Forum Zero
ForumZero

İletileri Göster

Bu özellik size üyenin attığı tüm iletileri gösterme olanağı sağlayacaktır . Not sadece size izin verilen bölümlerdeki iletilerini görebilirsiniz


Mesajlar - Zero

Sayfa: 1 ... 8 9 10 ... 99
137
GAZETE BAŞLIKLARI







10 Kasım 1938

Macar hükümetinin Atatürk'ün vefatını bildirir ilanı



10 (veya 11) Kasım 1938

Cumhuriyet Gazetesi

 



13 Kasım 1938

Cumhuriyet Gazetesi



14 Kasım 1938

Cumhuriyet Gazetesi



15 Kasım 1938

Cumhuriyet Gazetesi



18 Kasım 1938

Cumhuriyet Gazetesi



19 Kasım 1938

Cumhuriyet Gazetesi



20 Kasım 1938

Cumhuriyet Gazetesi



21 Kasım 1938

Cumhuriyet Gazetesi



21 Kasım 1938

Ulus Gazetesi



23 Kasım 1938

Tan Gazetesi

138
ATATÜRK'ÜN TARİHÇİ KİŞİLİĞİ VE TÜRK TARİHİNİN ÖĞRETİMİ İLE İLGİLİ DÜŞÜNCELERİ





Kahramanlar, toplumların kaderinin belirlenmesinde önemli rol oynayarak, tarihin

akışını etkilerler. Hattâ tarihin kahramanların eseri olduğunu, bu insanlar

olmasaydı, tarih diye bir kavramdan bahsetmenin mümkün olamayacağını söyleyenler bile vardır (Turan, 1996:6).



Kahramanlar, kişilik, bilgi ve beceri yönünden diğer insanlardan farklıdırlar.

Onlar;

 

a) Yaptığı işin nereye varacağını, memlekete ne gibi yarar sağlayacağını önceden

kestirebilmek,

b) Yalnız bu günü değil, gelecek kuşakları da düşünmek,

c) Çağdaş uygarlığı amaç edinmek,

d) Hayale ve gurura kapılmamak,

e) Uzak görüşlü olmak,

f) Zaman, mekan, imkan faktörlerini en iyi biçimde değerlendirebilmek

(Baydar, 1973:12),


gibi özellikleriyle insanları peşlerinden sürüklerler.



Atatürk de tarihin yetiştirdiği büyük kahramanlardan birisidir. O, bir taraftan

hürriyet, istiklal, millî birlik ve irade, öbür taraftan da millî şahsiyet, din,

kültür, tarih diyerek her ferde hitap etmiş ve herkesi bir inanç altında

toplamayı başarmıştır (Kodaman, 1986:30).



Bu durum Atatürk'ün büyüklüğünü bariz bir şekilde ortaya çıkarmıştır.

Atatürk'ü diğer kahramanlardan farklı kılan özellikleri de mevcuttur. Bu

özelliklerin başında da, Türk Milletini çağdaş uygarlıklar seviyesine ulaştırmak

maksadıyla gerçekleştirdiği Türk İnkılâbını, millî, dînî ve avrupaî fikirleri

yanına alarak ve onların senteziyle yapabilecek kadar geniş bir ufuk sahibi

olması gelmektedir. O, aynı zamanda Anadolu'da tek irade, tek devlet, tek

hakimiyet, tek kumandan, tek meclis, tek millet fikirlerinden hareket ederek

(Kodaman, 1986:30), o dönemde düşünülmesi bile çok zor bir hareketi başarıya

ulaştırmıştır. Dolayısıyla Atatürk, başta karakteri olmak üzere, askerî ve

siyasî dehası, kültürü ve değişik konulardaki bilgi birikimi sayesinde, Türk

Milletine önderlik yapmış olan bir kahramandır.



Atatürk, tarih konusunda da önemli bir bilgi birikimine sahiptir. O,

gerçekleştirdiği büyük inkılâbı, gelecek nesillere tam ve doğru bir şekilde

aktarabilmenin, ancak tarih sayesinde mümkün olabileceğine inanıyordu. Bu

sebeple tarih ile yakından ilgilenmiş ve çeşitli konuşmalarında bu konuya temas

ederek, tarihin önemini vurgulamaya çalışmıştır.



1. Atatürk'ün Tarihçi Yönü, Tarihe Olan İlgisi ve Tarih Bilimi Hakkındaki

Düşünceleri


 Atatürk, daha 1915 yılında; "Tarih ne güzel aynadır. Tarihin sinesine geçen

büyük hadisatta, bu hadiseler içinde amil ve fail olanların etvar ve harekât ve

muamelâtı, onların ahlak seciyelerini ne bariz gösterir
." (Aksan, 1986:114)

sözleriyle, tarihin insanlar üzerindeki etkisine ve insanları doğru tanıma

noktasındaki önemine işaret ediyordu. Tarihin kendisi üzerindeki etkisini de

1924 yılında yaptığı bir konuşmadaki; "… Arkadaşlarımızdan biri bana, nereden

kuvvet ve ilham aldığımı sordu. Bu suale kısa bir cevap vermek isterim.

Diyebilirim ki, bu güne intibahı, düne, maziye medyunuz
…" (Aksan, 1986:114)

sözleriyle ifade eden Atatürk, şüphesiz bu kuvvet ve ilhamı, çocukluk

yıllarından itibaren okuduğu tarih kitapları sayesinde elde etmişti.



 Atatürk, kendi ifadesine göre, mektep sıralarındaki derslerinden itibaren tarih

okumasını sevmiş ve hayatının her devrinde muhtelif tarih kitapları ve

meseleleri ile meşgul olmuştu (Afet İnan, 1968:191). Bu da Onun tarihe olan

ilgisini en açık bir şekilde ortaya koyuyordu.



 Atatürk, özellikle batıda yeni çıkmış antropoloji, arkeoloji, eskiçağ, tarih ve

dil konularındaki kitapları okur, okuduğu konularla ilgili, o sahaların

uzmanlarına danışır, tartışır ve bilgi edinirdi (Dilaçar, 1975:475). Gerek

okuduğu kitaplar arasında tarih hakkında yazılmış olanların fazlalığı, gerekse

düzenlediği toplantılarda tarihçilerle sık sık tarihî konularda görüş alış

verişinde bulunması, Onun bu bilime olan ilgisinin bir başka göstergesiydi.

 Atatürk, bilhassa siyasî hayatının çeşitli safhalarında tarih bilgisinden daima

en geniş manasıyla faydalanmış ve gerek Büyük Millet Meclisinde gerekse halk

toplantılarında söz söylerken, tarihî mevzular Onun en heyecanlı hitabelerini

teşkil etmişti (Afet İnan, 1968:192). Bu durumu Onun tarihe olan ilgisinden

başka bir şekilde izah etmek mümkün görünmemektedir.



 Bu ilginin bir sonucu olarak da Atatürk, bir tarihçi gibi sık sık tarih

sohbetlerine katılıyor ve buralarda yaptığı konuşmalarla, tarih hakkındaki

düşüncelerini ifade ediyordu. Özellikle "Tarih yazmak yapmak kadar mühimdir,

yazan yapana sadık kalmazsa, değişmeyen hakikat insanlığı şaşırtacak bir mahiyet alır
."

(Aksan, 1986:115) ve "Tarih hakikatleri tarif eden bir sanat

değil bir ilim olmalıdır
." (Gündüz, 1973:184) sözleriyle de, tarih ilminin hangi

istikamette ilerlemesi gerektiğine dair görüşlerini açık bir şekilde ortaya

koymuştu.



 "Tarih bir milletin nelere müsait olduğunu ve neler başarmaya muktedir

bulunduğunu gösteren en doğru bir kılavuzdur
." (Aksan, 1986:115) sözüyle,

tarihin bir millet için ne kadar mühim bir hazine olduğuna işaret eden Atatürk,

tarihin önemini en iyi şekilde kavramıştı. O, "Türk çocuğu ecdadını tanıdıkça

daha büyük işler yapmak için kendisinde gerekli kudreti bulacaktır
." diyerek de,

hem gelecek nesillerin istenilen vasıflarda yetiştirilebilmeleri için mutlaka

tarihi iyi ve doğru bir şekilde öğrenmeleri gerektiğine dair düşüncelerini ifade

ediyor, hem de onların tarihin önemini kavramasını sağlamaya çalışıyordu.



2. Atatürk'ün Türk Tarihi (Millî Tarih) Hakkındaki Düşünceleri

 Tarih, toplumların ve olayların değişkenliklerine uyarak sürekli değişen bir

bilim dalıdır. Özellikle büyük inkılâplar, büyük felaketler ve buhranlar, tarih

ilminin ilerlemesi ve tarih görüşünün değişmesine sebep olurlar (Kodaman,

1982:3). Millî Mücadele döneminde Türk Milleti de, büyük felaketlerle

karşılaşmış ve sıkıntılar çekmişti.



 Millî Mücadelenin başarıyla tamamlanmasından sonra Atatürk, sıranın Türk

Milletini muasır medeniyetler seviyesine ulaştıracak inkılâplara geldiğini

düşünüyordu. Ona göre, gerçekleştirilecek inkılâpların başarıya ulaşabilmesi ve

en önemlisi kalıcı olabilmesi ise, mevcut tarih anlayışı ve görüşünün değişmesi

ile yakından alakalıydı. Çünkü inkılâplar, eskiyi yıkarken onun tarihî

temellerini en azından sarsıyor, yeniyi ortaya koyarken ise, çok defa ona tarihî

temel ve izah tarzı arıyordu. Bu yüzden cumhuriyet döneminde mazinin yeniden

yargılanması ve yazılması gerekiyordu. Böylece, gerçekleştirilecek inkılâplar ve

konulacak yeni ilkeler açısından tarihe bakılmasına ve yeni sorular sorulmasına

zemin hazırlanacaktı (Kodaman, 1982:6).



 Atatürk, "Gelecekte Türk milleti ve devleti ne olacak ve nasıl olacak?"

sorusuna büyük önem veriyordu. Bir millet yada devletin gelecekte ne olacağı

sorusunun cevabını,  ancak tarihte ne olduğuna bakarak vermek mümkün olabilirdi.



Dolayısıyla bu sorunun cevabı tarihte saklıydı. Türk Milletinin mazide ne

olduğunu ve nasıl olduğunu bilmek ise, Türk Milletinin tarihini, yani millî

tarihimizi öğrenmekle mümkün idi. Ancak şimdiye kadar ihtiyaç

hissedilmediğinden,  böyle bir tarih anlayışı mevcut olmamış ve bu yönde bir

çalışma da yapılmamıştı.



 Halbuki millî bir tarih anlayışına sahip olmanın çeşitli faydaları söz konusu

idi. Her şeyden önce, cumhuriyetin ilk yılları Türkiye'de millî bir kimlik

oluşturma süreci idi
(Bilgin, 1994:114). Dolayısıyla millî tarih anlayışıyla

yeni rejiminin Türkiye'de oluşturmaya çalıştığı; gelenekçiliğe ve medreseye

karşı cephe almış, her meseleyi fikir açısından objektif olarak ele alabilen ve

akılcı özelliklere sahip yeni insan tipinin ( Karpat, 1967:51) meydana getirilmesi

daha kolay olabilirdi. Bu sebeple konu, üzerinde ciddiyetle durulması gerekecek

kadar önemliydi.



 Atatürk, inkılâp nesillerine millî bir bakış açısından ele alınmış tarih

anlayışı kazandırabilmek için tarihle meşgul olmak gerektiğini düşünüyordu.

Çünkü, Osmanlılar daha çok dînî tarih anlayışını benimsediğinden, Osmanlı

tarihçiliği, ananevî İslam tarihini esas alan bir istikamette gelişmişti. Bu

sebeple Türk tarihi, Selçuklu ve Osmanlı tarihlerinden ibaretmiş gibi ele

alınmış, dolayısıyla Orta Asya Türk tarihine temas edilmemişti
(Kodaman,

1982:4).

139
İLK MUAYENE

 

Atatürk 1937 yılının ilk aylarından bu yana çeşitli rahatsızlıklar duymaya başlamıştı. Burnu kanıyor, vücudu kaşınıyor ve kabarıyordu. Yüzü solmuş, sinir dengesi bozulmuştu. Kendini iştahsız ve halsiz hissediyordu. Hasta olan arkadaşlarına kızan, doktor muayenesini sevmeyen Atatürk, fırsat buldukça çok güvendiği Neşet Ömer Bey (İrdelp)'e kendini muayene ettirmeye ve sağlık durumu hakkında bilgi almaya başlamıştı. Ancak ilk muayene sonunda, kalbinde, karaciğerinde, böbreğinde bir şey bulunamamıştı. Buna rağmen Atatürk'ün renginde ve yüzündeki çizgilerde bariz değişiklikler başlamıştı.



 

İLK TEŞHİS



Doktorlar Atatürk'e kaplıca tavsiye etmişlerdi. Atatürk kür tedavisi için ani bir kararla Yalova'ya gitmeye karar verdi.

 

Prof. Dr. Nihat Reşat Belger anlatıyor;

"1937 senesinde, Yalova kaplıcalarının hekimiydim. O sıralarda, Atatürk de birkaç aydan beri Yalova'da istirahat buyuruyordu. Bir gün beni çağırttı. Bir müddetten beri kaşıntıdan şikayetçi olduğunu söyledi." Müsaade ederseniz sizi önce bir muayene edeyim."dedim ve ettim. Muayenemde, bilhassa bacaklarında kaşıntıdan mütevellit tırnak izleri müşahade ettim. Palpasyonda (elle muayenede) karaciğerin, kosta (kaburga kemiği) kenarını üç parmak kadar geçmiş olduğunu ve sertleştiğini tespit ettim. Muayene sırasında hiç konuşmadık. Kendisine muayenenin bittiğini bildirdiğim zaman, Atatürk kaşıntının sebebinin ne olduğunu sordu.

"Efendim, bu kaşıntı kanaatimce yemekle, daha doğrusu içmekle ilgilidir." dedim.

Atatürk önce inanmak istemedi. Beni imtihan etmek istercesine, "Buna kati olarak emin misiniz?" dedi.

"Evet efendim karaciğeriniz normale nazaran büyük ve sert . Kaşıntının sebebi budur."dedim. Prof Dr. Nihat Reşat Belger'den sonra, Atatürk'ü İstanbul'dan gelen Prof. Dr. Neşet Ömer'de muayene etti. İki doktorun müşterek teşhisi aynı idi. Atatürk, Yalova'da rejime alındı. Tedaviden bir süre sonra iyileşme sezilmeye başlamıştı. Fakat Atatürk Bursa'ya oradan Mudanya'ya geçti. Mudanya'dan Ege Vapuru ile İstanbul'a hareket etti. Atatürk Şubat ayı başında Dolmabahçe Saray'ında idi. Park Oteldeki davetten geç saat saraya dönen Atatürk, ertesi gün şiddetli öksürük ve göğüs ağrısı ile uyandı. Prof. Dr. Nihat Reşat Belger, Dolmabahçe sarayındaki muayenesinde Atatürk'e zatürre teşhisi koydu.

 

ATATÜRK'ÜN DOKTORLARI  

Atatürk kendisine yabancı doktor getirilmesini ısrarlı ricalardan sonra kabul etmiş, bu arada sağlığını devamlı kontrol altında tutabilmek için ülkenin tanınmış hekimlerinden iki ekip oluşturulmuştu. Sürekli ve danışman doktorlar.

 

Prof. Dr. Neşet Ömer İRDELP
Prof. Dr. Nihat Reşat BELGER
Opr. Dr. Mim Kemal ÖKE
Prof. Dr. Mustafa Hayrullah DİKER
Prof. Dr. Akil Muhtar ÖZDEN
Prof. Dr. Süreyya Hidayet SERTER
Dr. Asım ARAR
Prof. Dr. Abravaya MARMARALI
Dr. Mehmet Kamil BERK
BEN HASTAYIM ÇOCUK[/i][/b]  

Zatürre'den kurtulur kurtulmaz Atatürk, İsmet İnönü ile birlikte 27 Şubat 1938'de Ankara'ya geldi.

Celal Bayar Anlatıyor:

"Balkan Antantının Ankara toplantısı günleri idi. Yugoslav Başbakanı Dr. Stoyadiniçle görüşüyordum. Şükrü Kaya yaklaştı :

"Sağlık Bakanlığı müsteşarı Dr. Asım derhal görüşmek istiyor."dedi. Mevzuun, Atatürk'ün sağlığı ile ilgili olduğunu hemen anladım. Çünkü meslek ve şahsiyetine güvendiğim Dr. Asım Arar hükümet namına, Ata'nın müdavi tabipleriyle daima temasta idi. Bana endişelerini açıkladı:

"Burnundan kan geldiğini söylediler. Bu hastalığın yeni merhalesidir. Dışardan mütehassıs getirilmesi tavsiyemi tekraren arzediyorum." dedi.

Atatürk'ün gerek görmediği tavsiyeyi bu sefer ısrarla rica ve kabul ettirmek kararıyla Çankaya'ya gittim. Beni beklemiyordu. Arzumu sükunetle dinledikten sonra:

"Ortada Hatay meselesi var. Hastalığımın dışarıda duyulmasını istemem. Neşet Ömer'le konuş. Burada zaten tıp kongresi var. Bizim doktorlar konsültasyon yapsınlar." cevabını verdi.

Doktorlar geldiler. Muayeneden sonra alkol ve sigara almaması, mutlak dinlenmesi gibi şart, fakat bir anda hepsinin birden yerine getirilmesi güç tavsiyelerini tekrar ettiler.

Atatürk hekimlerin ortak kararını dinledikten sonra :

"Zannederim haklıdırlar" dedi.

Ben sağlığının ülke için asıl şart olduğunu ve bu temel mevzuun yanında Hatay üzerinde menfi tesir yapma dahil, hiçbir ihtimalin düşünülmeyeceğini ısrarla tekrarladım. Derin teessürümü mümkün olduğunca saklama gayretime rağmen, benliğime hakim acının elbette ki farkında idi. Yavaş bir ses tonu ile:

"ÇOCUK..NE YAPACAKSAN YAP, BEN HASTAYIM" dedi. Her şeyini, memleketi için hizmet saydığı emeklerine cömertçe feda etmiş Atatürk, ilk defa hastayım diyordu.

 

KUMANDAN BENİM[/i][/b]  

Atatürk, Celal Bayar'ın ısrarı üzerine Fransız doktor Fissenger'in getirilmesini kabul etmişti ve 28 Mart 1938 günü Fissenger Ankara'ya geldi.

 

Fransız Prof.Dr.Fissenger, Atatürk'ü muayene etti, başta Prof. Neşet Ömer ve diğer doktorlardan bilgiler aldıktan sonra Atatürk'e;

"Ben sizi iyi edeceğim. Fakat benden evvel siz kendi kendinizi iyi edeceksiniz; Şüphesiz ki siz, büyük bir kumandansınız. Büyük zaferlerin sahibisiniz. Fakat bu işin kumandanı benim. Bana yardım edeceksiniz."

Üslubu ve mantık Atatürk'ün hoşuna gitmişti.

"Peki dedi, kabul." Atatürk'ün olumlu yaklaşımı üzerine Prof. Fissenger, Atatürk'ün günlük hayatını, bir tablo halinde çizdi. Ağzına tek damla alkol almayacak, şezlonga uzanarak istirahat edecekti. Yemesi içmesi, düzenlenmiş listeye göre olacaktı. Prof. Dr. Fissenger Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterliğine Atatürk'ün sağlığı ile ilgili bir rapor sundu. Bu raporda Atatürk'ün ciddi bir rahatsızlığı olmadığı, bir buçuk aylık bir istirahata ihtiyacı olduğu belirtiliyordu.

 

GÜNEY GEZİSİ[/i][/b]  

O günlerde Hatay Sorunu had safhadaydı. Kendisini iyi hissettiğini söyleyen Atatürk, Hatay meselesini istediği şekilde sonuçlandırmak için önce Mersin'e oradan Adana'ya sınıra kadar uzanmaya karar verdi. Doktorları önce bu isteğe şiddetle karşı çıktıysalar da, muayeneden sonra "gidebilir" dediler.

Atatürk, Hatay konusundaki kararlılığını, Mersin'e hareketinden iki gün önce Celal Bayar'a şöyle bildirmişti.:

"Benim, kırk asırlık Türk yurdu, Hatay esir kalamaz dediğimi unutmuş olanlar olabilir. Ama ben unutmadım, unutamam, sen de unutamazsın."

20 Mayıs 1938'de Mersin'e doğru yola çıktı. Mersin'den Tarsus'a oradan Adana'ya geçti. Hatay konusunun en kritik döneminde, sağlığı üzerindeki olumsuz düşüncelerin neticeyi etkileyeceği düşüncesiyle, sınıra kadar otomobiliyle giderek askeri birlikleri denetledi, resmi geçitlerde sürekli ayakta bekledi. Sağlıklı olduğunu hissettirmek için her şeyi denedi. 24 Mayıs 1938'de Adana'dan ayrıldı.

 

SAVARONA

[/url]

 

Atatürk yurt gezisinden geldikten sonra çok yorulmuştu karnındaki şişlikte giderek artıyordu. Florya'dan Dolmabahçe'ye dönerken küçük bir de kriz atlatmıştı.

31 Mayıs 1938'de Atatürk'ün sabırsızlıkla beklediği Savarona Yatı gelmiş Dolmabahçe önünde demirlemişti. 1 Haziran 1938'de Atatürk, Savarona'ya geçti.

İtina ile giyinmiş olan Atatürk önce her yeri gezdi, ayrıntılarla meşgul oldu bu da onu yordu. Deniz havasının kendisine iyi geleceğini hissediyor ve orda şifa bulacağını düşünüyordu. Ama Savarona'daki tedaviden de müspet sonuç alınamamıştı. Bedeni sürekli güç kaybediyor, karnındaki şişlik giderek artıyordu. Dr. Fissenger tekrar davet edildi. 25 Temmuz akşamı Atatürk fenalaşmıştı. Atatürk yatı terkederek saraya çıkmayı düşündü. Saraydaki odalarının daha serin olabileceğini ve orada daha rahat edebileceğini düşünüyordu.

