Forum Zero
ForumZero

İletileri Göster

Bu özellik size üyenin attığı tüm iletileri gösterme olanağı sağlayacaktır . Not sadece size izin verilen bölümlerdeki iletilerini görebilirsiniz


Mesajlar - CagLaYan

Sayfa: 1 ... 8 9 10 ... 16
137
Yaklasik 2 Haftadir Ugrasiyorum Umarim Begenirsiniz

*Saatte 1000km Hiz yapan Bir jet ile;


AY'a 17 Gunde
Venüs'e 4,5 Yilda
Mars'a 6 Yil 9 ayda
Merkür'e 10 Yilda
Jüpiter'e 76 Yilda
Satürn'e 152 Yilda
Uranüs'e 425 Yilda
Neptün'e 675 Yilda
Plüton'a 700 Yilda
Ancak Gidile Biliyor
Oldukca ilginç Degil mi? Aklinda diyer Gezegenlere Neden astronot Gitmiyor Diye
Bisoru Varsa Gecerli Bir aciklama Olabilir


Dierlerini Gecelim!
*Nötron Yildizlarinin Kütlesi olesine Yogundurki bir Cay Kasiginin Hacmi Kadar Yani yaklasik 2kup Sekerin Hacmindeki Nötron Yildizi MİLYARLARCA TON Gelebilir

Gelelim Güneşe !
*Günesteki Muazzam Enerji 386milyar Kere milyar Megawattir ki, Bu deger Nükleer Füsyon olarak Bilinen Termonükleer Reaksiyonlar Sonucunda Her Saniye
564 Milyon TON Hidrojenin 560 Milyon Ton Helyüma Donusmesi ile aciga Cikar

Geldik Uranyuma !
*1kg Uranyum'un Enerjisi ile 100w bir ampulu 27400Yıl Yakabiliriz

Geldik Hidrojene !
*Yogunlugu En Kuçuk olarak Bilinin Madde Donmus Hidrojendir (0,076gr/cm3)

Peki Deniz Suyundan Butun elementlerin elde edile Bildigini Biliyoormuydunuz !
*1kg Altin elde etmek için 200Milyon metre Kup su aritilmali
*1kg Magnezyum icin 795LT su aritilmali
*1kg İyot icin 16milyon Metre kup su aritilmali

Kar Yaginca Havanin isindigini Biliyoruz Buyrun Bilimsel Aciklamasi
*1Ton Buz veya 1Ton Kar yagmis olsun bunun havaya verecegi isi 80Milyon kaloridir.Buda 10 kg Kömürün Yakilmasiyla elde ediler isiya Esit

Gelelim Beynimizin Kafatasinda Nasil Korunduguna
*Beyin kafatasinda 150cm3 sivi icerisinde Paskal prensibi(Su Cenderesi) ile korunur

Klorofilin Formulunu Merak edenler Buyrun
*C55 H72 05 N4 MG

Gelelim Yapraklara
*1 m2 Yaprak 1saatte 2gr Şeker uretir

Geldik Dunyaya
*Dunya uzaydan Bir gectigi noktadan Bir daha Gecmemektedir
*Dunya son 1200 Yilin en sicak yilini 1998 Yilinda Gecirdi
*Dunya Gunes Etrafinda saniyede 29.8km Hizla Donmektedir

Arkadaslar Calismam, Tubitak'in Yaklasik 15 kitabinin onemli Gordugum Noktalarini alarak Hazirladim Umarim Begenirsiniz de emegim ziyan olmaaz
ilginizi Cektiysem Ne Mutlu Bana

138
Bilim / Ölümsüzlük sırrı bulundu mu? (denenecek)
« : 26 Eylül 2010, 18:46:25 »
Ukraynalı tıp profesörü Genadiy Apanasenko, 'ölümsüzlük formülü'nü deneyecekleri bir proje geliştirdiklerini açıkladı.


Prof. Apanasenko, değişik branşlardan 30 yardımcısıyla keşfettiğini iddia ettiği yaşlanmayı önleyen ilacı, önümüzdeki günlerde denemeye başlayacağını duyurdu.

Mart ortasında başlayacak olan denemede denekler, her sabah içeriği son derece gizli tutulan bir sıvıyı içecek. Genç kalma yönetimi sırf belirli bir maddenin içilmesiyle sınırlı kalmayarak, denek kişiler ayrıca her gün birtakım elektronik cihazların etkisinde tutulacak.

Keşfettiği yöntemin nasıl çalıştığı konusunda hiçbir açıklamada bulunmayan Ukraynalı profesör, "Size tek bir ipucu verebilirim. İnsan hücrelerinin oksitlenerek yok olmaya yüz tuttukları anı yakalayarak tüm etkenlerin listesini çıkarmayı başardık. Bunun üzerine bu etkenleri bertaraf edecek kabaca �ölümsüzlük ilacı� adını verdiğimiz maddeyi hazırladık. Teoride uygulanacak maddenin, yaşlanmayı durdurduğu gibi 70 yaşındaki bir insanı kırkına geri götürme imkánı da sağlaması gerekiyor" dedi

139
Bilim / Dünya Hayatı Rüyalarımızdan Farklı Değildir.
« : 26 Eylül 2010, 18:29:31 »
Bilindiği gibi, insanlar rüyalarında çok net ve gerçekçi görüntüler görür, çeşit çeşit kokular duyar, kimi zaman müzik dinler, kimi zaman araba kullanır, nefis yiyecekler yiyerek tadlarını alır, annesini öper, heyecanlanır, korkar, sevinirler. Üstelik her insan rüyası sırasında yaşadıklarının gerçekliğinden emindir. Ancak, ortada ne yiyerek tadını aldığı ızgara, ne sevdiği bir kedi, ne de kullanacağı bir araba vardır. Rüya gören kişi o sırada hareketsiz ve gözü kapalı olarak yatağında uzanmaktadır. Yani herşeyi beyninde yaşar, üstelik gerçek hayatından en küçük bir fark olmaksızın. Peki rüyayı gerçekten ayıran nedir? Bakıldığında ikisi de zihinde yaşanmaktadır, son derece benzerdir. Tek fark, rüyalarda alıştığımız sebep sonuç ilişkilerinin olmaması ve bizim rüyalarımızda gördüklerimizden sorumlu tutulmamamızdır.Buraya kadar anlatılanlardan vardığımız kesin sonuç şudur: İnsanın dünya hayatı olarak bildiği, gördüğü, işittiği, dokunduğu herşey aslında beyninde oluşur. İnsanın yaşamının hiçbir anında, beyninin dışına çıkması kesinlikle mümkün değildir.

Peki ama, bu kadar kusursuz, eksiksiz, mükemmel algıyı beyin oluşturabilir mi? Oluşturduğu görüntüyü algılayabilir mi? Örneğin, beyinde oluşan güzel bir manzara karşısında yine beyinde bir zevk alma duygusu oluşabilir mi? Tüm bunları beyne veremeyeceğimiz çok açık bir gerçektir. Sonuçta beyin incelendiğinde, karşımıza diğer canlı organlarda olan protein ve yağ molekülleri çıkacaktır. Bu moleküllerin özü ise atomlardan oluşmaktadır. Bütün bu görüntüleri atomların gördüğünü, bütün o hisleri onların hissettiğini düşünmek ise mümkün değildir. Öyle ise, gören, işiten, müziği duyduğunda zevk alan, özleyen, bağlılık, vefa nedir bilen, bir kedi yavrusunu gördüğünde şefkat duyan, hatıraları olan, üzülen, çileğin tadından zevk alan, bir dostunu gördüğünde sevinen kimdir? Tüm bunların beyne ait olduğunu söylemek imkansızdır.

O halde gören, duyan, işiten ve hisseden beyin değildir. Bu, hepsinden üstünde bir varlık olan ruhtur. Bizim içinde yaşadığımız evren, dünya, hayatımız boyunca başımızdan geçen olaylar hepsi ruhumuza seyrettirilen bir hayalden ibarettir.Peki kim bizim ruhumuza dünyayı, insanları, bitkileri, bedenimizi ve gördüğümüz diğer her şeyi sürekli olarak seyrettirmektedir?

Çok açıktır ki, içinde yaşadığımız tüm maddesel evreni, yani algılar bütününü yaratan ve sürekli yaratmaya devam eden üstün bir Yaratıcı vardır. Bu Yaratıcı, bu denli görkemli bir yaratılış sergilediğine göre de, sonsuz bir güç ve kudret sahibidir. Yarattığı bütün algılar, O'nun iradesine bağlıdır ve O bütün yarattıklarına her an hakimdir. O üstün Yaratıcı, göklerin ve yerin Rabbi olan Allah'tır.Algılardan oluşan bu evrenin dört bir yanında, gerçek varlık olarak sadece Allah'ın Zatı vardır. Dolayısıyla insana en yakın olan varlık da Allah'tır. Bu gerçek, Kuran'da, "andolsun, insanı Biz yarattık ve Biz ona şahdamarından daha yakınız" (Kaf Suresi, 16) ayetiyle açıklanır.

Her nerede olsak Allah bizimle birliktedir. Siz bu yazıyı okurken de, size en yakın olan varlık, gördüğünüz her şeyi an be an yaratmakta olan Allah'tır. Allah bize bu dünya ile ilgili görüntüler gösterdiği ve algılar verdiği sürece biz bu dünyada yaşarız. Bu dünyanın görüntülerini ve algılarını kestiği, bize ölüm meleklerini gösterip farklı bir boyuta ait algıları verdiği zaman ise ölmüş oluruz. Kıyamet günü, hesap, cennet, cehennem ve bütün sonsuz hayatımız da bizim için aynı şekilde yaratılacaktır.Tüm bunları yaratmaksa, bize sonsuz gücünün ve sınırsız bilgisinin kanıtlarını henüz bu dünyadayken sergileyen Allah için çok kolaydır.

Gerçekten Kaçılmaz
Açıkça görüldüğü gibi, "dış dünya"nın maddesel bir gerçekliğe sahip olmadığı, Allah'ın sürekli ruhumuza gösterdiği görüntüler bütünü olduğu bilimsel ve mantıksal bir gerçektir. Ne var ki insanlar genelde bu gerçekten kaçmaya, düşünmemeye çalışırlar. Çünkü bu sırrın açıklığa kavuşmasıyla birlikte mallarıyla, arabalarıyla, dolarlarıyla, yatlarıyla, lüks otomobilleri, marka kıyafetleri, soylu aileleri ve holdingleriyle kibirlenen insanların kibirleri boşa gidecektir. Örneğin, gururla zırhlı arabasına ve büyük bir arazi üzerine kurulu evine helikopterinden bakan zengin bir işadamı, bu gerçeği kabul ederse bir anda hayalden oluşan ve hayal içinde yaşayan aciz bir varlık olduğunu anlayacaktır. İman etsin veya etmesin, Allah'ın yüceliğini, büyüklüğünü ve tek mutlak varlık olduğunu da takdir etmek durumunda kalacaktır. Böylece kendi güçsüzlüğü ve Allah'a ne kadar muhtaç olduğu ortaya çıkacaktır. Maddenin bir hayalden ibaret olduğu anlaşıldığında, lüks kafelerde, eğlence merkezlerinde gösteriş yapmanın, insanları aşağılamanın, büyüklenmenin, diğerleri ile alay etmenin, kaş göz işaretlerinde yapmanın ne derece anlamsız olduğu idrak edilecektir. Materyalist zihniyetteki insanların tüm korkularının ve gerçekten kaçmalarının nedeni budur; bu gerçeği bilmekten dolayı kibir, hırs ve sahiplenme üzerine kurulu hayatlarının kendilerince "tadı kaçacak"tır. Bunun için bu konuyu hem düşünmezler, hem de düşünülmesini ve gündeme getirilmesini istemezler.

Kuşkusuz bu gerçeğin farkına varmak materyalistler için olabilecek en dehşet verici olaydır. Çünkü sahip oldukları herşeyin bir hayalden ibaret olması, kendi tabirleri ile onlar için henüz dünyadayken, "ölmeden bir ölüm" hükmündedir. Bu gerçekle birlikte, bir Allah, bir de kendileri kalmıştır. Nitekim Allah, "kendisini tek olarak (ve yapayalnız) yarattığım (şu adam)ı Bana bırak" ayetiyle, her insanın Kendi katında aslında yapayalnız olduğu gerçeğine dikkat çekmiştir. (Müddessir Suresi, 11)İşte bu yüzden bu gerçeğin insanlara yaygın olarak anlatılması çok önemlidir. Çünkü maddenin gerçek mahiyeti ile ilgili bu konu, maddeyi ilah edinen materyalist felsefeyi kesin olarak yıkan, tutunduğu tüm dalların kırılmasına vesile olan bir gerçektir. Bu gerçeğin yaygınlaşmasıyla 21. yüzyıl, insanların yaygın olarak İlahi gerçekleri kavrayacakları ve tek mutlak varlık olan Allah'a dalga dalga yönelecekleri bir tarihsel dönüm noktası olacaktır. 21. yüzyılda, 19. yüzyılın materyalist inançları tarihin çöplüğüne atılacak, Allah'ın varlığı ve yaratışı kavranacak, mekansızlık, zamansızlık gibi gerçekler anlaşılacak, insanlık asırlardır gözünün önüne çekilen perdelerden, aldatmacalardan ve batıl inanışlardan kurtulacaktır.

