ATATÜRK'ÜN TARİHÇİ KİŞİLİĞİ VE TÜRK TARİHİNİN ÖĞRETİMİ İLE İLGİLİ DÜŞÜNCELERİ 
Kahramanlar, toplumların kaderinin belirlenmesinde önemli rol oynayarak, tarihin 
akışını etkilerler. Hattâ tarihin kahramanların eseri olduğunu, bu insanlar 
olmasaydı, tarih diye bir kavramdan bahsetmenin mümkün olamayacağını söyleyenler bile vardır (Turan, 1996:6). 
Kahramanlar, kişilik, bilgi ve beceri yönünden diğer insanlardan farklıdırlar. 
Onlar; 
 
a) Yaptığı işin nereye varacağını, memlekete ne gibi yarar sağlayacağını önceden 
kestirebilmek,
b) Yalnız bu günü değil, gelecek kuşakları da düşünmek,
c) Çağdaş uygarlığı amaç edinmek,
d) Hayale ve gurura kapılmamak,
e) Uzak görüşlü olmak, 
f) Zaman, mekan, imkan faktörlerini en iyi biçimde değerlendirebilmek 
(Baydar, 1973:12), 
gibi özellikleriyle insanları peşlerinden sürüklerler.
Atatürk de tarihin yetiştirdiği büyük kahramanlardan birisidir. O, bir taraftan 
hürriyet, istiklal, millî birlik ve irade, öbür taraftan da millî şahsiyet, din, 
kültür, tarih diyerek her ferde hitap etmiş ve herkesi bir inanç altında 
toplamayı başarmıştır (Kodaman, 1986:30). 
Bu durum Atatürk'ün büyüklüğünü bariz bir şekilde ortaya çıkarmıştır. 
Atatürk'ü diğer kahramanlardan farklı kılan özellikleri de mevcuttur. Bu 
özelliklerin başında da, Türk Milletini çağdaş uygarlıklar seviyesine ulaştırmak 
maksadıyla gerçekleştirdiği Türk İnkılâbını, millî, dînî ve avrupaî fikirleri 
yanına alarak ve onların senteziyle yapabilecek kadar geniş bir ufuk sahibi 
olması gelmektedir. O, aynı zamanda Anadolu'da tek irade, tek devlet, tek 
hakimiyet, tek kumandan, tek meclis, tek millet fikirlerinden hareket ederek 
(Kodaman, 1986:30), o dönemde düşünülmesi bile çok zor bir hareketi başarıya 
ulaştırmıştır. Dolayısıyla Atatürk, başta karakteri olmak üzere, askerî ve 
siyasî dehası, kültürü ve değişik konulardaki bilgi birikimi sayesinde, Türk 
Milletine önderlik yapmış olan bir kahramandır. 
Atatürk, tarih konusunda da önemli bir bilgi birikimine sahiptir. O, 
gerçekleştirdiği büyük inkılâbı, gelecek nesillere tam ve doğru bir şekilde 
aktarabilmenin, ancak tarih sayesinde mümkün olabileceğine inanıyordu. Bu 
sebeple tarih ile yakından ilgilenmiş ve çeşitli konuşmalarında bu konuya temas 
ederek, tarihin önemini vurgulamaya çalışmıştır.
1. Atatürk'ün Tarihçi Yönü, Tarihe Olan İlgisi ve Tarih Bilimi Hakkındaki 
Düşünceleri 
 Atatürk, daha 1915 yılında; "Tarih ne güzel aynadır. Tarihin sinesine geçen 
büyük hadisatta, bu hadiseler içinde amil ve fail olanların etvar ve harekât ve 
muamelâtı, onların ahlak seciyelerini ne bariz gösterir." (Aksan, 1986:114) 
sözleriyle, tarihin insanlar üzerindeki etkisine ve insanları doğru tanıma 
noktasındaki önemine işaret ediyordu. Tarihin kendisi üzerindeki etkisini de 
1924 yılında yaptığı bir konuşmadaki; "… Arkadaşlarımızdan biri bana, nereden 
kuvvet ve ilham aldığımı sordu. Bu suale kısa bir cevap vermek isterim. 
