Forum Zero
ForumZero

AtatÜrk Ve TÜrk MİllİyetÇİlİĞİ

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı Zero

  • Administrator
  • *
    • İleti: 1.757
    • Rep: 3153
    • Cinsiyet:Bay
    • Profili Görüntüle
ATATÜRK VE TÜRK MİLLİYETÇİLİĞİ[/b]

 

Türk milletine millî birlik ve beraberlik bilinci aşılamak, sonra da batının yönelttiği suçlamalara cevap vermek durumunda kalan Atatürk’ün, öncelikle milliyetçilik düşüncesine nasıl kavuşmuştur sorusuna cevap aramak gerekmektedir. Atatürk 14 Eylül 1931 günü bir sohbet sırasında anlattığı aşağıdaki hatırasıyla kendisinde milliyetçilik fikrinin gelişmesini çok net bir şekilde dile getirmektedir:

"Bizim neslin gençlik yıllarına Osmanlılık telkin ve etkileri hâkimdi. İmparatorluk halkını meydana getiren Türk'ten başka milletlere, bu arada yanlış bir din anlayışıyla Araplara, sarayın, ordu ve devlet ileri gelenleri arasında bulunan ırktaşlarının etkisiyle Arnavutlara özel bir değer veriliyor, onlardan söz edilirken 'kavmi necip' deyimi ile sıfatlandırılarak bu duygunun belirtilmesine çalışılıyor, memleketin sahibi ve devletin kurucusu olan biz Türkler, ikinci plânda gelen önemsiz halk yığınları sayılıyordu. Şair Mehmet Emin Yurdakul'un, ilk defa Manastır Askerî İdadisinde öğrenci iken okuduğum 'Ben bir Türk'üm, dinim, cinsim uludur' mısrasıyla başlayan manzumesinde, bana millî benliğimin gururunu tattıran ilk anlatımı bulmuştum. Fakat ben asıl bunu, orduya katıldığım ilk günlerde, bir Anadolu çocuğunun gözyaşlarında gördüm ve kuvvetle duydum. Ondan sonra Türklük, benim en derin güven kaynağım, en engin övünç dayanağım oldu. Kendimi hiçbir zaman Osmanlılığın telkin ettiği başka milletleri öven ve Türklüğü aşağı gören eksiklik duygusunu kaptırmadım. Bakınız nasıl oldu? Kurmaylık stajı için verildiğim süvari alayı, Hayfa'da bulunuyordu. Kışla ile deniz arasında geniş bir talim alanı vardı ve piyade acemi eğitim devri yeni başlamıştı. Erleri bölgeden toplanmış Arap gençlerinden, öğretici kadro da tecrübeli ve Anadolulu kıt'a çavuşları olan Türk delikanlılarından kurulu idi. Katıldığım bölüğün alaydan yetişmiş, Makedonya Türklerinden, ileri yaşlı bir yüzbaşısı vardı. Erlere çavuşlar talimyaptırıyor, biz subaylar arada dolaşarak çalışmaları izliyor ve denetliyorduk. Yüzbaşı, çavuşlarına karşı sert davranıyor, yeni erlere karşı ise fazla şefkatli görünüyordu. Onların herhangi bir şekilde azarlanmasına, hırpalanmasınagönlü razı olmadığını ısrarla söylüyordu. Hâlbuki talimlerde, Türkçe bilmedikleri için, çavuşların söylediklerini iyi anlayamayan kimi erlerin yanlış hareketlerinin, zaman zaman çavuşların sabırlarını tükettiği, sertçe davranışlarına yol açtığı da oluyordu. Bir gün yüzbaşı, bu yolda hareketten kendini alıkoyamayan bir çavuşunu mimlemiş ve talimden dönüldükten sonra, birlikte oturduğumuz bölük komutanlığı odasına çağırtmıştı. Takım komutanıyla birlikte gelerek yüzbaşısını saygıyla ve askerce selâmlayan çavuş, yirmi beş yaşlarında dinç ve yakışıklı, ince bıyıklı, elmacık kemiklerifazla kabarık, uyanık bir Türk çocuğu idi. Yüzbaşı, onu millî onurunu ağır şekilde hançerleyen '...Türk!' sözleriyle azarlamaya başlamıştı. 'Sen nasıl olur da kavmi necibi Arap'a mensup, Peygamberimiz Efendimizin mübareksoyundan olan bu çocuklara sert davranır, ağır söz söyler, onların kalbini kırarsın? Kendini bil, sen onların ayağına su bile dökmeye lâyık değilsin...'gibi gittikçe manasızlaşan, fakat yaşlı yüzbaşının samimî inancından kuvvet alan sözlerle hakaret ediyor, gittikçe asabîleşiyordu. Ben dikkatle çavuşun yüz ifadesini izliyordum. Başlangıçta üstünde bir babaya duyulan saygının içtenliği okunan çizgiler sertleşmeye, içten gelen haklı bir isyanın ateşleri gözlerinde okunmaya başlamıştı. Fakat gerçek itaatin simgesi olan her Türk askeri gibi bu da iç duygularını gemlemesini bildi. Sessizce göz pınarlarındandökülmeye başlayan yaş damlaları, yanaklarında birbirini kovalayarak bıyıkları üstünde toplanıyor ve kendini böylece yatıştırmaya çalışıyordu. Ben, bir taraftan üzgün ve sinirli, bu sahneyi seyreder ve söylenenleri dinlerken, bir yandan da içimde bir isyan duygusu şahlanıyor ve şöyle düşünüyordum: 'O erin bağlı olduğu kavim, birçok bakımdan necip olabilirdi. Fakat çavuşun, yüzbaşının ve benim bağlı olduğumuz kavmin de tarihleri şerefle dolduran büyük ve asil bir millet olduğu da bir an şüphe götürmez bir gerçekti. Türklük hakkındaki o günkü görüş ise doğrudan doğruya Türk aydınlarının kendi kendini bilmemesinden ve başka milletler de şu veya bu sebeple üstünlük var sayarak, kendini onlardan aşağı görüp nefsine olan güveni yitirmesindendir. Artık bu yanlış görüşe son vermek, Türklüğümüzü bütün asalet ve necabeti ile tanımak ve tanıtmak gerekmektedir' dedim ve o andan beri inandığım bu gerçeğe bütün Türklerin inanmasını, bununla övünüp kendine güvenmesini ülkü bildim."(1)