140
Bilim / Cep telefonu öldürüyor!
« : 26 Eylül 2010, 18:27:56 »
Rakamlar korkutucu boyuttaCep telefonları hayatlarımıza girdiğinden beri ne kadar çok şey değişti farkında mısınız? Fakat bu değişimlerin en büyüğü haberlerde gördüğümüz dikkatsizlikten dolayı yaşanan kazalar olarak 21. Yüzyıla damgasını vurdu.
Amerika'da yapılan bir araştırmaya göre; geçen sene dikkatsizlik yüzünden 5,474 ya da başka bir değişle toplamda olan kazaların yüzde 16'sı kadar kaza sadece dikkatsizlik yüzünden gerçekleşti. Bu rakamın 995 tanesiyse direk olarak cep telefonu kullanıcıları yüzünden oldu. Ayrıca hesaplamalara göre araçta cep telefonu kullanımı yüzünden 24,000'den fazla kazaya ve yaralanmaya mahal verdi.
Araştırmalar doğrultusunda; yaşları 30 ila 39 arasında olan cep telefonu kullanıcıları yüzde 24 gibi bir oranla kaza yapmaya en yakın gurubu oluşturuyor. 20 yaş altı kullanıcılar yüzde 16, 20 ila 29 arası; yüzde 21 ve son olarak 40 ila 59 yaş arası kullanıcılar yüzde 20'lik bir kaza payına sahipler.
Araç kullanırken, mail atma ya da mesaj yazma gibi işlemlerin ne zaman tam anlamıyla yasaklanacağıysa merak konusu.

141
Bilim / NASA Uzay'da yaşam arayacak
« : 26 Eylül 2010, 18:21:03 »
ABD Ulusal Havacılılk ve Uzay Dairesinin (NASA) bilim adamları, güneş sisteminde dünya dışı potansiyel yaşam şekilleri keşfedebilecek 28 özel görev projesini incelemeye aldı.

ABD'nin New York kentindeki Cornell üniversitesinde gezegenbilimci olarak görev yapan, Amerikan Bilimler Akademisinde NASA için araştırma tavsiyeleri komitesinin başkanı olan Steve Squyres, "Astrobiyoloji ve dünya dışı hayat şekillerini aramak , artık güneş sistemini araştırırken yapmamız gerekenlerin anahtarını teşkil ediyor" dedi.

Squyres, NASA bilim adamlarının, aralarında robotik alanındaki projeler, Merkür gezegenine inebilecek bir uzay gemisi ve uzaydaki cisimlerin yakınından geçebilecek uzay araçlarının da bulunduğu 28 proje üzerinde durduğunu belirtti.

2004 yılının Ocak ayında 90 gün sürecek görevler için Mars'a gönderilen Spirit ve Opportunity adlı iki gezgin robotun yapımına katılmış olan Squyres, uzay araştırmalarında ayrıcalıklı bir konumda bulunan Mars gezegeni için bilim adamlarının, kızıl gezegenin toprağından dünyaya örnekler getirebilecek üç bölümlü bir görev üzerinde çalıştığını bildirdi.

Squyres, ABD'nin Texas eyaletinin Houston kentinde düzenlenen ve 700'e yakın araştırmacıyı bir araya getiren yıllık uluslararası Astrobiyoloji konferansı çerçevesinde yaptığı basın toplantısında, "Mars'tan gelecek örnekler bize gezegende geçmişte veya bugün yaşamın var olup olmadığı konusunda önemli bilgiler sağlayabilecek" dedi.

Squyres'e göre, Mars'taki araştırma görevinin başka bir amacı da Mars atmosferindeki metan gazının varlığının organik nedenlere dayanıp dayanmadığını bulmak.

Bilim adamlarının projelerinin arasında, Jüpiter gezegeninin uydularından Europe ve Satürn gezegeninin uydularından Titan'ın araştırılmasının da yer aldığını söyleyen Squyres'e göre, Europe'u kaplayan buzların altında bir okyanusun bulunma ihtimali ve Titan'ın organik malzeme açısından zengin olma olasılığı var.

Squyres, Satürn'ün başka bir uydusu Encelade'de de yer altında su bulunabileceğini ve uydunun yaşanabilir bir ortam sunabileceğini belirtti.

Steve Squyres, Dünya'da hayatın oluşumunu sağlayan temel organik unsurları Dünya'ya bırakan bir kuyruklu yıldızın araştırılmasının da NASA'nın dünya dışı yaşam şekilleri keşfetme projesine dahil olduğunu ifade etti.

NASA güneş sistemindeki gezegen ve uydularda yaşamın varlığını veya ortamın yaşam için elverişli olup olmadığını araştırırken, İngiliz Nature dergisinde yayımlanan bir araştırma, gök cisimlerinde buz tutmuş suların düşünüldüğünden daha yaygın olduğunun altını çizdi.

142
Bilim / Yılda 2,5 Milyon Cep Telefonu Tamire Gidiyor!!
« : 26 Eylül 2010, 18:19:25 »
Yaklaşık 63 milyon cep telefonunun aktif olarak kullanıldığı Türkiye'de yılda 2,5 milyon cihazın teknik servislerde onarımdan geçtiği bildirildi. En fazla sorun ise düşürme ve ıslanmadan kaynaklanıyor.

Genpa Telekomünikasyon ve İletişim Hizmetleri Sanayi Ticaret A.Ş. Genel Müdür Yardımcısı Ali Tolga Şahin, AA muhabirine yaptığı açıklamada, geçen yıl Türkiye'de toplam 10 milyona yakın cep telefonunun satışa sunulduğunu söyledi.
Bugüne kadar ülkede 136 milyon civarında cep telefonundan yararlanıldığını dile getiren Şahin, halen 63 milyon cihazın aktif olarak kullanıldığını bildirdi.
Cep telefonlarının tüketici hataları başta olmak üzere arızalandığını vurgulayan Şahin, şöyle devam etti:
''Tüm cep telefonu markalarının garantili ve garantisiz tamirlerinin toplamı yılda 2,5 milyon adeti buluyor. Öncelik sırasına göre, değerlendirmek gerekirse cep telefonları, en fazla donma-kilitlenme, açılmama, ekran ve ses problemleri, tuş basmama gibi sorunlarla onarıma gidiyor. Cihazların önemli çoğunluğu kullanıcıların cihazlarını özenle kullanmamasından kaynaklanıyor. Cep telefonunda arızalar genellikle düşürülme problemi sonucunda oluşuyor fakat dış görünüşünde düşme izi olmayan cihazlar için tüketiciler, cihazı düşürdüklerini kabul etmek istemiyorlar.''

-DENİZ SUYU CEP TELEFONUNDA BÜYÜK HASARA YOL AÇABİLİYOR-

Diğer bir kullanım hatasının ise cihaza herhangi bir sıvı dökülmesi sonucunda oluştuğunu dile getiren Şahin, ''Sıvı teması sonucu, cihazın içinde çok yoğun bir tahribat oluşmaya başlıyor. Bu tip arızaların giderilmesi için hiç vakit kaybetmeden cihaz pilinden ayrıştırılarak hızlı bir şekilde yetkili servise başvurulması gerekiyor'' dedi.
Şahin, sıvının kimyasal özelliklerine göre ürünün zarar görme oranının da değiştiğini belirterek, ''Özellikle deniz suyuna maruz kalan bir ürünün aynı gün içinde tamir edilebilme olasılığı yüksekken, servise getirilmesi bir ertesi güne bırakılırsa içinde oluşan yoğun korozyon sebebiyle onarılma şansı yok denecek kadar az hale gelebiliyor'' diye konuştu.

-NASIL KULLANMALI?-

Cep telefonunun uzun ömürlü olması, onarım maliyetlerinin en aza indirilmesi için kullanımına özen gösterilmesi gerektiğini vurgulayan Şahin, şunları kaydetti:
''Cep telefonunun özellikle darbelere maruz kalmasını azaltacak kılıfla kullanılması önemlidir. Su buharının ve sıvının bulunduğu ortamlarda cep telefonu fazla bulundurulmamalıdır. Cep telefonu banyodaki yoğun su buharından bile etkilenebilir. Yağmurda 1-2 saniye konuşma telefonda arızalara yol açabilir. Mutfakta sıvı temasına maruz kalma olasılığı ve benzer şekilde yemek masası üzerine konulup üzerine sıvı dökülmesi risklerinden uzak durmak gerekiyor. Islak elle cihazın tutulmamasını tavsiye ediyoruz.''

-PİL ÖMRÜ DE ÖNEMLİ-

Şahin, pil ömrünü uzatmak ve pilin dayanma gücünü artırmak için cihaz yeni alındığında bazı ayrıntılara dikkat edilmesini önererek, ''Pilin tam boşaltılması ve tam doldurulmasına özen gösterilmelidir. Yeni alınan cep telefonunda bunu 5 kez yapmak gerekiyor. Böylece pil gerçek kapasitesinin sınırlarını öğrenmiş oluyor ve tüm çalışma ömrü boyunca daha fazla verim alınabiliyor'' dedi.
İlerleyen zamanlarda da en az 6 ayda bir kez, sadece bir sefer pilin tam boşaltılıp doldurulmasının faydalı olacağını dile getiren Şahin, ''Telefonun ayarları ile pilin stand-by yani çalışma süresinin uzatılması da mümkün. Örneğin cep telefonundaki bluetooth, wireless gibi bazı uygulamalar, kullanılmadığı halde sürekli açık ise telefonun stand-by süresi de kısalacaktır'' diye konuştu.

143
Bilim / 23 aralık 2012 kıyamet günü mü
« : 26 Eylül 2010, 18:09:08 »
Burak Eldem'in çıkarmış olduğu Marduk 2012 adlı kitabında yazdığı yazı özetle şöyleydi..

güneş sisteminde 9 gezegen var, pluton denen gezegen o kadare küçük ki aslında astronomlar tarafından gezegen bile sayılmıyor. ama onun olması gereken yerde cok buyuk bi çekim kuvveti varmış. ama bu çekim kuvvetini pluton'un yaratması imkansızmış. 3660 yılda bir orda bulunan devasa gezegen yörüngesi dünyaya cok yakın olacak sekilde geciyor diye söylüyor burak eldem kitabında..

bu 10. gezegenin her geçişinde dünya buyuk felaketlere garg oluyor. örneğin, nuh tufanı gibi olayların bu gezegen'in gecisi sırasında meydana geldiğini söylüyor.. daha bir cok felaketi anlatııyor.. depremler, yanardağ patlamaları, vs vs..
bu hesaplara göre burak eldem, 10. gezegenin dünyaya yaklasacağı tarih olarak 23 aralık 2012 yi veriyor. ve bu günün dünyanın sonu bile olabileceğini söylüyor. dünyada su anda ortaya cıkan buyuk depremleri falan da bu gezegenin yaklasmasına bağlıyor ..

işte komplo teorisi: 23 aralık 2012

144
Bilim / Tersinim Teorisi Mekanizmaları
« : 26 Eylül 2010, 18:08:11 »
TERSİNİM TEORİSİ MEKANİZMALARI

Tersinim teorisinin belli başlı mekanizmaları özetle şunlar-dır.
1)-Tersinimsel değişim: Tersinim teorisi varoluşu canlılık ve cansızlık olarak ayırmaz bir bütün olarak kabul eder. Entropi ka-nunları ise doğal şartlara bırakılmış düzen sahibi sistemlerin za-man içinde bozuma (tersinime) uğraya-cağını düzenlerin düzen-sizliğe gideceğini belirtir.
Maddeler moleküllerden, moleküllerde atomlardan oluşur. Atom ve moleküller ise sistem ve düzen sahibi oluşumlardır. Maddeler de doğal şartlarda ve zaman içinde değişimler gösterir. Örneğin bir granit kaya zamanla çürür kimi metaller oksitlenir.
Daha kompleks düzen sahibi cansız oluşumları örneğin son model bir arabayı doğal şartlara bıraktığınızda kullanmadığınız halde ciddi şekilde tersinimsel değişime uğradığını (bozulduğu-nu) görürsününüz. Tersinimsel değişim düzen sahibi sistemlerin kompleksliği ve zamanla doğru orantılıdır.
2)-Canlılarda tersinimsel değişim: Canlılarda tersinimsel değişimler evrim teorisinin mutasyonları karşıtıdır ve negatif de-ğişimi ifade eder.
Tüm canlılar basite indirgenemez kompleks sistemlerin bütünsel kurgusudur. Dolaysıyla tersinimsel değişimlerden daha çok ve daha güçlü etkilenirler. Canlılar bu etkilerden varedilişlerinde kendilerine eksiksiz verilmiş savunma mekanizmalarıyla koruma-ya bu etkileri en aza indirmeye çalışırlar.
Tersinimsel etkiler gen bilgilerini etkilemiş ise bozunumlar diğer nesillere aktarılır. Bu da canlıların zaman içinde tersinim göster-mesi demektir.
3)-Doğal elenme (elenim): Doğal elenme evrim teorisinin doğal seleksiyon mekanizmasının tersini ifade eder.
Doğal seleksiyon zaman içinde diğerlerine göre daha çok evrim-leşen canlıların diğerlerini elemine ettiğini hayat sahnesinden sildiğini bu yolla evrimleş-menin gerçekleştiğini savunur. Tersi-nim teorisine göre bu oluşum tam tersinedir.
Canlılar mükemmel ve eksiksiz var edilmişlerdir. Fakat tersinim sonucu kimi yaşam avantajlarını azaltabilirler yada tamamen kaybedebilirler. Yaşam avantajlarını azaltanlar (örneğin ihtiyarla-yanlar hastalar) gerektiği kadar sahip olamayanlar (örneğin ge-rektiği gibi korunamayan yavrular) yaşam avantajlarını tamamen kaybedenler (örneğin bacakları kırılmış hayvanlar kanatları kırıl-mış kuşlar) ekolojik sistem içinde elemine edilirler. Avantajlarını koruyabilenler yaşamlarını devam ettirir. Elenenler bu avantajla-rını zayıflatanlar ya da kaybedenlerdir. Doğal elenme (elenim) budur.
4)-Tersinimsel çeşitlenme: Tersinimsel değişimler çeşitlidir. Bunun nedeni canlıların yaşamsal şartlarının farklı olabilmesidir. Eğer tersinimsel değişim-lerden bir kısmı gen bilgilerine etkilerse ayrıntı yönünden atalarından farklık bireyler oluşur. Buna tersinimsel çeşitlenme denilir. Örneğin mavi ya da yeşil gözlülük ten rengi farklılıkları tersinimsel çeşitlenme sonuçlarıdır.
5)-Dar alanda tersinimsel çeşitlenme: Evrim teorisinin allopatrik varyasyon teriminin karşılığıdır. Genelde dar bir alanda sıkışıp kalmış türdeşleriyle bağlantıları kopmuş küçük topluluklarda meydana gelir. Bu topluluklarda yakın akraba evlilikleri yaygındır. Yakın akraba genlerinde ise farklılıklar az benzerlikler çoktur. Yavrular anne ve baba genlerinin karışımları olduğundan kombi-nasyonu zenginliği oluşmaz. Benzerlikler çoğalır ve diğer nesille-re aktarılır. Dolaysıyla gen rahatsızlıkları daha kolay diğer nesil-lere geçer.
Bu tür toplumlarda tersinimsel değişimler (negatif değişimler) son derece güçlü ve çeşitlidir. Bu konuda yaptığımız bir araştır-malarda insansı özelliklerini önemli ölçüde yitirip maymunlaşma-ya başlamış toplulukları gördük.
6)-Seksüel seçilim: Evrim teorisi dişilerin gösterişli erkekleri seçtiklerini bu erkeklerin döllerini diğerlerine göre diğer nesillere daha kolay daha çok aktardıklarını savunur ve bu seçimi evrim mekanizmalarından biri sayar.
Fakat irade sahibi olmayan bu tür canlıların güzelle çirkini nasıl ayırt ettikleri güzelliklerden zevk alabilme melekesini nasıl sahip oldukları konusunda her-hangi bir bilgi veremezler kanıt da gös-teremezler.
Tersinim teorisi bu konuda güzelliğin gençlik sağlık güç, kuv-vet sembolü olduğunu dişi bir hayvanını sadece bunu anladığını nesillerini güçlü bireyler-le aktarma isteği ve içgüdüsüyle güzel erkekleri seçtiğini söyler ve kabul eder.
Her zaman olduğu gibi evrim teorisi doğal bir içgüdünün sonucu olan bu olayı kendi görüşüne uygun yorumlamayı tercih etmiş teorilerine bir evrim mekanizması olarak koymuştur. Bu doğal olayın evrimle uzaktan yakından ilişkisinin olmadığı sadece varoluşlarında kendilerine verilen mükemmel yapılarını diğer ne-sillere aktarma içgüdüsünün doğal bir sonucu olduğu açıktır.
Yeri ve sırası geldiğinde teorimiz hakkında bilgi vereceğiz. Görüş ve eleştirileriniz çabalarımızı artıracak ufkumuzu genişletecektir