 

KARNINDAN SU ALINMASI  

Profesör Fissenger 4. kez İstanbul'a gelmişti. Fissenger saraya gelir gelmez Atatürk'ü baştan aşağıya tekrar muayene etti. Atatürk artık ıstıraba dayanamıyor; karnında toplanan suyun verdiği sıkıntıdan kurtulabilmek için bir an evvel alınmasını istiyordu. Hastalık artık iyice ilerlemiş son ve en tehlikeli dönemine girmişti. Birinci ponksiyon 7 Eylül 1938'de Profesör Fissenger ve Profesör Neşet Ömer İrdelp nezaretinde, Operatör Mim Kemal Öke tarafından yapıldı.

Kılıç Ali Anlatıyor:

"Ponksiyondan sonra derhal odalarına girdim. Gördüğüm manzara şuydu.

Atatürk adeta birdenbire zayıflamış, çok zayıflamıştı. İki kolunu başının altına alarak arka üstü yatıyorlardı. Karnını büyük bir sargı ile sarmışlardı. Odadan içeriye girer girmez yanlarına koştum.

" Geçmiş olsun paşam!" diyerek başının altına aldığı kollarının pazusunu öptüm. Bana doktorların duyamayacağı kadar yavaş bir sesle ;

"Çıkan suyu gördün mü? Bu kadar bir su kabı insanın karnının üstüne konsa nasıl tahammül eder ? Bak ben ne haldeyim, nasıl tahammül etmişim ?"

"Geçmiş olsun Paşam, bunların hepsi geçecek." dedim ve gözyaşlarımı kendilerine göstermeden ve teessürümü hissettirmemek için bir fırsat bularak doktorların arkasından sıyrılıp hemen odadan dışarı çıktım."

Atatürk'ün artık tam bir istirahate ihtiyacı vardı. Fazla konuşmaması ve yanlarında konuşulup kendilerinin yorulmaması lazımdı. Bu konuya doktorları büyük önem veriyorlardı.

 

 

İLK KOMA

Profesör Fissenger'in fikrinin alınmasından sonra, doktorlar ikinci ponksiyon'un gününü tespit için toplandılar. Operatör Doktor Mim Kemal Öke, 21 Eylül günü Atatürk'ün karnında biriken suyu tekrar aldı. 26-27 Eylül günü Atatürk ilk kez komaya girdi. Komayı atlatan Atatürk Ankara'ya gitmek istiyordu. Ancak doktorlar Atatürk'ün Ankara'ya gitmesine izin vermiyorlardı. Atatürk isyan edercesine "Ankara'ya gidelim. Ne olacaksam orada olayım " diyor, doktorların izin vermemelerinin sebepleri açıklanınca hiddetleniyordu.

 

Atatürk "Beni bir an evvel Ankara'ya götürün yapılacak mühim işler var", demiş, ne yazık ki yapacakları, düşündükleri ne ise yapamamıştı. Yapılan tüm tedavilere rağmen Atatürk günden güne kötüleşiyor, karın bölgesinde su toplanmaya devam ediyordu. Viyana'dan Eppinger, Almanya'dan Bergmann adında iki profesör gelmişti. Bunların koydukları teşhis ve tedavi aynı idi "siroz". Atatürk 16 Ekim 1938'de ağır bir komaya daha girdi ve 20 Ekim gününe kadar komada kaldı.

 

SON SAATLER[/i][/b]  

Tüm tedavilere rağmen günden güne eriyen Atatürk, 8 Kasım 1938 günü şiddetli bir rahatsızlık daha geçirdi. Saat altı buçuk gibi gelen bu rahatsızlıkta Atatürk'ün midesi bulanmış ve kusmaya çalışmıştı.

 

Sürekli istifra etmeye çalışan Atatürk, bu sırada Hasan Rıza Beye (Soyak) bakarak "Saat kaç?" diye birkaç kez sormuş, Hasan Rıza Bey her soruşunda "Saat 7 efendimiz" diyerek cevap vermişti.

 

Bu sırada kendisine haber verilen Neşet Ömer Bey de gelmişti. Abravaya ile Atatürk'e gereken tedavileri yapıyorlar ve bazı önlemler alıyorlardı. Neşet Ömer Bey bir ara "Dilinizi göreyim efendim." diye seslendi. Atatürk dilini yarıya kadar dışarı çıkardı. Neşet Ömer Bey "Biraz daha uzatınız efendim." diye seslenince, Atatürk, Neşet Ömer Bey'e bakarak ;

 

- "Vealeykümüsselam" diyerek gözlerini kapattı. Atatürk son kez komaya girmişti.

 

9-10 Kasım gecesini rahatsız geçiren Atatürk artık derin bir uykuda gibi yatıyor ve ölümü bekliyordu. 10 Kasım 1938 günü saat 8 gibi bir ara gırtlağından Hı Hı Hı sesleri çıkarmıştı.

 

Saat dokuzu beş geçe gözlerini son kez açarak, etrafına baktı ve hemen kapattı.

 

Büyük Önder Atatürk ölmüştü.



HAYATINDAKİ BAZI SONLAR

Anlamlı son sözü, "Saat kaç" olmuştu.

Prof. Dr. Neşet Ömer İrdelp'e, son söz olarak "Vealeykümüsselam " dedi.

Koma içinde manası anlaşılamayan ve devamlı olarak tekrarladığı söz "aman dil...aman dil..."di.

Son aldığı gıda, 8 Kasım 1938 Salı günü, saat 18.35'de dört kaşık elma suyu oldu.

Son yemek istediği sebze, enginardı.

Son verilen ilaç, ölüm halinden kırk dakika önce, saat 8.25'de, 1/8 aubaine'di.

Hekimler ölüm raporunu imzalarken, son olarak elini öpen ve gözlerini kapayan Prof. Dr. Mim Kemal Öke idi.

 

ÖLÜM İLANI

Atatürk'ün ebediyete intikal edişi Türk Halkına şöyle duyuruluyordu;

Türkiye Cumhuriyeti hükümetinin resmi tebliğidir:

"Müdavi ve müşavir tabiplerin neşredilen SON raporu, Atatürk'ün dünyaya gözlerini kapadığını bildirmektedir.

Bu acı hadise ile Türk vatanı büyük yapıcısını, Türk milleti ulu şefini, insanlık büyük evladını kaybetti. Milletimize, içimiz yanarak, bu tarife sığmayan ziya'dan dolayı en derin taziyelerimizi sunarız.

Kederlerimizin tesellisini ancak ve ancak O'nun büyük eserine bağlılıkta ve aziz vatanımızın hizmetinde ararız. Şurasını da her şeyden evvel beyan etmeliyiz ki, ölmez olan, onun büyük eseri, Cumhuriyet Türkiye'sidir. Hükümetimiz, içinde bulunduğumuz bu mühim anda, bugüne kadar olduğu gibi dikkatle vazife başındadır. Müesses olan nizam ve idame hususunu, büyük Türk milletinin hükümetiyle tek vücut olarak teyit ve temin edeceğine şüphe yoktur.

Teşkilat-ı Esasiye Kanununun 33. maddesi mucibince Büyük Millet Meclisi derhal yeni reisicumhuru intihap edecektir. Türkiye'nin en büyük makamına, Teşkilat-ı Esasiye Kanununa göre geçecek zatın etrafında hükümetiyle, şanlı ordusuyla ve bütün kuvvetleriyle Türk Milleti sarsılmaz bir varlık olarak toplanacak ve yükselmesine devam edecektir.

Bugün ayrılığına ağladığımız büyük şefimiz Atatürk, her vakit Türk Milletine güvendi. Eserlerini bu güvenle yaptı. İdamesi esbabını da istikmal ederek güvenle büyük milletimize bıraktı. Ebedi Türk Milleti onun eserlerini ebediyetle yaşatacaktır. Türk gençliği onun kıymetli vediası olan Türkiye Cumhuriyetini daima koruyacak ve onun izinde yürüyecektir.

Kemal Atatürk, Türk'ün tarihinde ve gönlünde daima yaşayacaktır."

 

CENAZE NAMAZI[/i][/b]  

Son vazifeler yerine getirilirken, dini şart ve örfler itina ve hassasiyetle yerine getirilmiştir. Cenaze namazının bir camide kılınıp kılınmama yolunda dinen ne gerektiği konusunda, Makbule Atadan Hanımefendi Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri Hasan Rıza Soyak'a danıştı, İlahiyat Fakültesi kelam ilmi ve İslam Felsefesi ordinaryüs Profesörlerinden Mehmed Şerafettin Yaltkaya'nın fikri alındı. Din alimi, cenaze namazlarının muhakkak camilerde kılınması yolunda kesin bir kayıt olmadığını bildirmiş ve daha çok makam, kıdem ve selahiyeti olarak, bir de Diyanet İşleri Başkanlığı'nın görüşlerinin alınmasını tavsiye etmiştir.

Bunun üzerine Diyanet İşleri Başkanı Mehmed Rıfat Börekçi'nin fikri sorulmuştur. Milli Mücadelenin meşruiyetine dair Anadolu Uleması fetvasına, ilk imza koyan din adamı, "O'nun cenaze namazı, tertemiz hale getirdiği bütün vatanda, bu farizanın yerine getirilebildiği her yerde kılınabilir" fetvasını vermiştir.

Atatürk'ün cenaze namazını, Diyanet İşleri Başkanlığı yapan, Ord. Prof. Mehmet Şerafettin Yaltkaya kıldırmıştır.

 

ETNOĞRAFYA MÜZESİ'NE DEFNİ[/i][/b]  

Cumhuriyetimizin kurucusu Atatürk, 10 Kasım 1938'de sabah saat 09.05'de Dolmabahçe Sarayı'nda ebedi uykusuna daldı. Vefatı bütün yurdu mateme boğarken, dünyada da büyük üzüntü uyandırdı. Aziz naaşı, 19 Kasım 1938'e kadar Dolmabahçe Sarayı'nda katafalkta kaldı. 19 Kasım günü naaşı top arabası ile Sarayburnu'na, oradan "Zafer" torpidosu ile "Yavuz" zırhlısına nakledildi. Bu arada, bütün dünyada bağımsızlık savaşı ve barışın sembolü olan bu büyük insanın cenaze töreni için İstanbul'a gelen Rus, Fransız, Yunan ve Romen savaş gemileri, onu 21 pare top atışı ile son yolculuğunda selamladılar. Naaş, "Yavuz" zırhlısı ile İzmit'e, oradan da trenle 20 Kasım 1938'de Ankara'ya getirildi. TBMM'nde hazırlanan katafalkta bir gün kalan naaş, buradan alınarak 21 Kasım 1938'de Etnoğrafya Müzesi'ndeki katafalka konarak halkın daha uzun süreli ziyaretine imkan sağlandı. 31 Mart 1939'da katafalktan alınan aziz naaş, bir müzede mermerden hazırlanan geçiçi kabre kondu.

140
MUSTAFA KEMAL'İN ASKERLİK MESLEĞİNDEN İSTİFA MEKTUBU ERZURUM VİLAYETİ ALİYESİNE

(YÜCE ERZURUM VALİLİĞİNE)


9 Temmuz 1919 - Erzurum

 Mübarek vatan ve milleti parçalanmak tehlikesinden kurtarmak, Yunan ve Ermeni isteklerine kurban etmemek için açılan milli savaşmalar uğrunda milletle beraber serbest surette çalışmağa askeri ve resmi sıfatım artık engel olmaya başladı. Bu gaye-i mukaddese (kutsal amaç) için milletle beraber sonsuza kadar çalışmağa mukaddesatım (kutsal şeylerim) adına söz vermiş olduğum cihetle, pek aşıkı bulunduğum yüce askerlik mesleğine bugün veda ve istifa ettim. Bundan sonra milli ve kutsal gayemiz için her türlü fedakarlıkla çalışmak üzere sine-i millette (milletin bağrında) bir ferd-i mücahit (savaşçı kişi) suretiyle bulunmakta olduğumu tamimen arz ve ilan eylerim.

 M. KEMAL

 BATI CEPHESİ KOMUTANI İSMET İNÖNÜ'NÜN METRİSTEPE'DEN TBMM BAŞKANI MUSTAFA KEMAL'E TELGRAFI

1 Nisan 1921

 "Metristepe'den gördüğüm vaziyet: Gündüzbey kuzeyinde, sabahtan beri dayanan ve artçı olması muhtemel bulunan bir düşman müfrezesi, sağ kanat grubunun taarruzuyla düzensiz bir şekilde çekiliyor. Yakından takip ediliyor. Hamidiye yönünde temas ve faaliyet yok. Bozöyük yanıyor. Düşman, binlerce ölüleriyle doldurduğu savaş meydanını silahlarımıza terk etmiştir."

 TBMM BAŞKANI MUSTAFA KEMAL'İN BATI CEPHESİ KOMUTANINA TELGRAFLA CEVABI



 "...Siz orada yalnız düşmanı değil, milletin tersine dönmüş talihini de yendiniz. İstila altındaki talihsiz topraklarımızla beraber bütün vatan, bugün en uzak köşelerine kadar zaferinizi kutluyor. Düşmanın istila hırsı, azminizin ve vatanseverliğinizin yalçın kayalarına başını çarparak paramparça oldu..."

 ANNESİ ZÜBEYDE HANIM'IN OĞLU ATATÜRK'E MAREŞAL RÜTBESİ VE GAZİ UNVANI VERİLMESİ DOLAYISIYLA TEBRİK TELGRAFI :

27 Eylül 1921

 "... Milletin hakkınızdaki bu sevgi ve itimadı, benim kadar kimseyi duygulandıramaz. Kız kardeşinle beraber alnından öperek ve bağrımıza basarak, seni tebrik ederiz." 27 Eylül 1921

 ATATÜRK'ÜN, ANNESİNİN ÇEKTİĞİ TELGRAFA CEVABI :

29 Eylül 1921

 "... Benim için dünyevi mükafatların en yücesi olan tebrikatınızla mesut oldum."

 ATATÜRK'ÜN TÜRK ORDUSUNA BAŞKUMANDAN OLARAK, ORDUMUZU ÖVEN TELGRAFI

20 Eylül 1921

 NEFERLERE

 Kurtuluş için yaptığımız bu savaştan çok daha evvel sizi başka muharebe meydanlarında da tanımış idim. Dünyanın hiçbir ordusunda yüreği seninkinden daha temiz, daha sağlam bir askere rast gelinmemiştir. Her zaferin mayası sendedir. Kanaatinle, imanınla, itaatinle hiçbir korkunun yıldıramadığı demir gibi pak kalbinle düşmanı nihayet alt eden büyük gayretin için minnet ve şükranımı söylemeyi nefsime en aziz bir borç bildim. Sizin gibi kumandanları, zabitleri, neferleri olan millete, yad elleri altında köle olmak mümkün değildir. Bu defa Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin hakkımda yeni bir rütbe ve Gazi unvanıyla tecelli eden iltifat ve teveccühü, doğrudan doğruya size racidir. Milletin verdiği bu rütbe ile yükselen ordu, en şerefli, en ulu bir gaza ile mümtaz olan gene ordudur. Sizin kahramanlığınızla, sizin gösterdiğiniz nihayetsiz kahramanlıklar bu unvanı ve rütbeyi ancak size izafe ederek, bütün askerlik hayatımın en büyük sermaye-i iftiharı olarak taşıyacağım. Cenabı Hak giriştiğimiz kurtuluş mücadelesinde şerefli silah arkadaşlarıma kendilerinin temyiz eden asaletin, civanmertliğin, kahramanlığın hakkı olan kati halası nasip etsin.

 Başkumandan Mustafa Kemal

 MUSTAFA KEMAL'İN İZMİR'İN KURTARILMASI DOLAYISIYLA ORDUMUZA GÖNDERDİĞİ TEŞEKKÜR MESAJI

9 Eylül 1922

 Birinci, İkinci Ordulara; Beşinci ve Üçüncü Kolordu Komutanlığına

 İlk verdiğim Akdeniz hedefine varmakta orduların gösterdiği gayret ve fedakarlığı hürmet ve takdirle yadederim. Elde edilen büyük zaferde gerçek yapıcı olan kıymetli arkadaşlarıma en samimi şekilde teşekkür eder, tebriklerimi bildiririm. Orduların bundan sonra verilecek hedeflerin elde edilmesinde de aynı istek ve fedakarlığı göstereceklerine itimadım tamdır.

 Başkomutan Mustafa Kemal

 MUSTAFA KEMAL'İN LOZAN KONFERANSI'NDA TÜRK DELEGELERİNİ BAŞARILARINDAN DOLAYI İSMET PAŞA'YA GÖNDERDİĞİ TEBRİK TELGRAFI



 Lozan'da Delegeler Heyeti Başkanı Dışişleri Bakanı İsmet Paşa Hazretleri'ne

 Millet ve hükümetin zatıalilerine vermiş olduğu yeni görevi başarıyla sona erdirdiniz. Memlekete birbiri ardınca yaptığınız yaralı hizmetlerle dolu ömrünüzü bu defa da tarihi bir başarıyla taçlandırdınız. Uzun çarpışmalardan sonra vatanımızın barış ve istiklale kavuştuğu bu günde, parlak hizmetiniz dolayısıyla zatıalinizi, pek sayın arkadaşlarımız Rıza Nur ve Hasan Beyleri ve çalışmalarınızda size yardım eden bütün Delegeler Heyeti üyelerini şükran duygularımla kutlarım.

 Gazi Mustafa Kemal

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı

Başkomutan

 MECLİS-İ MİLLİNİN TOPLANTI YERİ HAKKINDAKİ TELGRAF

18 Kasım 1919

 Sivas Valisi Reşit Paşa Hazretlerine



Dersaadetin işgali ve İtilaf devletlerinin tesiri altında bulunması mahzuru aziminden başka Rum ve Ermenilerin İstanbul'daki faaliyeti hazıraları vesair mahzurlar nazarı dikkate alınarak Heyeti Temsiliye emniyeti tamme husulüne kadar nizamnamemizin onbirinci maddesine istinaden hariçte kalarak vezaifi milliyesine devam etmeye karar vermiştir. Bu husustaki mutalaalarının serian işarı rica olunur.

 Heyeti Temsiliye namına

Mustafa Kemal

 MECLİS-İ MİLLİNİN AÇILMASI ÜZERİNE MECLİS-İ MEBUSAN REİSLİĞİNE ÇEKİLEN TEBRİK TELGRAF

14 Ocak 1920

 Meclis-i Mebusan Riyaseti Celilesine

 Hakimiyeti milliyenin en mühim bir devrei hayatiyemizde uzun bir müddet tecelli ettirilmemiş olmasından mütevellit mücahedatımız, muhterem Meclisi Millinin küşadiyle neticelerinden birini istihsal etmiş oluyor. Heyeti milliyemiz, mukadderatı milliyeyi en meşru ve en kanuni mercii tetkik ve muhakemesi olan muhterem Meclise tevdi etmiş olmakla müftehir ve bahtiyardır. Anadolu ve Rumeli Müdafaai Hukuk teşkilatı altında kuvvetlerini, emellerini ve ruhlarını birleştirmiş olan millet, bu günden itibaren yalnız kendi iradesini temsil ve bilfiil hakim kılacak olan meclisin nigehbanı vaziyetindedir ve İstiklal ve mevcudiyetinin sonuna kadar müdafaası emrinde onun en fedakar bir istinadgahıdır. Heyetimiz bu itibar ile Meclisi Milliye matuf olan amal ve metalibi milliyenin kuvvet ve mahiyeti hakkında olduğu gibi bu günden itibaren mebusanı muhteremenin duşu ameline raci kalacak olan mesuliyeti tarihiyenin derecesi hususunda da muhterem mümessillerimizin vukuf ve metanetinden em,in ve mutmain olarak tebrikatı ihtiramkaranesini takdim ve heyeti muhteremeye iblağını istirham eyler olbabta.

 Anadolu ve Rumeli Müdafaai Hukuk Cemiyeti

Heyeti Temsiliyesi namına

Mustafa Kemal

 İNGİLİZLERİN İSTANBUL'U İŞGALİ HAKKINDAKİ TELGRAF

16 Mart 1920

 Erzurum Vilayetine, Kumandanlıklara ve Cemiyetlere gönderilen tamim.

 Bilumum vilayet ve kumandanlıklara ve Müdafaai Hukuk Cemiyetine

 1- İngilizler Dersaadetteki müessesatı Hükumeti cebren işgal ve telgrafhanelere vaziyed ederek Anadolu ile payitahtın muhaberatını kateylemişlerdir. Bu vaziyet karşısında milletle müştereken Temsiliyece vukubulacak bilumum mesaide şimdiye kadar her vesile ile isbatı hamiyet eylemiş bulunan büyük ve küçük tekmil telgraf memurlarının muavenetlerine intizar eder.

 2- İngilizlerin milletimizi iğfal için çekecekleri telgrafnameler hakkında umumun nazarı dikkatini celbederiz.

 Heyeti Temsiliye namına

Mustafa Kemal

 MECLİS REİSLİĞİNİ KABULÜ HAKKINDA TELGRAF

24-25 Nisan 1920

 Gayet aceledir:

15. Kolordu Kumandanı Kazım Karabekir Paşa Hazretlerine

 Meclise bugün şahsıma hedefi ta'riz ittihaz eden propagandacıların neticei mesailerinden menafii vataniyeyi müteessir etmemek için şahsıma hiçbir mevki verilmemesini sureti samimanede rica eylediğim, tadad ettiğim mahzurlara rağmen Meclis 120 mevcuttan 110 rey ile acizlerini makamı riyasete intihap etti. Vaziyeti hazıranın icabatı müşkilesi karşısında bu vazifeyi ademi kabulde israr ettiğim takdirde belki bir inhilal vuku olabilirdi. Bu sebeple vazifei riyaseti kabul ettiğimi arz eylerim.

