Forum Zero

Türkiyem => Atatürk ve Diğer Türk Önderlerimiz => Konuyu başlatan: Zero - 25 Şubat 2011, 17:52:22

Başlık: Atatürk bir süre daha yaşasaydı..
Gönderen: Zero - 25 Şubat 2011, 17:52:22
Can dündar'ın makalesini size sunmak istedim ...  

(http://img0.bloggum.com/upload/lib/img/4396/p300/r_5nsqpx5f0ok300w7xvbk.jpg)

Aslında zordur bu tür projeksiyonlar yapmak...

 Tarih, "şöyle olsaydı" türünden varsayımları sevmez. Ama yine de çoğumuz, ihtimaller üzerine spekülasyon yapmaktan hoşlanırız. Aniden kesintiye uğramış eğrilerin çizgilerini uzatarak bitmemiş tabloları tamamlamaya çalışmak, bazen insana fikir cimnastiği şansı verir, tartışma zeminleri yaratabilir.                                                                                

 Ben de 10 Kasım'ı izleyen bu haftasonunu bu türden bir polemiğe ayırmak istiyorum.                                                                                            

 Artık iyi biliyoruz ki, Atatürk'ün ölümünde bir teşhis gecikmesinin rolü var. Çevresindeki doktorlar belirtileri doğru değerlendirebilse karaciğerini eriten siroza karşı çok daha erken önlem almak mümkün olabilirdi. Bazı doktorlar, teşhisteki gecikmenin 1 yılı aştığını söylüyorlar. Hastalık 1 yıl önce teşhis edilebilse ve sonra da tedavi için sözünü dinletebilecek bir doktor bulunabilse  Atatürk'ü, bir insanın en verimli olabileceği 56 yaşında kaybetmeyebilirdik.

 Hele bugünkü tıp teknolojisi o gün elde bulunsa, teşhisteki gecikmeye rağ*men, bir karaciğer transplantasyonu ile Atatürk'ü daha uzun süre yaşatmak mümkün olabilecekti.

 Peki bunlar olsa ve Atatürk'ün ömrü birkaç yıl daha uzatılsa ne olurdu?

 Bu konuda farklı düşünceler var. Atatürk'ün son dönemde devlet işlerini İnönü ve Bayar'a dev*redip, kendisini daha derin incelemelere verdiğini hatırlatanlar "pek birşey değişmezdi" görüşünü savunuyorlar. Karşıt görüştekiler ise "Hükümete devrettiği işlerin gündelik işler olduğunu, Ata'nın  ise dikkatini daha genel sorunlar üzerine yoğun*laştırdığını" belirtiyorlar, "Dolayısıyla daha radi*kal adımlar atabilirdi" diyorlar.

 Bu tartışmalara ışık tutması açısından Ata*türk'ün son 5-6 yılında üzerinde durduğu konulara kısaca değinmekte yarar var:

 

 * * *

 

 Atatürk 2. dünya savaşının kapıda olduğunun farkındaydı. 1938'de hasta yatağında Genel Sekre*teri Hasan Rıza Soyak'a "Umumi harbi gelecek yıldan itibaren beklemelidir" demişti. O yüzden bazı önlemler düşünmüş olması muhtemel.

 1937 yılında, CHP'nin iki yıl sonra, 1939'da ya*pacağı kurultay için program taslağı hazırlıyor ve "Kemalizmin ilkeleri"ni belirtiyordu. Cumhuriyet tarihi üzerine yaptığı değerli çalışmalarla tanınan Prof. Dr. Ergün Aybars, Atatürk'ün 1937 Şubatında partinin 6 okunu Anayasaya koydurmasını da yaklaşan savaş tehlikesine karşı merkezi idareyi güçlendirme çabası olarak yorumluyor.

 Atatürk'ün o günlerde yoğun olarak Hatay davasıyla uğraştığı da biliniyor. Prof. Aybars, daha sonra Afet İnan'ın kendisine aktardığı anılardan yola çı*karak Ata'nın öncelikli dış politika sorununun Musul olduğunu söylüyor. Mu*sul'u bırakmama konusunda aktif bir politika izlenmesinden yana olduğunu belirtiyor.

 Acaba 2. Dünya savaşı yıllarında Cumhurbaşkanlığı koltuğunda İnönü ye*rine Atatürk oturuyor olsa Türkiye'nin konumu değişir miydi, ne yönde deği*şirdi, sonuç ne olurdu? Yarım asır sonra Özal'la Torumtay'ın arasını açan tür*den bir Musul'a müdahale meselesi o yıllarda da yaşanır mıydı? Bunlar Türk Devrim Tarihi dersleri için güzel sınav soruları... Ama bilinen o ki, Atatürk Musul'u Türk sınırları içinde görmek istiyordu ve savaş yıllarında hayatta ol*sa bu konuda da Hatay'da olduğu kadar ısrarlı olacaktı.

 

 * * *

 

 Ya "demokratikleşme"..?

 Atatürk, 1930'daki Serbest Cumhuriyet Fırkası deneyiminden sonra ser*best seçime dayalı çok partili demokratik rejim için yeni bir denemeye girişir miydi? Sandık kurulsa CHP Genel Başkanı olarak seçilebilir miydi? Yoksa savaş kahramanı Churchill'in İngiltere'de seçim kaybetmesi gibi bir sandık yenilgisi yaşar mıydı? O takdirde neler olurdu? Bunlar da Türkiye'nin kaderini değiştirebilecek, üzerine kafa yormaya değecek sorulardır.

 Atatürk'ün son yılları incelendiğinde, O'nun "eylem adamı" kimliğinden bir "teorisyen" kimliğine bürünme cabası açıkça görülür. Arı Türkçe üzerine uzun süren incelemeleri, Türkçeyi bütün dünya dillerinin anası tahtına otur*tan "Güneş Dil Teorisi" üzerine çalışmaları özellikle anılmaya değer... Gerçi Atatürk sonradan ırkçılık kokan Güneş Dil Teorisi'ni bir kenara bırakmış, arı Türkçe'nin de artık Meclis'te milletvekillerince bile anlaşılamayan bir dil ha*line gelmesi üzerine bu konuda da katı kurallar koymaktan vazgeçmiştir, ama ölene dek dil ve tarihe olan ilgisi sürmüştür. O kadar ki, ölüm döşeğinde ko*madayken "dil efendim... dil" diye sayıkladığı duyulmuştur.

 O dönemde Atatürk'ün başucunda H.G.WeIls'in "Dünya Tarihinin Ana Hatları" adlı kitabı bulunuyordu. Bir gece okumaya başlamış ve 40 saat hiç uyumadan kitabı bitirmişti. Bir yıl sonra da Wells'le aynı temellere dayanan "Türk Tarihinin Ana Hatları" adlı bir kitap yayınlanmıştı. Atatürk'ün ısrarla üzerinde durduğu konu, Lord Kinross'un deyişiyle, "Türkleri İslamiyetin aşı*ladığı millet üstü ümmet düşüncesinden kurtarıp, onlarda asıl yurtlarına karşı bir bağlılık duygusu uyandırmaktı".

 İlk Tarih Kongresi işte o yıllarda toplandı. Ve Atatürk din üzerine düşü*nüp, yazmaya da yine o yıllarda başladı. O elyazısı notlarda Atatürk'ün bu ko*nuda koyduğu teşhisler ve o yönde atmaya hazırlandığı adımların işaretleri vardı.

 Pek gün ışığına çıkarılmayan bu çok önemli işaretlere de yarınki yazıda değineceğiz...