145
Bilim / Evrim Teorisi ve Tersinim Teorisi
« : 26 Eylül 2010, 18:06:56 »
EVRİM TEORİSİ VE TERSİNİM TEORİSİ

Henüz doğruluğu kanıtlanmamış, kanıtlanması da hayli şüp-heli bir teoriyi insan aklının bir zaferi gibi takdim etmek en hafif tabiriyle bilimsel tarafsızlığa görmezlikten gelmek, taraf tutmaktır. Evrim teorisi temelini teşkil eden bir canlı hücresinin rastlantılarla nasıl oluştuğu sorusunu bile tatmin edici bir cevap verememek-tedir. Bu konudaki verdiği cevaplar bilimin gerektirdiği deney ve gözlemlerle sınanarak ortaya koyma yerine derin bir hayal gücü-ne dayanır.
Gerçektende evrim teorisinin kurgulanma yöntemi de hatalı-dır. Doğruluğu kuvvetle inanılan; bir canlı hücresinin rastlantılarla meydana geldiği, zamanla evrimleşerek bu gün hayranlıkla gö-rüp incelediğimiz canlılar dünyasını meydana getirdiği temel var-sayımına dayanır.
Temel varsayım en baştan doğru kabul edildiğinden ayrıntılar buna uygun yorumlanır. Gerektiğinde en bilinen ve tartışılmayan doğal kanun ve ilkeler bile görmezlikten, bilmezlikten gelinir. Hiç bir zaman temel varsayımın yanlış olabileceği düşünülmez. Bu-nun nedeni ise temel varsayımın doğru olduğunu kabul etme mecburiyetidir.
Bir bakıma gidilmesi gereken mecburi istikamettir.
Tersinim teorisi doğruluğu kuvvetle inanılan bir varsayım yeri-ne bilimsel bulguların ortaya koyduğu sonuçların sentezlerini te-mel alır. Bu nedenle karşıtı gibi görünen teorilerin doğruları ve temelleri tersinim teorisinin doğruları ve temelleri olur. Örneğin maddenin sakımı kanunu, entropi kanunları, canlıların zaman içinde değişmesi, mutasyonlar, varyasyonlar, doğal seleksiyon tersinim teorisinin bilimsel bulgulara uygun yorumlanmış meka-nizmalarıdır.
Bilimsel bulgular enerji girişleri ve zamanın düzen sahibi sis-temlerde bozuma (tersinime) neden olduğu sonucuna ulaşmıştır. Bu sonuçlar entropi kanunları ve bozmanın kolay yapmanın zor olduğu ilkesiyle de tamamen örtüşür.
Tersinim düzen sahibi sistemlerde bozunum diğerlerinde değişim anlamına gelir. Zaman içinde canlılardaki değişim tersi-nim yönündedir.
Mutasyonlar gen bilgilerini etkilemiş ise diğer nesillere aktarı-lır. Mutasyonlar daima tersinim yönündedir. Bu nedenle canlılar-da gelişim değil bozunum (tersinim) söz konusu olur.
Tersinim için bilgi, irade ve uzun zaman gerekli değildir. Ka-ba güç (enerji girişi) yeterlidir. Bu nedenle evrim için şart olan ara format canlılarının varlığı tersinim için gerekli değildir.
Her canlı türünün mükemmel var edilmiş bir arı ırkı vardır. Diğer tür ve çeşitler arı ırkın tersinimi sonucu oluşur. Buna göre maymunlar insanların tersinimi sonucu oluşabilir. Bu konuda gözlemlenmiş somut deliller vardır.
Doğal seleksiyon canlıların savunma korunma mekanizma-larıyla var edilişlerindeki mükemmel yapılarını koruma ve nesille-rini devam ettirme gayretlerinin sonucudur.
Canlılar arasında bitip tükenmek bilmeyen bir yaşam savaşı yerine ekolojik düzen dediğimiz mükemmel bir dayanışma vardır.
Tersinim teorisi tamamen bilimsel sonuçlarla ayrıntılanmıştır ve her zaman eleştirilere açıktır

146
Bilim / Bir Yaratıcı İradenin Var Olduğu Gerçeği
« : 26 Eylül 2010, 18:03:42 »
BİR YARATICI İRADENİN VAR OLDUĞU GERÇEĞİ VE MATERYALİZM

İnsanoğlu var edildiği ve düşünmeye başladığı ilk anlardan itibaren yaratılışı merak etmiştir. Bu merak önce; ben neden, nasıl, niçin var edildim şeklinde kendine yönelikti. Fakat daha sonra var oluşun bütün-lüğü keşfedilmeye başlanınca bu soru; biz nasıl, neden, niçin var edil-dik şekline dönüşmüş, bu konuda çok ve çeşitli teoriler, düşünceler üretilmiştir.
Var oluşun nedenleri, niçinleri, nasılları konusunda üretilen yanıtla-rın çokluğu ve çeşitliliğine rağmen bütün bunları iki büyük grupta top-lamak mümkündür. Tanınmış bir bilim insanına göre varoluş ya yara-tılmıştır ya da yaratılmamıştır.
Eğer yaratılmış ise bir yaratıcı iradenin olması gerekecektir. Fakat materyalistler yaratılışı kabul etmek için yokluktan bir şeylerin meyda-na geldiğini, ortaya çıktığını kabul etmek gerekir; bunu da bilim ret eder diyerek yaratılışı inkâr ederler, kanıt olarak bilimi gösterirler. Yadsınamaz bilimsel bir gerçek olan maddenin (enerjinin) sakımı ka-nunu bu görüşü onaylar gibidir. Tersinim teorisi ise materyalistlerin bu kanunu eksik bu nedenle yanlış yorumladıkları görüşündedir.
Maddenin (enerjinin) sakımı kanunu hiç bir maddenin yoktan var vardan da yok olmayacağını ancak şekil değiştireceğini belirtir.
Materyalistler varoluşu önce maddeye dolaysıyla evrene indirgerler. Ardından da maddenin sakımı kanuna göre var olan evrenin yoktan var olamayacağını, var olduğu içinde ezelden beri var olması gerektiğini söylerler. Söylerler ama var olan bir madde yokluktan var olamayaca-ğından her madde gibi evreninde bir kaynağının olması gerektiğini ne-dense görmezlikten, bilmezlikten gelirler.
Nitekim doğruluğu hemen hemen kanıtlanmış olan big bang teori-sine (tersinim teorisine göre genişim evresi) göre evrenin kaynağı küt-lesiz bir enerji zerresidir. Diğer ifade ile evren bu kütlesiz enerji zerre-sinin patlaması sonucu meydana gelmiştir.
Eğer evrenin kaynağı bir kütlesiz enerji zerresi ise maddenin (enerjinin) sakımı kanuna göre bu zerrenin de bir kaynağı olması gerekecektir. Bu böyle ezele kadar devam edip gider.
Bir materyalist için evrenin bir kaynağının, kaynağında bir kayna-ğının olması, bunun ezele kadar devam edip gitmesi gerektiği materya-list felsefeyi etkilemez. Aksine doğrular.
Materyalist çevreler önceleri evrenin kaynağı olan enerji zerresinin ezelden beri var olduğunu; takriben on üç milyar yıl önce patlayarak tüm evreni meydana getirdiğini savundular. Fakat tüm evreni meydana getirecek kadar yoğun olması gereken bu zerreciğin ışık fotonlarının yayılmasına dahi izin vermeyecek kadar büyük çekim gücüne sahip olması gerektiği, nasıl olup da patladığı (patlama için çekim gücünden daha büyük ve ters etkili bir gücün enerji zerreciğinin tam ortasına uy-gulanmış olması gerekir) sorusu gündeme gelince bu varsayımdan vaz-geçmek zorunda kalmışlar, yerine kurulup bozulan evren modelini ge-tirmişlerdir. Bu modele göre evren kurulup bozularak ezelden gelmek-tedir. Sonsuza kadar kurulup bozulacaktır.
Kurulup bozulan evren modelini destekleyen herhangi bir bilimsel kanıtın olmaması bu varsayımı bir teori olmadan öteye götürmez. Bize göre bu bir bilimsel gerçekleri materyalist felsefeye uydurma operas-yonudur.
Evrenin bir enerji zerresinin patlaması sonucu meydana geldiği ger-çeği evren meydana gelirken kaynağın tümünün kullanılıp kullanılma-dığı sorusunu gündeme getirir. Bu soruya verilecek cevap çok önemli-dir.
Eğer kaynağın tümü kullanılmış ise kaynağın kaynakları da kulla-nılmış olacağından evrenin ezelden gelmesi gerekecekti. Ama biz evre-nin ezelden gelmediğini, bir yaşının ve belirli bir kütlesinin olduğunu biliyoruz. Bu da bize evren oluşurken kaynağın tümünün kullanılmadı-ğını sadece büyük bütünün minik bir parçasının harcandığını gösterir.
Büyük bütün ezelden gelip ebede uzanması gerektiğinden harcanan parça onu eksiltmeyecek, azaltmayacak, evrende bu büyük bütünün içinde minik bir zerre (gerçekte bir zerre bile değil) olacaktır.
Uzay diye isimlendirip ezelden gelip ebede uzanan bir hiçlik olarak nitelendirdiğimiz evren dışı alemin gerçekte bir hiçlik olmadığı açıktır. Bu gerçek ise tersinim teorisinin Yaratıcı evreni yaratmayı murat edin-ce kendi zerresinden bir zerreyi ortaya koydu ve kün (ol) buyurdu ön-görüsüyle tamamen örtüşür.
Sonuç olarak şunları söyleyeceğiz. Evren başlangıcından en mü-kemmel dönemine kadar mükemmel planlanmış bir düzenlemenin so-nucudur. Asla rastlantısal değildir.
İçinde milyarlarca gökcisminin bulunduğu şu evren, evrende yüzüp duran dünya, dünyayı tıka basa dolduran ancak milyarla ifade edilebi-len canlılar rastlantılarla oluşmamışsa, oluşamamışsa ve bilim bu ger-çeği ısrarla gösteriyorsa varoluş rastlantılarla oluşmamış demektir. Eğer varoluş rastlantılarla oluşmamış ise bir irade sahibi güç tarafından ya-pılmış, yaratılmış demektir. Bu da varlığı kesin olan bir Yaratıcıyı işa-ret eder. Varoluşun rastlantılarla oluşmadığını bilimsel olarak göster-mek demek bir Yaratıcının var olduğunu bilimsel olarak göstermek demektir.

147
Bilim / Doğada Savurganlık ve Anarşi mi Var?
« : 26 Eylül 2010, 18:01:11 »
DOĞADA SAVURGANLIK VE ANARŞİ Mİ
YOKSA
DÜZEN VE DAYANIŞMA MI VAR?