 Millet Meclisi Reisi

M. Kemal

 İCRA VEKİLLERİ SEÇİMİ HAKKINDA

2 Mayıs 1920 - Ankara

 Gevyede Yirminci Kolordu Kumandanı Ali Fuat Paşa Hazretlerine

 Büyük Millet Meclisinin muhtelif icra selahiyetlerini Meclis namına takip edebilmek için her hizmete bakmak üzere Meclis tarafından birer İcra Vekilinin intihabı kararlaştırılmıştır. Bu meyanda Müdafaai Milliye ve Erkanıharbiye Vekaletine sizlerin bilfiil cephede askeri harekatın başında bulunmanız nesebile Ankara'ya gelmiş olan Fevzi Paşa'nın Müdafaai Milliye Vekaletine ve Miralay İsmet Beyin Erkanıharbiye Vekaletine tayinleri buraca münasip görülmektedir. Fikir ve mütalaalarınızın sür'atle bildirilmesini rica ederim.

 Büyük Millet Meclisi Reisi

Mustafa Kemal

 T.B.M.M. NİN AÇILDIĞI GÜNÜN MİLLİ BAYRAM OLARAK KABULÜ DOLAYISIYLA ÇEKİLEN TELGRAF

23 Nisan 1921

 Kastamonu, Anadolu ve Rumeli Müdafaai Hukuk Cemiyeti Heyeti Merkeziyesine

 Davayı halas ve istiklal ile kıyam eden tekmil Anadolu'nun bu mukaddes davayı temsil ve müdafaa için vücuda getirdiği Türkiye Büyük Millet Meclisi 336 senesi Nisanının yirmi üçüncü günü açılmıştır. Yeni ve ulvi bir tarihe başlangıç olan bu mübeccel günü hatırai millette edebiyen yaşatmak üzere Meclisimiz bugün yirmi üç Nisan tarihinin Milli bayram addini bir kanunu mahsus ile kabul etmiştir. Bu mukaddes tarihi vücuda getiren mücahedatı milliyenin en canlı ve fedakar amili bulunan Anadolu ve Rumeli Müdafaai Hukuk heyetlerini kemali samim ve hararetle tebrik eder ve bu tebrikatın bilumum kaza, nevahi ve mahallat heyatı idarelerine de iblağını rica eylerim efendim.

 Türkiye Büyük Millet Meclisi Reisi

 HALİDE EDİP'E TELGRAF

18 Ağustos 1921

 Halide Edip Hanımefendi Hazretlerine

 Garp Cephesi

Aceledir

 Ordu safları arasında vatanımızın müdafaasına fiilen iştirak için şiddet-i arzu ile vuku bulan müracaat-ı vatanperveraneleri orduca memnuniyetle telakki olundu. Hizmet-i fiiliye-yi askeriyyeye kabul ve Garp Cephesine memur edildiğinizi tebliğ ederim. Keyfiyet cephe kumandanlığına da iş'ar kılındı. İlk vasıta ile cephe karargahına müracaat ve oradan vazifenizin telakki buyurulması rica olunur.

 Başkumandan

Mustafa Kemal

 CİDDİ SAVAŞLARA BAŞLANACAĞINA DAİR TELGRAF

21 Ağustos 1921

 Garp Cephesi

 Şark Cephesi Kumandanı Kazım Karabekir Paşa Hazretlerine

 Telgrafınızı Garp Cephesi karargahında aldım. Bir dağ ve bir fedakar kalsa dahi istiklal davamızın devam edeceği hakkındaki kanaati layetezelzelin Yunan Ordusu ile meydan muharebesine tutuştuğumuz bir anda tarafı devletinizden tekrar ve teyid edilmesi büyük inşirahı kalbi mucip oldu. Harekatı askeriye planımız tıpkı mütalaa buyurduğunuz gibi düşünülmektedir. Yalnız Ankara garbinde ciddi bir muharebe vermeyi mülahazatı umumiyeye nazaran zaruri görmekteyiz. Maahaza kuvvet ve vaziyetimiz dahi gayri müsait görülmektedir. Düşmanla muharebe teması hasıl olmuştur. Fevzi, İsmet Paşalarla beraber Garp Cephesi Karargahından selamlarımızı takdim ederiz.

 Başkumandan

Mustafa Kemal

 SAKARYA MEYDAN SAVAŞININ KAZANILDIĞINA DAİR

13 Eylül 1921

 Batı Cephesi Kumandanı İsmet Paşanın raporunun tamimi.

 13 Eylül sene 337 vaziyetine dair Garp ordusu kumandanlığının raporu berveçhiati aynen tamim olunur. (13.9.337)

 Başkumandan Mustafa Kemal

 23 Ağustos sene 337 denberi devam eden Sakarya Meydan Muharebesi, Türkiye Büyük Millet Meclisi ordusunun muzafferiyeti katiyesiyle neticelenmiştir. Üç gündenberi devam eden mukabil taarruzumuzun tesiriyle bugün 13 Eylül sene 337 öğleden evvel bütün düşman ordusu mağluben ve kamilen nehir garbına atılmış bulunuyor. Düşmanı bilafasıla takip ediyoruz.

 Garp Cephesi Kumandanı

İsmet

 DÜŞMANA TAARRUZA BAŞLANDIĞINA DAİR ŞİFRE

25-26 Ağustos 1922

 İcra Vekilleri Heyeti Reisi Rauf Beyefendiye

 Garp Cephesindeki ordularımız tevfikatı Süphaniyeye istinaden Ağustosun yirmi altıncı Cumartesi günü düşmana taarruza başlayacaktır. Rauf ve Adnan Beyefendilere yazılmıştır.

 Başkumandan

Mustafa Kemal

 İcra Vekilleri Heyeti Reisi Rauf Beyefendiye

 1- Harekatımızın mahiyetini düşmandan gizlemek maksadıyla şifre yazıyorum.

 2- Düşmanın bir senden beri tahkim ve tel örgüler ile takviye ettiği mevaziden Afyon cenup cephesinde (Kaleciksivrisi, Diltepe, Belentepe, Kırcaaslan cenubundaki tepeler) aksamı zabitan ve efradımızın cansiperane hücumlar ile zaptolunmuştur. Düşmanın her taraftan muharebe meydanına trenle, otomobil ile ve maşiyen celbettiği mühim takviye kıtaaitle muharebe geç vakte kadar taarruz ve mukabil taarruzlarla bila inkıta devam etmiştir. Harekatı taarruziye yarın dahi devam edecektir.

 Başkumandan

Mustafa Kemal

 MUKAVELEYİ İMZAYA YETKİLİ OLDUĞUNA DAİR İSMET PAŞAYA GÖNDERİLEN ŞİFRE

10 Ekim 1922

 (Mudanya Konferansı)

 Teklif olunan proje üzerinde tadil ve tebdili şayanı arzu olan noktaların ve istihsali lazım hususatın teminine son himmet sarf olunduktan sonra inkıtaa meydan vermeyiniz mukaveleyi imza ediniz. İmzanız Meclisin dahi inzimamı muvafakati kuvvetini haiz olacaktır. 10.10.38 4:45 ten sonra yazılmıştır.

 Başkumandan

Mustafa Kemal

 CUMHURBAŞKANLIĞINA SEÇİLMESİ ÜZERİNE ALINAN TEBRİKLERE AÇIK TEŞEKKÜR

1 Kasım 1923

 Cumhuriyet Riyasetine intihabım münasebetiyle memeleketin her tarafından aldığım samimane tebrikata ayrı ayrı cevap yetiştirmekte teahhurat olabilmesi ihtimaline binaen umumi olarak alenen takdimi teşekkürat eylerim.

 Reisicumhur Gazi

Mustafa Kemal

 LOZAN'IN YILDÖNÜMÜ MÜNASEBETİYLE BAŞVEKİL İSMET PAŞA'YA TEBRİK TELGRAFI

25 Temmuz 1930

 Lozan muahedesini imzaladığımız büyük günün şerefli hatırasını tebcil, bundan duyduğum iftiharlarımı takdim eder, ve muhabbetle gözlerinizden öperim.

 Reisicumhur

Gazi Mustafa Kemal

 BALKAN ANLAŞMASI ÜZERİNE YUNANİSTAN CUMHURBAŞKANININ TEBRİKİNE VERİLEN CEVAP

11 Kasım 1934

 M. Alexandre Zaimis Hazretleri

Yunan Reisicumhuru

 Balkan anlaşma misakının imzası münasebetiyle Zatı devletlerinin tebriklerini büyük bir sevinçle aldım. Ve samimiyetle teşekkür ederim. Misaki imza eden memleketlerin devlet adamlarının anlayış ve uzağı görüşleri mahsulü olan bu misak ile Balkanlarda bir sükun ve saadet devresi açtıklarını görmekle bahtiyarım. Asil Yunan milleti ile Türk milleti arasında mevcut olup bütün Balkan milletlerinin birbirleri ile kardeş olmaları yolunda inkişaf eden dostluğun bu vesile ile bir kere daha teeyyüt ettiğini görmekten sureti mahsusada zevk duymaktayım.

 Gazi Mustafa Kemal

Türkiye Reisicumhuru

 HATAY'IN BAĞIMSIZLIĞI DOLAYISIYLA

27 Ocak 1937

 Dışişleri Bakanının telgrafına verilen cevap

 Hatay'ın varlığı Cenevre'de tasdik olunurken göndermiş olduğunuz telgrafı aldım. Türk ideal ve iradesinin, milletler arasında başka bir ufuk açarak tecelli ettirdiği bu başarı münasebetiyle kıymetli çalışmanızın yüksek değerini bir kere daha takdir ettim. Sizi ve gayretli murahhas arkadaşları tebrik ederim.

 K. Atatürk

 HATAY MİLLET MECLİSİ REİSİ ABDÜLGANİ TÜRKMENİN TELGRAFINA VERİLEN CEVAP

7 Eylül 1938

 Hatay Millet Meclisi Reisi

B. Abdülgani Türkmen

Antakya

 Hatay Millet Meclisinin ve temsil ettiği Hatay halkının hakkımdaki güzel duygularını bildiren telgrafınızdan pek mütehassis oldum. Hatay Millet Meclisine başladığı mühim vazifede muvaffakiyetler ve Hatay halkına yeni idare altında saadetler dilerim.

 K. Atatürk

141
Atatürk ve Diğer Türk Önderlerimiz / atatürk kronolojisi
« : 25 Şubat 2011, 17:46:53 »
Atatürk'ün Kronolojisi



--------------------------------------------------------------------------------



1881

Mustafa'nın Selanik'te dünyaya gelmesi.



1893

Mustafa Selanik'teki Askeri Hazırlık Okuluna başlar ve burada öğretmeni

tarafından kendisine ikinci ismi "Kemal" verilir.



1895

Mustafa Kemal Manastırdaki Askeri Liseye başlar.



1899

Mustafa Kemal İstanbul'da Harbiye'nin hazırlık sınıfına başlar.



1902

Mustafa Kemal Harbiye'den mezun olur ve buradan sonra Harp Akademisine

devam eder.



11 Ocak 1905

Mustafa Kemal Harp Akademisinden Kurmay Yüzbaşı olarak mezun

olur ve Şam'da bulunan Beşinci Orduda görev almak üzere Şam'a gönderilir.



Ekim 1906

Mustafa Kemal ve arkadaşları Şam'da "Vatan ve Hürriyet" adıyla gizli bir

dernek kurarlar.





Eylül 1907

Mustafa Kemal Üçüncü Orduya tayin edilir ve Selanik'e gönderilir.



13 Eylül 1911

Mustafa Kemal İstanbul'daki Genel Kurmaya tayin edilir.





9 Ocak 1912

Mustafa Kemal Libya'daki Tobruk taarruzunu başarılı bir şekilde yönetir.



25 Kasım 1912

Mustafa Kemal Hareket Başkanı olarak Akdeniz Boğazları özel Kuvvetlerine

atanır.



27 Ekim 1913

Mustafa Kemal Sofya'ya Askeri Ataşe olarak atanır.



25 Nisan 1915

İttifak Devletleri Arıburnuna çıkarma yaparlar ve Mustafa Kemal Tümeni

ile ilerlemelerini durdurur.



9 Ağustos 1915

Mustafa Kemal Anafartalar Grup Kumandanlığına getirilir.



1 Nisan 1916

Mustafa Kemal Tuğgeneralliğe terfi eder.



6-7 Ağustos 1916

Mustafa Kemal Bitlis ve Muş'u düşmandan geri alır.



31 Ekim 1918

Mustafa Kemal Yıldırım Orduları Grup Kumandanı olur.



30 Nisan 1919

Mustafa Kemal Erzurum'da bulunan Dokuzuncu Orduya geniş yetkilerle

Müfettiş olarak atanır.



16 Mayıs 1919

Mustafa Kemal İstanbul'u terkeder.



19 Mayıs 1919

Mustafa Kemal Samsun'a ayak basar.



8 Temmuz 1919

Mustafa Kemal gerek Üçüncü Ordu Müfettişliği görevinden gerekse

ordudan istifa eder.



23 Temmuz 1919

Mustafa Kemal Erzurum Kongresi Başkanlığına getirilir.



4 Eylül 1919

Mustafa Kemal Sivas Kongresi Başkanlığına getirilir.



27 Aralık 1919

Mustafa Kemal İcra Heyeti ile Ankara'ya gelir.



23 Nisan 1920

Mustafa Kemal Ankara'da Türkiye Büyük Millet Meclisini açar.



11 Mayıs 1920

Mustafa Kemal İstanbul hükümeti tarafından ölüme mahkum edilir.



5 Ağustos 1921

Mustafa Kemal Büyük Millet Meclisi tarafından Başkumandan olarak atanır.



23 Ağustos 1921

Türk birliklerinin Mustafa Kemal tarafından yönetildiği Sakarya savaşı başlar.



19 Eylül 1921

Büyük Millet Meclisi, Mustafa Kemal'e Mareşal rütbesi ile Gazi

unvanını verir.



26 Ağustos 1922

Gazi Mustafa Kemal Büyük Taarruzu Kocatepe'den yönetmeye başlar.



30 Ağustos 1922

Gazi Mustafa Kemal Paşa Dumlupınar savaşını kazanır.



10 Eylül 1922

Gazi Mustafa Kemal İzmir'e girer.



1 Kasım 1922

Büyük Millet Meclisi, Gazi Mustafa Kemal'in Hilafetin kaldırılması

Yönündeki önerisini kabul eder.



14 Ocak 1923

Mustafa Kemal'in annesi Zübeyde Hanım İzmir'de vefat eder.



29 Ekim 1923

Türkiye Cumhuriyetinin ilan edilmesi ve Gazi Mustafa Kemal'in

ilk Cumhurbaşkanı seçilmesi.



24 Ağustos 1924

Gazi Mustafa Kemal İstanbul Sarayburnu'nda ilk kez şapka giyer.



9 Ağustos 1928

Gazi Mustafa Kemal Sarayburnu'nda yeni Türk Alfabesi ile ilgili konuşma yapar.



12 Nisan 1931

Gazi Mustafa Kemal Türk Tarih Kurumunu kurar.



12 Temmuz 1932

Gazi Mustafa Kemal Türk Dil Kurumunu kurar.



16 Haziran 1934

Büyük Millet Meclisi bir yasa geçirerek Gazi Mustafa Kemal'e "Atatürk"

soyadını verme kararı alır.



10 Kasım 1938

Atatürk vefat eder.

142
       Saltanatın kaldırılması (1 Kasım 1922)



 Kurtuluş Savaşı'nın ilk yıllarında kurulan (23 Nisan 1920) Türkiye Büyük Millet Meclisi, halktan kopuk Osmanlı yönetiminin yanında, halkın içinden seçilen temsilcileriyle "halk iradesi"nin gerçek temsilcisi olmuş, iyice eskimiş ve yıpranmış kişisel saltanatsa, TBMM'yi, yani ulusun egemenliğini tanımamasının yanı sıra, Sevr Antlaşması'nı imzalamış, düşmanla işbirliği yapıp, çıkarttığı ayaklanmalarla Ulusal Kurtuluş Savaşı'nı engellemeye çalışmıştı. 23 Nisan 1920'den başlayarak ulusal egemenliğe dayalı devletin kurulmasıyla kişisel saltanata kalkmış gözüyle bakan Mustafa Kemal, İtilaf Devletleri'nin Lozan Barış Konferansı'na Ankara Hükümetinin yanı sıra Osmanlı Hükümeti temsilcilerini de çağırmaları üstüne, 1 Kasım 1922'de TBMM'de yaptığı konuşmada ulusa, akla aykırı olduğunu belirterek, saltanatın kaldırılmasını istedi. Milletvekillerinin ateşli konuşmalarla Atatürk'ü desteklemelerinden sonra, saltanatın İstanbul'un işgal tarihinden (16 Mart 1920) başlayarak kalkmış olduğu oybirliğiyle kabul edildi. Saltanatın kaldırılmasıyla Padişahlık Sıfatı kalkan Mehmet VI Vahdettin de, 17 Kasım günü İngiliz Komutanlığına başvurarak, bir İngiliz zırhlısıyla İstanbul'dan ayrıldı.

      Cumhuriyetin ilanı (29 Ekim 1923)



 Saltanatın kaldırılmasının ve Lozan Barış Anlaşması'nın ardından TBMM'de en çok tartışılan konulardan biri, yeni devletin niteliği sorunuydu. Kendisi bir hükümet olan TBMM'nin ayrı bir hükümeti ve bu hükümeti yönetecek bir başbakanı bulunmaması, meclis içinden bakanların seçiminde adayların gerekli oyu sağlamakta güçlük çekmeleri, sürekli sorunlara yol açmaktaydı. 27 Ekim 1923'te Ali Fethi (Okyar) Bey başkanlığındaki hükümetin istifası ve Cumhuriyet Halk Partisi grubunun yeni hükümet listesi üstünde anlaşmaya varmaması üstüne, Atatürk 28 Ekim gecesi arkadaşlarını toplayarak sorunun gerçek çözümüyle ilgili düşüncesini açıkladı ve İsmet İnönü'yle o gece, devletin niteliğinin cumhuriyet olduğunu saptayan bir yasa tasarısı hazırladı. Ertesi gün TBMM, yapılan işin "çoktan doğmuş olan çocuğun adını koymak" olduğunun milletvekillerine açıklanmasından sonra, saat 20.30'da Anayasa değişikliğini kabul ederek cumhuriyeti ilan etti ve oybirliğiyle alınan bu karardan sonra cumhurbaşkanı seçimine geçerek, gene oybirliğiyle Gazi Mustafa Kemal Paşa'yı Türkiye Cumhuriyeti'nin ilk cumhurbaşkanı seçti.

   
  Halifeliğin kaldırılması (3 Mart 1924)



 Saltanatın kaldırılmasından ve Mehmet VI Vahdettin'in İstanbul'dan ayrılmasından sonra, TBMM'nin 18 Kasım 1922'de halife seçmiş olduğu Abdülmecit Efendi, eski rejim yanlılarının tek umudu haline gelmiş, bundan güç alan Abdülmecit Efendi de, yeniden törenler düzenlemeye, demeçler vermeye bazı İslâm ülkelerinin kendisine bağlılık bildirmeleri üstüne, İslâm dünyasının önderi tavrı takınmaya başlamıştı. Bu durumun yeni kurulmuş cumhuriyet yönetimi için tehlikeli olabileceğini kavrayan Atatürk, İzmir'deki ordu tatbikatları sırasında ordu komutanlarına hilafetin kaldırılması konusunda düşüncesini açıklayıp, yasanın meclis gündemine getirilmesini kararlaştırdı. 1 Mart 1924'teki bütçe görüşmelerinde halifeye ve Osmanlı hanedanına verilecek ödenek konusunun gündeme getirilmesinden sonra, 3 Mart 1924'te kabul edilen yasayla, halifelik kaldırılıp, ilerde saltanat ve halifelik iddiasında bulunmamaları için Osmanlı hanedanı üyelerinin de yurt dışına çıkarılmaları kabul edildi.

      Şeriye ve Evkaf Vekâleti'nin kaldırılması

(3 Mart 1924)



 Şeriat hükümlerine dayalı Osmanlı hukuk düzeninin yeni Türk toplumuna uyarlanamayacağının anlaşılması sonucunda, TBMM'nin hilafetin kaldırıldığı gün Şeriye ve Evkaf Vekâletini'ni de kaldırmasıyla (3 Mart 1924), Türk hukuk sisteminde yeni düzenlemeler yapılması gereği de açıkça ortaya konmuş oldu. 20 Nisan 1924 tarihli ikinci Anayasa'yla birlikte, hukuka ilişkin bir dizi yasa yürürlüğe girdi.

       

Medeni Kanun'un kabulü

(17 Şubat 1926)



 Osmanlı İmparatorluğu döneminde hukuk işleri din kurallarına göre yönetilmekte olduğundan, çağdaş toplumlar düzeyine erişmek isteyen Türk toplumunun temel gereksinmelerinin, söz konusu hukuk yapısıyla karşılanamayacağı anlaşılmıştı. Tanzimat Dönemi'nde hazırlanan Mecelle, bazı yenilikler getirmekle birlikte, kişilerin hak ve borçları, aile kurumu, işleyişi ve sona ermesi, mülkiyet ilişkileri, miras sorunları, kiralama, satın alma, ödünç verme vb. ilişkiler açısından, gerçek bir Medeni Kanun sayılamazdı. Bu nedenle İsviçre Medeni Kanunu örnek alınarak hazırlanan Medeni Kanun, 17 Şubat 1926'da TBMM'de kabul edilerek, yürürlüğe kondu. Bunu, öbür temel yasalar ile, ceza hukuku alanındaki boşlukları gideren Ceza Kanunu'nun kabul edilip (1 Mart 1926) yürürlüğe konması izledi.

      Tarikatların kaldırılması, tekke ve zaviyelerin kapatılması (30 Kasım 1925)



 Başlangıçta yalnızca din konularıyla ilgilenen, farklı düşünce sistemleri geliştirerek taraftarlarını çoğaltmaya çalışan tarikatlar, zaman içinde siyasal olaylarda etkili rol oynamaya, çıkarılan tehlikeye düştükçe halkı ayaklandırmaya koyulmuşlardı. Bu etkinliklerini cumhuriyetin ilanından sonra da sürdürmeye kalkışmaları ve Menemen Olayı, Şeyh Sait Ayaklanması gibi şeriattan yana ayaklanmalara yol açmaları üstüne "Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler memleketi olamaz. Türkiye Cumhuriyeti her alanda doğru yolu gösterecek, uyaracak güçtedir. Biz uygarlığın bilim ve fenninden güç alıyoruz ve ona göre yürüyoruz. Başka bir şey tanımayız" diyen Atatürk'ün sözleri ışığında harekete geçilerek, 30 Kasım 1925'te çıkarılan yasayla tekkeler ve zaviyeler kapatıldı.

