vardır.

1601
Avrupa Tarihi / Avrupa tarihi
« : 05 Eylül 2009, 14:56:39 »
Avrupa tarihi Avrupa kıtasında
yaşayan insanların tarihin başlangıcından günümüze kadar gelen tarihini
kapsar. Avrupa kıtasında M.Ö. 35.000 yılına kadar uzanan bir insan
varlığı saptanmışsa da M.Ö. 700 yıllarında Antik Yunanistan'da Homer'in yazdığı İlyada destanı Avrupa kıtasında kayda geçmiş ilk yazılı belgeler arasındadır. Gene aynı yüzyılda kurulmuş olan Roma Krallığı da Batı Avrupa'da kayda geçmiş ilk uygarlıklar arasındadır. Antik Yunanistan ve Antik Roma uygarlıkları 4. yüzyıl'da çökmüş, aynı yüzyılda Hristiyanlık dini Avrupa kıtasında söz sahibi olmuştur.

1602
Avrupa Tarihi / Avrupa'sa İlkçağ
« : 05 Eylül 2009, 14:55:47 »
Roma İmparatorluğu





Yunanların M.Ö. 3000 yıllarında kitleler hâlinde Balkan Yarımadası'nın güneyine göç ettikleri inanılır. [1] M.Ö. 23. ve 17. yüzyıllar Proto-Grek dönem olarak adlandırılır. M.Ö. 1600'den 1100'e kadar olan dönem, Homeros'un epiklerinde masallaştırdığı Truva'ya karşı savaşan Kral Agememnon'un başında olduğu Miken Yunan Çağı'dır.
M.Ö. 1100'den M.Ö. 8. yüzyıla olan hiçbir yazılı eserin günümüze
ulaşmadığı ve sadece yetersiz arkeolojik kalıntıların bulunduğu Karanlık Çağ olarak adlandırılır. Herodot'un Tarihler, Pausanias'ın Yunanistan'ın Tanımı, Diodorus'un Biblioteca ve Jerome'nin Kranikon
adlı eserleri bu dönemle ilgili bazı kısa bilgiler ve dönemin kralları
hakkında bilgi verir. Antik Yunan Çağı'nın çoğu zaman M.Ö. 323 yılında
ölen Büyük İskender'in hükümdarlığının başlaması ile sona erdiği kabul edilir. Büyük İskender dönemine Helenistik Çağ adı da verilir.
Antik Roma ise M.Ö. 9. yüzyılda İtalya Yarımadası'nda kurulan Roma şehir devletinden doğarak tüm Akdeniz'i çevreleyen muazzam bir imparatorluk haline gelen medeniyetin adıdır. Yaklaşık 12 yüzyıl boyunca varlığını sürdürmüş olan Roma uygarlığı bir monarşiden oligarşi ve cumhuriyetin bileşimi bir demokrasiye ve daha sonra da otokratik bir imparatorluğa dönüşmüştür. Fetih ve asimilasyon yollarıyla Batı Avrupa ve Akdeniz'i çevreleyen bölgede egemen olmuştur.
Bununla birlikte Roma İmparatorluğu zaman içinde düşüşe geçmiş ve çökmüştür. Hispanya, Galya ve İtalya'yı içine alan batı imparatorluğu 5. yüzyılda bağımsız krallıklara bölündü. Batı imparatorluğunun 476 yılında sona ermesi Roma'nın yıkılışı ve Orta Çağ'ın başlangıç tarihi kabul edilir. Öte yandan İstanbul'dan yönetilen doğu imparatorluğu, 1453 yılına kadar varlığını sürdürmüştür.

1603
Avrupa Tarihi / Avrupa'da Orta Çağ
« : 05 Eylül 2009, 14:55:24 »
814 yılında Avrupa






Roma İmparatorluğu 364 yılında Doğu ve Batı olarak ikiye bölününce gücünü önemli ölçüde yitirdi. İmparatorluk sınırları dışında yaşayan Gotlar, Vandallar, Lombardlar, Franklar, Jütler ve Saksonlar gibi çoğu Germen kökenli "barbar" kavimler Roma İmparatorluğu’na saldırmaya başladılar. Hun saldırıları karşısında Tuna Irmağı’nın güneyine inen Vizigotlar 410
yılında Alarik'in önderliğinde Roma'yı ele geçirdiler. Gotların batı
kolu olan Vizigotlar, daha sonra İspanya'ya yerleşerek burada güçlü bir
krallık kurdular.
Başka bir Germen halkı olan Vandallar da komutanları Genserik'in
önderliğinde, 455'te Roma'yı ele geçirip yağmaladılar. barbar
halklardan sayılan Franklar da batıya doğru ilerleyerek, Fransa'nın
içlerine kadar girdiler. Jütler ve Saksonlar ise, o dönemde Roma’nın
eyaleti olan İngiltere'ye akınlar düzenlediler.
Barbar kavimlerden Ostrogotlar
(Doğu Gotlar) da Roma topraklarını istila ettiler ve İtalya'da bir
krallık kurdular. Ancak bu krallığın ömrü uzun olmadı ve 60 yıl sonra
ortadan kalktı. "Barbar" akınları sırasında İtalya’da kalıcı bir
yönetim oluşamadı. Bizans İmparatoru Jüstinyen, bu siyasal boşluktan
yararlanarak İtalya'yı da imparatorluk topraklarına kattı. Jüstinianos'un 565'te ölümünden sonra, bu kez Lombardlar İtalya'yı istila ettiler.6. yüzyılda Germen kökenli barbar kavimlerden biri olan Franklar Hristiyanlığı kabul ettiler ve günümüzdeki Almanya, Fransa, Belçika, Hollanda, İsviçre ve İtalya'nın
kuzeyini kapsayan toprakları ellerine geçirerek Frank İmparatorluğu'nu
kurdular. Günümüzdeki Fransa'nın adı Germen bir ırk olan Frankların
kurduğu bu imparatorluğa dayanmaktadır.
768 yılında Frankların başına geçen Şarlman bu imparatorluğun sınırlarını en yüksek boyutlarına ulaştırdı. 25 Aralık 800 tarihinde Vatikan'daki San Pietro Bazilikası'nda Papa II. Leon Şarlman'ı imparator ilan ederek 5. yüzyılda
yıkılmış olan Roma İmparatorluğu'nun varisi sayılmasını sağladı. O
zamana kadar Roma İmparatoru ünvanını taşıyan tek hükümdarlar olan
Bizanslılar 812 yılında Şarlman'ın imparatorluk ünvanını istemeyerek
kabullenmek zorunda kaldılar. Şarlman'ın 814 yılındaki ölümünden sonra
Frank İmparatorluğu zayıfladı. 10. yüzyılın ortalarında Germen
hükümdarlarından I. Otto, Şarlman'ın hüküm sürdüğü toprakların çoğunu
ele geçirerek Kutsal Roma Germen İmparatorluğu'nu kurdu. 962 yılında Papa XII. Ioannes I. Otto'ya Roma imparatoru sıfatını verdi.
Bizans İmparatorluğu, Roma İmparatorluğu'nun 395'te Doğu ve Batı olarak ikiye ayrılmasıyla ortaya çıktı. Başkenti Roma olan Batı Roma İmparatorluğu 5. yüzyılda Germen kabilelerince yıkıldı. Merkezi Konstantinopolis (bugünkü İstanbul)
olan ve Doğu Roma İmparatorluğu da denen Bizans İmparatorluğu ise, bin
yılı aşkın süre varlığını sürdürdü. Bizans'ın ortaya çıkışı, Roma
İmparatoru I. Constantinus'un başkenti, Roma'dan bugünkü İstanbul'a taşımasıyla da yakından ilişkilidir.
Bizans İmparatorluğu 7. ve 8. yüzyıllarda doğuda Müslüman ve Pers ordularının saldırısına uğrarken, batıda Slavların
tehdidi altında kaldı. 610'da, Bizans tahtını ele geçiren Herakleios
(Herakleius), Perslerin saldırılarını durdurdu ve başkentin savunmasını
güçlendirdi. Tuna Irmağı'nı geçerek Bizans topraklarına inen Avarlar'ı da yendi. Bu dönemde Araplar İslam dinini yaymak için fetihlere girişmişlerdi. Arap orduları 632'de Suriye ve Filistin'i ele geçirdiler. İskenderiye'nin teslim olmasından sonra Araplar, 642'de Mısır’ın tamamını denetim altına aldılar. 674-678 yılları arasında Araplar birçok kez Konstantinopolis'i kuşattılarsa da ele geçiremediler.
Bizans İmparatorluğu 867-1056
yılları arasında imparatorluğu yöneten Makedonya hanedanı döneminde
altın çağını yaşadı. Makedonya hanedanının kurucusu I. Basileios (867-886), daha önce yitirilmiş olan Anadolu'daki toprakları yeniden imparatorluk sınırlarına kattı. I. Basileios ve ardılı VI. Leon (886-912) dönemlerinde, imparatorluğun hukuk sistemi yeniden düzenlendi. II. Nikephoros Phokas (963-969), Girit ve Kıbrıs'ı yeniden imparatorluğa kattı, Suriye ve Balkanlar'da yeni topraklar ele geçirdi.Başkenti Şam'da bulunan Emevi Devleti daha İslamiyetin ilk yüzyılı olan 7. yüzyılda Kuzey Afrika'nın tümünü eline geçirmişti. 8. yüzyılın
başında Emevi Devleti'nin Kuzey Afrika'daki valisi olan Musa Bin
Nusayr, Emevi Halifesi Velid Bin Abdülmelik'in desteğiyle bir Berberi
kumandan olan Tarık Bin Ziyad'ı Cebelitarık Boğazı'nı geçerek İber Yarımadası'na gönderdi. O zamanlar İber Yarımadası Germen kökenliVizigotların
elindeydi ve başkentleri Toledo kentinde bulunuyordu. Tarık Bin Ziyad
Vizigot kralı Rodrigo'yu ağır bir yenilgiye uğrattı. Vizigot krallığı
parçalandı ve bütün İber yarımadası kısa bir süre içinde Müslümanların
eline geçti.
749'da Emevilerin yıkılmasıyla Şam'dan kaçan Prens Abdurrahman, 755'te İber yarımadasına geçti. 756'da bir devlet kurdu ve kendisi de emir oldu. 929'da III. Abdurrahman halifeliğini îlân etti. 1031'de
halîfenin otoritesi sarsıldı, ülke emirliklere bölündü. 1031'de Âli
beytten olan Hammûdiler hilâfeti devam ettirmek istediler. 1086'da
Abbâdi hanedanından İşbiliye Meliki, Kuzey Afrika Murâbıtlar
İmparatorluğundan yardım istedi. Oradan gelen kuvvetlere 13 Endülüs
meliki de katıldı. Zeleka muharebesinde Hıristiyan orduları imha
edilerek, İspanya'da Müslüman hâkimiyetinin ömrü uzadı.