Evrim teorisi taraftarlarının yaratılış gibi karşıt teoriler aleyhine buldukları kanıtlardan birisi canlıların gerektiğinden fazla çoğalma eğilimde oldukları iddi-asıdır. Charles Darwin'de bu konuyu işleyen Malthus’un Nüfus isimli kitabından oldukça etkilenmiş, canlıların anormal çoğaldıkları iddiasını doğal seleksiyonun dolaysıyla evrim teorisine kanıtı olarak göstermiştir. Gerçektende canlıların hesapsız çoğalmaları Dünyanın canlıları besleme kapasitesinin sabitliği nede-niyle canlılar arasında bir yer kapma telaşına, ardından müthiş bir yaşam sava-şına neden olmakta mıdır?
Bir balık milyonlarca yumurta bırakır. Bir meyve ağacı binlerce meyve verir. Bir balığın milyonlarca yumurta bırakması ya da bir ağacın binlerce meyve vermesi şüphesiz üremeye yöneliktir. Hiç bir balık bıraktığı yumurtalardan çıka-cak milyonlarca yavrudan büyük bölümünün diğer balıklar tarafından yenilerek besine dönüşeceğini, çok az kısmının büyüyerek erginleşeceğini bilmez. Bitki-ler içinde, diğer canlılar içinde bu böyledir. Her canlı üremek için elinden geleni yapar. Ne kadar çok yavru verirse üreme (neslini devam ettirme) garantisinin o kadar çok olacağını çok iyi bilir. Bir bakıma canlıların nesillerini devam ettirme çabaları doğa kanunların en önemlilerinden biridir.
Evrim teorisi taraftarlarına göre canlıların gerektiğinden fazla çoğalma eği-limleri bir savurganlık örneğidir. Yaratılış felsefesiyle bağdaşmamaktadır.
Darwin’e göre canlıların gerektiğinden fazla üremesi dünyanın belirli bir kapasiteye sahip olması nedeniyle mantıklı değildir. Gerektiğinden fazla üreyen canlılar arasında amansız bir yaşam savaşı verilmesinin ana nedeni budur.
Doğayı ve doğa içindeki canlıları gerektiği gibi ve tarafsızlıkla inceleyen bilim insanlarının canlılar hesapsız mı ürüyor sorusuna verdikleri yanıt kesin bir hayırdır.
Doğada çok ince bir düzen vardır. Her canlı bir başka canlının ya da canlı-ların besinidir. Bu bir besin zinciri oluşturur. Ölüp, ceset haline gelmiş her orga-nizma börtü böceğin, kurdun kuşun sonunda mikropların bakterilerin besini haline gelir. Her şey yerli yerini bulur. Hiç bir şey israf olmaz. Hiç bir şeyin israf olmaması var olan düzenin ne kadar ince ve hassas olduğunun bir başka kanı-tıdır.

Canlılardaki ekolojik denge: Doğada en çok üreyen canlılar bu besin zinci-rinde en çok kıyıma uğrayan canlılardır. Doğa canlıların nüfuslarını birbirleriyle kontrol ettirerek tam bir denge ve uyuşum sağlamıştır. Canlılar arasında aman-sız bir yaşam savaşı var gibi görünürse de bu gerçekte tam bir dayanışmadır. Her canlı bu düzenin ve bu düzendeki görevlerinin farkındadır. Yaşamının diğer canlıların varlığıyla yakından ilgili olduğunu çok iyi bilir. Bir geyik sürüsü karnı doymuş bir aslan ailesinin yakınlarına kadar gelir ve orada otlamaya devam eder. Hiçbir canlı –insan dışında- gereksiz yere bir başka canlıyı öldürmez, katliam yapmaz.
Dünyada milyonlarca farklı canlı türü yaşamaktadır. Bu canlılar içinde sade-ce bitkiler topraktan doğrudan besin alabilme mekanizmalarına sahip oldukla-rından kendi besinlerini üretebilirler. Bu nedenle bitkiler besin zincirinin birinci-sidir, temelidir ve en önemli halkasıdır.
Hayvanlar ise ya bitkileri veya diğer hayvanları besin olarak kullanırlar. Bu besin dengesi o kadar iyi kurulmuştur ki, hiçbir canlı türü aşırı derecede çoğalıp yeryüzünü istila etmez, edemez. Ekolojik denge denen bu sistem yapay müda-haleler olmadıkça bozulmaz.
Ekolojik denge o kadar hassas bir düzene sahiptir ki, insanlar tarafından tüm modern gelişkin teknolojiye rağmen taklit edilememektedir. Yapay ekolojik denge kurma çalışmaları başarısızlıkla sonuçlanmıştır.
ABD Columbia Üniversitesinde bilim adamları tarafından Biosphere 2 adı verilen deney buna en güzel örnektir.
Sözü edilen deneyde dev bir sera kurulmuş, bu sera dış dünyadan tama-men izole edilmiş, dışarıdan sadece güneş ışığı alan bu dev seranın içinde, sayı ve türleri daha önceden tespit edilmiş bitki ve havyanlar yerleştirilmiş ve bu yapay dengenin korunmasına çalışılmıştır. Ancak ilerleyen aylarda dengenin giderek bozulduğu görülmüş, türler ölmeye başlamış ve çalışma başarısızlıkla sonuçlanmıştır. Bu başarısızlığın nedeni de bu konuda yeterli bilginin olmama-sı, ekolojik denge de rol sahibi mikroorganizmalar gibi bazı canlıların ortamda bulunmamasıdır.
Ekolojik denge öylesine ince, geniş ve çok dengeler içerir ki yapay olarak bu dengeyi kurabilmek mümkün değildir. Kaldı ki bir zamanlar hiçbir canlının bulunmadığı bir dünyada böylesine bir düzenin kurulabilmesi ilginç, ilginç oldu-ğu kadarda ibret vericidir.

Canlılarda dayanışma: Canlılardaki dayanışma ekolojik sistemin temelidir. Ekolojik sistemin madde boyutundan daha önce bahsetmiştik. Yaşam boyutu da madde boyutu kadar önemlidir. Öylesi önemlidir ki ekolojik düzenin yaşam boyutunu ayrı bir bölümde ele almayı uygun bulduk.
Charles Darwin ekolojik düzenin farkındadır. Türlerin Kökeninde şunları yazmaktadır.
-Yukarı hayvanlarda en yaygın karşılıklı hizmet hepsinin duygu birliği ile birbirlerini yaklaşan tehlikeye karşı uyarmalarıdır. Dr Jaegerin belirttiği gibi bir sürüdeki ya da kümedeki hayvanlara yaklaşmanın ne kadar güç olduğunu bütün avcılar bilir.
Öyle sanıyorum ki yaban atları ve sığırları herhangi bir tehlike işareti vermemektedir ama düşmanı ilk sezenin hali öbürlerini uyarmaktadır.
Yaban tavşanlarının tehlike işareti art ayaklarını pat, pat yere vurmak-tır.
Koyunlar ve dağ keçileri aynı işi ön ayakları ile yapar ve o sırada ıslı-ğımsı bir ses çıkarır.
Kuşların birçoğu ve memelilerin bazıları gözcüler çıkarmaktadır. Söy-lendiğine göre foklarda gözcülüğü genellikle dişiler yapmaktadır.
Bir maymun kümesinin önderi gözcülük de yapmakta, tehlikede ya da güvenlikte olduklarını bildiren çığlıklar atmaktadır.
Toplumsal hayvanlar birbirleri için ufak tefek işler görürler. Atlar bir-birlerinin kaşınan yerlerinin hafifçe ısırır, sığırlarsa yalar. Maymunlar bir-birlerinin dış asalaklarını ayıklar.
Brehm bir küme saba maymunu dikenli bir alandan geçtikten sonra her maymunun bir dala uzandığını ve başka bir maymunun onun yanına oturup kürkünü özenle incelediğini ve dikenleri birer, birer çıkardığını anlatmaktadır.
…………..
Toplumsal hayvanların birbirlerine karşı toplumsal olmayan hayvanla-rın duymadığı bir sevgi duyduğu kesindir.
…………….
Bununla birlikte hayvanların birçoğu birbirinin acılarını ve sıkıntılarını elbette paylaşmaktadır.
………………
Habeşistan’da babuinler bir bahçeyi yağma ederken önderlerini ses-sizce izlerler. Tedbirsiz bir yavru gürültü ederse sessiz ve eslek olmayı öğrenmesi için tokatlanır.
…………….
Belirli hayvanların bir arada yaşamalarına ve birbirlerine türlü yollar-dan yardım etmelerine yol açan içtepiye gelince pek çok halde öbür içgü-düsel davranışlarda bulunurken tattıkları kıvanç ya da hoşlanma duygu-sunun ya da öbür içgüdüsel davranışlarını engellenmesi sırasındaki aynı kıvançsızlık duygusunun onları hareket geçirdiği sonucunu çıkarabiliriz.
…………
Duygudaş üyelerinin sayısı en çok olan topluluklar en iyi serpilip geli-şir ve en çok sayıda döl yetiştirir. Bununla birlikte örneklerin birçoğunda belirli toplumsal içgüdülerin doğal seçme ile kazanılıp kazanılmadığına ya da duygudaşlık, sağduyu yaşantı ve benzenme yönsemesi gibi başka içgüdülerin yetilerin dolaylı sonuçları olup olmadığına ya da yalnızca uzun sürmüş alışkanlığın sonucu olup olmadığına karar vermek olanak-sızdır.
……………
İnsan toplumsal bir hayvan olduğuna göre arkadaşına bağlı olma ve boyunun önderine boyun eğme yönsemesini soyaçekimle kazandığı aşağı yukarı kesindir. Nitekim bu nitelikler toplumsal hayvanların birçoğunda ortaktır.
………………………
Eyleme geçmeden önce korkusunu ya da duygudaşlık konusundaki eksikliğini yenmeye zorlanan kimse bir bakıma doğuştan yetenekli olduğu için iyi bir işi hiç çaba göstermeksizin yapan birinden yinede daha çok güvenilmeye değerdir.
* * * *

Evrim teorisi taraftarları doğada pek çok canlının ergenlik çağına gelmeden öldüğünü, örneğin pek çok yumurtadan çıkan yavrulardan çok az bir kısmının hayatta kaldığını dolaysıyla canlılık yönünden doğada bir savurganlığın söz konusu olduğunu belirtmekte sonra da bunun bilinçli tasarımla (yaratılış teori-siyle) çeliştiğini iddia etmektedirler.
Bilinçli tasarım evrim teorisi gibi canlıların nasıl ortaya çıktığı konusuna cevap veren bir varsayımdır. Ekolojik denge ve sonuçları evrim teorisini ilgilen-dirdiği kadar bilinçli tasarım teorisini de çok daha yakından ilgilendirir.
Bilinçli tasarım teorisi evrim teorisinin öne sürdüğü doğadaki savurganlık iddiasını ekolojik düzeni kanıt göstererek ret ve inkâr eder.
Doğada savurganlık olduğunu iddia etmek var olduğu kesin bilimsel kanıt-larla gösterilmiş olan ekolojik dengeyi ret etmekle aynı şeydir.
Yukarıdaki bölümlerde açıklamaya çalıştığımız gibi canlılardaki nüfus kont-rolünün ekolojik düzenle mükemmel olarak yapıldığı bilimsel bir gerçekse; bir bilimsel gerçeği en az evrim teorisi kadar bilimsel olduğunu iddia eden bir var-sayımının da sahip çıkarak, öngörüleriyle aynı paralellikte olduğunu iddia etme-lerinden daha doğal bir şey olamaz. Doğada savurganlık olduğunu iddia eden evrim teorisi her şeyden önce ekolojik dengenin var olmadığını kanıtlamak zorundadır.
Evrim teorisi taraftarlarının yaptıkları gibi ekolojik dengeyi bir canlı kıyımı (savurganlığı) olarak göstermeye çalışmak ret ve inkâr edilmeyen ekolojik den-genin ruhunu anlamamakla eşdeğerdir.
Dünyada milyonlarca farklı canlı türü yaşamaktadır. Bu canlılar içinde sadece bitkiler besinlerini ya topraktan doğrudan alabilir ya da fotosentez dedi-ğimiz harika sistemlerle üretebilirler.
Hayvanlar ise besinlerini doğrudan üretme mekanizmalarına sahip değiller-dir. Bitkileri veya diğer hayvanları besin olarak kullanmak zorundadırlar. Bu besin zinciri o kadar iyi kurulmuştur ki oldukça karmaşık bir sistemin sonucu olan bu denge dış müdahalelerle bozulmadığı müddetçe hiçbir tür aşırı derece-de çoğalıp yeryüzünü istila edemediği gibi hiç bir canlı türünün nesli de tüken-mez. Bunun nedeni de her canlı türünün bu sitemde bir görevinin olması, sis-temin kendini kendi mekanizmalarla koruyabilmesidir. Hiç bir canlı boşuna var edilmemiştir. Her türün kendine mahsus özellikleri bu mekanizmanın vazgeçil-mez bir parçasıdır.

148
Bilim / Doğal Seleksiyon mu? Doğal elenme mi?
« : 26 Eylül 2010, 18:00:00 »
DOĞAL SELEKSİYON MU? DOĞAL ELENME Mİ?


Charles Darwin ortaya attığı evrim teorisini doğal seleksiyon mekanizmasına bağlamıştır denilebilir. Bu mekanizmaya verdiği önem kitabına; Türlerin Kökeni, Doğal Seleksiyon Yoluyla ismi vermesinden de açıkça anlaşılmaktadır.
Doğal seleksiyon doğal seçme demektir. Doğadaki yaşam mücadelesi içinde, doğal şartlara uygun ve güçlü canlıların ha-yatta kalacağı, diğerlerinin eleneceği varsayımına dayanır. Bu varsayımının doğada canlılar arasında mücadele kadar daya-nışmanın da var olduğu göz önüne alınmadan ortaya atıldığı açıktır.
Darwin bu konuda Türlerin Kökeninde şunları yazmaktadır.
-Burada görüyoruz ki insanın bir ırkı yöntemli olarak ge-liştirirken yaptığı gibi tek tek çiftler ayırmanın gereği yoktur. Doğal seçme bütün üstün bireyleri saklayarak ayıracak ve özgürce çaprazlanmaya bırakacaktır ve elverişsiz bütün bi-reyleri yok edecektir.
……………
-Geleceğe şöyle kâhince bir göz atıp diyebiliriz ki her sı-nıfın büyük ve başat gruplarından olan çok yayılmış ve sık rastlanan türler sonunda üstün gelecek ve yeni başat türler türeteceklerdir.
…………..
-Doğal seleksiyon ise canlılar arasındaki sadece güçlü-nün yaşam hakkı kazandığı amansız bir yaşam savaşıdır.
…………….
-Canlılar devamlı bir yaşam savaşı vermekte, evrimleş-meyi yeterince başaramayan canlılar, başararak üstün du-ruma gelen canlılar tarafından elemine edilirler. Bu nedenle bu gün yaşayan türlerden çok azı nesillerini çok uzak gele-ceğe iletebilecektir.
Darwin evrim teorisinde doğal seleksiyon mekanizmasını kur-gularken Malthaus’un Nüfus isimli eserinden oldukça etkilenmiş-tir diyebiliriz.
Malthaus adı geçen kitabında canlıların orantısız olarak ço-ğaldıklarından, Dünyanın belirli bir kapasitesinin olduğundan, canlıların belirli olan bu kapasitesinden yaralanmak için araların-da savaştıklarından, savaşı kazananların ancak yaşama hakkını kazanabildiklerinden bahseder.
Nitekim Darwin ünlü kitabında:
-Doğal seçme yaşama savaşının, oda büyük bir hızla ço-ğalmanın sonucudur diye yazmaktan kendini alamamıştır.
Görüleceği gibi teoriye doğa sadece güçlü olanlara yaşam hakkı tanımakta, zayıf olanları elemine etmekte, bu elemine so-nucunda canlılar zaman içinde güçlenip geliştiği sonuçta evrim-leştiği ön görülmektedir. Bu gelişime insanlarda dahildir.
Bu seçiş canlıların doğallığından olan yaşama ve üreme gay-retlerinden kaynaklanmaktadır denilebilir. Bu seçişte bilinç söz konusu değildir. Çünkü evrim en baştan bir planlamayı yani bilin-ci ret eder. Fakat pek çok bilim insanı aynı fikirde değildir.