      Laikliğin kabulü (1928-1937)



 Saltanatın kaldırılması, hilafetin kaldırılması, Şeriye ve Evkaf Vekâleti'nin kaldırılarak yalnızca din işleriyle uğraşacak Diyanet İşleri Başkanlığı'nın kurulması, tarikat ve zaviyelerin kapatılması aşamalarından geçen laikliğin tam anlamıyla yasal tabana oturtulması için, 1924 Anayasası'nda yeralan "Türkiye devletinin dini İslâm'dır" deyimini tartışmaya koyulan TBMM, 10 Nisan 1928'de Anayasa'nın ikinci maddesini değiştirip, 16. ve 38. maddeler gereğince milletvekilleri ile cumhurbaşkanının ant içerken söylemek zorunda oldukları "vallahi" sözcüğünü maddelerden çıkardı. Ayrıca, 26. maddedeki "ahkâmı şeriyenin tenfizi" (şeriat hükümlerinin yürütülmesi) sözcükleri de Anayasa'dan çıkarıldı. İnananların ibadetlerini kendi dilleriyle yapmalarını doğal bir hak olarak gören Mustafa Kemal'in, aydın din adamlarıyla yaptığı görüşmelerden sonra, 3 Şubat 1928'de hutbelerin Türkçe okunmasının kabul edilmesini, dualar ve ezanın Türkçeye çevrilmesi alışmaları izledi. 5 Şubat 1937'de Anayasa'nın ikinci maddesinde laiklik ilkesine yer verilmesi ve Türkiye Cumhuriyeti'nin laik bir devlet olduğunun yazılmasıyla, laiklik devrimi tamamlanmış oldu.

 
      Kadın haklarının tanınması

(1930-1933 ve 1934)



 Osmanlı toplumunda hemen hiçbir toplumsal ve siyasal hakkı bulunmaya kadınlara Medeni Kanun'la bazı haklar tanınmış olmakla birlikte, siyasal haklar açısından bir değişiklik yapılmamıştı. Atatürk'ün girişimiyle kadınların iktisadi ve siyasal yaşama katılmaları yönünde bir dizi değişiklik yapılarak, 1930'da belediye seçimlerinde seçme, 1933'te çıkarılan Köy Kanunu'yla muhtar seçme ve köy heyetine seçilme, 5 Aralık 1934'te Anayasa'da yapılan bir değişiklikle de milletvekili seçme ve seçilme haklarının tanınmasıyla, Türk kadını o yıllarda Avrupa devletlerinin çoğundaki kadınlardan daha ileri haklar elde etti ve çok geçmeden toplumda erkeklerin çalıştığı her alanda yerini aldı.

      Şapka ve kıyafet devrimi

(25 Kasım 1925)



 Ülke halkını her alanda çağdaş ve uygar düzeye çıkarabilmek için değişiklikler tasarlarken, dış görünüşüyle de bunu vurgulaması gerektiğine inanan Mustafa Kemal'in, 25 Ağustos 1925'te Kastamonu'ya yaptığı bir gezide başına şapka giyip, "Buna şapka derler" diye halkı şapka giymeye özendirmesinden sonra, 25 Kasım 1925'te Şapka Giyilmesi Hakkındaki Kanun çıkarılıp, dinsel giysilerle sokakta gezilmesi yasaklandı.

   
  Takvim, saat ve ölçülerde değişiklik

(1925 ve 1931)



 Cumhuriyet döneminden önce Batı uluslarından ayrı takvim, saat, sayı ve ölçülerin kullanılması, hafta tatillerinin cuma günü olması, takvimin başlangıcı olarak Hazreti Muhammet'in Mekke'den Medine'ye göç ettiği tarih olan 622 yılının alınması (hicri takvim), sayı olarak eski sayıları, ölçü olarak da okka, dirhem, arşın, endaze vb. ölçülerin kullanılması, Türk toplumu ile Batı toplumları arasındaki ilişkilerde büyük karışıklık ve güçlüklere yol açmaktaydı. 26 Aralık 1925'te miladi takvimin kabul edilip, alaturka saat yerine Batı'da kullanılan alafranga saatin kabul edilmesiyle, 23 Mart 1931'de çıkarılan yasayla da gram, kilogram, ton, metre, kilometre gibi ölçülerin benimsenmesiyle, bir yandan Batı ülkeleriyle ilişkiler kolaylaştırılırken, bir yandan da yurdun her yerinde tutarlı bir ölçü ve ağırlık düzeni kurulmuş oldu.

      Soyadı yasasının kabulü (21 Haziran 1934)



 Soyadı bulunmamasının günlük yaşamda yarattığı güçlük ve karışıklıkların önüne geçmek amacıyla 21 Haziran 1934'te çıkarılan yasayla, her Türk kendine uygun bir soyadı almakla yükümlü kılındı. 24 Kasım 1934'te çıkarılan bir yasayla da TBMM Mustafa Kemal'e Atatürk soyadını verdi. Aynı yıl çıkarılan bir başka yasayla ayrıcalıkları belirten eski unvanların yasaklanmasıyla, yasalar önünde eşitlik ilkesinin gerçekleştirilmesinde önemli bir adım atılmış oldu.

 
     Eğitim ve öğretim devrimi

(3 Mart 1924)



 Osmanlı toplumundaki medreseler ile iptidai, rüştiye, idadî türünde okulların toplumun gereksinme duyduğu elemanları yetiştirme açısından özellikle sayı bakımından yetersiz kaldığını gözleyen, eğitimin önemini yaptığı konuşmalarda sık sık vurgulayan Atatürk'ün yol göstericiliği altında TBMM, eğitim ve öğretim işlerini Milli Eğitim Bakanlığı'na verip, 3 Mart 1924'te çıkardığı Öğretimin Birleştirilmesi yasasıyla, mahalle mektepleri ve medreseleri kaldırdı. Anadolu'nun çeşitli kentlerinde meslek okulları, teknik okullar, öğretmen okulları, ortaokul ve liseler açılırken, çıkarılan Üniversiteler Kanunu'yla Darülfünun kaldırılıp, yerine İstanbul Üniversitesi kuruldu.

      Harf ya da yazı devrimi

(1 Kasım 1928)



 Öğrenilmesi son derece güç olan Arap abecesinin okuryazar sayısının artmasını engellediğini, ayrıca Türkçe sesleri dile getirmede güçsüz kaldığını anlayan Atatürk'ün, 1926'dan başlayarak yaptırdığı araştırmalar sonucunda, Türkçe'nin yapısına en uygun abece olduğuna karar verilen Latin abecesi alınıp, yeniden düzenlenerek, 1 Kasım 1928'de çıkarılan Türk Harfleri Hakkında Kanun'la yürürlüğe kondu ve Atatürk'ün kendisinin de katıldığı yaygınlaştırma çalışmaları sonucunda, kısa süre içinde benimsendi.



       Tarih anlayışında gerçeğe dönüş

(12 Nisan 1931)



 Osmanlı döneminde tarihçilerin aşağı yukarı yalnızca yaşadıkları dönemin olaylarını yazıya geçirmekle yükümlü olmalarından ötürü, Türklerin eski tarihlerine ilişkin çalışmalar yok denecek kadar azdı. Türkiye Cumhuriyeti'nin "önceki bütün Türk devletleriyle tarihsel bağı" olduğu, "dünya uygarlığının oluşma ve gelişmesinde Türk uygarlığının önemli payı bulunduğu" görüşünden yola çıkan Atatürk'ün öncülüğünde yapılan çalışmalar, 12 Nisan 1931'de, sonradan Türk Tarih Kurumu adını alan Türk Tarihi Tetkik Cemiyeti'nin kurulmasıyla sonuçlandı.

       

Dil devrimi

(12 Temmuz 1932)



 Osmanlılar döneminde aydınların büyük ölçüde farsça ve arapça sözcük ve dilbilgisi kuralı içeren Osmanlıca'yı kullanmalarından ötürü, aydınlar ile halkın dil bakımından birbirlerinden kopmuş olmaları, cumhuriyetöncesindeki dönemde de bazı aydınları rahatsız etmiş, Selanik'te çıkarılan (1911) Genç Kalemler dergisinde "Yeni Dil" hareketi başlatılmış, ama dilde yabancı sözlüklerden yeterli bir arınma sağlanamamıştı. Türkçe'nin özleştirilerek yeni Türk abecesiyle dünyanın en zengin dillerinden biri haline getirilmesini amaç alan Atatürk, 12 Temmuz 1932'de, sonradan Türk Dil Kurumu adını alan Türk Dili Tetkik Cemiyeti'ni kurdurarak, Türkçe'nin gerçek bir bilim, edebiyat ve sanat diline dönüşmesi çalışmalarını hızlandırdı.



okudun mu ? yemin et ? inanmıyorum


143
Türkiye Cumhuriyeti’nin yarı resmi haber ajansı olan Anadolu Ajansı, 6 Nisan 1920'de, Milli Mücadele davasını yurda ve dünyaya duyurup yaymak amacıyla, Atatürk tarafından Ankara'da kuruldu. Başlangıçta bir tek teksir makinesiyle çalışan Anadolu Ajansı, Kurtuluş Savaşı yıllarında büyük yararlılıklar gösterdi. Anadolu Ajansı, 1 Mart 1925'te Devletin %40 hissedarı olduğu bir anonim ortaklık haline getirildi.

 

ANKARA HUKUK FAKÜLTESİ[/i][/b]  

Ankara Hukuk Fakültesi 5 Aralık 1925 tarihinde Ankara Adliye Hukuk Mektebi adıyla kuruldu. Ankara'da bir hukuk mektebinin açılması için ilk teşebbüs 1921 yılında yapıldı. Bu tarihte Kastamonu milletvekili Abdulkadir Kemal Bey Meclise 3 maddelik bir teklif vererek Ankara'da bir hukuk mektebi açılmasını önerdi. Gazi Mustafa Kemal’de 1922 yılında meclisi açış konuşmasında Ankara'da bir hukuk mektebinin açılması gereğini belitti. 1925'te Hukuk Mektebi açıldı ve 301 öğrenci kayıt yaptırdı. Okula uygun bir bina bulunamadığı için açılış Büyük Millet Meclisinin toplantı salonunda yapıldı. Fakültenin açılış konuşmasını Gazi Mustafa Kemal yaptı ve ilk dersi Ahmet Bey (Ağaoğlu) verdi. Hukuk mektebi 1927 yılında Bakanlar Kurulu Kararı ile Ankara Hukuk Fakültesi ismini aldı.

 

ATATÜRK ORMAN ÇİFTLİĞİ[/i][/b]  



Atatürk, Ankara’nın 7 km batısındaki çorak topraklarda örnek bir çiftlik kurmayı düşünmüş, Türk çiftçisine, toprak ve tabiat şartları uygun olmasa dahi, bilgiyle ve kararlılıkla çalışıldığı takdirde başarı sağlanabileceğini göstermek istemişti. Bunun üzerine 29 Ocak 1925’te Gazi Çiftliği’ni kurmak amacıyla bir miktar arazi satın aldı.

5 Mayıs 1925’te kurduğu Orman Çiftliği’nde, çiftliğin her türlü faaliyetiyle uğraşan, bütün masraflarını kendisi karşılayan Atatürk burada Atatürk Köşkü’nü yaptırmıştır. Atatürk 11 Mayıs 1937’de çiftliklerini, içerisindeki köşklerle birlikte milletine armağan etmiştir.

 

ÇOCUK ESİRGEME KURUMU

Çocuk Esirgeme Kurumu, eski adıyla Himaye-i Eftal Cemiyeti Atatürk'ün öncülüğünde kuruldu. Önceleri Kurtuluş Savaşına katılanların çocuklarını esirgeme ve eğitmeyi amaç edindi. Sonraları muhtaç çocuklara yiyecek, giyecek ve okul malzemesi yardımı yapmak, kimsesiz çocukların yönetimini üzerine almak, doğumevleri ve çocuk yuvaları, çocuklar için hastane, prevantoryum, sanatoryum, dinlenme kampları kurmak, doğum ve çocuk sağlığı konularında annelere öğüt vermek gibi görevler yüklendi.



DEMİRYOLLARI VE LİMANLAR GENEL MÜDÜRLÜĞÜ[/b][/i]  

Demiryollarının yapımı ve işletmesi için kurulan ve Nafıa Vekaleti'ne bağlı olarak çalışan müdürlükler 1927'de birleştirilerek Devlet Demiryolları ve Limanları İdare-i Umumiyesi olarak kuruldu. Bu kuruluşun adı, 1929'da Devlet Demiryolları ve Limanları Umum Müdürlüğü, 1931'de ise Devlet Demiryolları Umum Müdürlüğü olarak değiştirildi. Bugünkü adını aldığı 1953'e değin katma bütçeli devlet kuruluşu iken, o yıl İktisadi Devlet Teşekkülüne dönüştürüldü. 1984'te ise Kamu İktisadi Kuruluşu konumuna getirildi.

 

ELEKTRİK İŞLERİ ETÜT İDARESİ

Türkiye'yi elektriğe kavuşturma planını ve bu plan içinde yer alan kuruluşların ön projelerini hazırlamak üzere düzenlenen kanunla, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı’na bağlı Kamu İktisadi Teşebbüs’ü niteliğinde bir kurum olarak 24 Haziran 1935'te kuruldu.

 

ETİBANK[/i][/b]  

Türkiye'de maden, enerji ve bankacılık alanlarında faaliyet gösteren İktisadi Devlet Teşekkülü olarak 2 Haziran 1935 tarih ve 2805 sayılı kanunla kuruldu. 1963'te Etibank'ın Kuzeybatı ve Batı Anadolu elektrik sistemlerine Balıkesir-Bursa enerji nakil hattı bağlandı. Etibank'ın kuruluş kanununun 10. maddesi bankacılık faaliyetlerini yalnız kendi bünyesindeki müesseseler için öngörüyordu. 1955'te 6590 sayılı kanun bu maddeyi kaldırdı. Önce büro, sonra şube niteliğindeki bir nüve, daha sonra, bir bankacılık dairesi kuruldu.1956'da ilk şubeler Pangaltı (İstanbul) ve İskenderun'da açıldı.

 

HALKEVLERİ



Halkın eğitimine ve kültürel gelişmesine yardımcı olmak üzere 19 Şubat 1932’de kuruldu. Ankara'da yapılan açılış töreninde Atatürk teşebbüsün amacını şöyle açıkladı:"Gençlik, gelişen ve yetiştiren bir çalışmanın içinde yaşatılmalıdır. Millet, şuurlu, birbirini anlayan, birbirini seven, ideale bağlı bir halk kitlesi halinde teşkilatlandırılmalıdır. En kuvvetli ders vasıtalarına yetişkin muallim olduklarına malik olmak kafi değildir. Halkı yetiştirmek, halkı bir kitle haline getirmek için ayrıca bir milli halk mesaisinin tanzimini ihmal etmemeliyiz" Halkevlerinin açılması hakkındaki karar C.H.P. genel yönetim kurulunca alındı. Açılacak müesseselerin yönetim ve denetim görevleri partinin il idare kurullarına verildi. 1951 yılında kuruluşa tüzel kişilik kazandırmak ve bunun o tarihte muhalefete geçmiş olan C.H.P. ile ilişkisini kesmek amacıyla Türkiye Büyük Millet Meclisine sunulan bir tasarı, tartışmalar sırasında mahiyet değiştirdi ve halkevlerinin kapatılmasını, her türlü menkul ve gayrimenkul varlıkların hazineye intikal ettirilmesini öngören 5830 sayılı kanun kabul edilerek gereği yerine getirildi.

 

İŞ BANKASI[/b][/i]  

Atatürk tarafından, 26 Ağustos 1924 tarihinde kuruldu. Kuruluşunun ilk yıllarındaki iktisadi şartlara uygun olarak, daha çok kalkınma ve yatırım, bankacılık yönü ağır bastı. Türkiye İş Bankası, kuruluş gayesine de uygun olarak ülkenin iktisadi kalkınması ve sanayileşmesinde önemli rol oynadı; bu amaçla çeşitli yatırımlar yaptı. Ülkede tasarrufu teşvik amacıyla, ikramiye ve kumbara sistemini ilk defa uygulayan; seyahat çeklerini ülkeye ilk getiren banka da Türkiye İş Bankası oldu. Sigortacılık alanında öncülük yaptı ve Anadolu Türk Sigorta şirketi ile Destek Reasüran Anonim şirketini kurdu.

MADEN TETKİK ARAMA ENSTİTÜSÜ (MTA)

Yeraltı zenginliklerimizi arayıp çıkarmak, bunlardan işletilmekte olanları daha verimli duruma getirmek, bu alanda inceleme ve araştırma yapmak, faaliyet konusuyla ilgili elemanları yetiştirmek üzere 1935 yılında kuruldu. Bugün Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığına bağlı, tüzel kişiliğe sahip, özel hukuk hükümlerine tabi Kamu İktisadi Teşebbüsü olarak, çalışmalarına devam etmektedir.  

MERKEZ BANKASI[/i][/b]  

Cumhuriyet'in ilk yıllarında siyasal yönetimin ana düşüncesi, bir merkez bankası oluşturmaktan çok, ulusal ticaret bankaları yaratmaktı. Bunun için 1924'te, önce Türkiye İş Bankası oluşturuldu. 1925'te süresi dolacak Osmanlı Bankası'nın imtiyazı 1935'e değin uzatılmakla birlikte, yeni anlaşmada hükümetin banknot çıkaracak bir merkez bankası kurabilmesi için kapı açık bırakıldı. Türk parasının değerindeki düşüşlere karşı duyarlı olan Cumhuriyet yöneticileri 1926'da bir merkez bankası kurulması hazırlıklarını başlattı. Merkez Bankasının yolunu açmak için Türk parasının kıymetini koruma hakkında kanun çıkarıldı. Haziran 1930'da kabul edilen bir yasayla Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası Ekim 1931'de 15 Milyon sermaye ile karma bir anonim şirket olarak kuruldu. Ocak 1932'de çalışmaya başladı.

 

MERKEZ HIFZISIHA ENSTİTÜSÜ[/i][/b]  

Türkiye'de koruyucu hekimliğin gerektirdiği tahlil, kontrol, üretim ve araştırma görevlerini yürütmek üzere, Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığına bağlı olarak 27 Haziran 1928 yılında kuruldu. 1267 sayılı kanuna göre "Türkiye Cumhuriyeti Merkez Hıfzısıhha Müessesesi" adıyla çalışmaya başladı.

 

SAĞLIK VE SOSYAL YARDIM BAKANLIĞI[/i][/b]  

Koruyucu ve tedavi edici hekimlik hizmetlerini düzenlemek, sosyal yardım çalışmalarını yürütmek, serbest hekimlik ve eczacılık faaliyetini denetlemek amacıyla kurulan Sıhhat ve İctimai Muavenet Vekaleti adı altında 1920'de kuruldu. 1945'te Anayasa terimlerinin Türkçeleştirme sırasında, adı Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığı olarak değiştirildi.

 

SANAYİ ve MAADİN BANKASI[/i][/b]  

Cumhuriyetin, ilk yıllarında benimsenen liberal ekonomi politikası doğrultusunda, 1925-1932 yılları arasında etkinlikte bulunan devlet bankası olan Sanayi ve Maadin Bankası'nın kuruluşunu düzenleyen 633 sayılı yasaya göre bankanın görevleri; kendisine devredilen devlet fabrikalarını, özel sektöre devredilinceye değin işletmek, özel sektörle ortaklıklar kurmak, tek başına ya da ortaklıkları aracılığıyla, maden ayrıcalığı almak ve bunları özel sektörle ortaklık yoluyla işletme ki sanayi ve madencilik alanlarında etkinlikte bulunan özel girişimcilere kredi açmak ve bankacılık işlemleri yapmaktı.

 

SÜMERBANK

Sümerbank, tüzel kişiligi ve özel kanununda belirtilen sinirlar içinde muhtariyeti olan, sorumlulugu sermayesiyle sinirli; sermayesinin tamami devlete ait, iktisadi alanda ticari esaslara göre faaliyet göstermek üzere, özel hukuka tabi şekilde Sanayi Bakanligina bagli, Iktisadi Devlet Teşekkülü olarak 1933 yilinda kuruldu. O dönem verimlilik ve karlilik ilkelerini göz önünde tutarak, imalat sanayii kurdu, işletmecilik, sinai mamullerini pazarlama, bankacilik işleriyle meşgul oldu.

 

TÜRK TARİH KURUMU

Türk tarihini bilimin en yeni verilerine dayanarak yeniden incelemek ve Türkiye'nin dünya medeniyetine olan katkısını meydana çıkarmak amacıyla, Nisan 1931'de Atatürk'ün teşvikiyle Ankara'da Türk ocakları Merkez heyetine bağlı olarak kuruldu. Kurum tüzüğünün amaç maddesi şöyledir "Kurumun amacı Türk Tarihi ile Türkiye Tarihi’ni ve bunlarla ilgili konuları inceleme ve elde edilen sonuçları her türlü yolla yaymaktır". Kurum belli başlı dünya bilim kurumlarına üyedir ve 220'den fazla akademi, üniversite ve bilim kuruluşuyla kitap ve dergi değişimi yapar. Atatürk, Türk Tarih Kurumunun daha çok bir akademi niteliği taşımasını, üye sayısının sınırlı tutulmasını istemiştir. Kurum 16 üye ile kuruldu. Daha sonra üye sayısı 41 ile sınırlandırıldı. Kurum üyeleri Eskiçağ, Ortaçağ ve Yeniçağ adları altında üç uzmanlık koluna ayrılarak çalışmaktadır.

 

TÜRK DİL KURUMU[/i][/b]  

Türkçe'nin incelenmesi, özleştirilmesi, geliştirilmesi için çalişan kurum, Atatürk'ün teşviki ve himayesiyle Semih Rifat, Ruşen Eşref (Ünaydin), Celal Sahir (Erozan), Yakup Kadri (Karaosmanoglu) tarafindan 12 Temmuz 1932’de kuruldu.