Elhamra sarayı





1147'de Muvahhidler, Murâbıtları ortadan kaldırdı. Hıristiyanlarla da savaştılar. 1187'de Selahaddin Eyyubi, Kudüs'ü alınca Papa mukaddes savaş îlân etti.1236'da Benî Ahmer, Benî Hud aleyhine Kastil Kralıyla anlaşınca Kurtuba Hıristiyanların eline geçti. 1232'de kurulan Benî Ahmer devleti (Gırnata emirliği) Hıristiyanlarla anlaşarak ayakta durmaya çalıştı. 1469'da
Sultan Ebû Hasan'ın oğlu Muhammed, annesinin teşvikiyle isyan edip
babasını tahtan indirdi. Uzun süre baba ve oğul arasında taht kavgaları
devam etti. Bu durumdan yararlanan Hristiyanlar 1490'da Gırnata'yı kuşatarak yağma ettiler. Sonunda 1492'de Muhammed, Ferdinand'a teslim oldu ve İspanya'da Endülüs devleti ortadan kalktı.

1604
Avrupa Tarihi / Rönesans
« : 05 Eylül 2009, 14:54:01 »
Fransızca "yeniden doğuş" anlamına gelen bir deyimdir. Sanat ve
düşünü alanında Ortaçağ'dan sonra açılan bir "dönem"e bu isim
verilmiştir. İstanbul'un Fatih Sultan Mehmet tarafından alınması,
buradaki bazı din adamlarının İtalya'ya geçmelerine yol açmıştı.
Bunların beraberlerinde getirdikleri bazı eserlerin
incelenmesi.Rönesans’ın doğuşunda büyük ölçüde rol oynamıştır.
Rönesans'ın en büyük özelliği Ortaçağ'ın sanat ve düşünü alanındaki
dar,bağnaz,dini ölçüler ve değerlerden temellenmiş görüşü ortadan
kaldırmasıdır. Bunun yerine, düşünü ve sanat hayatında Eskiçağ’ın, Eski
Yunanistan ve Roma ilkelerinin esas tutulmasıdır.
Yukarda belirtildiği gibi,Rönesans hareketinin beşiği
İtalya,özellikle Floransa şehri olmuştur.Burada önemli bir noktaya
değinelim. Rönesans’ın temel ilkelerinin Eskiçağ'a, Eski Yunan ve Roma
görüş ve anlayışına bir dönüş olması,bir "gerileme", "geçmişe özlem"
anlamına gelmez.
Tam aksine,yeni bir uyanış söz konusudur.Ortaçağ sanat ve düşünü
hayatında çıkış noktası, hareket ekseni bu dünya değil,öteki
dünyaydı.Dini ölçüler ve değerler her konuda ağır basıyordu. Oysa
Eskiçağ sanat ve düşünü hayatında temel değer "insan"dı. İnsanın sağlık
ve mutluluk içinde yaşaması amaç edinilen bu dünyaydı.
Rönesans tarih yönünden 1450 yıllarında başlamış ve 1600lere kadar
sürmüştür. 15. yüzyılın ikinci yarısında İstanbul'un Türkler tarafından
alınması, Doğu yolunu Avrupalılara kapatmıştı. Bu nedenle yeni yollar
arandı. Uzak denizlere yolculuklar yapıldı. Amerika keşfedildi. Diğer
taraftan, İtalya'ya Bizans'tan gelen din adamları ve düşünürler,
Ortaçağ'ın dar, tutucu,kalıplaşmış görüş ve düşünce tarzına yeni
ufuklar açtılar. Bütün bu siyasal, toplumsal ve düşünsel etkiler,
Rönesans çağının doğup oluşmasında büyük bir rol oynadı. Sadece sanat
ve düşünü alanında değil, toplumun bütününde temelden bir yenilenme,bir
"uyanış" baş gösterdi. İtalya'daki Rönesans hareketi,tez zamanda oradan
Fransa'ya, Almanya'ya geçti. Alabildiğine yaygınlaştı.
İtalya'da Dante, Petrarca, Boccaccio (Bokaçyo),
Donatello,Angelico.Masaccio gibi edebiyatçı ve ressamlar,sanat alanında
güçlü bir "yenileşme" yi gerçekleştirdiler. Machia-velli
(Makyavel),Tasso,Arisosto ve diğer öncüler, çağdaş düşünceye ışık
tuttular. Sonraları Leonardo da Vinci, Michelangelo, sanat ve bilim
alanında Yeniçağ'akurulan sağlam köprüler oldular.İnsan yaşamında ve
düşünüşte de "aydınlık" bir dönem açıldı. İnsanı ve insanî değerleri
her şeyden yeğ tutan "hümanizma" akımı doğdu, güçlendi.
Öte yanda, Fransa'da, ise, Fransız hümanistleri Sorbonne
Üniversitesi'nin çevresinde toplanmışlardı. Latince ve Yunanca eski
eserlerin yeni bir değerlendirmeyle ele alınması,bu dilleri "ölmüş
diller" olmaktan çıkardı. Villon, Bellay, Ronsard gibi şairler,
Rabelais, Calvin (Kalven), Montaigne değerinde yazarlar yetişti.
Rönesans çağı mimarlığı, Fransa'da resmî saray mimarlığı niteliğini
kazandı. Ünlü "Fransız Koleji" kuruldu. I. François.bu okulda Latince
.Yunanca ve İbranice dilleri kürsülerini açtı.
Buna karşılık, Almanya'daki Rönesans hareketi kendine has bir
özellik göstermekteydi. İtalya ve Fransa' da olduğu gibi geniş
çevreleri kapsamadı. Din alanındaki yenileşme, yani "Reform" daha ağır
bastı. Gene de Erasmus, Reuchlin gibi öncü "hümanist"
yazarlar,Dürer.Holbein gibi sanat tarihinin yıldızı ressamlar en
değerli eserlerini verdiler.

1605
Avrupa Tarihi / Kolonileşme
« : 05 Eylül 2009, 14:51:58 »

Kristof Kolomb'un Amerika'yı keşfetmesi




Coğrafî Keşifler, 15. yüzyıl ve 16. yüzyıllarda
Avrupalılar tarafından yeni ticaret yollarının bulunması amacıyla
başlattıkları ve yeni okyanusların ve kıtaların bulunmasıyla
gerçekleşmiş olan keşifleri ifade eder. Bilimsel bir merak ve yeni
ufukların keşfedilmesi duygusu sözkonusu olmakla birlikte temelde bu
keşifler özellikle 15. yüzyıldan itibaren açık bir şekilde ekonomik nedenlerden kaynaklanmıştır. İlk keşif denemeleri, Atlantik Okyanusu ve Afrika kıyılarına doğru, 14. yüzyılın başlarında Fransız ve Cenevizli gemiciler tarafından yapılmıştır. Kanarya Adaları ve Azor Adaları keşfedilmesi, bu girişimlerin sonucudur.
Kristof Kolomb (1451-1506), 1492'de
Amerika Kıtası'na ulaştığında, gerçekte hem daha ucuz hem daha kısa
yoldan Asya'ya ulaşma arayışı içindeydi. Çünkü buradan baharat ve
benzeri maddeleri ucuz ve hızlı taşımak gibi bir sorun sözkonusuydu.
Portekizli gemici Bartolomeu Dias'ın Ümit Burnu'nu bulmasından sonra Vasko dö Gama, buradan dolaşarak Hint Okyanusu ve Hindistan'a ulaştı. Portekizli Macellan ve Del Kano,
dünyayı dolaşarak geçtiler ve bunun sonucunda dünyanın yuvarlaklığına
dair kesinleştirici sonuclara ulaşmışlardır. Venedikli gezgin Marko Polo (1254-1324) Asya gezilerinin anlatımlarıyla Avrupa'nın Doğu uygarlıklarını tanımasını sağlamıştır.
Coğrafî keşifler, Reform ve Rönesans
hareketlerinin etkileriyle gelişmiş oldukları gibi kendileri de bu
hareketlerin gelişimini etkilemişlerdir. Bu keşifler sonucunda Avrupa
yeni kıtalara yayılma ve onların zenginlik kaynaklarını ele geçirme
olanağı elde etmiştir. Avrupa düşüncesi ve kültürü, evrensel bir değer
olarak bu süreçten itibaren yayılmaya ve egemen kılınmaya başlanmıştır.
Bunu yaparken Avrupalılar, yerli halkları ve yerel yaşamı dağıtmış ve
hatta yok etmiş, avrupa kültürünü egemen kılma sürecini
şekillendirmiştir. Hem doğal hem de kültürel farklılıkları yok eden bir
süreç olmuştur bu. Klasik Sömürgecilik olarak bilinen sömürgecilik
süreci bu dönemle başlamıştır.
Kolonileşme dönemi, Avrupalı
göçmenlerin Kuzey Amerika kıtasına göç etmeleri ve bu topraklarda
yerleşim ve üretim birimleri oluşturmasıyla, diğer deyişle, Kuzey
Amerika'nın bu göçmenlerce iskan edilmesiyle başlayan süreçtir.
Amerikan kolonileri 1580-1588 yılları arasında İspanya’nın denetimi altında olmuşlardı. 1588 yılında İngiliz
donanmasının İspanyol donanmasını yenilgiye uğratmasıyla Amerika
kolonileri üzerindeki İspanyol denetimi son bulmuştur. Bu tarihten
sonra Hollanda, Fransa
ve İngiliz güçleri Amerika’daki kolonileri birer ikişer ele geçirdiler.
İngilizlerle giriştikleri ve yenildikleri iki deniz savaşından sonra
Hollanda, 1667de Kuzey Amerika’dan çekilmek zorunda kalmıştır. Fransa ise Kuzey Amerika’daki tüm kolonilerini 1763 tarihinde, Yedi Yıl Savaşları
sonunda imzalanan Paris Antlaşması ile İngiltere’ye kaptırmıştır.
Böylece Kuzey Amerika’daki kolonilerin tümü İngiltere’nin kontrolüne
geçmiştir.