______

Darwin’e göre canlılar hayatları boyunca müthiş bir yaşam mücadelesi içindedirler. Güçlü olanlar yaşar, güçsüz olanlar ise elemine edilir, hayat sahnesinden silinirler.
Örneğin aslanlar tarafından tehdit edilen bir geyik sürüsünde zayıf ya da hastalıklı olanlar (hızlı kaçamayanlar) yakalanacak, daha hızlı koşabilen sağlıklı ve güçlü geyikler kurtulacak, dolay-sıyla hayatta kalacaklardır. Böylece zayıflar elenecek, hızlı ve güçlü olanlar yaşamlarını devam edecek, geyik sürüsü hızlı, güç-lü ve sağlıklı bireylerden oluşacak; bu bireyler hızlarını, güçlerini ve sağlıklarını diğer nesillere aktarma fırsatı bulduklarından daha gelişkin (evrimleşmiş) geyik sürüsü ortaya çıkacaktır.
Burada yakalama işi avcının geyik sürüsü içindeki zayıfları, güçsüzleri, sağlıklarını kaybedenleri diğerlerinden ayırabildiği şeklindedir. Diğer ifade ile avcılar zayıf ve hastalıklı olanları di-ğerlerinden ayırabilmekte, bunları avlayarak sürünün sağlıklı ve güçlü bireylerden oluşmasını sağlamakta, bu yolla doğal seleksi-yonu gerçekleştirmektedirler.
Bir avcı av sürüsünün içindeki zayıf ya da hastalıklı olanları sağlıklı ve güçlü olanlardan ayırabilir mi? Bu soruya vereceğimiz cevap evettir ve doğal bir melekenin sonucudur. Bu meleke hızlı koşma, keskin dişler, sivri pençeler ve bunlara uygun vücut yapı-sı gibi avcılara verilmiş avını daha kolay yakalamasına sağlayan özelliklerden sadece birisidir.
Böyle bir özelliğin veriliş amacının nedeni de basittir. Böyle bir özellik sayesinde avcılar yaralı, hasta ya da zayıf bireyleri seçip üzerlerine odaklanarak daha kolay avlanmaktadırlar. Şüp-hesiz ki hızlı kaçamayanları hızlı kaçanlara göre avlamak daha kolaydır. Bu derece basit bir gerçeği allayıp pullayarak evrimin en güçlü mekanizmalarından biri olarak göstermek son derece ilginçtir.
Yukarıda verilen örneği göz önüne aldığımızda avcı tarafın-dan avın seçilerek yani doğal seleksiyon sonucu yakalanmasın-dan çok; hızlı kaçamayan hastalıklı ve zayıfların yakalanıyor ol-ması daha mantıklı ve doğal değil midir?
Diğer ifade ile avcılar sürüdeki hasta ya da zayıfları kendileri-ne var oluşlarında verilen avlanmalarına kolaylaştıran özel mele-kelerle diğerlerinden seçip ayırabilmekte, hasta ve zayıf olanlar kaçamadıklarından daha kolay yakalanmakta, diğer ifade ile avcı daha kolay avlanmaktadır.
Görüleceği gibi yakalanma ya da yakalanmama işini bir se-çişten çok kaçıp kaçamama olarak görmek daha doğru ve man-tıklı olacağı kesindir.
Gerçekte doğal seleksiyonun bilime ve mantığa uygun çok daha akılcı bir açıklaması vardır.
Tersinim teorisi paralelinde olduğundan evrim teorisi taraftar-ları bunu kabul ederler mi bilemeyiz. Doğruluğu kanıtlanmamış bir varsayıma körü körüne bağlanıp doğru kabul etmenim sonuç-ları önemli değildir. Bu öngörümüzün delilleri canlıların inkâr edi-lemeyen kompleks yapılarıdır.
Bütün canlılar mükemmel olarak yaratılmışlar, yaşamak ve üremek için gerekli olan bütün mekanizmalar, yaşamsal avantaj-lar kendilerine eksiksiz verilmiştir.
Fakat zaman yeninin eskimesi gibi canlıları da eskitmekte, zaman içinde ihtiyarlamakta, yaşam avantajları zayıflamakta ve hatta bir kısmını kaybetmektedirler. Dış şartların (mutasyonlar) çeşitliliği, gücü ve zaman tersinim olarak tarif ettiğimiz bu negatif değişimi derinden etkilemektedir. Diğer ifade ile canlılar zaman içinde evrimleşme bir yana sahip oldukları yaşamsal avantajlarını kaybetmekte ya da zayıflatmakta tersinime uğramaktadırlar.
Örneğin bir canlı yaralanır, bir yerini kırar ya da hastalanırsa yaşam avantajlarının en önemlilerinden bir kısmını yitirmiş olur. Bu arada savunma mekanizmaları zayıflar ya da tamamen kay-bolabilir. Yaşam avantajını kaybeden bir canlının sonu da şu ya da bu yolla ölümü yani yok olma demektir.
Anlatmaya çalıştığımız doğal seleksiyon yerine koyduğumuz doğal elenme mekanizması Darwin’in görmezlikten geldiği ekolo-jik düzen ile de tam manasıyla örtüşür.
Doğal seleksiyonun evrime neden olup olmadığı ise bir baş-ka tartışma konusudur ama tüm doğal kanun ve ilkelere uyumlu olan, bu kanun ve ilkelerle desteklenen tersinim varsayımının evrime göre çok daha akılcı ve bilimsel olduğu açıktır.
Darwin de bu gerçeğin farkındaydı ve Türlerin Kökeni adlı kitabının sonlarında faydalı değişiklikler oluşmadığı sürece doğal seleksiyon hiçbir şey yapamaz demek zorunda kalmış-tır. Her zaman olduğu gibi bu günde rastlantılarla faydalı değişik-liklerin nasıl oluştuğu konusunda evrim teorisi taraftarlarının bir-kaç zayıf varsayım dışında söyleyecek fazla sözleri yoktur.
Amerikalı ünlü biyokimya uzmanı Michael J. Behe Darwin'in Kara Kutusu adlı kitabında, doğal seleksiyon ile ilgili şunları söy-lemiştir:
-Eksiltilemez bir biçimde kompleks olan biyolojik bir sis-temin varlığı, Darwin'in evrimine çok güçlü bir tehdit oluştu-racaktır. Çünkü biliyorduk ki, doğal seleksiyon sadece zaten önceden de çalışan sistemleri geçebilir. O halde, eğer bir biyolojik sistem aşama, aşama oluşmamışsa, geriye tek bir alternatif kalıyor demektir. Tek seferde tam ve eksiksiz bir şekilde ortaya çıkmıştır ki, doğal seleksiyonun bunda hiçbir rolü yoktur.
Gerek teorinin kurucusu Darwin, gerekse günümüzün pek çok bilim adamı doğal seleksiyon mekanizmasının evrimleştirici bir gücü olmadığını bizzat kendileri de itiraf etmişlerdir:
Bu Konuda Charles Darwin:
-Teorimle ilgili güçlükler ve itirazlar şöyle sınıflanabilir.
Doğal Seçmenin bir yandan zürafanın kuyruğu gibi sinek kovmaya yarayan pek az önemli bir organ ve öte yanda, göz gibi şaşılası bir organ türetebildiğine inanabilir miyiz?
Günümüzün önde gelen evrimcilerinden biri olan, jeoloji ve paleoantropoloji profesörü Stephen Jay Gould ise doğal seleksi-yonun evrimleştirici gücü olamayacağını şöyle ifade eder:
-Eğer evrimin her biri doğal seleksiyon tarafından des-teklenen uzun bir ara aşamalar dizisi içinde ilerlemesi gere-kiyorsa, nasıl yoktan böyle ayrıntılı bir şey elde ediyorsu-nuz?
Bir kanadın %2'si ile uçamazsınız. Başka bir ifadeyle, sadece (şu an onları gözlemleyemediğimiz için) çok daha ayrıntılı formlarda kullanılabilen yapıların bu başlangıç aşa-malarını doğal seleksiyon nasıl açıklayabiliyor?
Bu aşamada bir nokta diğerlerinden önde geliyor: baş-langıç evrelerinin çıkmazı. Mivart bu problemi en önemli problem olarak saptadı ve bu bugün hala devam ediyor.
Yukarıdaki eleştirilerin evrime gönülden inanmış bir bilim in-sanı tarafından yapıldığını dikkat çekeriz. Eleştirmenin bu özelliği 0eleştirileri daha geniş ve derin bir boyutluk kazandırır.

149
Bilim / Mutasyonlar ve Evrim
« : 26 Eylül 2010, 17:59:21 »
MUTASYONLAR VE EVRİM

Mutasyon son günlerde sıkça duyduğumuz fakat anlamını tam olarak bilmediğimiz bir kelimedir. Genelde anlamının tam olarak bilinmemesi, olur olmaz kullanılması bazı yanlış anlamala-ra neden olmaktadır.
Mutasyon canlıları diğer nesillere aktarılacak bir şekilde etki-leyen etkenlerin tümü demektir. Bilim dünyasına DNA molekülü-nün keşfinden sonra girmiştir.
Charles Darwin canlılığı her nasılsa ve rastlantılarla canlılık özelliklerini kazanmış bir kimyasal maddeler yığınları olarak gör-mekteydi. Canlılık özellikleri ise beslenme, üreme, dış etkenler-den korunma ve dış etkenlerin faydalı olanlarını seçip biriktire-bilme ve eyleme geçirebilme şeklindeydi. Bunun nedeni ise can-lıların dış etkenlere uyumlu olarak pozitif değişimler gösterebil-mesiydi.
Darwin’e göre bu özellikler aynı zamanda canlılara sonsuz bir değişim şansı da veriyordu. Bu gün hayranlıkla gözlemlediği-miz milyonlarca canlı türünün tek bir canlı hücresinden oluştuğu varsayımı bu mantığın ürünüdür.
Johann Gregor Mendel ise yaptığı bilimsel deneyler sonu-cunda canlılardaki değişimin belirli bir sınır içinde kaldığını, tür-lerden türlere geçişin mümkün olmadığını tespit etmişti. Daha sonra bu tespit canlılardaki değişmezlik ilkesi olarak bilim dünya-sına girecektir.
Mendel bu değişmezliği canlılarda bulunan temel kalıtım bi-rimlerinin (faktörünün) varlığıyla açıklıyordu. Nitekim uzun yıllar sonra DNA makro molekülünün keşfi Mendel’in bu konuda ne kadar haklı olduğunu göstermiştir.
DNA makro molekülü canlı yapılarını belirleyen bilgi paketçik-lerinin bulunduğu dev bir kütüphane gibidir.
Önce DNA sonra canlı yapıları mı yoksa önce canlı yapıları sonra DNA mı oluştu sorusu sık sık gündeme gelmektedir. Bu; tavuk mu yumurtadan, yumurtamı tavuktan çıktı sorusuna ben-zer. Tavuğun (DNA’nın) mükemmel olarak yaratıldığı daha da sonra tavuğun yumurtladığı (DNA bilgilerine uygun olarak canlı yapılarının şekillendiği) bu sorulara verilecek en mantıklı cevap olduğu açıktır.
Bilgiler şüphesiz ki düzenli sistemlerin sonucudur asla rastlan-tılarla oluşamazlar. Bunun neden ise düzenli sistemlerin bilgi, irade (amacın bilinmesi), güç (enerji), madde ve yeterli zaman bileşkesinin sonucu olmasıdır. Diğer ifade ile bunlardan birinin eksikliği, yetersizliği düzenli sistemlerin oluşmasına engeldir.
Canlı yapıları basite indirgenemez kompleks sistemlerin bü-tünsel kurgusu olduklarından dış etkenlerden güçlü bir şekilde etkilenirler.
Canlılar var edilişlerinde ihsan buyrulmuş olan savunma, ko-runma, bağışıklık sistemleriyle yapılarını korumaya çalışırlar.
Eğer dış etkenler (mutasyonlar) DNA moleküllerindeki gen bilgilerini etkileyip bozuma neden olmuş ise bu bozum diğer ne-sillere de aktarılacak demektir. Bu ise tersinimsel değişimin ana nedenidir.
Diğer ifade ile (mutasyonları DNA molekülünü etkileyen dış etkenlerin toplamı olarak tarif edersek ve canlılarda klorofil mole-külü gibi dış etkenlerden faydalanma mekanizmaları yok ise) rastlantısal mutasyonların tümü zararlıdır. Canlıların zaman için-de gelişimleri (evrimi) mümkün değildir.
Görüleceği gibi mutasyonlarla ilgili gerçekler tersinim teorisini doğrular.