26 Eylül 1932'de Dolmabahçe Sarayında toplanan Birinci Türk Dil Kurultayı, kurumun çalışma programı olarak şu maddeleri tespit etti: 1.Türk dilinin başka dil aileleriyle karşılaştırılması, 2.Türk dilinin tarihi ve karşılaştırmalı gramerlerinin yazılması, 3.Anadolu ve Rumeli ağızlarından kelimelerin derlenmesi, Osmanlıca kelimelere Türkçe karşılıklar bulunması, 4.Türkçe bir sözlük hazırlanması, 5.Kurumun organı olarak bir derginin yayımlanması, 6.Türk dili üstüne yazılmış yerli ve yabancı eserlerin toplanması ve gerekenlerin çevrilmesi, 7.Terimlerin Türkçeleştirilmesi.

 

TÜRKİYE CUMHURİYETİ ZİRAAT BANKASI[/i][/b]  

Türkiye Cumuriyeti Zıraat Bankası'nın temelini 1863'te tarımsal kredileri düzenleme girişimlerine başlayan Niş Valisi Midhat Paşa attı. Midhat Paşa'nın Rusçuk kasabasının Pirot köyünde kurduğu bir tür tarım kredi kooperatifi olan Memleket Sandığı uygulaması 1867'den sonra resmi nitelik kazandı ve yaygınlaştı.1883'ten sonra aşar vergisine yapılan %10 oranındaki "Menafi Hissesi" zammı sandıklara gelir olarak bağlandı. Böylece Menafi Sandıkları adını alan kurum 1888'de merkezi İstanbul'da bulunan,10 milyon Osmanlı lirası sermayeli Ziraat Bankası'na dönüştürüldü.1914'te bankanın yapısında ve çalışma ilkelerinde yapılan yeni düzenlemeler, 1916'da yasallaştı. Şube sayısı 1923'te hızla artarak, 316'yı bulan banka Cumhuriyet dönemine aktarılan en köklü ve yaygın mali kuruluş oldu. Cumhuriyet yönetimi 1924'te bir yasayla bankayı bir devlet kurumu olmaktan çıkarıp 30 milyon lira sermayeli bir anonim şirkete dönüştürdü; etkinliklerini tarım dışına da taşırarak her türlü bankacılık işleminde bulunma yetkisi tanıdı.1926'da bankanın adına Türkiye sözcüğünü eklendi. 1937'de çıkarılan Türkiye Cumhuriyeti Ziraat Bankası kanunuyla kendi yasası dışında özel hukuk hükümlerine bağlı, tüzel kişiliği olan bir devlet kuruluşuna dönüştü.

 

ZİRAAT OKULLARI ve YÜKSEK ZİRAAT ENSTİTÜSÜ

Zirai alanda çalışmak üzere, teknisyen seviyesinde eleman yetiştirmek çeşitli bölgelerin zirai yapılarını ve özellikleri hakkında incelemeler yapmak amacıyla, Tarım Bakanlığı Ziraat İşleri Genel Müdürlüğüne bağlı olarak kurulmuş meslek okulları.

144
Atatürk ve Diğer Türk Önderlerimiz / Atatürk ve...
« : 25 Şubat 2011, 17:46:38 »
Bır Türk musıkısı sanatçısı olarak büyük Atatürk’ün huzurlarında bulunmuş Rıyaseti Cumhur Fasıl Heyetinde yıllarca görev yapmış bazı değerlı müzisyenleri tanımak şerefine nail olmuştum. Bu nedenle konuyla ilgili bazı hatıraları ve derlemeleri takdim etmek istiyorum. 1950’ li yıllarda tanıdığım musiki hocam rahmetli Hafız Yaşar Okur, binbaşı rütbesiyle Riyasetı Cumhur Fasıl Heyetindeki görevinden emekli olmuştu. Kendisi yıllar önce Atatürk’ün emriyle bizim şu an dahi kulaklarımızda olan "Türkçe ezanı" Beyazıt Camii ’nde ilk defa okuyan değerlı bir müzisyen ve hafızdı. Atatürk’ le müzik toplantılarında görevi nedeniyle uzun yıllar beraber bulunmuştu. Zaman zaman Atatürk’ ten hatıralar anlatırdı. Atatürk’ ün müziksiz bır günü geçmezdi. Her türlü müziği batı müziğini de sever mesela Taska operasını sık sık dinlerdi, bazı bölümlerini. En büyük arzusu Türk musikisinin dünyaca tanınmış, sevilmiş ve takdir edilmiş olmasıydı... Hocam Merhum Hafız Yaşar Okur’ un anlattığı bir hatıra şöyle; İran Şahı Rıza Pehlevi Atatürk’ ü ziyarete gelir. Atatürk' ün verdiği bir ziyafette rahmetli Yaşar Okur hocaya tanıtılır.

"Şimdi benim Hafızım size bir şeyler okuyacak" der,

Hoca şöyle devam eder,

"önce Kuran-ı Kerimden bir sure okudum, sonra da Süleyman Çelebi’ nin Mevlid’ inden bir Bahir, en son da Beyatı Ayının bir kısmını...

O gece sehinşah Hazretlerinin iltifatına nail olmuştum." Hoca devam edıyor "Atatürk zaman zaman bana Kuran-ı Kerım ve Mevlid-i Şerif' in Veladet Bahri' ni bilhassa rast makamında okuturdu... Yasin suresini dinlemeyi sever, bazen de sesi güzel olan manevi kızı Nebile Hanım' a aynı sureyi okutur, dinlerken çok mütehassıs olduğu görülürdü. Atatürk Muzıka veya Fasıl heyetinde resmi görevli olan hafızlara Ramazan' da eğer camğlerde mukabele okuyorlarsa izin verir, musiki gecelerindeki fasıllarda bulanmaları hususunda asla ısrarlı olmazdı.

Rahmetli Hocamın başka bir hatırası da şu;

"Atatürk zaman zaman İstanbul’ daki cami hocalarını, hafızları davet eder; onlarla dini sohbetlerde bulunur bazen de Kuran-ı Kerim' den bır sureyi yazdırıp söz ve sesle okumalarını isterdi. Sonunda surenin, ayetlerinin Türkçe açıklamalarını ister, eğer açıklamalarda bir eksiklik, yanlışlık olursa çok üzülürdü... Hocalardan vaazlarında dini telkinlerınde bilinçli olmalarını, cemaati öylece iyi bir şekilde aydınlatmalarını bilhassa isterdi, öyle beklerdi. Aynı musiki heyetinde 12 yıl kadar müzisyen olarak görevli başka bir büyüğümüz Hocamız rahmetli Ferit Tan Atatürk’ ün masasında Kuran-ı Kerim-i gördüğünü dikkatle okuduğunu anlatmıştı. Büyük Bestekar merhum Yesarı Asım Arsoy milliyetçi iman dolu bir insandı, öğrencisi Dr. Bülent Gündem Bestekarın Atatürk ile ilgili duygularını şöyle anlatıyor, sık sık Mustafa Kemal’ i anlatır. Bilhassa Kocatepe’ de çekilen resmi üzerinde durur ve şöyle söylerdi.

"O resme dikkat et, dizlerı kıvrık, eli çenesinde düşünür hali ıle "İlhamat-ı Rabbaniye’ yi topluyor, onu cenabı Hak memleketi kurtarması için seçti, vazifelendirdi" diye eklerdi...

Kendisini hayatının son yıllarında tanıdığım büyük bestekar merhum Sadettin Kaynak’ tan bır hatıra:

"Bir Türk Musikisi gecesinin sonunda Atatürk benden Mevlid-i Şerif' i her mısrasını ayrı bir makamda olmak üzere okumamı istedi. Sazlar da seni takip edecekler dedi... emirleri üzerine ilk bahri okudum, dikkatle dinledi... Takdir etti... Sonra da Kuran-ı Kerim' in muhtelif surelerinden bölümler ayetler okuttu. Hatta arkadaşı Nuri Conker’ den de Kuran okumasını istedi. O da bildiği Tebbet Suresi' ni okudu. Atatürk bütün bunlardan çok memnun olmuştu."

Yukarıdaki açıklamalardan anlaşıldıgı üzere; Atatürk Türk musikisini, dini müziği, Kuran-ı Kerim'i dinlemeyi çok sever ve fakat bilhassa bilinçli olarak Türkçe tefsir edilmesini isterdi... Dini müziğimiz; Mevlid, İlahi, Ezan, Sala, Tekbir, Ayin gibi formlarla büyük bir zenginlik arzeder... Vatan kurtaran, kuran, büyük Önder Atatürk’ ü bu duygularla rahmetle anıyorum.

Dr. Írfan DOGRUSÖZ 25.10.1996 AMERİKA

145
Atatürk'ün Kronolojisi

 

·  19 Mayıs 1881 Mustafa Kemal, Selanik'te doğdu.

·  1893 Mustafa Kemal, Selanik Askeri Rüştiyesi'ne başladı.

·  1896 Mustafa Kemal, Manastır Askeri İdadisi'ne girdi.

·  1898 Sivil Polis, Polis Müfettişliği, Süvari Polisi hizmetleri başlatıldı.

·  1899 Deniz Polisi hizmetleri başlatıldı.

·  13 Mart 1899 Mustafa Kemal, Manastır Askeri İdadisi'ni bitirerek, İstanbul'da Harp Okulu Piyade Sınıfına girdi.

·  10 Şubat 1902 Mustafa Kemal, Harp Okulu'nu teğmen rütbesiyle bitirerek, Harp Akademisi'ne girdi.

·  11 Ocak 1905 Mustafa Kemal, Kurmay Yüzbaşı olarak Harp Akademisi'nden mezun oldu.

·  5 Şubat 1905 Mustafa Kemal, Şam'da bulunan 5. Orduya atandı.

·  1906 Atina Olimpiyatları'nda Yorgo Alibrantis adlı Türk, Dünya Rekoru kırdı. (1896 yılında yapılan ilk olimpiyata katılan ilk Türk Deliormanlı Koç Mehmet Pehlivan'dır.)

·  1906 Mustafa Kemal, Şam'da Vatan ve Hürriyet Cemiyeti'ni kurdu.

·  1907 Mustafa Kemal gizlice Selanik'e geçip, orada da, Vatan ve Hürriyet Cemiyeti'nin bir şubesini kurdu.

·  20 Haziran 1907 Mustafa Kemal, Kolağası (kıdemli yüzbaşı) oldu.

·  20 Eylül 1907 Mustafa Kemal, Selanik'teki 3. Orduya atandı.

·  1908 Türkiye Olimpiyatlarda ilk kez resmi olarak temsil edildi.

·  1908 Osmanlı Olimpiyat Cemiyeti (Türkiye Milli Olimpiyat Komitesi) Selim Sırrı Tarcan tarafından kuruldu.

·  22.Haz.08 Mustafa Kemal, Selanik - Üsküp (şark) Demiryolları müfettişliğine atandı.

·  23 Temmuz 1908 İkinci Meşrutiyet ilan edildi.

·  17 Aralık 1908 İkinci Meşrutiyetin ilanından sonra, Meclis-i Mebusan açıldı.

·  1908 Mustafa Kemal, Almancadan Osmanlıcaya çevirdiği, Berlin Askeri Üniversitesi eski müdürlerinden General Litzmann'ın, "Takımın Muharebe Talimi" kitabını yayınladı.

·  13 Nisan 1909 31 Mart Olayı oldu.

·  15-16 Nisan 1909 Mustafa Kemal, 31 Mart (13 Nisan) Olayı üzerine, ayaklanmayı bastırmakla görevli Hareket Ordusu'nun kurmay başkanı olarak, Selanikten İstanbul'a hareket etti.

·  22 Temmuz 1909 1879 yılında kurulan Zaptiye Nezareti kapatılarak, İstanbul Vilayeti ve Emniyet Umumiye Müdüriyeti Teşkilatına dair kanun kabul edildi ve Dahiliye nezaretine bağlı Emniyet Umumiye Müdürlüğü kuruldu.

·  6 Eylül 1909 Mustafa Kemal, Selanik'te 3. Ordu Piyade Subay Talimgahı Komutanı oldu.

·  May.10 Mustafa Kemal, Harbiye Nazırı Mahmut Şevket Paşa'nın kurmaybaşkanı olarak, Arnavutluk harekatına katıldı.

·  13 Ocak 1910 Mustafa Kemal, Selanik 3. Tümen kurmay başkanlığına atandı.

·  17-21 Eylül 1910 Mustafa Kemal, Fransa'da yapılan Pikardi manevralarına Türk Ordusu temsilcisi olarak katıldı.

·  1911 Osmanlı Olimpiyat Cemiyeti, Uluslararası Olimpiyat Komitesi üyeliğine kabul edildi.

·  13 Eylül 1911 Mustafa Kemal, geçici olarak Trablusgarb Tümeni Kurmay başkanlığına atandı.

·  29 Eylül 1911 İtalyanlar, Trablusgarp'ı ele geçirmek için Osmanlı Devleti'ne savaş ilan etti.

·  5 Ekim 1911 Mustafa Kemal, Tobruk'ta ve Derne'de, İtalyanlara karşı savunma ve oyalama savaşlarına katıldı.

·  27 Kasım 1911 Mustafa Kemal, Binbaşılığa yükseltildi.

·  8 Aralık 1911 - 24 Ekim 1912 Mustafa Kemal, Bingazi - Derne - Tobruk Bölgesinde, yerli halkı örgütleyerek, İtalyan kuvvetlerine karşı, başarılı direnişlerde bulundu.

·  5 Mayıs 1912 Stokholm Olimpiyatlarında stadyumlarda ilk kez Türk Bayrağı dalgalandı.

·  8 Ekim 1912 Balkan Savaşları başladı. Mustafa Kemal, Bolayır'da kurulan kolordunun hareket şubesi müdürlüğüne getirildi.

·  15 Ekim 1912 Trablusgarp Savaşı sonunda, Osmanlı Devleti ile İtalya, Uşi Barış Antlaşması'nı imzaladılar. Trablusgarp ve Bingazi, İtalyanlara bırakıldı.

·  8 Kasım 1912 Yunanlılar Selanik'i işgal etti.

·  25 Kasım 1912 Mustafa Kemal, Çanakkale Boğazı Kuvayı Mürettebesi Harekat Şubesi Müdürlüğü'ne atandı.

·  28 Kasım 1912 Arnavutluk bağımsızlığını ilan etti.

·  1 Aralık 1912 Mustafa Kemal, Gelibolu'ya gitti.

·  Ocak 1913 İttihatcılar, sadrazam Kamil Paşa'yı uzaklaştırarak yerine Mahmut Şevket Paşa'yı getirdiler.

·  30 Mayıs 1913 1. Balkan Savaşı sonunda Balkan Devletleri ile Londra Antlaşması imzalandı.

·  11 Haziran 1913 Sadrazam Mahmut Şevket Paşa bir suikast sonucu öldürüldü.

·  12 Haziran 1913 Said Halim Paşa sadrazam oldu.

·  21 Temmuz 1913 Mustafa Kemal, Kolordu Kurmay Başkanı olduğu Bolayır Kolordusu ile, 1. Balkan Savaşlarında kaybedilen Edirneyi geri aldı.

·  29 Eylül 1913 Balkan Savaşları sonunda Bulgaristan ile İstanbul Antlaşması imzalandı.

·  27 Ekim 1913 Mustafa Kemal, Sofya Askeri Ateşesi oldu. Aynı gün Fethi Okyar ise Sofya Büyükelçisi olarak atandı.

·  14 Kasım 1913 2. Balkan Savaşı'ndan sonra, Yunanistan ile Osmanlı Devleti arasında Atina Antlaşması imzalandı.

·  3 Ocak 1914 Enver Paşa, Ahmet İzzet Paşa'nın yerine Harbiye Nazırı oldu.

·  1 Mart 1914 Mustafa Kemal, Yarbaylığa yükseltildi.

·  13 Mart 1914 Osmanlı - Sırbistan arasında İstanbul anlaşması imzalandı

·  1 Ağustos 1914 1. Dünya Savaşı başladı.

·  4 Ağustos 1914 Mustafa Kemal, Sırbistan Askeri Ateşeliğine atandı.

·  3 Kasım 1914 Rusya, Osmanlı Devleti'ne savaş ilan etti.

·  5 Kasım 1914 İngiltere ve Fransa, Osmanlı Devleti'ne savaş ilan etti.

·  11 Kasım 1914 Osmanlı Devleti, İttifak Devletleri yanında 1. Dünya Savaşı'na girdi.

·  20 Ocak 1915 Mustafa Kemal, Sofya'dayken 19. Tümen

·  Komutanlığına atandı.

·  19 Şubat 1915 İngiliz ve Fransız kuvvetleri, Çanakkale'yi topa tuttu.

·  25 Şubat 1915 Mustafa Kemal'in komutasındaki 19. Tümen, Fransız ve İngilizlerin Çanakkale'yi topa tutması üzerine Eceabat Bölgesine gönderildi.

·  18 Mart 1915 İstanbulu ele geçirmek için Çanakkale Boğazını geçmeye çalışan, İtilaf Devletlerine karşı, 18 Mart Boğaz Muharebesi Zaferi kazanıldı.

·  23 Mart 1915 Limon Von Sanders, Çanakkale'yi savunmak için kurulan, 5. Ordu komutanlığına getirildi.

·  25 Nisan 1915 Çanakkale Boğazından geçmeleri engellenen İtilaf Devletleri, Arıburnu'na asker çıkardı. Mustafa Kemal, tümeniyle düşman birliklerini Conkbayırında durdurdu.

·  25 Nisan 1915 İngiliz ve Fransız kuvvetleri, Çanakkale'ye ilk çıkarma harekatını başlattı.

·  30 Nisan 1915 19. Tümen Komutanı Mustafa Kemal'e madalya verildi.

·  1 Mayıs 1915 1. Dünya Savaşı sürerken, Arıburnu Türk kuvvetleri yeniden düzenlendi.

·  1 Mayıs 1915 Mustafa Kemal, Arıburnu Grubu Komutanlığı'nı üstlendi.19. Tümen'in ilk hazırlıklı taarruzu gerçekleşti.

·  10 Mayıs 1915 Başkomutan Enver Paşa, Mustafa Kemal'in bölgesini denetledi ve takdirlerini bildirdi.

·  17 Mayıs 1915 Mustafa Kemal, Arıburnu Bölgesi Komutanlığı'ndan ayrılıp, 19. Tümen Komutanlığı'na döndü. (Arıburnu Komutanlığı'nı 1 Mayıs'ta durumun gereği olarak üstlenmişti).

·  24 Mayıs 1915 Çanakkale' de bir günlük ateşkes anlaşması yapıldı.

·  1 Haziran 1915 Mustafa Kemal, Albaylığa yükseltildi.

·  8-9 Ağustos 1915 Mustafa Kemal, Anafartalar Komutanlığı'na atandı.

·  10 Ağustos 1915 Mustafa Kemal, bizzat idare ettiği taarruzla, Anafartalar cephesinde düşmanı geri attı. I. Anafartalar Zaferi kazanıldı.

·  17 Ağustos 1915 Mustafa Kemal, Anafartalardan sonra Kireçtepe'de de zafer kazandı.

·  19 Ağustos 1915 Mustafa Kemal, 16. Kolordu Komutanı oldu. (Aynı zamanda Anafartalar Grubu Komutanı)

·  21 Ağustos 1915 Mustafa Kemal, II. Anafartalar Zaferi'ni kazandı.

·  24 Ağustos 1915 Başkomutan Enver Paşa, Anafartalar Grubu bölgesini denetledi.

·  27 Ağustos 1915 Kayacıkağılı Muharebesi gerçekleşti.

·  28 Ağustos 1915 Mustafa Kemal, Anafartalar Grubu'nda yeni düzenlemeler yaptı.

·  10 Aralık 1915 Harbiye Nezareti emrine giren Mustafa Kemal, Çanakkale Cephesi'nden ayrıldı.

·  19 - 20 Aralık 1915 Düşman birlikleri, Arıburnu ve Suvla'yı gizlice boşalttı. (Savaş 8-9 Ocak 1916'da tamamiyle sona ermiştir)

·  9 Ocak 1916 Müttefik Kuvvetleri, Çanakkale'den çekildi.

·  14 Ocak 1916 Mustafa Kemal, Edirne'de 16. Kolordu Komutanlığına atandı.

·  16 Şubat 1916 Ruslar, Erzurum'u işgal ettiler.

·  3 Mart 1916 Bitlis, Muş, Van ve Hakkari Ruslar tarafından işgal edildi.

·  15 Mart 1916 Mustafa Kemal, Edirne'den Diyarbakır'a kaydırılan 16. Kolordu komutanı olarak Doğu Cephesinde göreve başladı.

·  1 Nisan 1916 Mustafa Kemal, Miralaylığa (Tümgeneral) yükseltildi.

·  7-25 Nisan 1916 Mustafa Kemal, Doğu'da Rusların saldırısını püskürttü.

·  28 Nisan 1916 Irak Cephesindeki savaşlarda, Kutülamare bölgesinde, beş aydır kuşatma altında olan İngiliz birlikleri, teslim oldu.

·  7-8 Ağustos 1916 Bitlis ve Muş, Ruslardan geri alındı.

·  17 Kasım 1916 10. Türk Kolordusu, Makedonya Cephesine geldi.

·  11 Aralık 1916 Manastır, İtilaf Devletleri'nin eline geçti.

·  17 Şubat 1917 Mustafa Kemal, Hicaz Seferi Kuvvetler Komutanlığına atandı; ancak bu görevi kabul etmedi.

·  7 Mart 1917 Mustafa Kemal, Diyarbakır'daki 2. Ordu Komutan Vekilliğine geçici bir süre için atandı.

·  11 Mart 1917 İngilizler Bağdat'ı ele geçirdi.

·  16 Mart 1917 Mustafa Kemal, Diyarbakır'daki 2. Ordu Komutanlığı'na asıl olarak atandı.

·  Haziran 1917 Yıldırım Ordular Grubu kuruldu.

·  27 Haziran 1917 Yunanistan, İtilaf Devletleri yanında savaşa girdi.

·  5 Temmuz 1917 Mustafa Kemal, Halep'teki 7. Ordu Komutanlığı'na atandı.