1606
Avrupa Tarihi / Napolyon Savaşları
« : 05 Eylül 2009, 14:51:26 »
V. Koalisyon, Avusturya ve İngiltere arasında 1809 yılı başlarında oluşturulmuştur.
10 Nisan-14 Ekim 1809 tarihleri arasında gerçekleşen V. Koalisyon savaşları, Napolyon savaşlarının içinde en kanlı ve geniş çaplı olanlarıdır.
Arşidük Charles komutasındaki Avusturya ordusu 10 Nisan 1809
tarihinde Bavyera’ya saldırmıştır. Karşılıklı manevralar ve iki
çatışmanın ardından V. Koalisyon Savaşları’nın ilk sert muharebesi
gerçekleşmiştir. Napolyon kuvvetlerinin Aspern ve Essling kasabaları
arasındaki Danube nehir geçişinde (köprübaşı) gerçekleşen Aspern-Essling Savaşı, 21 Mayıs
1809 günü, öğleden hemen sonra başlamış ve iki gün sürmüştür. İkinci
gün, Napolyon’un Avusturya kuvvetlerinin merkezine karşı giriştiği
güçlü saldırı, Avusturya hatlarını yarmıştı. Ancak savaşı hemen hemen
kazanmışlarken Arşidük Charles’in son yedeklerini bizzat komuta ederek,
cesaretle giriştiği saldırı durumu kurtarmıştır. Napolyon, köprübaşını
kaybetmiş ve sonuç alamayacağı açıkça belli olan savaş alanından
birliklerini çekmiştir.
5 Temmuz 1809 tarihinde başlayan ve yine iki gün süren Wagram Savaşı ise Fransız ordularının zaferiyle sonuçlanmıştır.
14 Ekim 1809 günü imzalanan Viyana Anlaşması ile V. Koalisyon da fiilen sona ermiş oldu.
Rusya Seferi



Rusya, V. Koalisyon’da yer almamıştır. Tiltis Antlaşması’nın
sonucudur bu. İngiltere’nin uyguladığı deniz ablukası Rus ekonomisi
için de ciddi sonuçlar yaratmaktadır. Rusya’nın Tiltis Antlaşması’nı
yok sayarak taraf değiştirmesinde bu ekonomik sıkıntıların etkisi
olmuştur.
Napolyon’un Rusya Seferi’ne katılan ordunun mevcudu konusunda,
farklı kaynaklarda, farklı rakamlar verilmektedir. Esasen, Rusya
Seferi’ne çıkan Fransız ordusu, tarihin o güne kadar gördüğü en
kalabalık ordudur. Yarıya yakını Fransız askerlerinden oluşmaktadır,
diğerleri Fransa’ya tabi ülkelerin askerleridir.
7 Eylül 1812 günü gerçekleşen Borodino Savaşı,
Moskova’nın yaklaşık 110 km. batısında, Moskova nehri üstündeki
köprübaşında yapılmıştır. Napolyon Ordularını durdurmayı başarmakla
birlikte Rus Ordusu'nun kayıpları, mevzileri uzun süre elde tutabilecek
durumda değildir. Kutuzov, geri çekilme kararı verir. Hiç bir askeri
direnişle karşılaşmadan Moskova'ya giren Napolyon, Rus Çarı'nın bir
barış antlaşmasına yanaşmaması, Rus Ordusu'nun imha edilmemiş olması ve
kış şartlarında ordusunun ikmalinin neredeyse olanaksız hale gelmesi
dolayısıyla Rus topraklarından geri çekilmek zorunda kalmıştır.
Ordusunun büyük bir bölümünü bu geri çekilme sırasında kaybetmiştir.
Rus Ordusu, onları sürekli olarak izlemiş ve yıpratmıştır.
Paris’e dönen Napolyon, ilerleyen Rus birliklerini Polonya topraklarında karşılamak için yeni bir ordu düzenlemiştir. 2 Mayıs 1813 tarihinde Lützen Savaşı’nda ve 20 Mayıs 1813 tarihinde Bautzen Savaşlarında Rus ordularının ilerleyişini durdurmayı başarmıştır.
Bu tarihlerde Koalisyon güçleri, “Trachenburg Planı” olarak bilinen
bir strateji izlemeye karar vermişlerdir. Bu stratejiye göre daha küçük
çaplı Fransız birlikleriyle savaşılacak, Napolyon’un yeterince
yıpranması sağlanmadan onun komuta ettiği ordularla çatışmaya girmekten
kaçınılacaktır.
1813 yılının Ağustos ayında Dresden Savaşı’nda başarı kazanan Napolyon, bu başarısının sonuçlarını geliştirememiştir.
Leipzig Savaşı,
16-19 Eylül 1813 tarihlerinde gerçekleşen, tarihte “Ulusların Savaşı”
olarak da bilinen bir savaş olmuştur. Napolyon’un 195 bin kişilik
ordusu, Koalisyon güçlerinin 365 bin kişilik ordusu karşısında
tutunamamıştır. Napolyon, dört kolorduyu ve Alman prenslerinin
desteğini yitirerek savaş alanından çekilmek zorunda kalmıştır.

1607
Avrupa Tarihi / Napolyon Savaşları
« : 05 Eylül 2009, 14:51:04 »
IV. Koalisyon Prusya, Rusya, Saksonya, İsveç ve İngiltere arasında oluşturulmuştur.
1806
yılının ortalarında, İngiltere, Prusya, İsveç, Rusya ve Saksonya
arasında yeni bir koalisyon, IV. Koalisyon oluşturulmuştur. Napolyon,
Rus orduları ulaşmadan Prusya ordularına taarruza geçmiştir. 14 Ekim
1806 tarihinde Jena’da bir Prusya ordusunu bozguna uğratmıştır. aynı
gün Mareşal Davout komutasındaki bir başka Fransız ordusu da diğer bir
Prusya ordusunu yenilgiye uğratmıştır. Her iki Fransız ordusu da
Napolyon’un komutasında dağılan Prusya birliklerini Berlin’e kadar
izleyerek yeniden toparlanmalarına fırsat vermemiştir. Fransız
ordularının kayıpları 8 bin iken Prusya kayıpları 25 bin kadardır.
Daha sonra ilerleyen Rus ordularını karşılayan Napolyon, 7-8 Şubat 1807 tarihinde Eylau Savaşı’nda, 14 Haziran 1807 tarihinde de Friedland Savaşı’nda yenilgiye uğrattı. Bu savaşların ardından Rusya’yla 7 Temmuz 1807 tarihinde yapılan Tilsit Antlaşması ile Rusya da savaştan çekilmiş oldu.

1608
Avrupa Tarihi / Napolyon Savaşları
« : 05 Eylül 2009, 14:50:56 »
1804 yılında imparator olan Napolyon, bütün bu koalisyon
oluşturmalarda asıl dinamonun İngiltere olduğunu gayet iyi bilmektedir.
Büyük bir donanma ve güçlü bir ordu oluşturarak İngiltere’yi istila
etmek ve sorunu çözmeyi planlamaktadır.
Napolyon bu planı ertelemek zorunda kalacaktır çünkü, 1805
yılında Fransa’ya karşı bir ittifak daha kurulmuştur. III. Koalisyon,
İngiltere Avusturya, İsveç, Rusya ve Sicilya Krallığı arasında
oluşmuştur.
Ancak Fransız donanması, Lord Nelson komutasındaki İngiliz donanması karşısında Trafalgar Savaşı’nda
ağır bir yenilgiye uğramıştır. Bu sırada Napolyon’un 180 bin kişilik
ordusu, Manş kıyılarında toplamış, İngiltere’nin istilası için hazırlık
yapmaktadır. Donanmanın yenilgiye uğraması, İngiltere’nin istila
planlarını da suya düşürmüştür. Napolyon, III. Koalisyon’u, kıta
Avrupası’nda yenmek zorundadır artık.
Koalisyon, Avusturya ve Rus ordularının birlikte Fransa’ya
saldırması yönünde bir plan yapmıştır, ancak Avusturya komutanı Rus
ordularını beklemeden saldırıya geçmiştir. Manş kıyılarındaki ordusunu
toplayan Napolyon, çok hızlı bir şekilde Bavyera’ya ilerlemiş ve
Avusturya ordusunun geri bağlantısını kesecek bir manevra yapmıştır. 22 Ekim
1805 tarihinde Avusturya ordusu 60 bin asker ve 120 topla teslim olmak
zorunda kalmıştır. Napolyon’un bu manevrası, düşmanın doğrudan
cephesine bir saldırıya girişmek yerine, geri bağlantısını kesmeye
dayanan, tam anlamıyla bir Dolaylı tutum stratejisidir.
Sonuçta, büyük çaplı bir çatışmaya girmeden ve önemli bir kayba
uğramadan Avusturya ordusunun savaşma azim ve gücünü kırmıştır.
Ulm Savaşı
parlak bir zaferle sonuçlanmıştır ama Napolyon açısından durum halen
kritiktir. Avusturya’nın diğer ordusuyla Rus ordusu batıya doğru
ilerlemektedir ve bir İtalyan ordusu da güneyden yaklaşmaktadır.
Napolyon, iki kuvvetin birleşmesine fırsat vermeyecek bir şekilde hızla
doğuya ilerler ve Avusturya – Rus kuvvetlerinin karşısına Austerlitz’de
çıkmıştır. “Üç İmparator Muharebesi” olarak da bilinen 2 Aralık 1805 tarihli Austerlitz Savaşı
da Napolyon’un zaferiyle sonuçlanmıştır. Rus ve Avusturya kayıpları,
ölü, yaralı ve kaçak olarak toplam 27 bin iken Fransız kayıpları 9
bindir. Ayrıca Fransız ordusu 180 top ele geçirmiştir.
Her iki savaşta iki ordusunu kaybeden Avusturya savaştan çekilmek zorunda kalmıştır. 22 Aralık
1805 de Avusturya ile Fransa arasında Pressburg Antlaşması
imzalanmıştır. Çar I. Aleksandr ve General Mikhail Kutuzov
yönetimindeki Rus ordusu ise geri çekilmiştir.

1609
Avrupa Tarihi / Napolyon Savaşları
« : 05 Eylül 2009, 14:50:41 »
Napolyon Savaşları, Fransız İhtilali Savaşları'nın
ardından Napolyon önderliğindeki Fransa ile Avrupa'nın diğer güçlü
devletlerinin oluşturduğu koalisyon arasında gerçekleşen savaş dönemi.
Başlangıç tarihinin hangi yıl olduğuna dair tarihçiler ve
araştırmacılar arasında fikir birliği yoktur. 1800-1815 yılları arasında[1], yaklaşık 15 sene sürmüştür.
Napolyon Savaşları, Fransız İhtilali’nin
ardından, monarşiye karşı fikirlerin ve siyasal etkinliklerin
Avrupa’nın bütününe yayılmasını engellemeye çalışan Fransa dışındaki
devletlerin oluşturduğu Koalisyon güçleriyle Fransız Devrim Orduları
arasında Napolyon’un siyasi ve askeri liderliği altında sürmüş çatışmalardır.