150
Bilim / Yaşam Dünyasının En Büyük Gerçeği
« : 26 Eylül 2010, 17:58:38 »
= YAŞAM TARİHİNİN EN BÜYÜK GERÇEĞİ =

YÜZ MİLYONLARCA YILDAN BERİ CANLI TÜRLERİ AYNIDIR.

Fosillerin kanıtlıklarıyla yazılmış yaşam tarihi canlı türlerinin yüz milyon yıllarla ifade edilen çok uzun zaman süreçlerinde dahi hiç değişmediklerinin açık ve kesin delilleriyle doludur. Aşağıdaki bölümde önceki bölümlerdekilere ilaveten birkaç ekleme daha yapacağız. Bu konuda daha detaylı bilgi isteyenler Sayın Harun Yahya’nın Yaşam Tarihi isimli çok kıymetli çalışmasına müracaat edebilirler.
Avustralya ve Afrika akciğerli balığı Mersinbalığı, zargana, ıstakoz, kerevit ortalama 400 milyon yıl öncesinden beri varlığını sürdüren ve şu anda da yaşamakta olan birer yaşayan fosil ör-nekleridir.
Bütün bunlara ilaveten uskumru, tatlı su levreği, ringa balığı, denizanası, süngerler, kurbağalar, arılar, karıncalar, kelebekler ve termitleri, 230 milyon yıldan beri dünyamızda yaşayan yusuf-çuğu, 100 milyon yıl öncesine ait asker karıncaları, 150 milyon yıllık semenderleri, örümcek gibi araknidleri ve kırkayak gibi miriapodları da yaşayan fosiller olarak gösterebiliriz.
Kendi kanı ile birlikte bütün özellikleri bozulmamış halde bir amber içinde bulunan ve 20 milyon yıllık olduğu tespit edilen örümcek fosili de yaşayan fosillerin en önemli kanıtlarındandır.
Gerçektende bir amber içinde hiç bozulmadan saklı kalan bu örümcek fosili son derece ilginçtir.
Manchester Üniversitesi'nden yapılan açıklamada 4cm uzun-luğunda ve 2cm eninde olan ve 20 milyon yıldan beri bir amber içinde saklı kalan bu fosilin günümüz örümceklerinden hiç farkı-nın olmadığı gözlemlenmiştir.
Söz konusu örümcek fosili, bulunan tek örnek değildir. Yapı-lan kazılarla ortaya çıkarılmış ve yüz milyonlarca yıl öncesine ait örümcek fosilleri mevcuttur ve bunlar dünyanın çeşitli ülkelerinde müzelerde sergilenmektedir.
Bilinen en eski ve en eksiksiz su örümceği fosili, günümüz-den 425 milyon yıl öncesine aittir ve bu canlıların milyonlarca yıldan beri değişmeden kaldıklarının önemli bir delilidir.
Yeryüzü, örümcek gibi milyonlarca yıl öncesinden kalan, gü-nümüz canlılarının ve soyu tükenmiş diğerlerinin sayısız fosil örneklerini barındırmaktadır. Bütün bu anlatılanlarla gözler önüne serilmeye çalışılanlar çeşitli müzelerde saklanan milyonlarca ör-nekten sadece bir kaçıdır.
Yaşayan fosiller, canlıların aşamalarla birbirlerinden türeme-diklerini, hiçbir şekilde evrimleşmediklerini gözler önüne sermek-tedir.
Fosil kayıtları, ara geçiş formlarının hiçbir örneğini verme-mektedir. Canlılar, milyonlarca yıl boyunca şu anki anatomik ya-pıları nasılsa aynı şekilde hiçbir değişime uğramadan varlıklarını sürdürmüşlerdir.
Yaşayan bir organizma ile onun uzak geçmişteki fosilleşmiş ataları arasında karşılaştırabileceğimiz herhangi bir parça üze-rinde neredeyse hiçbir değişiklik yok gibi görünmektedir. Yaşa-yan fosiller, var oluştaki durağanlığın en uç derecedeki somut örnekleridir.
Evrimin doğal seleksiyon mekanizması aracılığıyla işlediği teorisi, demografik gerçeklerin, genotiplerin bölgesel dalgalan-ması ve coğrafi dağılımların bir gözleminden başka bir şey değil-dir. Çoğunlukla ele alınan türler, on binlerce sene hiç değişme-den kalmaktadır. Koşullara bağlı olarak meydana gelen dalga-lanmalar, genlerin önceden değişmesiyle beraber ele alındığın-da, evrime delil olarak kullanılamaz ve bunun en güzel delili de milyonlarca yıldır hiçbir değişikliğe uğramayan yaşayan fosiller-dir.
Yaşayan fosiller ve fosil kayıtlarındaki durağanlık, ne Darwin döneminde açıklanabilmiştir ne de bundan sonra açıklanabilir durumdadır.
Fosil kayıtlarında canlıların milyonlarca yıl boyunca hiç deği-şime uğramadan kalmış olduğunun tespiti evrim teorisini teme-linden yıkacak kadar önemlidir.

============

Bilimsel kabul edilebilecek gerçekçi bir sonuç, ancak iki zıt cevaplı problemlerin her iki yönünün gerçeklerini hiç bir şeyi giz-leyip saptırmadan tam olarak açıklamak ve tartmak ile sağlanabi-lir.
Bilimsel olması gereken bir teori bilimsellikten çıkıp ideolojik bir konuma girdiğinde gerçekler ört bas edilmek istenebilir. Bu durumda bilim ikinci plana itilmiştir. Onlara göre öncelik ideoloji-dedir. Tabiî ki bu koyu bir taassubun ta kendisidir.
Evrim teorisi taraftarları her şeyden önce bir propagandadan ileri gitmeyen, göz boyama ve yanıltma amaçlı hayali çizimler, bilimsel gerçekleri gizlemeler yada saptırmalar, bilimsel kanıtlara dayanmayan varsayımlar üretme yerine bilimsel bulgulara daya-nan gerçekçi varsayımlar üretmek zorundadır.
Bilimsel delilleri gizleyen, bilimselliği sahtekârlık ve aldatma-calar taraftar sağlamaya çalışan teoriler bilimsel açıdan geçersiz-liğini kendi kendine ilan etmiş, kendi ipini kendi çekmiş demektir.
Bu gün çok ve çeşitli canlılara ait çok zengin bir fosil arşivine sahibiz. Aşağıdaki bölümde çeşitli canlılara ait milyonlarca fosil kayıtlarının içinden rast gele seçtik. Sadece isim ve yaş gibi ge-rekli olan bilgiler verdik. Fosiller yalan söylemediğine göre evri-min doğruluğu ya da yanlışlığı konusunda takdiri okuyucuya bı-rakıyoruz.

===========

Jeolojik dönemlere ait örneklerinin fosil katmanlarında bu-lunduğu, yaşayan örneklerinin de günümüzde bulunduğu canlıla-ra yaşayan fosiller adı veriyoruz. Bu canlılar, milyonlarca yıllık örneklerinden hiçbir fark ortaya koymamakta, fosil formlarının tıpatıp canlı örneklerini oluşturmaktadırlar.
Yaşayan fosiller, günümüzdeki örnekleriyle geçmişten kalan fosil örnekleri arasında farklılık bulunmayan, dolayısıyla türlerin ne kadar uzun zaman geçerse geçsin hiç bir değişim gösterme-diğinin kesin kanıtlarıdır. Bu gerçek zaman içinde canlıların deği-şip evrimleştiğini öngören evrim teorisine ağır bir darbe oluştur-maktadırlar.
Bilindiği gibi evrim teorisi, ancak değişen çevre şartlarına uyum sağlayabilen canlıların hayatta kalacağını, bir takım rast-lantısal değişimlerin etkisiyle evrimleşerek başka canlı türlerine dönüşeceğini varsaymaktadır.
Yaşayan fosiller ise milyonlarca yıl önce yaşamış atalarıyla aynı yapıdadırlar, hiç bir değişim göstermemişlerdir. Bu ise evri-min öngördüğü zaman içinde canlıların başka canlı türlerine dö-nüşeceği varsayımını tamamen çürütmektedir.
Ataları yüz milyonlarca yıl önce yaşamış, bu zaman içinde yaşamayı ve üremeyi başarmış pek çok yaşayan fosil örnekleri mevcuttur.
Milyonlarca yıl öncesinden kalan fosilleriyle tıpa tıp benzerlik içindeki organizmaların sayısı oldukça fazladır. Biz burada en bilinenleri kaydetmekle yetiniyoruz.
2001 yılının Mart ayında, Nature dergisi, BBC ve CNN gibi dünyaca ünlü basın kuruluşlarında yayınlanan bir haberde, Çin'-de 150 milyon yıllık semender fosillerine rastlandığı belirtildi.
Amerikan Doğa Tarihi Müzesi araştırmacıları Shubin ve Ke-Qin Gao tarafından bulunan fosil yatağı her yaştan semender fosilini barındırmaktaydı.
Araştırmacıların yaptıkları açıklamaya göre bu fosillerin en çok dikkat çeken yönü, günümüz semenderleri ile aynı özel-liklere sahip olmaları, 150 milyon yıldır hiçbir değişikliğe uğ-ramamış olmalarıdır. Diğer ifade ile fosiller bütün özellikleriyle günümüzde de yaşamaktadır.
Evrim teorisine göre yüz elli milyon yıl gibi hayli uzun bir za-man diliminde canlıların değişmeden diğer ifade ile evrimleşme-den sabit kalmaları mümkün değildir.
Araştırmacılardan paleontolog Shubin bu konuda şunları söy-lüyor:
-İster evinizin yakınındaki ormanda bir kayanın altındaki bir semendere, ister Çin'de 150 milyon yıllık bir semendere bakın, her ikisinin de aynı olduğunu göreceksiniz. Aslında büyük ölçüde benzerler – bilek kemikleri, kafataslarının şek-li, küçük detayların hepsi aynı.
150 milyon yıldır hiçbir değişim göstermeden günümüze ka-dar gelen bu canlılar evrim teorisinin geçersizliğini ortaya koyan delillerden sadece bir tanesidir.
Yaşayan fosiller sadece semenderlere ait değildir. Bugün yaşayıp, yüz milyonlarca yıllık fosilleri ile tıpatıp benzer olan bir-çok canlı olduğu bilinmektedir.
Harvard Üniversitesi paleontoloğu ve ünlü evrimci Stephen Jay Gould, bu gerçeği şöyle kabul eder:
-Fosilleşmiş türlerin çoğunun tarihi, kademeli evrimle çelişen iki farklı özellik ortaya koymaktadır:
1.Durağanlık: Çoğu tür, dünya üzerinde var olduğu süre boyunca hiçbir yönsel değişim göstermez. Fosil kayıtlarında ilk ortaya çıktıkları andaki yapıları ne ise, kayıtlardan yok oldukları andaki yapıları da aynıdır. Morfolojik değişim ge-nellikle sınırlıdır. Belirli ve ayırıcı bir yönü yoktur.
2.Aniden ortaya çıkış: Herhangi bir lokal bölgede, bir tür, atalarından kademeli farklılaşmalara uğrayarak aşama aşa-ma ortaya çıkmaz; bir anda ve tamamen şekillenmiş olarak belirir.
Evrimci paleontolog Niles Eldredge ve antropolog Ian Tattersall ise bu konuda şu önemli yorumu yaparlar:
-Ayrı türlere ait fosillerin, fosil kayıtlarında bulundukları süre boyunca değişim göstermedikleri, Darwin'in Türlerin Kökeni'ni yayınlamasından önce bile paleontologlar tarafın-dan bilinen bir gerçektir.
Darwin ise gelecek nesillerin bu boşlukları dolduracak yeni fosil bulguları elde edecekleri kehanetinde bulunmuştur.
Aradan geçen 150 yıla yakın süre boyunca yürütülen tüm paleontolojik araştırmalar sonucunda, fosil kayıtlarının Darwin'in bu kehanetini doğrulamayacağı açıkça görülür hale gelmiştir.
Bu durum fosil kayıtlarının yetersizliğinden kaynaklanıyor değildir. Fosil kayıtları açıkça söz konusu kehanetin yanlış oldu-ğunu göstermektedir.
Türlerin şaşırtıcı bir biçimde sabit oldukları ve uzun zaman dilimleri boyunca hep durağan kaldıkları yönündeki gözlem, kral çıplak hikâyesindeki tüm özellikleri barındırmaktadır:
Herkes bunu görmüş ama görmezlikten gelmeyi tercih etmiş-tir. Darwin'in öngördüğü tabloyu ısrarla reddeden asi ve hırçın bir fosil kaydı ile karşı karşıya kalan paleontologlar, bu gerçeğe açıkça yüz çevirmişlerdir.
Konuyu biraz daha açmak daha iyi anlatmak için yaşayan fosillerden birkaç örnek veriyoruz.

Köpek balığı: Yaklaşık dört yüz milyon yıllık olduğu halde yapısal hiçbir değişim izi ortaya koymayan köpek balığı hâlâ ilk var edildiği gibi hiç bir değişime uğramadan günümüzde de bü-tün haşmeti ve güzelliğiyle yaşamaktadır.

Evrim teorisi taraftarlarının soyu tükenmiş bir ara-geçiş canlısı olarak tanımladıkları ama günümüzde de yaşadığı anlaşılan Cœlacanth gibi canlılar evrim teorisini yalanlayan en çarpıcı ör-neklerdir.

Cœlacanth: 1938 yılı kışında bir balıkçı teknesi, Hint Okya-nusunda Chalumna nehrine yakın bir yerlerde 70 milyon yıl önce soyunun tükenmiş olduğu düşünülen bir balık yakaladı. Bu balık, dinozorlarla aynı zamanda yetişip büyümüş olan Cœlacanth idi.
Fosil kayıtlarına göre 410 milyon yıl öncesine Devonian Dö-nemine gelip dayanan Cœlacanth, evrim teorisi taraftarlarınca, balıklar ile amfibiyenler arasında yer alan çok güçlü bir ara form delili sayılıyordu.
70 milyon yıl önceki Kretase döneminde fosil kayıtlarına göre gizemli bir şekilde ortadan kaybolmuş, soyunun tükendiğine ina-nılmıştı.

