Forum Zero

Türkiyem => Atatürk ve Diğer Türk Önderlerimiz => Konuyu başlatan: Zero - 25 Şubat 2011, 17:31:01

Başlık: AtatÜrk’Ü Anlamak
Gönderen: Zero - 25 Şubat 2011, 17:31:01
ATATÜRK’Ü ANLAMAK



Bir ülkenin düşünsel yaratım hayatı, olabilecek en aşağı seviyede. Bir ülkenin ruhu; ekonominin, teknolojik gelişme kaygılarının, dış ilişkiler savaşının arkasına saklanmış, unutulmuş, kaybolmak üzere. Bin yıllık bir

tarihin ve düşünsel hacmin gerisine dönmeye çalışan bir takım insanların adım adım uyguladığı hüküm ve yaptırımlarla bir ülke, milyonlarca insanın

kanıyla kazanılmış ruhunu kaybetmek üzere. Bir millet ümmet olmaya doğru gidiyor. Yeni bir Atatürk`e ihtiyaç duymaya doğru koşturuyor.



Oysa bu ülkenin yetiştirdiği büyük bir beynin, kocaman bir ruhun ne yaptığını unuttuk. Hayır hayır unutmadık, biliyoruz hepsini. Tarihiyle, mekanıyla, ne olduğuyla, ne olduğunu hatırlıyoruz. Ama yapılanların ruhunu,

hissedişlerini, anlamını öğrenmek için çaba sarfetmiyoruz.



Bir millet, yüzyıllardır padişaha kul olma olgusuyla bağlanmış, kendi düşüncelerini, kendi yaratımını, kendi tercihini yaşamayı unutmuş:



Baktı O, Mavi Gözlü Dev; bir milleti kendi gücüne uyandırmalıydı. Üstelik bir ülkenin, bir vatanın ancak onu oluşturan her ferdin özgür ve yaratıcı

kimliğini ortaya koyması ile ilerleyebileceğini öğretmek istedi. Biliyordu ki; bir millet ancak düşünmeyi öğrenebilen, kendi önüne konan dogmatik bilgi ve inançlardan sıyrıldığında özgür olabilir. Anlatacakti; kazanılan savaş bir milletin ` kul olma` alışkanlığından sıyrılmadıkça asla egemenliğini

kazanamayacaktı. Akıtılan bu kanlar başka bir padişah gelip ona kul olma olgusunun tamamlanması ile boşa akıtılacaktı.



Ne yapacağını biliyordu: ”Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir” dedi.

Baktı sonra, üstünde fakirliğin ve kıraç toprakların uzandığı vatanına.

Baktı, savaşlardan yorgun çıkmış halkının özgürlüğü için,  toprağı için bu yorgunluğa rağmen kanını, canını vermeye her an hazır insanının ezilmişliğine. Ki köy yerinin, köylülerin oluşturduğu bir milletti henüz

onlar. Gülümsedi O, mavi Gözlü Sarışın Dev: “Köylü milletin efendisidir” dedi.



Bu ülke sizin, özgürlük sizin, yönetmek de, yönetilmek de sizin diyordu.

Savaşı kazanmak, işgalci devletleri topraklardan atmak yetmez diyordu. Halk olduğunuzu bilmezseniz, bir lidere ihtiyaç duymadan kendi egemenliğinizi kuracağınızı anlamazsanız asla özgür olamayacaksınız diyordu. Anlamadık, anlamak istedik, anlayamadık. . .



Sonra öğretmenlerin toplandığı bir kongreye gitti. Baktı o düşünsel ruhu bin yıl ilerde olan O Dev; kadınlar ayrı, erkekler ayrı oturuyorlar. Acı acı

gülümsedi. “Efendiler; kendinize mi güvenmiyorsunuz, hanımlarımıza mı?” Bu ülkenin, bu insanın kadını düşünmeli, üretmeli, yaşama ortak olmalıdır dedi.

Bu ülkenin kadını, içinde olduğu toplumu yönetmek için seçilebilmeli, seçmeli. Onlara verilen hak bu ülkenin düşünsel olarak ilerlemesinin anahtarıdır.