İhtilal Sonrası Fransız Ordusunun Yapısal Özellikleri

Fransız İhtilali’nin hemen ardından yeniden şekillenen Fransız
ordusunun yapısal özellikleri, 18. yüzyılın diğer Avrupa ordularının
yapısal özelliklerinden çok belirgin farklılıklar göstermiştir. Bu
yapısal farklılıklar özellikle Napolyon Savaşları sırasında Fransız
ordularının elde ettikleri başarılarda büyük ölçüde pay sahibidir.
Kuşkusuz ki Napolyon’un parlak askeri becerisinin de etkisi büyük
olmuştur.
Bu farklı yapısal özellikleri şu başlıklar altından irdelemek olanaklıdır.


    * 18. yüzyıl ordularını oluşturan askerler, serflerden oluşan, zorla
      silah altına alınmış, ölmemek için öldürmek zorunda kalan insanlardır.
      Bir sorumluluk, bir ideal uğruna değil, zorunlu oldukları için
      savaşırlar. Bu askerlerden oluşan birlikler, dağılma eğilimi
      gösterirler. Yanaşık düzen savaşa sürülmeleri ve sıkı bir disiplin
      altında tutulmaları gerekir. Bu ise, birliklerin hareket yeteneğini
      ciddi biçimde sınırlayacaktır.


Oysa Fransız ordusundaki askerler, her ne kadar “zorunlu askerlik”
dolayısıyla silah altına alınmış olsalar da, özgür yurttaşlardır. Bu
insanlar, ulus devletinin yurttaşlarıdır, yurttaş-ordunun askerleridir.
Bir ulus devletin yurttaşı olmanın sorumluluğuyla, bir ideal uğruna
savaşırlar. Sıkı bir disiplin altına rahatlıkla girebilirler,
eğilimleri bu yöndedir.
Askerlerin bu eğilimleri, komutanların birliklerini sevk ve idare tarzını
kökten değiştirmektedir. Onlara çok daha geniş bir alanda inisiyatif
kullanma olanağı vermektedir. Napolyon ordularının başarılarının
nedenlerinden biri de Napolyon'un generallerinin geniş inisiyatifleri
olmasıdır.


    * Fransız İhtilali öncesinde, tüm Avrupa monarşilerinde olduğu gibi
      Fransız Ordusu’ndaki subaylar da aristokrat ailelerin tekelindeydi.
      Ancak ihtilal sırasında aristokrasi tasfiye edildiği için halktan
      insanların subay atanması zorunlu olmuştur. Bunun sonucunda Fransız
      İhtilal Ordusu’nun subay kadrosu, genç, yeteneğe göre terfi eden,
      dinamik unsurlardan oluşmuştur.



    * Fransız İhtilal Ordusu’ndaki düzenlemelerle tümenler halinde
      yapılandırılmıştır. Tüm askeri sınıfları bünyesinde barındıran,
      bağımsız, herhangi bir operasyonu ya da manevrayı bağımsız olarak
      gerçekleştirebilecek birimler olan tümenler, kolordular düzeyinde
      birleştirilmişti.



    * Özellikle Napolyon orduları, Napolyon’un izlediği yöntem gereği,
      ağırlıklı olarak “yerinde ikmal” ilkesiyle hareket eden ordulardır.
      Napolyon, ordularının ikmal meselesini, uzun ikmal kollarına değil,
      istila edilen topraklardaki kaynaklara dayandırmıştır. Bu tutum,
      orduların manevralarını, ikmal olanaklarının sınırlayıcı baskısından
      kurtarmış, daha hızlı manevra yapabilir hale getirmiştir.


Lakin bu durum ancak, Avrupa’nın verimli ve yoğun nüfus barındıran
bölgelerinde başarılı olmuştur. Yerinde ikmal olanaklarının son derece
kısıtlı olduğu Mısır, İspanya ve Rusya’da ise geri tepmiştir. Özellikle
Rusya’da durum daha da vahim bir hal almıştır. Rus ordusu, II. Dünya Savaşı’nda
da uygulanan “yanmış toprak” taktiğini uygulamış, çekilirken Napolyon
ordularının kullanabileceği her şeyi ya beraberinde götürmüş ya da
yerinde imha etmiştir.
Napolyon ordularında hızlı manevra ve yürüyüş hızı konusunda etkin
olan bir başka unsur da subay kadrosunun asillerden oluşmamasıdır.
Asiller, kendilerine son derece rahat bir ortam sağlayacak tüm
ağırlıklarıyla birlikte hareket ederler. Ağırlıklarını taşıyan atlı
arabalar, ordunun hızını düşürür. Özellikle zor arazi ve yol
koşullarında bu durum daha da belirgin bir etki yaratır. Askerler yol
kenarında bekler, öncelik tanınan aristokrat subayların ağırlıklarıyla
yüklü arabalar yolu kullanır. Oysa Fransız ordularında öncelik
piyadenindir, asker yoldan yürür, subay yolun dışından atının üstünde
yolculuk eder.
Sonuç olarak 18. yüzyıl Avrupa ordularında standart yürüyüş hızı
dakikada 70 adımken, Fransız İhtilali ordularında dakikada 120 adımdır.


    * 1776
      yılında Topçu Genel Müfettişi olan Gribeauval, Fransız İhtilal
      Ordusu’nun topçu unsurlarında önemli düzenlemeler yapmıştır. Orduda
      kullanılan top çapları standartlaştırılmış, ilave olarak havanların
      kullanılmasına geçilmiş ve top arabalarında yapılan geliştirmelerle
      topçu bataryalarına hareketlilik kazandırılmıştır. Bu düzenlemelerle
      Fransız İhtilal Ordusu, yüksek atış gücüne sahip ve hareketli topçu
      bataryalarıyla savaş alanına hakim olabilmiştir.

Napolyon'un stratejik ve taktik özgünlüğü

Hemen hemen bütün tarihçiler ve araştırmacılar, Napolyon’un askeri
alanda belirgin bir teorisi olmadığı görüşünde birleşirler. Napolyon’un
askeri başarıları, sağlam bir askeri teorik yaklaşım çerçevesinde
hazırlanmış planlara değil, savaş alanındaki hareket tarzına bağlanır.
Her şeyden önce Napolyon hep saldırı savaşları vermiştir. Teorik
olarak bir saldırı için, bir temel plan ve alternatif planlar
hazırlanması gerekir. Ancak, Napolyon’un savaş planları yoktur.
Napolyon, kolordularını birbirleriyle bağlantıları kopmayacak ölçüde
araziye yayarak ilerler. Böylece rakibini, onu karşılayabilmek için
yayılmaya zorlar. Bu yayılma, önceden planlanmış savaş düzeninin o anda
değiştirilmesini gerektirdiği için düzensiz olmak zorundadır. Napolyon,
savaş alanını rahatlıkla gözleyebileceği bir noktadadır ve düşmanının
yayılmasını izler. Belirli bir anda, belirli bir bölge civarındaki
birliklerini hızla, belirli bir bölgeye yönelik olarak taarruza
kaldırır. Bu nokta, düşmanın kritik “bağlantı noktası”dır. Eğer bu
bağlantı noktasına yönelen taarruz başarılı olursa, düşman cephesi
yarılmış olur. Eğer başarısız olursa, zaten yaygın durumdaki
kolorduları ona, alternatif bir plan için esneklik sağlar.
Bütün bunlar, birliklerini zaafa uğratmayacak biçimde yaymasına ve
savaş alanını çok iyi izlemesine bağlıdır. O anın koşullarına uygun
olarak birliklerini toplayıp bir “siklet merkezi” oluşturması bu sayede
olur.
”Koalisyon” Savaşları Öncesi Gelişmeler

Fransa, 1792
de Avusturya ve Prusya’ya savaş ilan etmiştir. Fransa topraklarında
ilerleyen Avusturya-Prusya birleşik ordusu, 20 Eylül 1792 de Valmy
yakınlarında durdurulmuştur. İlerleyen Fransız kuvvetleri 1792 yılının
Kasım ayı sonlarına bugünkü Belçika ve Lüksembourg topraklarını işgal
etmiştir. 1793 yılı başında, Avusturya, Prusya, İngiltere ve İspanya, Fransa’ya karşı I. Koalisyonu oluşturmuşlardır.
1795 yılına gelindiğinde Fransa, Ren’den Pirenelere kadar genişlemiş sınırlara ulaşmıştır. Ayrıca 11 yıllık bir dönem için Prusya Koalisyon’dan ayrılmıştır. Daha sonra Napolyon, İtalya Seferi sonunda Avusturya’yı Campo Formio antlaşmasını imzalamak zorunda bırakmıştır.

1610
Amerika Tarihi / Amerika Birleşik Devletleri Kuruluşu
« : 05 Eylül 2009, 14:48:16 »
Amerika Birleşik Devletleri, (İngilizce: The United States of America)
Kuzey Amerika kıtasında 50 eyaletten oluşan federal bir devlet. Kıta
ABD'sinin komşuları, kuzeyde Kanada ve güneyde Meksika'dır. Resmi
kuruluş tarihi 4 Temmuz 1776'dır.

Amerika Birleşik Devletleri; doğuda Atlas Okyanusu'ndan batıda Büyük Okyanus'a kadar 4.500 km genişliğindedir.

Alaska
ve Hawai'yi de içine alan Amerika Birleşik Devletleri'nin 9 milyon
kilometrekareden fazla yüzölçümü vardır. Alaska, Kanada'nın
kuzeybatısındadır. Hawai ise, Büyük Okyanus'ta olup, kıta üzerindeki
Amerika Birleşik Devletleri'nden 3.200 kilometre uzaklıktadır. Alaska
50 eyaletin içinde yüzölçümü en fazla olanıdır. Ülkenin güney tarafında
bulunan Teksas bu bakımdan ikinci sırada gelmektedir.

Kuruluşu

Amerika
Kıtası nın 1492'de Avrupalılarca keşfinden sonra İspanyollar,
Portekizliler, Fransızlar ve İngilizler, buradaki yerli halkların
aleyhine toprak sahibi oldular. İngilizler, Amerika'daki topraklarını
genişlettikten sonra İngiltere başta olmak üzere çeşitli ülkelerden
göçmenler alıp buralara yerleştirerek koloniler kurdular. 18. yüzyıl
ortalarında, bu kolonilerin sayısı 13'e yükseldi ve bu Onüç Koloni,
Amerika Birleşik Devletleri'nin temelini oluşturdu.