Evrim teorisi taraftarı biyologlar, bu canlının fosillerinden yola çıkarak vücudunda tam gelişip evrimleşmemiş ilkel bir akciğerin bulunduğunu ileri sürdüler.
Bu konuda bilimsel kanıtlara henüz ulaşılmamış olmasına rağmen evrim teorisi taraftarlarınca bir gerçek olarak kabul edildi. Zaman içinde Cœlacanth fosili en önemli evrim delili sayıldı.
Fakat bu canlının 410 milyon yıl önce yaşamış atalarının tı-patıp benzeri günümüzde canlı olarak bulununca evrim teorisi bir kez daha alt üst oldu. Ayrıca Cœlacanth halen dünyanın çeşitli yerlerinde de yaşıyordu.
Güney Afrika'da, Madagaskar'ın Kuzeybatısındaki Comores adalarında ve Endonezya Sulawesi'de olmak üzere dünyanın pek çok bölgesinde 200'den fazla Cœlacanth ele geçirildi.
Yapılan araştırmalarda Evrimcilerin bu canlıda ilkel akciğer olduğunu öne sürdükleri yapı, balığın vücudunda bulunan bir yağ kesesinden başka bir şey olmadığı anlaşıldı.
Ayrıca evrim teorisi taraftarları bu canlıyı hep sığ sularda ya-şayan ve sudan çıkmaya hazırlanan bir sürüngen adayı olarak tanıtmışlardı. Oysa Cœlacanth okyanusun derin sularında yaşa-yan ve 180m derinliğin üzerine hemen hiç çıkmayan bir dip balı-ğıydı.
Cœlacanth'lar1987 yılında gözlemlenip fotoğrafları çekildi. Bu canlıların; öne, arkaya, hatta baş aşağı yüzdükleri fakat evrimci-lerin iddia ettikleri şekilde deniz dibinde yüzgeçleriyle yürümeyi andıracak bir hareket şeklinde bulunmamaktaydılar. Diğer ifade ile Cœlacanth balıklardan sürüngenlere diğer ifade ile sudan ka-raya geçişin ara format canlısı değildi.
Cœlacanth gibi türü tükenmiş zannedilen, ancak bıraktığı fosillerle yaşadığı anlaşılabilen bir canlının milyonlarca yıl bilim dünyasının gözlerinden uzak durduktan sonra hiç bir değişim göstermeden yaşıyor olarak bulunması evrim teorisini temelin-den sarsmıştır. Daha sonraki yaşayan fosil bulguları bu depremi daha da şiddetlendirdi.

Neopilina ve Limulus: Bir kabuklu türü olan Neopilina 500 milyon yıldan, akrep 430 milyon yıldan, zırhlı ve kılıçkuyruklu bir hayvan olan deniz canlısı Limulus 225 milyon yıldan, yalnızca Yeni Zelanda'da yaşayan bir tür sürüngen olan Tuatara da, yak-laşık 230 milyon yıldan beri değişmeden yaşamını sürdürmekte-dir.

Eklembacaklıların birçok takımı, timsahlar, deniz kaplumba-ğaları ve birçok bitki türü de uzayıp giden bu listenin diğer parça-larıdır.
Canlıların milyonlarca sene hiç bir değişime uğramadan kal-ması evrim teorisini temelinden sarstığı gibi ilginç tespitlere de neden olmuştur.
Örneğin hamam böcekleri çok hızlı üremektedir, ömürleri de kısadır ama yaklaşık 250 milyon yıldan beri hiç bir değişime uğ-ramadan yaşamaktadırlar.
Hamamböceklerinin çok kısa olan ortalama ömürlerine göre milyarlarca nesil boyunca yaşamış olmalıdırlar. Diğer ifade işle eğer evrim gerçek olsaydı en çok etkilenen canlılardan birisi şüphesiz ki hamamböcekleri olurdu.
Diğer çarpıcı bir örnek ise archaebakterilerdir. Bu tek hücreli canlılar 3.5 milyar yıl önce, dünya henüz çok sıcakken ortaya çıktılar, hiç bir değişime uğramadılar ve günümüzde de Yellowstone Milli Parkı'ndaki kaynar sularda yaşamaya devam etmektedirler.
Yaşayan fosiller gerçeği bilimsel olarak irdelendiğinde, çev-renin canlılar üzerindeki etkisinin evrim değil, evrimsizlik daha doğru bir ifade ile durağanlık olduğunu göstermektedirler.
Türler teorinin öngördüğünün tersine günümüzdeki beden yapılarına rastlantısal değişim süreçlerinden geçerek ulaşmamış-lardır. Nasıl var edilmişlerse o şekildedirler.

Atnalı yengeci: Konuyu daha da pekiştirmek için yaşayan fosillerden bir kaç örnek daha verelim.

Yaşayan fosillerin en önemli örneklerinden bir diğeri ise atnalı yengecidir. Bu canlıya ait bulunan ilk fosil kayıtları 425 mil-yon yıl öncesine dayanır. Günümüz sahillerinde 425 milyon yıl önceki şekliyle hiç bir değişikliğe uğramadan varlığını sürdüren önemli bir yaşayan fosil örneğidir.
Kumsalda rahat yürümesini sağlayan ve bir dümen gibi hare-ket eden kuyruğu, son derece kompleks birleşik yapıdaki gözleri ve diğer özel yapıları ile günümüzden 425 milyon yıl önce, bu-günkü şekliyle varlığını sürdürmüştür.

Hamam böceği: Yaşayan fosillerin bir diğer örneği ise ha-mam böceğidir. Hamam böceği, bugüne kadar yaşamış olan en eski kanatlı böcektir. Fosil formu bundan tam 350 milyon yıl önce Karbonifer Dönemi'nde ortaya çıkmıştır.
Bu canlı, en küçük bir harekete, hatta bir hava akımına karşı bile oldukça hassas olan çeşitli uzantılarıyla, mükemmel kanatla-rıyla, nükleer radyasyona bile karşı koyabilecek dayanıklı yapı-sıyla, 350 milyon yıl önceki halinden tamamıyla farksızdır.

Okapi: Yaşayan fosil örneklerinin bir başkası okapidir.
Bu canlının ilk bulunan fosilleri Miocene devrine aitti. 1901 yılında ilk defa canlı olarak ele geçirilene kadar soyunun tüken-miş olduğu
sanılıyordu.
Eğer bir canlının fosili olup da kendisi yaşamıyorsa bu evrim teorisi taraftarları için bulunmaz bir fırsattır. Bulunan fosili önüne arkasına düşünmeden hiçbir bilimsel kanıta dayanmaya gerek görmeden hemen ara format olarak ilan ediverirler. Bunun nede-ni de her canlı zaman içinde değişim gösterip evrimleştiğinden her fosil ara format canlılara ait olması gerektiğidir. Bu onlar için öylesine açık bir gerçektir ki bulunan fosilin ara format özellikleri-ne uyup uymadığı, bilimsel verilerin bu görüşü destekleyip des-teklemediği pek önemli değildir. Bu nedenle soyu tükenmiş bir canlıya ait olduğu sanılan Okapide birden at serilerinin atası olup çıkmıştır. Fakat evrim taraftarları henüz bilmiyorlardı ama okapi hala dünyada yaşıyordu. At serileriyle de en küçük bir ilgisi yok-tu.
At ile uzaktan yakından hiçbir ilgisi olmayan, daha çok zeb-raya benzeyen bu canlı 2,3 - 5.3 milyon yıl önceki Miosen Dö-nemi'nde de şu anda sahip olduğu kompleks özelliklerle yaşa-mıştır. Bir ara format canlısı değildir.
Memelilerin kökeni konusunda atın evrimi evrimcilerin baş tacı ettikleri bir senaryo idi. Bu senaryoda boy sırasına göre çe-şitli canlılar arka arkaya dizilmekte, zaman içinde uyuşması mümkün olmayan anatomik farklılıklar dikkate alınmadan atın evrimsel aşamaları olarak öne sürülmekteydi. Yıllar boyunca do-ğal tarih müzelerinde sergilenen bu seri, evrime bir delilmiş gibi ders kitaplarına bile girdi. Fakat Okapinin hala yaşayan bir canlı olarak keşfi bütün bu senaryoların sonu oldu.

Timsah: Timsah, 200 milyon yıldan beri var olan bir canlıdır ve fosil kayıtları bunu doğrular. Günümüzde de 200 milyon yıl önceki özelliklerinden bir farklılık olmadan varlığını sürdürmekte-dir.
Tuatara kertenkelesi:Tuatara kertenkelesi 200 milyon yıldan beri hiç bir değişime uğramadan iki yüz milyon yıl önce nasıl ise-ler öyle mükemmel sistemleri ve kompleks yapılarıyla günümüz-de de yaşamlarını sürdürmektedirler.
Sonuç olarak şunları yazmaktan kendimizi alamıyoruz.
Elli milyon yıl sonraki evrimleşmiş canlı şekillerinin ne ola-cağı konusundaki Geleceğin Zoolojisi kitabının yazarı İskoçyalı paleontolog Dougal Dixon eğer yaşıyorsa kulakları çınlasın.

151
Bilim / Doğal İlkeler
« : 26 Eylül 2010, 17:57:03 »
KOMPLEKS DÜZENLERİN OLUŞUMUNDA

BİLGİ İRADE GÜÇ MADDE VE ZAMANIN GEREKLİLİĞİ İLKESİ


Düzenleri yapmanın zor; yıkmanın kolay olduğu ilkesi aynı zamanda (düzenlerin bir amaca yönelik olması gerektiği göz önüne alındığında) yeterli bilginin, gücün ve her ikisini amaca uygun olarak madde üzerinde harekete (eyleme) geçiren bir ira-denin olması gerektiği gerçeğini ortaya koyar. Diğer ifade ile bir yapıda bir amaç ve bu amaca uygun düzenlilik varsa o yapı bilgi, güç ve iradenin eseridir. Asla rastlantılar sonucu değildir.
Örneğin bir çölde güneş, rüzgâr gibi doğal etkenler art arda dizilmiş estetik görünümlü, göz zevkimizi okşayan minik tepecik-ler, şekiller meydana getirebilir. Art arda dizilişlerine ve estetik görünümlerine bakarak bu oluşumların bir düzenlilik (bir eser) olduğu iddia edilebilir. Fakat bu oluşumlar bir amaca yönelik de-ğildir. Eser sahibi olması gereken doğal etkenler estetik görünüş-lü tepecikler meydana getireceklerini bilmezler, bu amaç için ha-reket etmezler.
Örneğin çölde esen rüzgârların dört bir yanı kavuran güneş ışıklarının radyasyonların zaman içinde estetik görünümlü tepe-cikler oluşturduğunu gördüğümüz ve bildiğimiz halde aynı etken-lerin estetik görünümlü tepeciklerin ardından evleri, sarayları, yolları, köprüleri, fabrikaları, enerji santralleri olan modern ve güzel bir şehir meydana getirebileceğini hiçbir zaman düşünme-yiz. Bunun nedeni ise bu tür oluşumların bir amaca yönelik kompleks sistemler oluşudur.
Bilinç dışı rastlantısal etkenler estetik görünümler verdikleri yerleri rahatlıkla kirletip bozabilirler. Çünkü bunlar tıpkı modern bir şehri yerle bir eden depremler gibi kontrolsüz kaba güçler gibidir. Bu nedenle ortaya çıkan oluşumlar gözlere okşayan este-tik görünümde olsalar dahi bilgi, güç, irade, madde ve yeterli za-man beşlemesinin sonucu olmadığından eser değildir.
Fakat aynı çölde basit bir kulübe, çadır ve hatta üst üste ko-nulmuş taş yığınlarından ibaret harabeler görsek; estetik olmasa-lar, göz zevkimizi hitap etmeseler bile bunların emek, bilgi, irade madde ve zaman beşlemesiyle meydana getirildiğini, rastlantılar sonucu oluşmadığını biliriz. Bu konuda en küçük şüphemiz ol-maz. Fakat estetik görünümlü tepecik dizimleri için aynı şeyi dü-şünüp söyleyemeyiz.
Sonuçta şunu belirtmek istiyoruz. Eğer bir oluşumda bir amaç ve bu amaca uygun düzenlilik ya da düzenlilikler varsa o oluşum bilgi, güç, irade, madde ve zaman beşlemesinin sonucu-dur. Asla rastlantıların eseri değildir.