 

Atatürk ilkelerinden olan ve çok önemli bir yere sahip olan Milliyetçilik, Türk Kurtuluş savaşının başlatan unsurdur. Çünkü milliyetçilik insanın kendi milletini ve vatanını sevmesi anlamına gelir. Atatürk’ün tanımıyla Türk milliyetçiliği ırk ve din ayrımından uzak, ortak yurttaşlık temeline dayanan, barış ve kardeşliği esas alan bir milliyetçiliktir. Atatürk’e göre Türk milliyetçiliği, gerek bağımsız, gerek başka devletlerin uyruğu olarak yaşayan bütün Türkleri, hangi dinden olurlarsa olsunlar derin bir kardeşlik duygusuyla candan sevmek ve onların refah ve gelişmesini candan dilemektir. Siyasal sınır olarak Türkiye Cumhuriyeti sınırlarını tanır.

 

Türk milliyetçiliği, milliyetçiliğin genel kabul görmüş çeşitlerinin yanında kendine has milliyetçilik türlerini içeren bir yapıya sahiptir. Türk milliyetçiliği hiçbir zaman yayılmacı milliyetçilik gibi “şovenizm” ile ilişkilendirilemez. Sınıf ayrımının olmadığı bir milliyetçilik türü olan Türk milliyetçliği Türkiye’de ulusal birlik duygusunun korunmasını sağlayabilecek tek güçtür.

 

Atatürk Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde olmayan unsurlardan bir ulus devlet meydana getirmiş bunuda Türk milliyetçiliği yükselterek başarmıştr. Türkiye’de son dönemlerde ortaya çıkan sorunların tek nedeni de zaten Ulusal birliğin dış unsurların etkisiyle zedelenmesidir. Cumhuriyetin kuruluşundan bu yana içimizdeki etnik unsurları kışkırtan Avrupalı devletler ve ABD Türkiye’de milli birlik ve beraberliği bozarak ulus devlet bilincini yoketmeye çalışmaktadır. Bu kışkırtmaları özetle yasacak olursak:

 