Amerika
kıtası insanlar için yeni olanaklar ve yeni bir hayat sağladı. Daha
sonra bu koloni sistemi emperyalizm politikasına dönüştü. İngiliz
kolonileri Birleşik Krallık'a endüstri konusunda hizmet ediyordu,
İngilizler kolonilerden vergi alıyordu. Koloniler zaman içinde İngiliz
devletinden farklı bir kimlik geliştirmeye başladı. Nüfus hızla
büyüyor, tarıma dayalı ekonomi gelişiyor, iş adamları ticari ataklarda
bulunuyordu. Dinsel yapıda da farklılık vardı. Avrupadan gelenler
tutucu bir protestanlık geliştirmişti.

Yönetimleri de
İngilizlerden farklıydı. Kolonilerin her birinde (Pensilvanya
dışında),iki yasama meclisi bulunuyordu. Kolonileri temsil eden alt
meclisin üyeleri mal sahipleri tarafından seçiliyor, Krallığı temsil
eden üst meclis üyeleri ise İngiliz Kralı'nın tarafından tayin
ediliyordu. Kolonilerde yaşayanlar aynı zamanda mahkemeler kurmuştu ve
İngiltere hukuk sistemini uyguluyordu.

1756-1763 yılları
arasında İngiltere'nin Avusturya, Fransa ve Rusya ittifakıyla yaptığı
savaşlar (Yedi Yıl Savaşları), İngiliz maliyesi üzerinde ciddi bir yük
oluşturmuştu.İngiltere mali yükünü gidermek amacıyla yeni vergiler
koyması, Amerika'daki kolonilerin tepkisiyle karşılaştı. Koloniler
yüksek gelirler ödeyip, karşılığında hiç bir şey almamaktan rahatsızdı.
Tütün ihracatına gelen ek vergiyle koloniler, 18. yüzyıl ortalarından
beri kazanmaya hazır oldukları bağımsızlık mücadelesini hayatta
geçirdiler. Savaşın başlarında George Washington, Thomas Jefferson
tarafından kaleme alınan ve özgürlük isteklerini dile getiren Amerikan
Bağımsızlık Bildirgesi'ni yayınladı.

Altı yıl süren savaş
sonunda, George Washington komutasındaki koloni güçleri tarafından
yenilgiye uğratılan İngiltere geri çekilmiş ve 1783 yılında 13
koloninin bağımsızlığını kabul etmiştir. Bağımsızlıklarını ilan eden
koloniler, içişlerinde serbest eyaletlerden oluşan Amerika Birleşik
Devletleri'ni kurmuşlardır (1787). 1789'da Anayasanın tamamlanıp
onaylanmasıyla yeni bir ulus doğdu.

1611
Amerika Tarihi / Aztekler - Aztek Tarihi
« : 05 Eylül 2009, 14:47:44 »
AZTEKLER

12
milyonluk bir nüfustan oluşan çok büyük ve zengin bir imparatorluk olan
Aztekler gelişmiş tarım yöntemlerine, kendilerine ait bir dine,
takvime, alfabeye sahiplerdi. Aztekleri keşfedenler İspanyollar oldu.
Hernan Cortes ve onun özel ordusu Aztek başkenti olan Tenochtitlan´a
giderken Popocateptel volkanik dağının yanından geçtiler ve ilk kez bir
volkan görmüş oldular. Adamları ve Cortes başkente ulaştıklarında Aztek
imparatoru Montezuma onları karşılamak için bekliyordu. Aztek
imparatoru göz kamaştırıcı elbiseler giymişti. O, Cortes ve adamlarının
başkente girmesine izin verdi. Cortes´in sadece 600 askeri vardı ve
Aztek imparatoru onları kolayca yok ettirebilirdi. Ancak Aztek
takvimine göre bu yıl çok özel bir yıldı.İnançlarına göre bu yılda
Quetzalcoatl adlı bir tanrı Aztekleri yok edecekti. Bu tanrının
efsanedeki tarifleri Cortes´e çok benziyordu. Bu yüzden Aztek
imparatoru, Cortes'in tanrı olduğuna karar verdi. Cortes başkentte bir
kaç gün geçirdikten sonra güvende olmadığını sezdi.Hayatta kalmalarını
sağlayan tek şeyin imparatorun varlığı olduğunu fark etti. Bu nedenle
Aztekleri denetim altına alabilmek için imparatoru tutsak almaya karar
verdiler. Cortes birkaç ay daha şehirde kaldıktan sonra ayrıldı. O
gittikten sonra başka İspanyollar Aztek'e saldırdılar. Cortes yeni
ordusuyla geri geldiğinde Cuitlahuac imparator olmuştu. Ancak bunu
bilmeyen Cortes Aztekleri kontrol altına almak için Montezuma'yı tutsak
aldı ve halkı etkilemek için onu kraliyet sarayının çatısına çıkardı.
Ancak halk onlara taş atarak tepkisini gösterdi. Atılan taşlardan biri
Montezuma'nın ölümüne neden oldu. 1521'de Aztekler teslim olana kadar 4
ay savaş yapıldı.

Tenochtitlan Şehri

Aztek
İmparatorluğu'nun başkenti olan şehir 1300 yıllarında Texcoco Gölü'nün
üzerindeki bir dizi adaya Aztek tanrılarından biri olan
Huitzilopochtli'nin tapınağı etrafına kuruldu. Şehirde binalar
Coatepantli adında 2,5-3 metre yüksekliğindeki duvarlarla çevriliydi.
Binalara girişi sağlayan 4 kapı bulunuyordu.Şehrin ortasında Büyük
Tapınak vardı. Bu tapınak içinde iki tane tapınak bulunduruyordu.
Bunlardan biri savaş tanrısı Huitzilopochtli'ye diğeri de yağmur
tanrısı Tlaloc'a aitti. Başkent 1500'lere gelindiğinde 300.000 kişilik
nüfusa sahip oldu.

Aztek Dini

Aztekler
çok tanrılı bir dine inanıyorlardı. Her tanrının farklı görevleri
vardı. Aztek dininin inançlarına göre yapılması gereken birçok ayin ve
tören vardı. Azteklerden kalan bazı inançlar günümüzde hala
kullanılmaktadır. Aztekler tanrılarını memnun etmek için kurban
keserlerdi. Kurban olacak kişileri rahipler taşırdı. Kurbanın göğsü bir
bıçakla yarılır, atmaya devam eden kalp bir kaba yerleştirilirdi.
Kurbanın kolları ve bacakları yenirdi.

Aztek Yazısı

Aztek
yazısı da Maya yazısı gibi,ideogramların ve sesleri belirten fonetik
sembollerin bir karışımından oluşmuştur.Yani bazı resim karakterleri
nesneleri ve düşünceleri ifade ederken, bazıları da sesleri ifade
ediyordu. Örneğin bir Meksika kenti olan Coatlan ("Yılanların yeri")
kentinin adı coatl hecesini dile getiren yılan resminin yanısıra diş
("tlan") işaretinin belirtilmesiyle yazılıyordu.Aynı şekilde Coatepec
("Yılanlı tepenin yeri") adı yine yılan hecesini dile getiren yılan
resminin yanısıra tepe ("tepec") işaretinin belirtilmesiyle
yazılıyordu.Eldeki mevcut Aztek el yazmalarının sayısı 500 civarındadır.

1612
Amerika Tarihi / AMERİKA’NIN KEŞFİ
« : 05 Eylül 2009, 14:46:31 »
AMERİKA’NIN KEŞFİ

1492

KRİSTOF KOLOMB

AMERİGO VESPUCCİ (1507)

Yeni bir dünya keşfetme onuru kuşkusuz, gelmiş geçmiş en büyük denizcilerden biri olan Kristof Kolomb’a aittir. Ama burada da bir sorunla karşılaşır. Kolomb genellikle dendiği gibi, sadece efsanevi zenginliklerle dolu Hindistan’a giden bir yol mu arıyordu?Yoksa, Ortaçağ ütopyasından esinlenerek, belki de "cennetin girişi" olduğunu düşündüğü yeni bir dünyanın bilinçli bir’’yaratıcısı’’ mıydı? Michel Lequenne, Kolomb’un başvurduğu kitapların sayfa kenarlarına düştüğü notları inceleyerek, bu ikinci varsayımı benimser. Kristof Kolomb son yolculuğunda(1502-1504)Amerika kıstağının bir bölümünün kıyılarını saptadı, ama daha önceden başka denizciler harekete geçmişti: Bristol’lü İngilizlerin hizmetinde çalışan Jean Cabot’un, daha 1497’de ‘’Vinland’’yolunu yeniden bulduğu sanılmaktadır. Cebral’ın güneye yaptığı yolculuğunsa kuşku götürür yanı yoktur: yolculuk, 1500 yılında, gelecekteki Brezilya’nın bir bölümü olan ‘’Gerçek Haç Toprağı’’na, Portekiz kralı Manuel adına el konmasıyla sonuçlandı. Ayrıca, Lizbon sarayının, daha önce gönderilen, ama açıklanmamış olan bazı geziler sayesinde, söz konusu topraklarla ilgili bilgiler edinmiş olduğu düşünülebilir.

Nitekim, Tordesillas antlaşmasıyla(1494), Amerika’nın Eski dünyaya en yakın noktası olduğu sonradan anlaşılan bu kesimde keşfedilecek topraklar Portekiz’e verildi. Güney Amerika kıyılarının Patagonya’ya kadar eksiksiz keşfini, gene Portekizliler hesabına çalışan Amerigo Vespucci gerçekleştirdi. Saint Dieli bir coğrafyacı da, 1507’de yayımladığı bir çalışmasında, Yeni Dünyaya pek de haklı olmayarak Amerigo’nun adını verdi. 1513’te Balboa’nın Amerika kıstağını aşarak Büyük okyanus kıyısına İspanya adına el koyması, keşif tarihinde çok önemli bir dönüm noktasıdır.

KRİSTOF KOLOMB

(Yaklaşık 1451-1506)Ünlü kaşif Kristof Kolomb, Amerika kıtasının bulunmasına ve Avrupa’ya açılmasına öncülük etti. Bununla birlikte yeni kıta adını Kolomb’la aynı dönemde yaşamış ve1497 ya da1499’da Güney Amerika’ya ulaşmış olan Amerigo Vespucci adında bir İtalyan’dan aldı. Daha 11 yüzyılda Norveçli Leif Eriksson Kuzey Amerika kıyılarını dolaşmıştı, ama tarihte Amerika’nın keşfedilmesinin onuru Kolomb’a aittir. Ne var ki, Kolomb yepyeni bir kıta keşfetmiş olduğunun farkına varamamıştı. Onun amacı doğudaki baharat ve ipek gibi değerli malların batıya getirilebileceği güvenli bir ticaret yolu bulmaktı. 12 Ekim1492’de Bahama adalarından birine çıktığında da bu düşüncesini gerçekleştirmiş olduğunu sandı. (Amerika kıtasını bulan Kristof Kolomb, yepyeni bir kıta keşfettiğinin farkına varamamıştı. )

Kristof Kolomb İtalya’nın Cenova limanında yaşayan yoksul bir dokumacının oğlu olarak dünyaya geldi. Avrupa’nın en işlek limanlarından biri olan Cenova’da tüccarlar çeşitli ülkelerle ticaret yapıyor, karayoluyla Hindistan’dan ve Uzakdoğu’dan gelen pamuk, kumaş ve baharattan başka İngiltere açıklarında avlanan balıkları da kurutulmuş ve tuzlanmış olarak satın alıyorlardı. Kristof Kolomb büyük bir olasılıkla Marko Polo’nun Çin gezisi anılarını okumuş, Leif Eriksson’un yüzyıllar önce yaptığı gizemli deniz yolculuğunun öyküsünü dinlemişti.