152
Bilim / Bilim mi? Evrim mi?
« : 26 Eylül 2010, 17:56:24 »
BİLİM Mİ, EVRİM Mİ?

Evrim teorisinin kanıtlanması -her ne kadar evrim teorisi taraftarları evrimin kanıt gösterilmesine gerek olmayan açık bir gerçek olduğunu kabul etseler ve buna inansalar da- evrim teorisi taraftarlarının en büyük idealleridir. Gerçekte onları evrim teorisinin kanıt gösterilmesine gerek olmayan açık bir gerçek oldu-ğu inancına iten neden bu konudaki başarısızlıkları, teoriyi destekleyen bilimsel hiçbir kanıtın bulunamamasıdır.
Fakat taraftarlarına göre evrim teorisi öylesine açık bir gerçektir ki bu gün bilimsel kanıtlarının bulunamaması ilerde bulunmayacağı anlamına gelmez. Evrimin kanıtları ilerde nasıl olsa bulunacaktır. Bu nedenle kanıtsızlığa rağmen evrimi bir gerçek kabul ederek varsayımları bunun üzerine kurmanın herhangi sakıncası yoktur.
Görüleceği gibi evrimci çalışmalar kanıtlardan çok kanıtsızlığa dayanan bu sakat mantık üzerindedir. Bir bakıma evrim teorisi taraftarları binanın temelini atmadan çatısını kurmaya çabalamaktadırlar.
Tanınmış bir gazetemizde 3 Eylül 1999 tarihinde yayınlanan Evrimin For-mülü Bulundu başlıklı haberde üç Fransız araştırmacının çalışmalarından bah-sediliyor, evrim nasıl gerçekleşiyor sorusuna cevap arayarak ortaya matema-tiksel bir formül koydukları bildiriliyordu.
Haberde yapılan çalışmalarda hâkim olan görüş ise yukarda bahsettiğimiz mantığa uygun olarak-bilimsel kanıtsızlıklara rağmen- evrimin bilimsel bulgular tarafından ispatlanmış kesin bir gerçek olduğu, geriye sadece formülünün keş-fedilmesinin kaldığı yönündeydi.
Bir bakıma-nasıl olmuşsa- çatı kurulmuştu, bu çatıya bir temel aranmak-taydı.
Bu formül ya da buna benzer tüm evrimci spekülasyonlar, önce evrimi mut-lak bir gerçek olarak kabul eden, sonra da bu kabul üzerine senaryolar yazan araştırmacıların ürünüdür.
Örneğin bu kişiler insanın maymunlarla ortak bir atadan geldiğini bu varsayımı destekleyen hiçbir bilimsel kanıt olmadığı halde- kanıtların da-ha sonra bulunacağını varsayarak- gerçek olduğunu peşinen kabul et-mekte, sonra insan ile maymunlar arasındaki farklılık ve benzerlikleri he-saplayıp kıyaslamakta, son olarak da bu bilgileri evrim kanunlarına uygun olarak yorumlamakta, çıkan sonuca göre yeni formüller, varsayımlar üret-mektedirler.
Fakat bir gerçeği-her ne kadar evrim teorisi taraftarları unutsalar bile-unutmamak gerekir. Bu gerçekte evrimin yaşandığı konusunda hiçbir bi-limsel kanıt olmamasına rağmen yaşanmadığı konusunda sayısız kanıt vardır.
Hayal ürünü, bilimsel kanıtlara dayanmayan varsayımlar üretmek gerçekte çok kolaydır.
Her insan böyle varsayımlar üreterek tıpkı Charles Darwin gibi; bu varsa-yımlarım her ne kadar pek çok çelişkiler içerse de; bilime, akla, mantığa ters düşse de gerçek olduklarına gönülden inanıyorum ama henüz bilim-sel kanıtlarını bulamadım. Zaman içinde bulunacağını umuyorum. Nasıl olsa günün birinde kanıtları bulunacağından siz bu varsayımlarımı gerçek olarak kabul ediniz diyebilir.
Bir insan ortaya çıkıp, yer sarsıntıları dünyayı karıştırmak isteyen çok geliş-kin uzaylı canlıların uzaktan kumandayla oluşturdukları provokatif olaylardır diye bir varsayım ortaya atabilir. Sonra elinde her hangi bir bilimsel delil olma-dan ya da Drake denklemi gibi şüpheli varsayımları kesin delillermiş gibi kulla-narak uzaylıların var ve akıllı olduklarından, akıl almaz teknolojilerinden, ne kadar güçlü olduklarından, yakında dünyayı işgal edeceklerinden, insanları kendi türlerine evrimleştireceklerinden, gezegenlerine götüreceklerinden….. Bahsedebilir. Bu konuda daha başka deliller istendiğinde bu tür deliller elimde henüz yok ama çok yakında ortaya konulacaktır denilebilir.
İnsanın hayal gücü sınırsız olduğundan bu varsayımını yine hayal gücüyle ürettiği başka varsayımlarla destekler ve bu varsayımları gerçeklerinin yerine kanıt olarak ortaya koyabilir.
Tarih boyunca bu tür hiçbir bilimsel kanıtlara dayanmayan sonunda birer safsata oldukları anlaşılan varsayımlara inanan, bu yolda servetlerini ve hatta hayatlarını harcayan nice insanlar görülmüştür. Bu gerçekte insanların ne ka-dar kolay aldanıp yanılabildiklerinin bir başka boyutudur.
Görüleceği gibi gerçekte bir safsata olan hayali bir varsayımı (Evrenin Dün-yamızdan başka bir yerinde yaşamın olup olmadığı kanıtlanamamıştır) Drake denklemi gibi bilimsel olduğu iddia edilen bir varsayıma getirip dayandırdık. Bu varsayımımızı pek çok insanın bir gerçekmiş gibi kabul edeceğinden emin ola-bilirsiniz. Evrim teorisinin bu günkü bilimsellikteki konumu-gerçek bilimsel kanıt-larla desteklenmedikçe- yukarıdaki hayali varsayımımızla aynıdır.

Yukarıdaki hayal kurgusuna benzeyen bir iddiayı Jean Chalin isminde bir bilim insanı ortaya atmıştır.
Bu bilim insanı daha da ileri giderek uzaydan gelen bu akıllı yaratıkların mevsimleri oluşturan değişimleri, yer sarsıntılarını kontrol ettiklerini, bu oluşum-ların etkenlerini istedikleri gibi değiştirdiklerini ve hatta Dünya ekonomisini ele geçirdiklerini borsaları indirip çıkardıklarını…. İddia etmekteydi.
Yine saygın bir bilim! insanımız Evrim teorisi taraftarlarının hiç dinmeyen baş ağrılarından biri olan ilk canlıların oluşumu konusunda:
-Örneğin ilk meydana gelen aminoasitlerdir. İkinci basamakta, thermal proteinler ve mikro kürecik proteinoidleri oluşmuştur. Daha sonraki ba-samakta, ATP aminoasitleri devreye girip evrimleşmiştir. Daha sonra da daha kompleks proteinler ve protein sentezleri gelişmiştir. Daha sonra prototip hücreler oluşmuş ve milyonlarca yılda doğa deneye yanıla stabil hücreleri oluşturmuştur diye yazabilmektedir.
Yukarıdaki cümlelerde ilk canlı hücre oluşumun evrim teorisi öngörülerine uygun aşamaları sıralanmış ancak bu aşamaların nasıl ve hangi mekanizmalar aracılığı ile gerçekleştirildiği konusunda bilimsel herhangi bir kanıt gösterilmesi unutulmuştur!.
Bir evrimci yazar hiçbir kanıt göstermeye gerek duymadan fakat bilimsel deyimleri, isimleri bol, bol kullanarak rastlantılarla ilk canlının nasıl oluştuğun-dan nasıl evrimleştiğinden bahsederek şempanzelere ondan da insana kadar rahatlıkla getirebilir.
Yazar evrimi-eğer gerçekse-kolaylıkla tırmanılan alçak basamaklı bir mer-diven gibi basitleştirmiştir. Görüldüğü gibi her şey kolaylıkla olu oluvermektedir. Fakat gerçek böyle değildir.
İlk meydana geldiği iddia edilen aminoasitlerin rastlantılarla oluşmalarının mümkün olmadığı bilimsel kanıtlarla gösterilmiş bir gerçektir.
Yukarıda yazıda iddia edilen evrim merdivenin ilk basamağında bulunan aminoasitlerin rastlantılarla oluşamayacağı oluşsa bile mevcut şartlarda varlık-larını koruyamayacakları dolaysıyla proteinleri oluşturamayacakları bizzat evrim teorisi taraftarları tarafından itiraf edilmiş bir gerçektir. (Aminoasitler ve protein-ler bölümlerine bakınız)
Dünyaca ünlü Science News dergisinin Ocak 1999 sayısındaki bir makale-de şunlar yazılıdır.
Hiç kimse şimdiye kadar nasıl olup da geniş çapta dağılmış yapıtaşla-rının proteinlere dönüştüğünü tatmin edici bir şekilde açıklayamamıştır. İlkel dünyanın varsayılan koşulları aminoasitleri yalıtılmış bir yalnızlığa doğru sürükleyecek şekildedir.
Canlılık konusundaki yazının diğer bölümlerindeki iddialar ise ilk bölümün imkânsız olarak belirttiğimiz oluşum zorluklarını kat, kat aşar.
Sayın bilim! insanının oldu, oluverdi gibi iki-üç cümlede aktardığı iyice basi-te indirgenmiş bu senaryoda söz edilen yapıların her biri son derece özel ve komplekstirler ve rastlantılarla meydana gelmeleri kesinlikle imkânsızdır. Eğer imkânlı ise bunu iddia sahibinin kanıtlaması gerekir.
Bir canlı hücresinin en basit yapı taşları olan aminoasitlerin rastlantılarla oluşması ve doğal şartlarda mevcudiyetlerini korumaları mümkün değildir.
Tek bir protein molekülünün sahip olduğu özellikler kesinlikle rastlantılara yer vermeyecek kadar karmaşıktır.
Kaldı ki basit bir canlı hücresi birbirinden değişik yapılarda ve her biri özel görevler üstlenmiş iki bine yakın protein ve diğer hücre içi elemanların inanıl-maz derecede karmaşık fakat o kadarda düzenli ve kompleks bir planlama ile yerli yerlerinde sentezlenmesi sonucunda oluşur.
Canlıların moleküler planı her canlı hücresinin çekirdeğinde bulunan DNA dediğimiz dev biyomoleküllerdeki şifrelerde gizlidir. DNA molekülünün yapısı yaşam mucizelerinin başında gelir.
Yazının diğer bölümlerinde bahsedilen sözde oluşumlardan ise bahsetme-ye bile değer bulmuyoruz. Eğer kanıt yoksa ya da gösterilemiyorsa bu tür var-sayımların bir varsayım olmaktan öte değerleri yoktur. Bu tür yazılar genelde koyu bir taassup ürünü olup propaganda amaçlıdır.
Kanıtsızlığı kanıt olarak kullanmak evrim ve uzantısı teorilerin sıkça kul-landıkları bir yöntemdir. Bilimsel kanıtlara dayanmayan bu tür yöntemlerin pro-paganda ve beyin yıkama dışında bir değeri bulunmamaktadır.

153
Bilim / Tersinim Teorisiyle İligiil Sorular ve Cevapları
« : 26 Eylül 2010, 17:54:47 »
Tersinim Teorisiyle İlgili
SORULAR VE CEVAPLARI



Soru - 1- Tersinim nedir?
Cevap-1- Tersinim enerji giriş ve çıkışları sonucu oluşan deği-şimlerdir. Bunlara “tersinimsel değişimler” denilir. Düzen sahi-bi sistemlerde tersinimsel değişimler sistem ayrıntılarının, has-saslığının çokluğu, enerjinin çeşitliliği, gücü ve zamanla doğru orantılı olarak azalır veya çoğalır.

Soru - 2- Tersinim tüm varoluş için geçerli midir?
Cevap-2- Evet, tersinim canlı cansız tüm var oluş için geçerlidir. Evrenimiz genişlemekte, temel madde olan hidrojen gazı gitgide azalmaktadır. Hidrojenin ve diğer maddelerin değişimi birer tersi-nim olayıdır.

Soru - 3-Evren çökecek mi?
Cevap-3- Dengelerin bozulması durumunda evrenin içe doğru çökeceği tahmin edilmektedir. Enerji giriş ve çıkışının bitmesi tersinimin de sonu, bir bakıma maddenin ölümü demektir. Mad-denin ölümü ulaşabileceği en ağır şekli, pasivize edilmiş halidir.

Soru - 4- Canlılıkta tersinim var mı?
Cevap-4- Canlılıkta tersinim çok güçlü bir şekilde gözlemlenir. Fakat canlılar varoluşlarında sahip oldukları korunma, savunma, bağışıklık vb. gibi sistemlere tersinimsel etkileri en aza indirmeye çalışırlar. Fakat sıfıra indirmek mümkün değildir. Sonuçta canlılar tersinimden az ya da çok etkilenirler yani ihtiyarlarlar. İhtiyarla-mada yeninin eskimesi gibi doğal bir tersinimdir.

Soru – 5-Tersinimle evrim arasındaki fark nedir?
Cevap-5-Tersinim teorisine göre tersinimsel değişimlerin canlıla-rın üzerindeki etkisi negatiftir, gerileme yönündedir. Evrim ise bilindiği gibi canlıların zaman içinde geliştiklerini iddia eder. Tersinimle evrim anlam olarak birbirinin tam karşıtıdır.

Soru - 6-Tersinim teorisini kanıtları nedir?
Cevap-6-Tersinim teorisi tüm doğal kanun ve ilkelerle uyum için-dedir. Hiç biriyle çelişmez. Bu nedenle tüm doğal kanun ve ilkeler tersinim teorisinin kanıtları olur.

Soru - 7-Mutasyon nedir?
Cevap-7-Mutasyonlar dış etkenlerin canlılar üzerinde yaptıkları değişimlerdir. Eğer canlılar mutasyonlardan faydalanma meka-nizmalarına sahip değillerse mutasyonların hepside tersinime neden olurlar.

Soru - 8-Doğal elenme nedir?
Cevap-8-Canlılar sahip oldukları mekanizmalarla yapılarını tersinimsel değişimlerden korumaya çalışırlar fakat tam anlamıy-la başaramazlar. Bu nedenle tersinimsel değişimlerin etkisi fark-lıdır. Kimi canlılar yaşam avantajlarını büyük ölçüde kaybedebilir-ler. Ekolojik sistemde yaşam avantajlarını kaybeden canlılar elemine edilir. Buna doğa elenme denilir.Diğer ifade le canılar arsındaki mücadele yaşam avantajlarını kaybedip kaybetmeme mücadelesidir.

Soru - 9-Canlılar arasında bitip tükenmek bilmeyen yaşam sava-şımı var?
Cevap-9- Kesinlikle hayır. Her canlı ekolololji dediğimiz büyük düzenin parçasıdır. Her birinin bu düzende bir görevi vardır. Tüm canlılar bir savaştan çok tam bir dayanışım içindedirler.

Soru - 10-Tersinim DNA bilgilerin etkiler mi?
Cevap-10-Güçlü tersinimsel etkiler DNA bilgilerini etkileyip boza-bilir. Bu nedenle diğer nesillere aktarılır. Devam ederse sonuçta türün en zayıf ırkı ortaya çıkar. Bu durum genelde dar alanda tersinimsel değişimlerin sonucudur.

Tersinim

Sayfa: 1 ... 8 9 10 ... 16