Biliyordu yetmeyecekti; bu toprakların insanına verilen inancı sorguladı.

Baktı; değişmeliydi bir şeyler. Nüfusun yarısını oluşturan kadını evine kapatırsan nasıl gelişir bu ülke, muasır medeniyet seviyesine nasıl

gelirdi? Halkına öğretilen yanlış din öğretilerini yok edecekti. Düşünmeyi engelleyen ne varsa silecekti. Biliyordu ki kadının hak ve özgürlüğüne en

büyük engel buydu. Dini doğru öğrenmeliydi. Bir harf silsilesi ve ondan oluşan dil kutsal olamazdı. Türkçe olmalıydı ezan, Türkçe olmalıydı ibadet.

Anlamak en önemlisiydi. Anlamadan ibadet olamazdı, anlamadan bir ülkenin yarısını oluşturan kadının üretimsiz bırakılmasının o ülkeyi geri bırakacağını bilemezdik.



Bir sabah, her insanın anladığı, kendini ifade edebildiği kendi diliyle çağırdı insanlarını ibadete. Amaç; ezanın Türkçe ya da Arapça olup olmamasından çok daha fazlaydı. Anlamadık, ilk fırsatta değiştirdik,

geriledik, gerilemeye devam ediyoruz.



Küçük ayrıntılar büyük devrimlerin kıvılcımıydı, biliyordu. “Kastamonu’ya gidiyoruz çocuk, şapkayı göstereceğiz halka” dedi. “Neden bu kadar önem

verdiğiniz bir şey için bu denli küçük bir yer seçtiniz paşam?” diye sordu yaveri. “Kastamonu halkı ilktir beni görecek. Beni ilk nasıl gördüyse öyle

benimseyecek. Bu şapkanın kabul edilmesi için en kolay yoldur çocuk.” dedi.

“Paşam neden şapka değil de başka bir şey değil, neden fes kalmıyor. Siz ki şekle önem vermezsiniz” dedi yaver.



Gülümsedi bakışlarında bin yıl sonrasını taşıyan O Dev: “Ah çocuk; nerden bileceksin sen: Her şey ululandırma, her şey dogmatik inanç, her şey kabullenenin pençelerinde yürüyor. Ne fesle derdim var, ne de şapkaya bir

aşkım. İnancın kıyafetle ilgisi olmadığını anlatmak lazım.İnancı şekilcilikten almak lazım. Dogmatik bilgiye bu denli sarılmış bir halka ilerlemeyi, medeniyeti nasıl öğreteceğiz? Fes, bir semboldur; dogmatik inancın, şekilciliğin sembolu. Kıracağız çocuk, Türk halkı kul olmaktan çıkıp düşünmeyi öğrenecek, şekilciliğe dair ne varsa kaldıracağız. İnancı özgür kılacağız çocuk. Bu yüzden kapatmadık mı tekkeleri, zaviyeleri. Bu yüzden kaldırmadık mı hilafeti? Şimdi bütün bunlardan sonra bu dogmatik

bilgilere sarılışı kaldırmazsak ne işe yarayacak? Aklı hür, vicdanı hür, inancı hür bir millet olamazsak ne işe yarayacak kurtuluş savaşının ruhu ve mücadelesi?” Anlamadık, anlayamadık, anlamak istemedik. . .



“Sarışın bir kurda benziyordu. Ve mavi gözleri çakmak çakmaktı. Yürüdü uçurumun başına kadar, eğildi, durdu. Bıraksalar; ince, uzun bacakları üstünde yaylanarak ve karanlıkta akan bir yıldız gibi kayarak Kocatepe’ den Afyon Ovasına atlayacaktı.” O sarışın kurt, bıraksalar bin yıl sonrasına, onbin yıl sonrasına atlayacaktı tek bir sıçrayışta. Anlamadık, anlayamadık, anlamak istemedik. Onu kaybettiğimiz 10 kasım 1938’ in simdi yüz yıl gerisindeyiz. Yeni bir Atatürk bekliyoruz belki. . .