Gençliğinde Akdeniz’in doğusuna bir deniz yolculuğuna çıkan Kolomb, baharat ve ipek ticaretinin nasıl yapıldığını öğrenme olanağı bulmuştu. Daha sonra 1476’da kuzeyde İngiltere’ye ve İzlanda’ya kadar gittiği sanılmaktadır. Bu yolculuktan dönüşünde Portekiz’in başkenti Lizbon’a taşındı. O çağda bile hala Dünya’nın dümdüz olduğuna inanan birçok insan vardı. Kolomb ise Dünya’nın küre biçiminde olduğu düşüncesindeydi. Kolomb çeşitli Dünya haritalarının çizimine yardımcı oldu. Bu harita ve çizimlerde Dünya gerçekte olduğundan çok daha küçük, Asya ise çok daha büyük gösteriliyordu. Kolomb Asya’nın doğuya doğru çok fazla uzandığını, bu yüzden de İspanya’dan yola çıkıp batıya doğru yol alarak oldukça kısa bir zamanda Hindistan’a varabileceğini düşündü. ’’Hindistan’ın uzaklığını da hesapladı; Hindistan’ın bulunduğu r sandığı yer aşağı yukarı Amerika’nın bulunduğu yere denk geliyordu.

Böyle bir yolculuğu tasarlayan ilk insan Kolomb değildi, ne var ki, o zamanki gemilerin küçüklüğü ve yeterli donanıma sahip olmayışı yüzünden böylesine uzun ve tehlikeli bir yolculuğa çıkmayı kimse göze alamıyordu. 1480’de artık deneyimli ve kendine güvenli bir denizci olan Kolomb ise Hindistan’a kısa sürede ulaşabileceğini kanıtlayacak bir keşif gezisine önderlik edebileceğine inanıyordu.

Bu yolculuk için gerekli gemileri ve parayı ancak İspanya ve Portekiz hükümdarları sağlayabilirdi. Kolomb ilk önce Portekiz Kralı 2 Joao’ya başvurduysa da önerisi reddedildi. İspanya’nın önemli bir bölümü Magripliler’in altındayken tahta çıkan Fernando ve Isabella ise Kolomb’u içtenlikle kabul ettilerse de, ülkenin içinde bulunduğu kargaşa yüzünden ona yardımcı olamadılar.

Kolomb haritacılık yapan kardeşi Bartolomeo’yla birlikte İngiltere ve Fransa krallarına başvurdu. Ama bu iki kraldan da yardım alamadı. Sonunda ilk başvurudan yedi yıl sonra İspanya kraliçesi Isabella , Kolomb’a yardım edeceğini bildirerek ona amiral sanı verdi.

AMERİGO VESPUCCİ

(1454-1512), İtalyan denizci. Medici ailesinin hizmetinde değişik işlerde çalıştıktan sonra 1491’de aynı ailenin İspanya’da Sevilla’da bulunan gemicilik şirketinde görevlendirildi. Bu dönemde Kristof Kolomb’la tanıştı. 1499’da Alonso de Ojeda komutasındaki bir filoyla ilk keşif gezisine çıktı. Yeni bir sefer düzenleme isteğinin İspanya Krallığı tarafından reddedilmesi üzerine 1500’de Portekiz’in hizmetine girdi. Portekiz Kralı 1. Manuel adına 1501’de ikinci keşif gezisine çıkan Vespucci, Cabo de Santo Agostinho’ya ulaştıktan sonra Rio de Janeiro Körfezi’ni keşfetti. Daha sonra güneye yönelerek, 1502’de Lizbon’a döndü. Bu gezi sırasında yeni bulunan toprakların Asya anakarasının parçaları olmadığını anlayan Vespucci, daha sonra mektuplarında bu topraklardan Munus Novus (Yeni Dünya)adıyla söz etti. 1505’te yeniden İspanya’nın hizmetine giren Vespucci , Kristof Kolomb’un görevden alınmasından sonra 1508’de baş kılavuzluğa(pilotomayor)atandı. Yeni bulunan bölgelerin haritalarının yapılmasına ve denizcilerin yetişmesine katkıda bulundu. İlk olarak, 1507’de Alman kozmograf ve haritacısı Martin Waldseemüller Cosmographiae insuperquatuor Americii Vespucii navigationes adlı eserinde yeni anakaranın keşfedilmesinin onurunun ona ait olduğunu yazmasından sonra bu anakara onun önadıyla anılır oldu.

1613
Afrika Tarihi / afrika tarihi
« : 05 Eylül 2009, 14:44:59 »
16. Yüzyıla Kadar Kuzey Afrika
Müslümanların Afrikayla ilk temasları 647 yılında halife
hz. Ömer döneminde oldu. Halife hz. Osman ise Abdullah b. Sad’ı
Afrika seferi için gönderdi. Kuzey Afrika’nın ilk gerçek Müslüman
fatihi Ukbe b. Nafi el-Fihri’dir.(1667-1664) merkezi askeri
karargahı olan Keyravanı kurmuştur.
Emeviler, Afrika’ya Musa b. Numan’ı gönderdiler. (710)
Musa b. Nusayr, bu bölgeleri İslamlaştırdı. 800 yılında bir Arap
devleti olan Aglebiler kuruldu. Daha sonra İranlı bir göçmen
tarafından bir harici devlet olan Rüstemiler kuruldu. Fasta’da İdris
Şerifi İdrisiler devletini kurdu.
1045 yılında Murabitun hareketi meydana geldi. Batı
sahradan Fas’a göç ettiler. Dini bir hareket oluşturdular. Abdullah
b. Yasin adındaki bir alim bu hareketin başına geçti. Fas’ı ele
geçirip, islami mücadele yaptılar. Merakeş şehrini kurdular.
1118-1119 yılında Muvahidun hareketi ortaya çıktı.
Muhammed b. Abdullah b. Tümert tarafından (islami tebliğ ve yayma
amacıyla) ortaya çıktı. 1145 yılında Murabıt ordusunu yendi.
1152-53’de orta Mağribi ve 1160 yılında Kuzey Afrika’yı ele geçirdi.

İslamiyet’in Afrika’da Yayılışı

İslamiyetin Afrikada yayılışı sufilerin ve tüccarların
yardımıyla olmuştur. Bunların samimiyetini gören zenciler, kısa
zamanda Müslüman oluyorlardı. Onlar, insanları seven, hoşgörme,
kardeşlik, yardımseverlik gibi ilkeleri vurguluyorlardı. İslam
davetçilerinin yaptığı ilk iş, mescid yapmak, okul açmak, zencilerle
evlenmek ve köle satın alıp azat etmektir.
Araplar, zencileri hor görmüyor, onları da kendileri
gibi görüyor ve evleniyorlardı. Fakat Avrupalılar, zencileri hor
gördüklerinden, onlarla kesinlikle evlenmiyorlardı. Müslüman
davetçiler, adalet, özgürlük, eşitlik, kardeşlik, ırkların eşitliği
gibi temalarını vurguluyorlardı. İslamiyetin kendilerini
kucakladığını gören ve ırk ayırımı da yapmadığını anlayan zenciler,
Müslümanlığı benimsiyorlardı. Onlar, zenci ırkını hakir görmedikelri
için, islamiyeti bir zenci dini ve hristiyanlığı da beyaz dini
olarak telaki ediyorlardı. İslamiyet, fetih ve gaza ile değil,
ticaret yoluyla Habeş, Somali ve Sundan’da kısa zamanda yayıldı.
İslamiyet, Afrikada iki kolda yayılmıştır. Senegalden de geçip,
sahil boyu giden fetih kolu diğeri ise; Afrika’nın kuzeyinden
başlayıp, vaha ve sahralardan Güney’e, Sudan’a kadar ulaşan ticaret
yoludur.
George Carpenter Günümüz Afrikası adlı eserinde,
İslamiyetin Afrikalılara getirdiği ve üstünlüklerini şöylece
sıralamaktadır.
İslamiyet, birlik bilincini güçlendirmekte, toplumdaki bireylerin
gönüllerini birbirleriyle ısındırmakta, renk ve ırk ayırımını hiç
taşımamakta, herkese kardeşlik ruhunu vermektedir.
İslamiyet, Allah’ın varlığına, birliğine, kuvvetçe kurret sahi
olduğuna ilişkin bilinci güçlendirmektedir.
Sabır, nefse hakimiyet, izzet-i nefs, şeref ve haysiyet bilincin
sahip olmayı teşvik etmektedir.
İslamiyet, Arapçayı Kur’an dili olarak tüm Müslümanlar arasında
evrensel bir dil haline getirerek artık bir kültür oluşturmaya
çalışmaktadır.
Müslümanların Afrikayla ilk temazları 647 yılında Hz. Ömer zamanında
oldu. Kuzey Afrika’nın ilk gerçek Müslüman fatihi Ukbe b. Nafi’dir.
Burada Keyrevan’ı kurmuştur. Emeviler buraya daha sonra Musa b.
Nusayr’i göndiler. Busa b. Nusayr, buraları İslamlaştırdı.
800 yılında Arap sülalesi olan Aglebi’ler devleti kuruldu. İranlı
bir göçmen tarafından Taherti’nin bitişiğindeki topraklarda
Rustemilere ait bir Harici devlet kuruldu. Fas’ta da İdrisiler
devleti kuruldu.
1045 yılında Murabitun hareketi oldu. Batı Sahra’dan göç ederek
Fas’a kadar geldiler. Dini bir hareket oluşturdular. Abdullah b.
Yasin adındaki bir alim bunları eğitip Fas’ı ele geçirip, İslami
mücadele yaptılar.