·  17 Temmuz 1917 Rus Çarı, çıkan ayaklanma sonunda iktidardan çekildi. Sosyalistler, Sovyet Hükümetini kurdu.

·  9 Eylül 1917 Avusturya Macaristan Hükümeti Mustafa Kemal'e, ikinci rütbe harp alameti Askeri Liyakat madalyası verdi.

·  20 Eylül 1917 Mustafa Kemal, 7. Ordu Komutanı sıfatıyla, memleketin ve ordunun durumunu açıklayan tarihi raporunu İstanbul'a gönderdi.

·  6 Ekim 1917 Mustafa Kemal 7. Ordu Komutanlığı'ndan istifa ettiğini bir yazı ile Enver Paşa'ya bildirdi.

·  9 Ekim 1917 Rusya'da yeni bir ayaklanma çıktı. Sosyalistler Bolşevik Hükümeti'ni devirerek, 1. Dünya Savaşından çekildiler. Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği kuruldu.

·  15 Ekim 1917 7. Ordu Komutanlığı'ndan ayrılan Mustafa Kemal, 2. Ordu komutanı sıfatıyla, izinli olarak İstanbul'a döndü.

·  9 Aralık 1917 İngilizler, Kudüs'ü işgal etti.

·  15 Aralık 1917 Mustafa Kemal, Veliaht Vahdettin ile Almanya'ya gitti.

·  16 Aralık 1917 Mustafa Kemal'e "Birinci Rütbeden Kılıçlı Mecidi Nişanı" verildi.

·  19 Şubat 1918 Mustafa Kemal, Alman İmparatoru tarafından, birinci rütbeden Kılıçlı Cordon ve Prussu nişanı ile taltif edildi.

·  4 Temmuz 1918 Vahdeddin Padişah oldu.

·  7 Ağustos 1918 Mustafa Kemal, Filistin'de bulunan 7. Ordu Komutanlığı'na ikinci defa atandı.

·  16 Ağustos 1918 Mustafa Kemal Paşa, Halep kuzeyinde bir savunma hattı kurmaya çalıştı.

·  1 Eylül 1918 7. Ordu Komutanlığı görevine başladı.

·  19 Eylül 1918 Filistin Cephesi'ndeki, Yıldırım Ordular Grubu, İngilizlerin taarruzunu durduramadı. İngilizler Suriye'ye doğru ilerlediler.

·  26 Eylül 1918 7. Ordu, Şam doğrultusunda yürüyüşe geçti ve akşama doğru Der'a bölgesinde toplandı.

·  29 Eylül 1918 7. Ordu, Şam'ın güneyine çekildi.

·  29 Eylül 1918 Bulgaristan, Selanik Ateşkes Antlaşması ile savaştan çekildi.

·  30 Eylül 1918 Bozguna uğrayan Yıldırım Ordular Grubu, 7. Ordu Komutanı Mustafa Kemal Paşa'nın gözetiminde derlenip toparlandı.

·  1 Ekim 1918 7. Ordu Komutanı Mustafa Kemal Paşa, bölge valileri ile danışma toplantısı yaptı.

·  1 Ekim 1918 Beyrut bağımsızlığını ilan etti.

·  3 Ekim 1918 Yıldırım Ordular Grubu, Halep'e doğru çekilmeye başladı.

·  3 Ekim 1918 Bölgedeki Arap halkı, İngilizlerin kışkırtmasıyla ayaklandı.

·  4 Ekim 1918 Mustafa Kemal Paşa'nın Karargahı, Halep'e getirildi.

·  5 Ekim 1918 Mustafa Kemal Paşa, 7. Ordu'yu yeniden düzenlemeye başladı.

·  8 Ekim 1918 Talat Paşa kabinesi görevinden çekildi.

·  8 Ekim 1918 Mustafa Kemal Paşa, Arapların düşmanca hareket ve propagandalarına karşı yeni tedbirler aldı.

·  11 Ekim 1918 Hükümeti kuramakla görevlendirilen Tevfik Paşa, görevden affını istedi.

·  14 Ekim 1918 Hükümeti kurma görevi, Ahmet İzzet Paşa'ya verildi.

·  14 Ekim 1918 Fransız savaş gemileri, İskenderun'u bombaladı.

·  16 Ekim 1918 4. Ordu kaldırıldı. 7. Ordu takviye edildi.

·  20 Ekim 1918 İngiliz, Fransız ve Amerikan Temsilcileri, Lazkiye'de geçici bir hükümet kurdu.

·  26 Ekim 1918 Mustafa Kemal'in komuta ettiği 7. Ordu Birlikleri, İngilizlerin taarruzunu Halep'in kuzeyinde, bugünkü sınırlarımız üzerinde durdurdu.

·  28 Ekim 1918 Yeniden düzenlenen, Yıldırım Ordular Grubu, Halep'in kuzeyine çekildi.

·  30 Ekim 1918 Yıldırım Ordular Grubu Komutanı Mareşal Liman Von Sanders'in,veda mektubu yayımlandı.

·  30 Ekim 1918 Mustafa Kemal Paşa, Yıldırım Orduları Grup Komutanı oldu.

·  30 Ekim 1918 1. Dünya Savaşını, Osmanlı Devleti için, sona erdiren Mondros Mütarekesi Limni adasında imzalandı.

·  31 Ekim 1918 Osmanlı Devleti, 1. Dünya Savaşından mağlup olarak çıktı. Mondros Mütarekesi yürürlüğe girdi.

·  2 Kasım 1918 Enver, Talat ve Cemal Paşalar, beraberindekilerle birlikte, bir Alman gemisi ile yurttan ayrıldılar.

·  3 Kasım 1918 İskenderun'a gelen bir İngiliz ve Fransız subayı, İskenderun'a kuvvet çıkarılacağını bildirdi. Mustafa Kemal Paşa bunu reddetti.

·  3 Kasım 1918 Musul, İngilizler tarafından işgal edildi.

·  4 Kasım 1918 Bir Fransız alayı, Uzunköprü - Sirkeci demiryolunu işgal etti.

·  5 Kasım 1918 Kars'ta, "Kars İslam Şurası" kuruldu.

·  5 Kasım 1918 İttihat ve Terakki Fırkası kendi kendisini kapattı.

·  5 Kasım 1918 Mustafa Kemal Paşa, Mondros Ateşkes Antlaşması hakkındaki görüşlerini, bir raporla Başkomutanlığa bildirdi.

·  7 Kasım 1918 Yıldırım Ordular Grubu kaldırıldı. Mustafa Kemal Paşa, Harbiye nezareti emrine alındı.

·  8 Kasım 1918 Ahmed İzzet Paşa, sadrazamlıktan istifa etti.

·  9 Kasım 1918 Çanakkale Boğazı'nın iki yakası, İngilizlerce işgal edildi. Çanakkale'ye bir İngiliz Müfrezesi çıktı. Daha sonra 20 Kasım'da, Rumeli Yakası Fransızlara devredildi.

·  9 Kasım 1918 İngilizler, İskenderun ve Antakya'ya asker çıkardı.

·  10 Kasım 1918 Mustafa Kemal, Adana'dan trenle İstanbul'a hareket etti.

·  10 Kasım 1918 İstanbul'da "Garbi Trakya Cemiyeti" kuruldu.

·  11 Kasım 1918 Ahmet İzzet Paşa'nın istifası üzerine, Tevfik Paşa yeni Osmanlı Hükümetini kurdu.

·  13 Kasım 1918 İtilaf Devletleri donanmaları ile Yunan savaş gemileri, İstanbul önüne demirledi.

·  13 Kasım 1918 Mustafa Kemal, Yıldırım Orduları Grup Komutanlığı'nın kaldırılması üzerine, İstanbul'a geldi.

·  15 Kasım 1918 Mustafa Kemal Paşa, Vahideddin ile görüştü.

·  21 Kasım 1918 Mustafa Kemal, Fethi Bey (Okyar) ile birlikte, Minber gazetesini çıkardı.

·  29 Kasım 1918 Milli Kongre, İstanbul'da toplandı.

·  30 Kasım 1918 1. Kars Milli İslam Şurası toplandı.

·  1 Aralık 1918 Trakya-Paşaeli Müdafaa Heyet-i Osmaniyesi kuruldu.

·  3 Aralık 1918 Urfa'da Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti kuruldu.

·  4 Aralık 1918 Vilâyet-i Şarkiye Müdafaa-i Hukuk-u Milliye Cemiyeti, İstanbul'da kuruldu.

·  6 Aralık 1918 İngilizler, Kilis'i işgal etti.

·  7 Aralık 1918 Fransızlar, Antakya'yı işgal etti.

·  10 Aralık 1918 Trabzon'da Milli Mücadeyi destekleyen İstikbal Gazetesi yayın hayatına başladı.

·  11 Aralık 1918 Bir Fransız - Ermeni taburu Dörtyol'u işgal etti.

·  17 Aralık 1918 Tarsus, Ceyhan ve Adana, Fransızlar tarafından işgal edildi.

·  19 Aralık 1918 Bahçe, Islahiye, Hassa, Mamure ve Osmaniye, Fransızlar tarafından işgal edildi.

·  19 Aralık 1918 İşgalcilere karşı ilk direniş, Hatay Dörtyol'da başladı.

·  21 Aralık 1918 İstanbul'da, "Kilikyalılar Cemiyeti" kuruldu.

·  21 Aralık 1918 Meclis-i Mebusan feshedildi.

·  24 Aralık 1918 İngilizler Batum'u işgal etti.

·  24 Aralık 1918 İlk Yunan savaş gemisi, İzmir açıklarında görüldü.

·  26 Aralık 1918 2. Ordu birlikleri, Pozantı'ya değin Adana'yı boşalttı.

·  27 Aralık'ta Pozantı işgal edildi.




146
Hürriyet olmayan bir memlekette ölüm ve çöküş vardır. Her ilerleyişin ve kurtuluşun anası hürriyettir. 1906

Ben askerliğin herşeyden ziyade sanatkarlığını severim. 1912

Savaş için düşmanı ordugahımızda beklemektense, onu uzaktan karşılamak yeğdir. 1914

Tarih bir milletin kanını, varlığını hiçbir zaman inkar edemez. 1919

Bütün ümidim gençliktedir. 1919

Bizim görüşümüz -ki halkçılıktır-kuvvetin, kudretin, egemenliğin, yönetimin doğrudan doğruya halka verilmesidir, halkın elinde bulundurulmasıdır. 1920

Adalet gücü bağımsız olmayan bir milletin, devlet halinde varlığı kabul olunamaz. 1920

Büyük Türk ordusu! Dünyanın hiçbir ordusunda yüreği seninkinden daha temiz ve daha sağlam bir askere rastgelinmemiştir. 1921

Hürriyet ve istiklal benim karakterimdir. 1921

Hiçbir zafer amaç değildir. Zafer, ancak kendisinden daha büyük bir amacı elde etmek için belli başlı bir vasıtadır. 1921

Millete efendilik yoktur. Hizmet vardır. Bu millete hizmet eden onun efendisi olur. 1921

Basın milletin müşterek sesidir. Başlıbaşına bir kuvvet, bir okul, bir öncüdür. 1922

Tam bağımsızlık, ancak ekonomik bağımsızlıkla mümkündür. 1922

Yarım hazırlıkla, yarım tedbirle taarruz, hiç taarruz etmemekten daha fenadır. 1922

Bayrak bir milletin bağımsızlık alametidir. Düşmanın da olsa hürmet etmek lazımdır. 1922

Eğitim işlerinde behemahal muzaffer olmak lazımdır. Bir milletin hakiki kurtuluşu ancak bu surette olur. 1922

Her çiftçi ailesinin geçineceği ve çalışacağı toprağa sahip olması mutlaka lazımdır. Vatanın sağlam temeli ve bayındır hale getirilmesi bu esastadır. 1922

"Zamanın değişmesi ile hükümlerin değişmesi inkar olunamaz" kaidesi adalet sistemimizin temel taşıdır. 1922

Türkiye' nin gerçek efendisi, hakiki üretici olan köylüdür. O halde, herkesten daha çok refah, saadet ve servete müstehak olan köylüdür. 1922

Okulun vereceği ilim ve irfan sayesindedir ki Türk Milleti, Türk Sanatı, Ekonomisi, Türk Şiir ve Edebiyatı bütün güzellikleriyle gelişir. 1922

Okul, genç beyinlere insalığa saygıyı, millet ve ülkeye sevgiyi, bağımsızlık onurunu öğretir. 1922

Biz barış istiyoruz dediğimiz zaman tam bağımsızlık dediğimizi herkesin anlaması gerekir. 1923

Sanatsız kalan bir milletin hayat damarlarından biri kopmuş demektir. 1923

Siyasi, askeri zaferler ne kadar büyük olurlarsa olsunlar, ekonomik zaferlerle taçlandırılmazlarsa meydana gelen zaferler devamlı olamaz, az zamanda söner. 1923

Memleket mutlaka modern medeni ve yeni olacaktır. Bizim için bu hayat davasıdır. 1923

Yeni Türkiye Devleti temellerini süngüyle değil, süngünün de dayandığı ekonomi ile kuracaktır. Yeni Türkiye Devleti cihangir bir devlet olmayacaktır. Fakat yeni Türkiye Devleti bir ekonomi devleti olacaktır. 1923

Bir millet ki resim yapmaz, bir millet ki heykel yapmaz, bir millet ki tekniğin gerektirdiği şeyleri yapmaz, itiraf etmeli ki o milletin ilerleme yolunda yeri yoktur. 1923

Devrim yasası, eldeki yasaların üstündedir. Bizi öldürmedikçe, bizim kafalarımızdaki akımı boğmadıkça, başladığımız devrim ve yenilik bir an bile durmayacaktır. Bizden sonraki dönemlerde de böyle olacaktır. 1923

Büyük başarılar, değerli anaların yetiştirdikleri seçkin çocukların yardımıyla meydana gelir. 1923

Toplumdaki başarısızlığın sebebi, kadınlarımıza karşı gösterdiğimiz ihmal ve kusurdan doğmaktadır. 1923

Kadınlarımız erkeklerden daha çok aydın, daha çok verimli, daha çok bilgili olmak zorundadırlar. 1923

Hiçbir şeye ihtiyacımız yok, yalnız bir şeye ihtiyacımız vardır; çalışkan olmak! 1923

Bizim dinimiz, ulusumuza, değersiz, miskin ve aşağı olmayı salık vermez. Tersine Allah da, Peygamber de insanların ve ulusların onur ve şereflerini korumalarını buyuruyor. 1923

Kılıç ve saban; bu iki fatihten birincisi, ikincisine daima mağlup oldu. 1923

Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir. 1923

Bu memleket dünyanın beklemediği, asla umut etmediği ayrıcalıklı bir varoluşa sahne oldu. Bu sahne en az 7 bin senelik bir Türk beşiğidir. Beşik doğanın rüzgarıyla sallandı; beşiğin içindeki çocuk doğanın yağmurlarıyla yıkandı, o çocuk doğanın şimşeklerinden, yıldırımlarından, kasırgalarından evvela korkar gibi oldu sonra onlara alıştı; Onların oğlu oldu. Birgün o doğa çocuğu, Doğa oldu; şimşek, yıldırım, güneş oldu; Türk oldu... Türk budur. YIldırımdır, kasırgadır, dünyayı aydınlatan güneştir.

Dünyada herşey için, medeniyet için, hayat için, başarı için, en hakiki mürşit bilimdir, fendir. 1924

Bütün dünya bilsin ki, benim için bir yandaşlık vardır: Cumhuriyet yandaşlığı, düşünsel ve toplumsal devrim yandaşlığı. Bu noktada yeni Türkiye topluluğunda, bir bireyi bunun dışında düşünmek istemiyorum. 1924

Savaş zaruri ve hayati olmalıdır. Milletin hayatı tehlikeye maruz kalmadıkça savaş bir cinayettir. 1924

Türk milletinin istidatı ve kati kararı medeniyet yolunda durmadan, yılmadan ilerlemektir. 1924

Türk milletinin karakter ve adetlerine en uygun olan idare, cumhuriyet idaresidir. 1924

Yeni kuşak, en büyük cumhuriyetçilik dersini bugünkü öğretmenler topluluğundan ve onların yetiştirecekleri öğretmenlerden alacaktır. 1924

Öğretmenler! Cumhuriyet, fikren, ilmen, fennen, bedenen kuvvetli ve yüksek karakterli muhafızlar ister. Yeni nesli bu özellik ve kabiliyette yetiştirmek sizin elinizdedir. 1924

Milletleri kurtaranlar yalnız ve ancak öğretmenlerdir. 1925

Zafer "Zafer benimdir" diyebilenindir. Başarı "Başaracağım" diye başlayanın ve "Başardım" diyebilenindir. 1925

Her fert istediğini düşünmek, istediğine inanmak, kendine mahsus siyasi bir fikre malik olmak, seçtiği dinin icaplarını yapmak ve yapmamak hak ve hürriyetlerine maliktir. Kimsenin fikrine ve vicdanına hakim olunamaz. 1925

Tüketici yaşamak iyi değildir. Üretici olalım. 1925

Yaptığımız ve yapmakta olduğumuz inkilapların amacı, Türkiye Cumhuriyeti halkını tamamen çağımıza uygun ve bütün mana ve biçimiyle uygar bir toplum haline değiştirmektir. 1925

Biz Türkler, bütün tarihimiz boyunca, hürriyet ve istiklale sembol olmuş bir milletiz. 1927

Gençliği yetiştiriniz. Onlara ilim ve irfanın müspet fikirlerini veriniz. Geleceğin aydınlığına onlarla kavuşacaksınız. 1927

Bombasırtı olayı (14 Mayıs 1915) çok önemli ve Dünya savaş tarihinde eşine rastlanması mümkün olmayan bir olaydır. Karşılıklı siperler arası 8 metre, yani ölüm kesin. Birinci siperdekilerin hepsi kurtulmamacasına düşüyor. İkinci siperdekiler yıldırım gibi onların yerlerine gidiyor. Fakat ne kadar imrenilecek bir soğuk kanlılıkla biliyormusunuz? Bomba, şarapnel, kurşun yağmuru altında öleni görüyor, üç dakikaya kadar öleceğini biliyor ve en ufak bir cekinme bile göstermiyor. Sarsılma yok. Okuma bilenler Kur' an-ı Kerim okuyor ve cennete gitmeye hazırlanıyor. Bilmeyenlerse Kelime-i şahadet getiriyor ve ezan okuyarak yürüyorlar. Sıcak cehennem gibi kaynıyor. İşte bu Türk askerindeki ruh kuvvetini gösteren dünyanın hiçbir askerinde bulunmayan tebriğe değer bir örnektir. Emin olmalısınız ki Çanakkale savaşlarını kazandıran bu yüksek ruhtur.


147
Türk kadını, yüzyıllardır geri bırakılmış ve sosyal hakları elinden alınmış, adeta yok sayılmıştır. Medeni ülkeler seviyesine çıkmak isteyen Türkiye Cumhuriyeti, kadınlarına ikinci sınıf insan muamelesi yapamazdı. Zira kadınlar, Milli Mücadele'de, milli teşkilatlar kurarak çalışmalar yapmışlar, cepheye silah taşımışlar ve vatanın kurtulması için erkeklerle beraber savaşmışlardır.



Medeni hukukun kabulüyle, kadın erkek eşitliği benimsenmiş; evlenme, tarafların isteğine bırakılmış, aradaki vekil sistemi kaldırılarak evlendirme memurunun önünde yapıla nikâhlar geçerli sayılmış, bu nikâhtan sonra isteyenin dini nikâh yaptırması serbest bırakılmış; tek eşlilik uygulaması getirilip boşanmalardaki "talak" usulü kaldırılıp boşama yetkisi geçerli sebepler aramak şartıyla mahkemelere bırakılmıştır. Ayrıca kadınlar, miras paylaşımında ve şahitlikte de erkeklerle eşit olma hakkına sahip olmuşlardır.

Bu hukuki düzenlemelerin yanı sıra, Türk kadınının kültür seviyesini yükseltip sosyal hayatta ve çalışma sahasındaki gerçek yerlerini almaları konusunda bütün çalışmalar yapılmıştır. Bu girişimler sonrasında, Türk kadını dünya kadınlarına örnek teşkil edecek ilerlemeler kaydetmiştir.



Atatürk kadınlara verdiği değeri aşağıdaki sözleriyle de belirtir:






"Zaman ilerledikçe, ilim ilerledikçe, medeniyet dev adımlarla yürüdükçe, hayatın, asrın bugünkü gerçeklerine göre evlat yetiştirmenin güçlüklerini biliyoruz... Bugünün anaları için gerekli özellikleri taşıyan evlatlar yetiştirmek... Pek çok yüksek özelliği şahıslarında taşımalarına bağlıdır. Bu sebeple kadınlarımız daha çok aydın, daha çok feyizli, daha fazla bilgili olmaya mecburdurlar."



''...Türk kadını dünyanın en münevver, en faziletkâr ve en ağır kadını olmalıdır. Ağır sıklette değil; ahlakta, fazilette ağır vakur olmalıdır. ''




''...Milletin kaynağı, sosyal hayatın esası olan kadın, ancak faziletkâr olursa vazifesini ifa edebilir. Herhalde kadın, çok yüksek olmalıdır..."



Atatürk başka bir konuşmasında,




"Bir topluluk, cinsinden yalnız birinin asrın icaplarını edinmesiyle yetinirse o topluluk yarıdan fazla güçsüzlük içinde kalır... Bizim topluluğumuzun başarısızlığının sebebi kadınlarımıza karşı gösterdiğimiz kayıtsızlık ve kusurdan ileri gelmektedir...''



diyerek kadınlara vermiş olduğu değeri belirtir

148
Atatürk ve Diğer Türk Önderlerimiz / 10. Yıl Nutku
« : 25 Şubat 2011, 17:46:14 »
Türk Milleti;



Kurtuluş savaşına başladığımızın onbeşinci yılındayız. Bugün, Cumhuriyetimizin onuncu yılını doldurduğu, en büyük bayramıdır. Kutlu olsun.



Yurtdaşlarım,



Az zamanda çok ve büyük işler yaptık. Bu işlerin en büyüğü, temeli Türk kahramanlığı ve yüksek Türk Kültürü olan, Türkiye Cumhuriyetidir.