-Nasturi İsyanı: 1924 yılında Hakkari’de

-Raçkotan ve Raman İsyanı: 1925 yılında Siirt, Sason ve Silvan’da

-Şemdinli İsyanı: 1925 yılında Hakkari’de

-Sason İsyanı: 1925 yılında Siirt’te

-Şeyh Sait İsyanı: 1925 yılında Diyarbakır, Kulp, Varto, Bingöl ve Çapakçur’da

-Beytüşşebap İsyanı: 1926 yılında Hakkari’de

-Koçuşağı İsyanı: 1926 yılında Ovacık ve Hozat’ta

-Mutki İsyanı: 1927 yılında Bitlis’te

-Bicar İsyanı: 1927 yılında Hani, Lice ve Kulp’ta

-Zeylan İsyanı: 1930 yılında Tendürek, Muratbaşı ve Erciş’te

 

Ağrı İsyanları:

-Ağrı İsyanı: Mayıs 1926 yılında

-Ağrı İsyanı: Eylül 1927 yılında

-Ağrı İsyanı: Eylül 1930 yılında

 

Tunceli İsyanları:

-Tunceli İsyanı: Mart-Ekim 1937 yılında

-Tunceli İsyanı: Haziran-Ağustos 1938 yılında çıkmıştır.(2)

 

Bu isyanlar kürt isyanları gibi görünse de aslında bu isyanların başlamasında kışkırtmayı ermeniler ve ingilizler yapmıştır. Tunceli isyanını başlatan bir ermenidir.Yüz elli yıldır Türkleri ve Kürtleri kavgalı olarak gösterenler ve 30 yıldır PKK/Kadek terör örgütünü besleyenler de yine Türkiye’den Kurtuluş Savaşında alamadıklarını alma gayretinde olan işgalci devletlerdir. Bugün ise gelinen nokta gerçekten de Türkiye Cumhuriyeti’nin tarihinde geçirdiği en zor dönemdir. Çünkü bütün dayatmaların yanında birde milliyetçilik Türk Milletine ülkedeki her problemin sebebi, her cinayetin katili gibi gösterilmeye başlanmıştır. Kürtlere kürt milliyetçiliği yapmayı, ermenilere ülkeyi bölmek için çalışmayı serbest hale getiren yasalar, Türk’e Türk milliyetçliği yapmayı yasak hale getirmiştir. Kuruluşunun ilk döneminde isyanlara çok sert cevaplar veren o dönemlerde bile Hollanda’ya uçak satan Türkiye Cumhuriyeti bu dönemde kırmızı çizgilerinden, Kıbrıstan ve Musul-Kerkük’ün kürtleştirilmesinden taviz vermiş hatta bugün Türkmenellerinde yapılan soykırıma gerekli cevabı verememiştir. Bu tavizlerin tek sebebi ve bu tavizlere milletin bu kadar duyarsız kalması Türk milliyetçiliğinin gerektiği kadar Türk milletine anlatılmamasıdır. Anlatılmaması sonucunda ise bir grup kandırılmış Türkiye vatandaşı Devlete özgürlük ve bağımsızlık nedeniyle isyan etmektedir.Şu iyi bilinmelidir ki isyan edenler dış güçlerce Türkiye’de Ulusal birliği zedeleyerek Türkiye’yi bölmek için kullanılan piyonlardan farksızdır. Bugün ülke içerisinde birilerini ve bazı grupları para ve bağımsızlık hayali ile kandıranlar, yarın onları da yanlız bırakarak ölüme mahkum edeceklerdir. İşte bir zamanlar sırt sırta kurtuluş mücadelesi veren kardeşleri bugün karşı karşıya getirmeyi,Türk milliyetçiliği kavramını karıştırıp, öcü gibi göstererek, ulus devlet bilincini zedeleyerek başarmışlardır.

 

Özet olarak Türk milliyetçiliği,Türk ulusunun "bütün bireylerini, kaderde, kıvançta ve tasada ortak bir bütün halinde ulusal bilinç ve ülküler çevresinde toplamak" inancıdır.

 

 

 

Kaynaklar:

1)Utkan Kocatürk; Atatürk'ün Fikir ve Düşünceleri, Ankara, 1999, s.203-204. Faik Reşit Unat; "Ne Mutlu Türküm Diyene", Türk Dili Dergisi, Sayı 146, Kasım 1963, s.77-78.6Falih Rıfkı

2)Osman PAMUKOĞLU’nun “UNUTULANLAR DIŞINDA YENİ BİR ŞEY YOK” adlı kitabı

Emre KOCA
ForumZero♥♥♥