Afrika’nın Avrupalılarca Tanınması
Portekizlerden denizci Henry adıyla bildiğimiz Dom
Henrique, beş aşamada Afrika içlerine hareket etmişlerdir. Maderia
adalarını, Bojador Burnu, Gine Körfezi, Porto Santo, Beyaz Burun,
Yeşil Burun, Senegal ve Gambia’ya ulaşmıştır.
1487 yılında Lizbon’dan yola çıkan Bertalmi Diyaz’da Afrika’nın
güney batı ucuna ulaşmış ve aşırı fırtına nedeniyle buraya
fırtınalar burnu adını vermiştir. Fakat Portekiz kralı bu adı Ümit
Burnu olarak değiştirmiştir. Vasco do Gama’da 1497 yılında yola
çıkmış ve Mozambike ulaşmıştır. Mozambikte kendisen sıcak ilgi
gösteren kralın Hindistan yolunu bilen üç klavuz vermesiyle 15 Ekim
1498 yılında Hindistan’a ulaşarak, deniz yoluyla Hindistan yolunu
keşfederek, Hindistanın sömürülmesinin yolunu açmıştır. Böylece
Afrika’nın çevresini dolaşan ilk kişi olmuştur.
1749 yılında Michel Adanson, Seneagal ve Gambia’da 5 yıl süren
araştırmalar sonucu, Batı dünyasına biyoloji ve zooloji konusunda
Afrikaya özgü ürünler sunmuştur. Afrika’yı tanıma adına batılılarca
19. yüzyılın sonuna kadar yüzlerce gezgin, gazeteci, bilim adamı ve
denizci gönderildi. Bu çalışmalar sonucunda Avrupa’ya binlerce yazı,
harita, kroki ve araştırma gönderilmeye başlandı. Bunların çabaları
sonucu Afrika artık batılılar için bilinmez bir yer değildi. Artık
sıra Afrika’yı istila etmek ve sömürgeleştirmeye gelmişti.

Afrikada Kölecilik ve Sömürgecilik

Afrika’nın sömürgeleştirilmesi gayet kısa bir sürede
oluştur. O kadar ki; 1870’de Afrika’nın ancak biri sömürge iken
1890’da ise sömürge olmamış bölüm ancak onda biri kadar kalmıştır.
15.yy’dan itibaren Portekizler; Angola ve Mozambik
kıyılarını el geçirirken, Hondalılar da Güney Afrika kıyılarına
yerleşmeye başlamışlardı. Fransıtlar ise 16.yy’dan itibaren batı
Afrika kıyılarına Senegal’den itibaren Afrika’ya girmeye
başlamışlardır. İngilizler ise Gine Körfezi kıyılarına
yerleşmişlerdir.
Avrupa devletleri, Afrika içlerine iklim ve coğrafi
koşullar nedenleriyle girmeye cesaret edemiyorlardı. Fakad daha
sonra coğrafi keşiflerin, Afrika’nın içlerine kadar girip sözde
bilimsel keşifler yapması üzerine, devletler, kendilerinden daha bir
emir olarak içlere nufuz etmeye başladılar. Afrika kıyılarından
herhangi bir yeri işgal eden Avrupa devletleri, iç kısımlarında
kendisine ait olduğunu ilan ediyordu. Bu da çeşitli anlaşmazlıklara
neden oluyordu. Bunun üzerine 1885’de Berlin’de toplanarak “Berlin
Senedi” adlı bir belgeyi imzaladılar. Bu sened sömürgecilikte “fiili
işgal” perensibini kabul ediyordu. Yani Afrika’da bir toprak işgal
edilmedikçe, orasına sahip olunamıyacaktı. “Fiili İşgal” pensibi
Afrika’ya hucumu daha da arttırdı.
Avrupa’lıların Afrika’daki çıkarları ise şunlardır.
Altın Madenleri
Baharat
Köle Ticareti
Amerika’nın keşfinden sonra burada çalıştırılmak üzere önce
Portekizliler, sonra Hollandalılar, İngilizler ve Fransızlar
Afrika’dan insanları esir alıp, köle olarak Amerika’ya
götürüyorlardı. İlk sömürgeleştirilen ülkeler ise XVl.yy’da Mozambik
ve Angola Portekiz sömürgesi oluyor.
Köle ticareti Afrika’yı çökertmiş, şehirlerin
boşalmasına devletlerin yıkılmasına neden olmuştur. 1873 Avrupa
Ekonomi krizinden sonra burası bir Pazar oluyor. 1884’de Avrupalı
devletler bu durumu birbirlerine kabul ettiriyorlar. Afrika
topraklarının Avrupalılar tarafından hoyratça kullanılması üzerine
toprak çoraklaşıp, verimsizleşiyor.
Misyonerler ve emperyalistler tarafından sürekli olarak
köleliğin Müslüman Araplardan kaynaklanan bir düzen olduğunu
vurgulamaktadırlar. Birçok resmi binalarda dev resimlerde
birbirlerine bağlı zenci köleleri götüren bir arap tasvir
edilmektedir. Diğer resimlerde ise bu zinciri çözen bir Avrupalı
çizilmiştir.
Avrupalıların köle ticaretiyle Afrikadan genç nüfusun
azalmasına neden oldu. Aynı zamanda buraların işgalini
kolaylaştırdığı gibi, fakirleşmelerini de sağladı. İkinci dünya
savaşından sonra Avrupa Afrika kıtasını tek tip tarıma zorladı.
Örneğin; Nijerya Pamuğa ayrılırken, Uganda Kahve, Senegal yer
fıstığı üretmeye zorlandı. Bu da, Afrika’nın kendi kendine
yetmemesine neden oldu.


Afrika’nın Paylaşılması

4 Ağustos 1890 yılında Londra’da İngiltere ile Fransa
arasında Batı Afrika’nın bölüşülmesini öngören bir anlaşma yapıldı.
Böylece Almanya’nın bölgeye sokulması bu iki devleti bir anlaşmaya
götürdü. 8 Nisan 1904 yılında İngiltere ile Fransa arasında Etente
Cardiale (dostluk ve ittifak) adı verilen bir antlaşma yapıldı.
Böylece Fransa, İngiltere’nin Mısır üzerindeki, İngiltere’de
Fransa’nın Fas üzerindeki haklarını tanıyıp aralarındaki
anlaşmazlıklara son verdiler.

a)İngiltere’nin Afrika’daki Sömürgecilik Politikası
1815 yılında Cope Colonge, 1882’de Mısır’ı 1889 yılında
Rodezya, 1890’da Kenya, 1891 yılında Nyasalan, 1894 yılında
Uganda’yı işgal eden İngiltere, Nil nehrinin bütünlüğünü korumak
bahanesiyle, güney’e inip Sudan’ı ele geçirmek istedi. Fakat
buradaki Müslüman halkın silahlı savunmasıyla karşılaşıp iki defa
yenilgiye uğradı. Bir süre Sudan sorununa ara verdikten sonra
1895-96’da daha güçlü bir saldırıyla, Sudan’ı işgal etti. Böylece
Mısır’dan Cape Town’a kadar olan bölümü işgal etti.

b)Fransa’nın Sömürgecilik Faaliyetleri
Fransa, Afrika’daki sömürgecilik faaliyetlerine
Batı-Doğu istikametinden hareket etmiş ve 1880 yılında Senegal’i
işgal ederek, buradan Afrika’nın içlerine girmeye başlamıştır.
1870 yılında Fransa’nın elinden Alsace Lorian’ı alan Bismark,
Fransa’nın herhangi bir intikam saldırısına meydan vermemek için,
onu Tunus’u alması için teşvik etmiştir. 1878 yılında Kıbrıs’a
yerleşen İngiltere’de, Kıbrıs karşılığında Tunus konusunda Fransa’ya
onay vermişti. Bunun üzerine 1881 yılında Tunus’u alan Fransa,
Almanya ile tekbaşına savaşamayacağını anladığından sömürgeciliğe
hız verdi. Zaten 1830 yılında Cezayir’i almıştı. Bu sırada 1877-78
Osmanlı-Rus savaşının sarsıntısını taşıyan Osmanlı devleti, Fransayı
protesto etmekten başka yapacak başka bir şey bulamadı.
4 Ağustos 1890’da Londra’da İngiltere ile Fransa
arasında batı Afrika’nın bölüşülmesini öngören bir anlaşma yapıldı.
Böylece Almanya’nın bölgeye sokulması, bu iki devlti bir anlaşmaya
götürmüş oldu. Sömürgeler üzerindeki çatışma dünyayı bloklara ve bir
dünya savaşına doğru hızla sürüklüyordu.
Fransa Sudan’a 1896 yılında girdi. İngiltere Almanya ile
arasındaki gerginlik yüzünden Fransa ile arasındaki bu çatışmayı 14
Haziran 1898 de ki anlaşmayla son verdi. Böylece İngiltere,
Fransa’nın Senegalden Sudan’a kadar olan sömürgelerin kabul etti.
Fakat İngiltere Yukarı Nil havzasını da ele geçirmek isteyince
tekrar araları açıldı. Bunun üzerine Fransa’nın istediğiyle de 21
Mart 1899’da yeni bir sözleşme yapıldı. Bununla da İngiltere ve
Fransa Kuzey Afrika’daki nüfuz alanlarını saptadılar ve aralarındaki
anlaşmazlığa son verdiler.
8 Nisan 1904 yılında İngiltere ile Fransa arasında
Etente Cordiale (Dostane İttifak) adı verilen bir anlaşma yapıldı.
Böylece Fransa, İngiltere’nin Mısır üzerindeki İngiltere’de
Fransa’nın Fas üzerindeki haklarını tanıyıp aralarındaki
anlaşmazlıklara son verdiler.

c)Almanya’nın Sömürgecilik Faaliyetleri
Almanya; Togo, Kamerun, Güney-Batı ve Doğu Afrika
toprakları ile Yeni Gine’yi ele geçirdi. 1885 yılında İngiltere’de
bu durumu kabul etti.

d) İtalya’nın Sömürgecilik Faaliyetleri
İtalya’da sömürge elde etmek istiyordu. Onunu gözüde
Tunus’ta idi. Fakat Tunus’u Fransızlara kaptırınca, sömürgeçilik
için kendisine büyük Avrupa devletlerinden destek aramaya başladı.
Bunun için de Almanya ile anlaştı. Bu anlaşmaya İtalya, Fransa’nın
saldırısın uğrarsa Almanya, İtalya’nın yanında yer alacaktı.
İtalya’da Eritre ve Somali’yi almıştı. 1896 yılında
Habeşistan’ı da almak istediyse’de başarılı olamadı. Fakat daha
sonra 1911 yılında Libya’yı işgal edecek ve 1912 Uşi antlaşmasıyla
burayı Osmanlı Devletinden alacaktır.