Buradaki muvaffakiyeti Türk miiletinin ve onun değerli ordusunun bir ve beraber olarak, azimkarane yürümesine borçluyuz.



Fakat yaptıklarımızı asla kafi göremeyiz çünkü daha çok ve daha büyük işler yapmak mecburiyetinde ve azmindeyiz. Yurdumuzun, dünyanın en mamur ve medeni memleketleri seviyesine çıkaracağız. Milletimizi en geniş refah, vasıta ve kaynaklarına sahip kılacağız. Milli kültürümüzü, muasır medeniyet seviyesinin üstüne çıkaracağız. -





Bunun için, bizde zaman ölçüsü geçmiş asırların gevşetici zihniyetine göre değil; asrımızın sürat ve hareket mefhumuna göre düşünülmelidir. Geçen zamana nisbetle, daha çok çalışacağız. Daha az zamanda, daha büyük işler başaracağız. Bunda da muvaffak olacağımıza şüphem yoktur. Çünkü Türk milletinin karakteri yüksektir. Türk milleti çalışkandır, Türk milleti zekidir. Çünkü, Türk milleti, milli birlik ve beraberlikle güçlükleri yenmesini bilmiştir. Ve çünkü, Türk milletinin, yürümekte olduğu terakki ve medeniyet yolunda, elinde ve kafasında tuttuğu meşale, müspet ilimdir. Şunu da ehemmiyetle tebarüz ettirmeliyim ki, yüksek bir insan cemiyeti olan Türk milletinin tarihi bir vasfı da, güzel sa'natları sevmek ve onda yükselmektir. Bunun içindir ki, milletimizin yüksek karakterini, yorulmaz çalışkanlığını, fıtri zekasını, ilme bağlılığını güzel san'atlara sevgisini, milli birlik duygusunu mütemadiyen ve her türlü vasıta ve tedbirlerle besliyerek inkişaf ettirmek, milli ülkümüzdür.





Türk milletine çok yaraşan bu ülkü, onu, bütün beşeriyette hakiki huzurun temini yolunda, kendine düşen medeni vazifeyi yapmakta, muvaffak olacaktır.



Bugün, aynı inan ve kat'iyetle söylüyorum ki, milli ülküye, tam bir bütünlükle yürümekte olan Türk milletinin, büyük milletinin, büyük millet olduğunu bütün medeni alem, az zamanda, bir kere daha tanıyacaktır. Asla şüphem yoktur ki, Türklüğün unutulmuş büyük medeni vasfı ile, atinin yüksek medeniyet ufkunda, yeni bir güneş gibi doğacaktır.



Türk Milleti;



Ebediyete akıp giden her on senede, bu büyük bayramını, daha büyük şeıeflerle saadetlerle huzur ve refah içinde kutlamanı, gönülden dilerim.



Ne mutlu Türküm diyene.!

Mustafa Kemal Atatürk

149
MUSTAFA KEMAL  HAKKINDA BILINMESI GEREKEN 30 OZEL SEY



1."ATA" LAFINI SEVMEZDI

"Ataturk" hitabini ilk kez donemin Turk Dil Kurumu Baskani bir konusmasinda kullanmis, Mustafa Kemal de cok begenerek soyadi olarak almisti.Kendisine Ata" diye hitap edilmesinden hic hoslanmazdi.



2.EN SEVDIGI YEMEK

Manastir Askeri Lisesi yillarindan kalan bir aliskanlikla hayati  boyunca en sevdigi yemek kuru fasulye ve pilav olarak kaldi. Tatliya duskun degildi  ama cani istediginde cok sevdigi gul recelini tercih ederdi.



3.EN BUYUK HAYALI DUNYA TURUNA CIKMAKTI

Omru yetseydi bir dunya turuna cikip Turk dili ve tarihi uzerindeki calismalarini genisletmek en buyuk hayaliydi.



4.BASUCU KITABI "CALIKUSU" YDU.

Binlerce kitabi vardi.Ama bunlarin arasinda bir tanesini hayati boyunca hatta cephede bile basucundan ayirmadi. Resat Nuri Guntekin'in unlu Calikusu" romanini hep yaninda tasir, her gun rastgele bir yerinden  acar, birkac sayfa okurdu.



5.KABUL SALONUNDAKI AT YAVRUSU

Atlardan sonra en sevdigi hayvan kopekti. "Fox" adini verdigi kopegi, Gazi`nin yataginin ayak ucunda uyurdu. Hayvanlara duskunlugu o dereceydi ki bir gun misafirlerinin de gorebilmesi icin yeni dogmus bir tayla annesinin Cankaya Kosku kabul salonuna getirilmesini bile emretmisti.



6.TAM BIR SALON ADAMI

En sevdigi dans valsti. Muzik zevki cesitlilik gosteriyordu.Klasik Bati muzigi disinda Anadolu ezgilerini de severek dinlerdi.



7.GOMLEKLERININ TUMU BEYAZDI

Gomleklerinin hepsi beyazdi. Bu gomlekler ilk yillarda Isvicre`de ozel olarak dikilirken sonra yerli mali kullanma kampanyasina onculuk edebilmek icin Beyoglu`nda bir terziye diktirilmeye baslanmisti.



8.DOLABINDA LACIVERTE YER YOKTU

Takim elbiselerinin tasarimlarini hep kendisi cizerdi.Lacivert takim giymeyi sevmezdi.



9.OLCULERI

Boyu 1.74 idi.Hayatinin son donemlerine kadar 76 olan kilosu hastaliginin ilerlemeye baslamasiyla 46'ya kadar dusmustu. 43 numara siyah rugan ayakkabi giyerdi.



10.RUMELI SIVESI

Ozenli ve temiz bir Turkce konusurdu. Ancak bazi kelimeleri Rumeli sivesiyle telaffuz ederdi.



11.HAZIN BIR HIKAYE

Hayatinda bir donem cok onemli yer tutan Mustafa Kemal`in evlenmesinden sonra hayatina trajik bir sekilde son veren Fikriye Hanim`in mezarinin nerede oldugu bilinmiyor.



12.CUMHURBASKANLIGINDAN SIKILIYORDU.

Hayatinin cogunu gecirdigi savas cephelerinden sonra Cumhurbaskani olarak gecirdigi yillar ona bir tecrit yasantisi gibi geliyor, cok sevdigi halkindan ve sade bir vatandas yasamindan uzaklastigini dusunuyordu.



13.PAPA`NIN TEMSILCISINE ELBISE

Kiyafet Kanunu cercevesinde tum din adamlarinin dini kiyafetleriyle  sokaga cikmalari yasaklaninca, Monsenyor Roncalli`ye kendi terzisi Kemal  Milasli eliyle bir koleksiyon hazirlatti.



14.KENDISI TIRAS OLMAZDI.

Sabah kahvaltilariyla arasi hic hos degildi.Yataktan kalkar kalkmaz odasindaki divanin uzerine bagdas kurarak oturur, gunun ilk kahvesini sigarasini icerdi.Bir ozelligi de kendi kendine tiras olmamasiydi.



15.DUZEN TAKINTISI VARDI

Evinde ,cevresinde hatta konuk oldugu evlerde bile egri duran esyalari duzeltmeden rahat edemezdi.



16.HOSGORULU LIDER

Koylunun birinin gazete kagidina sardigi tutunu icmeye calisirken eli yanmis,"Alin bunu kendi icsin" diyerek Ataturk`e

kufretmisti.Mahkemeye cikarilacakti. Ataturk olayi dinledikten sonra "Onu mahkemeye vereceginize dogru durust sigara icmesini temin edin" dedi.



17.SIGARA PAZARLIGI

Hastaliginin baslangicinda kendisini muayene eden Dr.Fissinger gunde kac paket sigara ictigini sormus, Ataturk "sekiz" demisti. Doktor bunu gunde bir pakete indirmesi gerektigini soyleyince gulumseyerek cevap vermisti:"Ben  zaten bir paket iciyorum. Bundan sonra bunu sizin izninizle yapacagim".



18."BU NASIL HALKCILIK?"

Bir sabah milletvekilleri ile trene binmisti.Konduktorun milletvekillerinden bilet parasi almamasina sasirmis nedenini

sormustu.Trenin milletvekillerine bedava oldugunu ogrenince epey sinirlenmis, "Ne de guzel halkcilik ama" demisti.



19."LAIKLIK ADAM OLMAKTIR!"

Ilk mecliste bir oturum sirasinda uyelerden biri laikligin ne manaya geldigini anlamadigini soyleyince Gazi cok sinirlenmis ve elini

kursuye vurarak bir din bilgini olan uyeye cevap vermisti: "Adam olmak demektir hocam,adam olmak!"



20.KURBANLARI BAGISLARDI

Gittigi yurt gezilerinde kendisi icin kurban edilen hayvanlara bakamaz boyle durumlarda sirtini doner yada kesilmelerini engellerdi.



21.YABANCI DILE MERAKI

Askeri lisede ogrenmeye basladigi Fransizca'yi sonraki yillarda gelistirdi. Zengin bir kelime bilgisi vardi. Konusurken araya

Fransizca sozcukler de eklerdi.



22.FASULYESINE POKER

Kumardan hoslanmaz ama arkadaslariyla fasulyesine poker oynardi.Oyun sonunda kazandiklarini iade ederdi.



23.KAN GORMEYE DAYANAMAZDI

Cephelerde dusmanla gogus goguse savasmis biri olarak en ilginc ozelligi savas meydanlari disinda kan gorunce fenalasmasiydi.



24.KULAKLARI DUYAN TEK KISI.

Fransiz tarihcisi Herriot Ankara`ya geldiginde Gazi`nin kulaklarinin duyuyor olmasina sasirmis anilarinda bunu espirili bir dille anlatmisti: "T.C`de bir tane kulaklari duyan kisi var onu da Cumhurbaskani yapmislar".



25.BIR RICASI BAS ACTIRDI

Bir gun halk arasinda dolasirken carsafli bir kadina rastlamis, "Hafiz Hanim benim hatirim icin basindaki ortuyu acar misin?" diye sormustu. Kadin  bas ortusunu acarak , Ataturk`un onunde egildi ve ellerini optu.



26.BILARDO VE YUZME

Sportmen kisiligi vardi. Her gun at biner , yuzmeye gider ve bilardo oynardi.



27.EN BASARILI DERS.

Egitim hayati boyunca en basarili dersi matematikti. Pozitif bilimlere ilgisi hayati boyunca surdu.



28.YAGCILARA GECIT YOK

Yagcila cok kizardi Bir aksam sofrasida kendisine gereksiz sekilde iltifat eden Abdulhak Hamit`e mudahale etti.



29.SON YILBASI GECESI

1937`yi 1938`e baglayan son yilbasi gecesini Disisleri Bakani Tevfik Rustu Aras ile bas basa gecirmisti. O gece dolabindaki bazi elbiseleri bakana hediye etmisti.



30.KOSKTEKI GUVERCINLIK

Kuslari cok severdi.Cankaya Kosku`nde ozel bir bakicinin ilgilendigi guvercinligi vardi.

(Not) Bir Dergiden Alınmıştır)...

150
Mustafa Kemal Atatürk’ü oylarımızla ilk 3’ün içine alalım. Haydi!



Siteye girdiğinizde Atatürk'ün Yanındaki Kutucuğa Tıklayın Ve VOTE Ye Tıklayın!



Bu mesajı herkese iletin. Tanıdığınız tanımadığınız her Türk’e!

Oylama yapacağınız web sitesi:




151
DIŞ BASINDAN ATATÜRK



Çağımızın en büyük liderlerinden biriydi.Türkiye'nin,dünyanın en ileri ülkeleri arasında hakettiği yeri almasını sağlamıştır.

General Mc.Artur (A.B.D 1938)



Atatürk,yalnız Türkiye'nin değil bütün Doğu'nun Ata'sı idi.

Altes Veli Han(Afganistan,1938)





Atatürk,kişilik ve yeteneğin dev gibi bir simgesiydi.

National Tidense Gazetesi(Danimarka,1938)





Çökmüş bir ülkeye geçmişin tarihsel değerini geri veren Atatürk olmuştur.

Massagero Gazetesi (İtalya 1938)





Atatürk,tarihte ülkesinin en büyük adamlarından biri olarak kalacaktır.

Le Morgen Bladet Gazetesi





Atatürk Türkiye'yi utanma ve çöküntüye uğramaktan kurtardı.

Gazete Polka(Polonya 1938)





Atatürk'ün ölümü yalnız Türk Ulusu için değil,O'nun örneğine çok muhtaç olan bütün doğu ulusları için de büyük kayıptır.

Eleyyam Gazetesi(Suriye 1938)





Atatürk'ün ölümü gerek Türkiye için gerekse bütün dostları için derinliği ölçülmez bir kayıptır.

İzvestia Gazetesi(Rusya)



İÇ BASINDAN ATATÜRK

Eşsiz Kahraman Atatürk,vatan sana minnettardır.

İsmet İnönü Cumhurbaşkanı





Çoktan, pek çoktan beri bu millet bir oğlunun kişiliğinde böylesine kendini bulmamıştı.

Yahya Kemal Beyatlı



Atatürk düşünceleriyle bitmeyen insandır.

Orhan Seyfi Orhon





Gerçeğe giden bütün yollar O'nda birleşiyor.O'nda tamamlanıyoruz.O'na sırtını çeviren çeviren düşünce bizden değildir.

Cahit Tanrıyol





Atatürk,dinamik bir ruha sahiptir.O'na tutunan insan olduğu yerde kalmaz. Atatürk,geliştirici ve genişletici bir düşünceye sahiptir.O'nun arkasından gidenler geride kalmaz.

Cemal Gürsel



O'na "Ordu yok"dediler "Yapılır"dedi;"para yok"dediler."Bulunur"dedi;"Düşman çok"dediler, "yenilir!" dedi ve bütün dedikleri oldu.

152
ATATÜRKÜN VASİYETNAMESİNİ YAZMAYA  KARAR VERİŞİ



Atatürk'ün vasiyetnamesini nasıl düzenlendiğini, Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri Hasan Rıza Soyak şöyle anlatmıştı;  "1938 senesi sonbaharı, Dolmabahçe Sarayı'ndayız. Bir sabah Atatürk'ün yatak odasına girdim. Büyük adam, yatağında başı biraz yüksekte arka üstü yatıyordu. Salonu solgun bir güneş kaplamıştı. Yüzü fildişi rengindeydi. Çehresi her gün biraz daha zayıflayıp uzuyor, o gök mavisi gözleri irileşiyordu.

 Ben yatağının ayak ucuna doğru, gösterdiği yere oturdum. Her zaman ki suallerini tekrarladı:

 "Ne haber?"

 O günlerde Avrupa'da siyasi hava çok bozulmuştu. Atatürk umumi endişelere ve bir takım tehlikeli belirtilere rağmen, Almanların henüz, İtalyanların ise hiç hazırlanmamış olduklarını ileri sürerek müsterih bulunuyor. O sene harp olmayacağını, ihtilafların behemahal bir pamuk ipliğine bağlanacağını, harbi ancak 1939 senesinde veya ondan sonraki senelerde beklemek lazım geldiğini söylüyorlardı.

 Son yirmi dört saat zarfında günlük meselelere dair gelen haberleri hülasa ettim. Görüşünü teyid eder mahiyette olan bu haberleri alaka ile dinliyor, ara sıra bazı şeyler soruyor ve kısa cümlelerle mütalaalar beyan ediyordu. Böyle olmakla beraber düşünceli ve heyecanlı olduğu belliydi.

 Sözlerimi bitirince sağ kolunu bana doğru uzattı. Doktorlar, kati lüzum olmadıkça kuvvet sarfetmesini yasakladıkları için hareketlerinde yardım ediyorduk. Elini tuttum, doğruldu, yatağının içinde bağdaş kurdu. Birkaç dakika denize ve karşı sahile baktı. Belliydi ki heyecanını yenmeye çalışıyordu. Gözlerini bana çevirdiği zaman, uzun kirpiklerinin ıslandığını farkettim. Bütün hastalığı boyunca yanımda gösterdiği yegane zaaf (eğer bu ulvi sükunete zaaf demek uygunsa) buydu. Sonra önüne baktı ve ağır ağır konuşmaya başladı.

 "Bu yolda konuşmak benim içinde, senin için de, ağır bir şey ama başka çaremiz yoktur. Konuşmaya mecburuz çocuk. Hani seninle ara sıra bir işimizden bahsederdik. Hatta bunun içinde kanun çıkarılmıştı: Şu vasiyetname meselesi. Bugün yarın o işi bitirmeliyiz. Nasıl olsa bir gün karnımdan su alınacaktır. Ne olur ne olmaz. Bağırsaklardan biri delinebilir, başka bir arıza olabilir. Herhalde ihtiyatlı olmalı."







----------------------------------------------------------------------------------------------------





ATATÜRK'ÜN VASİYETİNİ NOTERE VERİŞİ





"Atatürk, 6 Ekim 1938 'de Noter'in getirilmesini istemişti. Noter İsmail Kunter Bey, Prof. Neşet Ömer Bey ve ben, yatak odasının altındaki bir odada huzuruna girebilme emrini bekliyorduk. Bu daveti alınca hep beraber üst kata çıktık ve yatak odalarına girdik.

 Vaziyeti şöyleydi; yataktan çıkmış, ipek bir pijama ve yine kırmızı ipek bir rob döşambr giymiş, boynuna koyu vişne renginde ipek bir eşarp bağlamıştı. Denize bakan pencerelerin önüne koydurduğu bir şezlongun üzerine oturmuş sigara içiyordu.

 Bizi görünce hafifçe kımıldandı: "Buyrunuz.." dedi.

 Tam karşısına koydurduğu sandalyelerde üçümüze de yer gösterdi. Hatırımda kaldığına göre Noter İsmail Kunter Bey ile, yeni çıkmış olan Noter Kanunu ve İstanbul'daki noterler üzerine görüştü. Getirilen kahvelerin içilmesini bekledi. Sonra önündeki sigara masasının koyduğu kapalı zarfı aldı:

 " Bu benim vasiyetnamemdir. İcap ettiği zaman muamelesini yaparsınız..." diyerek zarfı notere verdi.







----------------------------------------------------------------------------------------------------

 

ATATÜRK'ÜN VASİYETNAMESİ'NİN TAM METNİ



Malik olduğum bütün nutuk ve hisse senetleriyle Çankaya'daki menkul ve gayrimenkul emvalimi Cumhuriyet Halk Partisi'ne atideki şartlara, terk ve vasiyet ediyorum:  1. Nukut ve hisse senetleri, şimdiki gibi, İş Bankası tarafından nemalandırılacaktır.

 2. Her seneki gibi nemadan, nispetleri şerefi mahfuz kaldıkça, yaşadıkları müddetçe, Makbule'ye ayda bin, Afet'e 800, Sabiha Gökçen'e 600, Ülkü'ye 200 lira ve Rukiye ile Nebile'ye şimdiki yüzer lira verilecektir.

 3. Sabiha Gökçen'e bir ev de alınabilecek, ayrıca para verilecektir.  

 4. Makbule'nin yaşadığı müddetçe Çankaya'da oturduğu ev de emrinde kalacaktır.

 5. İsmet İnönü'nün Çocuklarına yüksek tahsillerini ikmal için muhtaç olacakları yardım yapılacaktır.

 6. Her sene nemedan mütebaki miktar yarı yarıya, Türk Tarih ve Dil Kurumlarına tahsis edilecektir.

 K.Atatürk

153
Mustafa Kemal Atatürk’ün Anıları.



Karlsbad Günlüğü



30 Haziran 1918 - 1 Temmuz 1918



30 Haziran 1918 Pazar günü öğleden sonra saat 7.30'da Karlsbad istasyonuna muvasalat edildi, istasyonda muvasalatıma intizâr eden otel kapıcısının getirdiği arabaya eşyalarımızı da tahmil ederek, ihzar bulunan ikametgâha gelindi.

Cottage Sanatorium doktorlarından Markotein'in Karlsbad'da bulunan dostu doktor Vermer'e vukuu bulan tavsiyesiyle, mumaileyh tarafından bulunan ikametgâh adeta hususi bir evden ibarettir. İsmi Rudolfshof olan bu ikametgâh otel Pupp mebanisi ittisalinde (yapı kompleksinde) ve büyük hamamın karşısındadır. Doktor Vermer mezkûr evde benim için bir salon, bir yatak odası, bir uşak odası (bir emirber neferim Şevki için) ve hamamdan ibaret aksamı haftalığı 140 krona tutmuş. Ben ilk nazarda memmun olmadım. Pupp'a buna mümasil meban-i âliye (ana bina) ve müdebbdenin (debdebe) şaşaası ve menban-i mezkûre (adı geçen bina) dahillerindeki haşmetin yanında, hemen ittisalinde onlara nisbeten basit kalan bu benim yeni ikametgâhım o kadar cazib görünmedi. Yarım saat sonra aynı zamanda beni tedavi etmesi de kendisine yazılmış olan Vermer geldi.

İkametgâh hususunda neşesizliğimi gizleyemedim. Ellibir yaşında henüz teehhül etmemiş (evlenmemiş) bulunan doktor, ciddi ve tecrübekâr bir vaz ile bana dedi ki:

- Sen buraya ciddi bir kür yapmak için mi geldin, yoksa lüks ve debdebeli gürültüler içinde zevk etmek, yorulmak için mi? Ne istiyorsunuz, işte, sakin ve rahat bir apartman. Şimdi müsaade edin sizi muayene edeyim ve suret-i hareketinizi çizeyim. Göreceksiniz ki dediğim şeyleri harfiyyen takib edince başka bir şey düşünmeye vakit bulamayacaksınız.

Ben, artık sözü uzatmadım. Doktor vazifesini yaptı ve nihayet takib edeceğim programı yazıp bıraktıktan sonra, yine görüşürüz dedi gitti.



Gece



Rudolfshof direktrisi ihtiyar madamın buldurduğu bir, iki kap yemeği yedikten sonra, ertesi gün mutadım hilafında olan erken kalkacağımı düşünerek yattım. Kapıcı saat 5.30'da kaldıracaktı. Saat 7'de su içilecek mahalde bulunabilmek için 1-2 saat evvelden kalkmaklığımı ihtiyatkâr buldum.