Afrika’da Sömürgeciliğin Sonu
1945 yılına gelindiğinde birçok sömürge ülkeleri
bağımsızlıklarını kazanmışlardı. Bunun nedeni de, ikinci dünya
savaşında çeşitli Avrupa devletleri arasındaki savaşlar ve ulusların
özgürlüğü düşüncesiyle tanışarak ülkelerine dönmeleri veya Avrupa’da
eğitim görmüş kişilerin ülkelerine dönerek özgürlük bilincini geliştirmeleridir.

1614
Afrika Tarihi / Piramitler Nasıl Yapıldı ?
« : 05 Eylül 2009, 14:44:15 »
Piramitler Nasıl Yapıldı?

Zaman: İÖ 2551-100
Mekân: Mısır

Piramit merdiven basamağı gibi sıra sıra inşa edilmişti. Bu şekilde tamamlanınca kalan taşları yerlerine kısa tahta kütüklerden yapılma makinelerle kaldırdılar. HERODOTOS, İÖ YAKLAŞIK 430.

Herodotos'un yaşadığı zamanlardan bu yana Mısırlılar'ın piramitleri nasıl inşa edip dikili taşları nasıl kaldırdıkları hakkında pek çok tartışma yapılmıştır. Ne yazık ki, Mısırlılar'dan günümüze bu konuları anlatan fazla bir belge kalmadığından, ortaya atılan bütün kuramlar, ancak deneysel arkeolojiyle sınanarak inanırlık kazanabilmektedir.

Taşların ham olarak taşocaklarından çıkarılması, yontulması ve yontulmuş bu taş blokların ve dikilitaşların nakliyesi konularında pek çok yanıtlanmamış soru varsa da, belki de en büyük esrar, piramitlerin ve dikilitaşların gerçekten hangi teknikle yapıldığıdır.


PİRAMİTLERİ NASIL O KADAR DÜZGÜN OLARAK İNŞA EDEBİLDİLER?

Mısır'da modern arkeolojinin tartışmasız babası olan Flinders Petrie, 1880-2'de hepsi de 10 üçüncü binyılın ortalarında yaşamış 4. Hanedan hükümdarlarından Keops, Kefren ve Mikerinos'un (büyük ölçüde angarya yöntemiyle inşa edilen) piramitlerinin bulunduğu el-Gize platosunda çok titiz bir araştırma başlatmıştır. Bulguları arazinin belki de bir ızgara gibi hendekler kazıp bunları suyla doldurarak ve sonra da çevredeki "taş adalar"ı istenilen düzeye indirerek düzeltildiğini akla getiriyordu.

Yüz yıl sonra Amerikalı Mısırbilimci Mark Lehner, el-Gize piramitlerinin çevresindeki kaya tabakasına açılmış çeşitli delik ve hendeklerin krokisini çıkarttı ve bu hassas düzleştirme işinin arazinin tümünde değil, piramitin en alt taşlarının yerleştirileceği yerin kenarında dar şeritlerde yapıldığı kanısına vardı.

Gize piramitlerinin her birinin ortasında masif bir kaya kütlesi bulunmaktadır (bunlar piramitlerin içinde birkaç yerde görülebilir). Bu doğal kaya göbekleri, inşaatçıların tam bir dörtgen elde etmek için köşegenleri ölçmelerini de engellemiş olabilir.

Günümüze kalan aletlerden anladığımıza göre Mısırlı mimarlar, kadastrocular ve inşaatçılar özellikle iki alet kullanmaktaydılar: Düz çizgileri ve dik açıları yapmak ve yapıların köşe ve kenarlarını astronomik düzenlemelere göre yerleştirmek için merkhet ve bay.

İngiliz Mısırbilimci I. E. S. Edwards, gerçek kuzeyin, herhalde batıda ve doğuda belirli bir yıldızın doğuş ve batış noktasını ölçüp sonra bu iki nokta arasındaki açıyı iki eşit parçaya bölerek bulunduğunu iddia etmiştir.

Daha yakın zamanlarda Kate Spencer, Büyük Piramit'in mimarlarının, kuzey kutbu çevresinde dönen iki yıldızın (Büyük Ayı ile Küçük Ayı'nın) Keops piramitinin inşa edildiği sanılan İÖ 2467 yılında bir hizada olduğunu görmüş olabileceklerini ileri süren ikna edici bir kuram geliştirmiştir. Daha önceki ve sonraki piramitlerin yönlerindeki hataların, bu hizanın gerçek kuzeyden sapma derecesiyle bağlantılı olması da bu varsayımı desteklemektedir.







Çizimde, İngiliz arkeologu Reginald Engelbach'ın tasarladığı kum çukuru
yöntemi görülüyor. Dikilitaş kızak üstünde çukura çekilir. Kum
boşaltılarak dikilitaş kaidesine oturtulur. Son dengeleme ve
yerleştirme taşın tepesindeki iki yöne çekilen halatlarla yapılır.

1615
Afrika Tarihi / PİRAMİTLERİN SIRLARI
« : 05 Eylül 2009, 14:42:49 »
PİRAMİTLERİN SIRLARI

Binlerce yıl önce yapılan piramitlerde bugün bile hala binlerce sır yatmaktadır. İşte piramitlerin şaşırtan özellikleri:

- Büyük Piramitin açıları, Nil'in delta yöresini iki eşit parçaya böler.

- Gize'deki üç piramit aralarında bir Pitagor üçgeni olacak şekilde düzenlenmişlerdir. Bu üçgenin kenarlarının birbirlerine göre oranı 3:4:5'dir.
- Büyük Piramitin taban çevresinin, yüksekliğinin 2 katına bölünmesinin pi=3.14 sayısını verir.

- Büyük Piramitin dört yüzeyinin toplam yüzölçümü, piramit yüksekliğinin karesine eşittir.

- Büyük Piramit, dünyanın kara kitlesinin merkezinde yer alır.

- Büyük Piramit,dört ana yöne göre düzenlenerek inşa edilmiştir.

- Piramit dev bir güneş saatidir. Ekim ortasıyla Mart başı arasında düşürdüğü gölgeler mevsimleri ve yılın uzunluğunu gösterirler. Piramidi çeviren taş levhaların uzunluğu bir günün gölge uzunluğuna eşittir. Bu gölgelerin taş levhalar üstünde gözlenmesiyle günün 0,2419 bölümünde yılın uzunluğu yanlışsız olarak saptanabiliyordu.

- Büyük Piramit'le dünyanın merkezi arasındaki uzaklık, Kuzey kutbuyla arasındaki uzaklığa eşittir ve kuzey kutbuyla dünyanın merkezi arasındaki uzaklığa eşittir.

- Piramitin yüksekliğiyle,çevresi arasındaki oran,bir dairenin yarı çapıyla çevresi arasındaki oranın dengidir.Dört kenarlar dünyanın en büyük ve çarpıcı üçgenleridir.

- Gizde'den geçen boylam,dünyanın denizleriyle anakaralarını iki eşit parçaya böler.Bu boylam ayrıca,kara üstünden geçen en uzun kuzey-güney yönlü boylam olup,bütün yer kürenin uzunluğuna ölçümünde doğal sıfır noktasını oluşturur.

- Bugün teknolojik olarak çok ilerlemiş Japonya bile Keops piramidinin aynısını yapamamaktadır. Ziyaretçilerin Keops piramidine girişine izin verilmediği, bunun nedenin de piramidin koridorlarının çok dar ve dik olması olduğu söylenmektedir.

- Keops piramidinin yüksekliğinin 1 milyarla çarpımı yaklaşık olarak güneşle dünyamız arasındaki mesafeyi verir.(149.504.000km)

- Piramidin çalışkan işçilerinin olağanüstü bir çabayla günde 10 parça üst üste koyduklarını kabul edersek, piramitteki 2.5 milyon taçın 250.000 gün, yanı 664 yılda ancak oluşmuş oluyor. Oysa piramit 20-30 yılda tamamlanmıştır.

- Her biri 20 ton olan taşlardan inşa edilmiştir.Bu taşların temin edilebileceği en yakın mesafe yüzlerce km uzaklıktadır. Bu taşların nasıl getirildikleri tam olarak bilinmemektedir.

- Piramit kimin adına yapıldıysa, onun bulunduğu odaya yılda iki kez güneş girer.(doğduğu ve tahta çıktığı günler.)

- Mısır'daki büyük piramit,30 yılda inşa edildi.Bu piramitin taşları ile Fransa'nın etrafında 3m. lik bir duvar yapılabilirdi.

- Mumyalarda rodyoaktif madde bulunduğundan; mumyaları ilk bulan 12 kişi kanserden ölmüştür.

- Piramitlerin içerisinde ultra sound, radar, sonar gibi cihazlar çalışmamaktadır.

- Kirletilmiş suyu, birkaç gün piramidin içine bırakırsanız; suyu arıtılmış olarak bulursunuz.

- Piramidin içerisinde süt birkaç gün süreyle taze kalır ve sonunda bozulmadan yoğurt haline gelir.

- Bitkiler piramidin içinde daha hızlı gelişirler.

- Piramidin içine bırakılmış su beş hafta süreyle bekletildikten sonra yüz losyonu olarak kullanılabilir.

- Çöp bidonu içindeki yemek artıkları hiç koku yapmadan piramit içinde mumyalaşır.

- Kesik ,yanık ve sıyrık gibi yaralar büyükçe bir piramit içinde daha çabuk iyileşme eğilimi gösterir.

- Piramitlerin bazı odalarını içinde ne olduğu hala bilinmemektedir. Araştırmacıların çoğu ya içinde kayboldu ya da aynı yerde birkaç tur attılar fakat içlerini göremediler.

- Piramitlerin içleri yazın soğuk, kışın çok soğuk olur.

- Uzayda,aynı Mısır'daki piramitler ve Sfenks'in dizilişine uygun şekiller vardır.Ayrıca piramitlerin,bir yıldız kümesine göre dizili oldukları iddia edilmektedir.
- Piramitlerin bazılarında,kilometrelerce devam eden tüneller vardı. Bu tüneller,kimi zaman bir tuzağa, kimi zaman da firavunun gerçek mezarında çıkardı.

- Çöp bidonu içindeki yemek artıkları hiç koku neşretmeden Piramit içinde mumyalaşır.

- Kesik, yanık, sıyrık gibi yaralar büyükçe bir piramitin içinde daha çabuk iyileşme eğilimi gösterir.

- Firavun mezarlarının dağlarda açılan oyuklara yapıldığı dönemde,mezar için çalışan tüm işçiler, tanrılara kurban verilirlerdi. Bu, hırsızlara karşı alınmış bir önlemdi.

Sayfa: 1 ... 94 95 96 ... 99