1 Temmuz 1918 Pazartesi



Hanenin Josef isminde kapıcısının hiç anlaşılmaz aksanla kapıyı vurarak bir şeyler söylemekte olduğunu işitmekle uyandım. Akşamdan tembih ettiğim için uyandırdığını hatırladım:



-Ya, ya! diye seslendim.



Bu kadar erken kalkmağa alışmamış olan neferim Şevki de, müşkilâtla yatağını terkederek geldi. Traş etti. Fakat bu erkenciliğin mahmurluğunu bertaraf edebilmek için behemahâl bir hamam almak lâzım geldiğine kani oldum. Onun da hazırlanmasını bekledim. Nihayet tuvaletimizi ikmâl ederek saat yedide evden çıkabildim. Josef bize delalet edecekti. Direktrisin iare ettiği (ödünç verdiği) su bardağı elinde olduğu halde Şevki de beraberdi.



2 Temmuz 1918 Salı



Faha giyinmeden direktris geldi, taleb ettiğim Almanca muallimesinin geldiğini haber verdi. Muallimeyi salonda bekleterek giyindim.

Almanca muallimesi Paula Klemm fransızca olarak



- Efendim, bir muallime istemişsiniz, mükâleme için mi, yoksa gramer mi okuyacaksınız...



- Evet istedim, dedim. Fakat ne okuyacağımı bilmem...



- Benim kitablarım vardır. Size gramer kitabı getirdim, oradan okuruz.



- badmazel, dedim, ben senelerce mektebte gramer okudum, lektür yaptım, resitasyon ezberledim; fakat Almanca'yı öğrenemedim. Şimdi Almanca öğrenmek istiyorum.



- Öyle ise, efendim belki, biraz mükâleme ve dikte...



 - Pek güzel, fakat Almanca yazarım, dikteye ihtiyacım yok. Mükâlemeye gelince, Almanca olarak dedim ki, onu her gün her yerde bizzaruri yapmaktayım. Ancak bildiğim kelimeleri tekrardan ibaret kalıyor. Maksadımı söyledim, Almanca öğrenmek. Bunun için ne yapmak lazım geleceğini siz tayin ediniz. Bana kalırsa, siz beni evvelâ imtihan edin, ondan sonra kararınızı verirsiniz. Büroya geçtik... Görülüyor ki, kadıncağıza karşı pek müşkülpesent bulundum ve işi talik edip, biraz düşünmek istedim. Kendisine haber göndereceğimi beyan ederek mülakatı ikmâl ettik...



3 Temmuz 1918 Çarşamba



Saat 6'da kalkmayı düşünürken saat 7'de kalktım. Şevki beni kaldıracaktı, halbuki ben onu kaldırdım, hiddetlendim. Şevki'ye çıkışmaya başladım. Şevki traş ediyordu. Mahmurluktan, benim çıkışmamdan büsbütün şaşırdı. Usturayı sol bıyığımın yanında yanağıma bastırdı. Kan başladı, dindirmek mümkün değil, asabiyetim arttıkça arttı. Çabuk gideyim derken şimdi kanı dindirememek yüzünden tamamen gecikiyordum. Nihayet, şap, pudra, kolonya... Kan durur gibi oldu. Acele acele Şevki ile beraber Markbrun'a gittim. Şevki kadehi dolu olarak alacağı yerde, boş olarak bırakmak istiyor. Kızlar alay ederek, gülerek gideceği yeri gösteriyor. Orada daima hazır duran polis, beni ve Şevki'yi tanımış olduğundan delalet maksadıyla, fakat Şevki'nin kolundan tutarak, bir çocuk gibi kadehi vermek lâzım olan yere götürüyor. Şevki ben görmüyor muyum diye polise tâbi olarak yürüdüğü sırada, yan yan benim bulunduğum tarafa bakıyor. Nihayet dolu kadehle geldi, kadehi aldım. Suyu orada yavaş yavaş içtim. Bugün geciktiğim zamanı adeta her şeyde istimal ederek telâfi etmek istiyorum.



Su bitince boş kadehi Şevki'ye verdim ve Mülbrun'a gidip, orada beni beklemesine söyledim. Hergün beraber giderdik, bu gün o kadar asabi bulunuyordum ki, Şevki'nin yanımda yürümesinden hiddetleniyordum.



Mustafa Kemal aynı günün akşamı yemeğe gidişini anlatıyor günlüğünde. Bu bölümün başına "Manasız Üzüntü" ibaresini koymuş.



Asker elbisemi giydim. Saat 7'de imperial'e gittim. Daha henüz salonları temizliyorlardı. Pelerinimi garde de robe'a bıraktım. Otelin bahçesinde epeyce dolaştım. Canım sıkılıyordu. Bir aralık yağmur yağmaya başladı, tekrar otele girdim. Bu defa salona oturdum. Henüz kimse yok. Saat 8 oldu. Müzik başladı. Yemek salonuna geçtim. Obert'e hazırladığı yeri sordum.



Dün tembih etmiştim. - Buyrun Miralay (albay) Efendi! Dedi. Adam zahir halimize bakarak demek ki, ancak miralaylık tevcih ediyordu. General olduğumu anlatmaya çalışmak bir mesele. Sesimi çıkarmadım. Bir küçük masaya oturttu. Yemekten sonra - Bu masanın her vakit akşam yemekleri için bana tahsis olunmasını söyledim. Ve kendimi tanıtmak için kartımı verdim.



Moustapha Kemal Pasha Armeefuhrer Herr Obert'in bütün bu tafsilatlı karta rağmen bizi Miralay efendilikten başka bir şey telakki edemediğini ve Pacha'nın merkum nazarında tahminini tebdil etmediğini Armeefuhrer'in de medlulünü hiç düşünmediğini zannederim. Çünkü ertesi gün masa üzerine bıraktığı Bestellt (rezerve) levhasının altında kurşun kalemle şu isim yazılı idi. Monsicur Kemal Pacha.



4 Temmuz 1918 Perşembe



Program mucibince saat 7'de Marksbrun önünde kadehimi içiyorum, kadehi yarıladıktan sonra yudum yudum hem içiyor ve hem de Mühlbrun'a doğru yürüyorum. Yağmur yağdığı için açık olana şemsiyemle başımı muhafaza ediyor, paltomu ıslanmaktan vikaye edemiyorum. Muşammamı Şevki'ye vermiştim. O da arkamdan geliyordu. Su bitti, hatvelerimi (adımlarımı) sıklaştırdım. Hızlı hızlı adeta asker yürüyüşüyle yürüyordum. Herkesin bana baktığını ve gülmekte olduğunu gördüm. Yürümeğe devam etmekle beraber etrafıma, geriye bakmıyordum. Bir de ne göreyim. Benim Şevki hemen bir, iki adım mesafayle bana ayak uydurmuş, yere kadar uzanan benim muşammam içinde kendinden geçmiş, kollarım sallayarak beni takib ediyor. Talimhane meydanında acemi efradın yürüyüş talimi esnasında tatbik olunan şekillerinden biri. Ben de gülmeğe başladım. -Ne yapıyorsun? -Hiç efendim, dedi. Zaten Mühlbrun'a gelmiştik....



6 Temmuz 1918 Cumartesi



Mustafa Kemal bugünde her sabah olduğu gibi 7 de kalkıp gündelik yaşamına başlar. Akşam Miralay Emin Bey ve eşi tarafından Imperial otelde yemeğe davetlidir.



Akşam taamı esnasında hep askerlikten bahsettik, ben biraz Arıburnu ve Anafartalar'dan, biraz da Bitlis Muş cephelerinden bahsettim.



Hanımefendi, asker kızı, asker refikası, asker hemşiresi olduğundan bu hikâyattan zevk alıyordu.



Kumandanların en büyük cesareti mesuliyetten korkmamalarıdır, dedim, filhakika mesuliyetin ağırlığını ben kendi nefsimde tecrübe ettim. Namuslu ve izzet-i nefis sahibi bir kumandan için ölüm hiç bir vakit varid-i hatır olmaz, onu düşündüren icraatının isabet ve adem-i isabettir. Bilakis, ric'at (geri çekilme) manevrası için kumandada pek büyük isabet-i karar,



nüfuz-i nazar olmak lâzımdır. Bizim ordumuzu felâketlere sevkeden ekseriya ric'at manevrası için sahib-i azim ve karar kumandanlarımızın mefkudiyeti olmuştur. Faik düşman taarruzu karşısında ekseriya kumandanlar, askerin kendi kendine terk-i mevki ettikleri zamana kadar karar vermekten tehaşi ederler ve sonra da ric'ati bir kabahat ve askeri kabahatli görürler.



Hanımefendi bir muharebeden sonra muzaffer bir kumandanın dolaşması kim-bilir ne kadar zevkli olacak dedi.



Bunu tasdik etmekle beraben, -Bendenize, dedim, hayat-ı askeriyemde en çok zevk duyuran, Muş cephesinde Sekizinci Fırka ile yaptığım ric'at manevrasındaki muvaffakiyet olmuştur. Bu hareketin kıymetini evvelâ kimse takdir edememiştir, İstanbul'dan ve benden evvel urdu Kumandanı olan izzet Paşa hazretlerinden vürud eden telgraflarda bir inhizal ve felâket mi olduğundan ve bu hal-i meş'umdan sonra düşmanın nerelere kadar gelebileceğinden, daha ne kadar kuvvet istediğimden bahsediliyordu. Bu telâşta müşarünileyhin hakkı da yok değildi. Çünkü ben tatbik ettiğim manevranın benim içinde bulunarak, görüp takdir ettiğim esbâb-ı mucibesini izaha vakit bulamıyordum. Ve daha doğrusu hareketimin esbâb-ı muhaffefe ve ilmiye ve fenniyeye müstenid olduğu kanaât-i kamilesi beni, "Şunun için veya bunun için fırkayı çekiyorum..." demeğe tenezzül ettirmiyordu. Sadece vaziyet şu kararı icab ettirdi diyor ve aynı zamanda tatbik ediyordum. Düşmanın beş misli faik kuvvet karşısında arkadaşım Mehmet Nuri Beyin fırkası katiyyen mağlup olmadan ve bilakis pek şanlı muharebat yaparak, adeta bir manevra meydanında talim ettiriyor gibi, 3 gün birinci ilk bulunduğu mevzide muharebe ettirdikten sonra, Tarkos hattına ve oradan da bir gece manevrasıyla daha geriye ikinci hatla çektim.



Düşman bizi mağlûb ettiğine kani' oldu, daha ziyade takib etmedi. Karşımda dağınık üç grup halinde tertibat aldı. On gün sonra Bitilis cephesinde beraber olmak üzere burada icra ettiğim taarruzla düşmanı mağlup ve perişan ederek Muş'u zaptettim. Aynı gün Bitlis'i de zaptetmiştim.



Yemekten sonra oturduğumuz salon, dans salonunun ittisalinde idi. Gayet zarif, latif bir kaç genç kadın simokinli erkeklerle dans ediyorlardı, iki salon arasındaki büyük camlı kapı köşede işgal ettiğimiz fotöylerden bu tekerrür ve temadi eden Vonstep'leri seyre pek müsaitti.



- Ne güzel, dedim. Dansı çok sevdiğimden ve ataşemiliterlik zamanımda birinci valsörlerden addedildiğimden bahsettim.



Hanımefendi de kızlık hayatında çok dans ettiğinden ve dansı sevdiğinden bahsetti ve sonra ilave etti...



- Bu hayatın bizde teessüsü ne kadar müşkül...



 Dedim ki, ben her vakit söylerim, burada da bu vesile ile arzedeyim benim elime büyük selâhiyet ve kudret geçerse, ben hayat-ı ictimâiyemizde arzu edilen inkılâbı bir anda bir "Coup" ile (darbe) tatbik edeceğimi zannederim. Zira ben, bazıları gibi efkâr-ı avamı, efkâr-ulemâyı yavaş yavaş benim tasavvuratım derecesinde tasavvur ve tefekkür etmeğe alıştırmak suretiyle bu işin yapılacağını kabul etmiyor ve böyle harekete karşı ruhum isyan ediyor. Neden, ben, bu kadar senelik tahsil-i âli gördükten, hayat-ı medeniye ve ictimâiye-yi tetkik ve hürriyeti tezevvuk (zevk almak) için sarf-ı hayat ve evkat ettikten sonra, avam mertebesine ineyim . Onları kendi mertebeme çıkarayım, ben onlar gibi değil. Onlar benim gibi olsunlar. Mamafih bu meselede şâyân-ı tetkik bazı noktalar var. Bunları iyice takarrür (düşünüp taşınmadan) ettirmeden işe başlamak hata olur.



Ben henüz mücerret (yalnız) bir adamım. Benimle, bir müteehhilin (evli) bu babtaki tarz-ı muhâkemâtı arasında arasında fark olabilir.



Fakat bu hususta tamamen bitaraf olmak ve hisiyat-ı hasiteden tecerrüt etmek (arınmak) lâzımdır. Şimdi şunu demek istiyoru, ahlâk, her zümre-i ictimâiyenin telakkisine göre başka mana, başka renk başka maksat gösteriyor gibidir.



Mesela bizde iffet ve ismet pek büyük ve sıkı kuyûdaâta (kayıtlar) tabidir. Bir Avrupalı bu kuyûdu tanımıyor. Onun bizim nazarımızda tamamen ahlaksız, onlar nazarında biz tamamen vahşi.



Binâenaleyh iki felsefeden birini tercih etmek gerekiyor. Hal-i asli tabiîye avdet (doğal duruma geri dönme) fakat daha süslü, daha insanî erkek ve kadın tamamen hür ve müstakil madam-ül hayat (hayat sürdükçe) hiç bir muayyen rabıtaya tâbi (ilişkiye bağlı) olmayacak. Fakat idâme-i beşeriyet, temin-i refah-ı cemiyet, muhafaza-i intizam-ı umumiyet için kanunlar, kaideler olacak bunlara riayet edilecek.



Veyahut kemâle gelen her erkek ve kadın kendine her nokta-i nazardan küfüv (her açıdan denk) olan bir eş buluncaya kadar muhafaza-i nezahat edecek ve bulduktan sonra teşekkül edecek çift bir ocak vücuda getirecek. Tarafeyynden (taraflardan) biri ölünceye kadar, veyahut şimdiye kadar mer'i kavaid, ve kavanin-i şeriyenin mesağ gördüğü esbâb tahtında tantında iftirak edinceye kadar (yürürlükteki kuralların izin verdiği sebeplerle boşanana kadar) erkek karısına, kadın yalnız kocasına manen, fikren, maddeten hasr-ı mevcudiyet edecek.



Zevceynde (karı koca), harice taşmak istidadında olan hissiyat ve temayülâtı boğmak için tedbir alalım: İslamiyette tatbik edilmekte olan tesettür, kadınların kocalarından başka erkekle kat'iyen temasa gelmemeleri ve hayal-ı hariciyeye mâlik olmamaları bir dereceye kadar kadınları tevkif eder, fakat erkekler için, bugünkü zemin-i medeniyette bir mania icat etmek müşkül. Vakıa onları ciddî ve sürekli mesaî içinde bulundurmak suretiyle meşgul etmek varid-i hatır olur (akla gelir). Pek güzel, o kadar ciddî ve yorucu meşagilden sonra, son asır terakki ve medeniyetin şuaatiyle (ışığıyla) ve dimağı tenevvür etmiş (aydınlanmış) bir erkek, işinden doğru evine gelüp, kapanmak suretiyle yarın için icab eden zevk ve kuvvet-i mesaiyi iktisab edebilir mi? Biraz hava, biraz musikî, biraz tiyatro, hülasa bir hayat arzu etmez mi? Bu icabat'ı tabiiye ve medeniyeyi tatbik ederken yanında karısı bulunmazsa, bu noksanı telâfi etmek lâzım gelmiyecek mi? Çünkü bir erkek için kadın huzurundan, kadın sözünden, kadın refakatinden mahrum bulunmak bir noksandır. Bu behemehal (mutlaka) tatmin olunur. Fakat evde erkeksiz kalacak kadın için erkek ihtiyacı aynıdır.



Ecdadımızın, Osmanlı dilaverlerinin izdivaç usulü mağrur erkeklerin tercih edeceği bir tarzdır. Bir Osmanlı için, o da her emir ve işaretine amade yalnız kendine hasr-ı vücut etmiş veya etmeğe mecbur kalmış bir veya daha ziyade kadın vardır. At ve silah ile icra ettiği askerlik sanat ve muzafferiyet ve ganaimi kendince eğlendirmeğe kâfidir.



Fakat zannediyorum, artık bugün kadınları büyük babalarımızın müthiş nazarları altında sinmiş olduğu gibi bulunduramayacağız.



Velhasıl netice: Bu kadın meselesinde cesur olalım. Vesveseyi bırakalım. Açılsınlar onların diğamlarını (başlarını) ciddi ulûm ve fünûn (fen) ile tezyin edelim (donatalım), iffeti, fenni sıhhî surette izah edelim. Şeref ve haysiyet sahibi olmalarına birinci derecede ehemmiyet verelim. Sonra şahsi irtibata gelince, tabiat ve ahlakımıza muvafık (kabul eden) karı arayalım ve onunla şurût-i izdivaciyemizi (evlilik şartları) açık ve kat'i kararlaştıralım. Ona riayette kusur edince onun icabatını yapalım. Kadın da böyle hareket etsin.



10 Temmuz 1918 - 11 Temmuz 1918



Bu iki günün suret-i güzerânını yazmayacağım. Birçok hatıratım gibi bunların da nisyâna karışmasında (unutulmasında) ne beis va. Yalnız şu kadar diyelim ki, insanlar hakikati daima gizlerler.



12 Temmuz 1918 Cuma



Sabahleyin saat 9.20'de ancak kalkabildim. Bugün su içmek, hamam almak hususlarında program altüst oldu. Akşam üzeri yalnız yürüyerek birkaç saat tenez-zühten (gezinti) sonra Veishaupt lokantasında yemek yedim. Eve avdet ederken ev sahibesini ve kızını gördüm. Yarın gece Courfaus'daki Concert'e davet ettiler. Evde soyundum, çalışacaktım. Bir Fransız madamın bir mösyö ile beraber geldiğini kapıcı haber verdi. Salona kabul ettirdim. Tekrar giyindikten sonra yanlarına çıktım. Bu kadın iki gün evvel Almanca muallimesinin takdim ettiği İsviçreli bir âmâ idi. Fransızca dersi veriyordu. Genç güzel bir kadın, gözleri tatlı bir mavilikte, âmâ olduğu farkedilmiyor. Malûmatlı. Alman, ingiliz, Fransız milletlerinin ıslahîyat ve terakkîyatı hakkında birçok müdâvele-i efkar etti (fikirlerini anlattı). En nihayet kendisinden Fransız lisanında istifade etmek istediğimi söyledim. Haftalığı 100 Kron'a uzlaştık. Beni bu âmâ kadından fransızca ders almağa sevkeden âmil nedir?



Okuyamaz, yazamaz, yazılan şeyi görüp tashih edemez. O halde bu nasıl muallime olabilir?



13 Temmuz 1918



Sabah saat 8'de uyandım. 20 dakika arayla içmek zorunda olduğum.... suyunun birinci ve ikinci bardağı arasındaki 20 dakikalık zaman içinde Şevki beni traş etti. Banyomu yaptım. Bütün tuvaletim bittikten sonra büroya geçerek Fransızca bir kitabtan biraz okudum ve Almanca dersini çalıştım. Bugün, kendisinden Fransızca dersi alacağım Madam Heinrich'e gitmem gerekiyordu. 11.30 ders için kararlaştırılmış zamandı. Tam o saatte orada olmak için evden ll'de çıktım. Ağır bir yürüyüşle, bir çeyrekte Madam Heinriche'in mağazasına vardım. Mağazadan bir çocuk beni evin üçüncü katında bulunan daireye götürdü.



Çocuk: "Burası beyefendi" demekle yetinerek giriş kapısının önünde benden ayrıldı.



Madam Heinrich beni dairesinin salonunda bekliyordu. Beni nezaketle kabul ederek pencerenin yanına konmuş olan koltuğa oturmaya davet elti. O da önünde yuvarlak bir masanın bulunduğu divanda yerini aldı. Ben, üç katın merdivenlerini çıkarken yorulduğum için, nefes nefese olmaktan kendimi alamıyordum. Görmemesine rağmen soluk almam dikkatini çekmişti: Sayın General, bu zahmetli merdivenler sizi yordu değil mi? Ve aniden konuşma mevzuunu değiştirerek:



-Yanılmıyorsam beyefendi henüz evli değil! Acaba bir Avrupalı kadınla mı yoksa sizin milletinizden bir kadınla mı evlenmek isterdiniz?



Farketmez diye cevap verdim.



Hakikatte düşüncem, evlenirsem bir Türk kadınını tercih edeceğim yolundaydı. Fakat gücenebileceği uzun bir muhavereye (konuşma) girmemek için evlenme mevzuundaki konuşmayı kesmeyi tercih ettim.



27 Temmuz 1918 Cumartesi



Karlsbad'da geçen günlerimin hatıratını tamamen ve olduğu gibi bu defterlere tevdi'i edemedim. Bunun iki sebebi var, birincisi lüzumu kadar yazı yazmak için vakte mâlik olamadım; ikincisi her düşündüğümü, her yaptığımı yani bütün esrar-ı fikrîye ve hayatiyetimi bu deftere nasıl ehemmiyet edebilirdim Hattâ bu yazdıklarımı bile birgün, ihtimâl pek yakın bir günde mahvetmeyecek miyim. Şimdiye kadar hep öyle olduğu içindir ki, mazbut bir hatıra ve mecmuam yoktur, tîde sükûnetli ve tamamen bîtaraf bir vaziyette ve bir köşede kendi âlemimde yaşamağa muvaffak olursam, ihtimâl o zaman hatırat-ı hayatımı yazmak benim için bir meşgale olacaktır, çünkü hayatımın her safhasını bütün teferruatıyla dimağımda mazbut bulundurabiliyorum, yalnız tarih, gün, isim hatırımda kalmıyor, bunları da ihtimal başka bir vasıta ile temin ederim.

Sayfa: 1 ... 8 9 10 ... 99