Diyebilirim ki, bu güne intibahı, düne, maziye medyunuz…" (Aksan, 1986:114) 
sözleriyle ifade eden Atatürk, şüphesiz bu kuvvet ve ilhamı, çocukluk 
yıllarından itibaren okuduğu tarih kitapları sayesinde elde etmişti. 
 Atatürk, kendi ifadesine göre, mektep sıralarındaki derslerinden itibaren tarih 
okumasını sevmiş ve hayatının her devrinde muhtelif tarih kitapları ve 
meseleleri ile meşgul olmuştu (Afet İnan, 1968:191). Bu da Onun tarihe olan 
ilgisini en açık bir şekilde ortaya koyuyordu. 
 Atatürk, özellikle batıda yeni çıkmış antropoloji, arkeoloji, eskiçağ, tarih ve 
dil konularındaki kitapları okur, okuduğu konularla ilgili, o sahaların 
uzmanlarına danışır, tartışır ve bilgi edinirdi (Dilaçar, 1975:475). Gerek 
okuduğu kitaplar arasında tarih hakkında yazılmış olanların fazlalığı, gerekse 
düzenlediği toplantılarda tarihçilerle sık sık tarihî konularda görüş alış 
verişinde bulunması, Onun bu bilime olan ilgisinin bir başka göstergesiydi. 
 Atatürk, bilhassa siyasî hayatının çeşitli safhalarında tarih bilgisinden daima 
en geniş manasıyla faydalanmış ve gerek Büyük Millet Meclisinde gerekse halk 
toplantılarında söz söylerken, tarihî mevzular Onun en heyecanlı hitabelerini 
teşkil etmişti (Afet İnan, 1968:192). Bu durumu Onun tarihe olan ilgisinden 
başka bir şekilde izah etmek mümkün görünmemektedir.
 Bu ilginin bir sonucu olarak da Atatürk, bir tarihçi gibi sık sık tarih 
sohbetlerine katılıyor ve buralarda yaptığı konuşmalarla, tarih hakkındaki 
düşüncelerini ifade ediyordu. Özellikle "Tarih yazmak yapmak kadar mühimdir, 
yazan yapana sadık kalmazsa, değişmeyen hakikat insanlığı şaşırtacak bir mahiyet alır." 
(Aksan, 1986:115) ve "Tarih hakikatleri tarif eden bir sanat 
değil bir ilim olmalıdır." (Gündüz, 1973:184) sözleriyle de, tarih ilminin hangi 
istikamette ilerlemesi gerektiğine dair görüşlerini açık bir şekilde ortaya 
koymuştu. 
 "Tarih bir milletin nelere müsait olduğunu ve neler başarmaya muktedir 
bulunduğunu gösteren en doğru bir kılavuzdur." (Aksan, 1986:115) sözüyle, 
tarihin bir millet için ne kadar mühim bir hazine olduğuna işaret eden Atatürk, 
tarihin önemini en iyi şekilde kavramıştı. O, "Türk çocuğu ecdadını tanıdıkça 
daha büyük işler yapmak için kendisinde gerekli kudreti bulacaktır." diyerek de, 
hem gelecek nesillerin istenilen vasıflarda yetiştirilebilmeleri için mutlaka 
tarihi iyi ve doğru bir şekilde öğrenmeleri gerektiğine dair düşüncelerini ifade 
ediyor, hem de onların tarihin önemini kavramasını sağlamaya çalışıyordu.
2. Atatürk'ün Türk Tarihi (Millî Tarih) Hakkındaki Düşünceleri 
 Tarih, toplumların ve olayların değişkenliklerine uyarak sürekli değişen bir 
bilim dalıdır. Özellikle büyük inkılâplar, büyük felaketler ve buhranlar, tarih 
ilminin ilerlemesi ve tarih görüşünün değişmesine sebep olurlar (Kodaman, 
1982:3). Millî Mücadele döneminde Türk Milleti de, büyük felaketlerle 
karşılaşmış ve sıkıntılar çekmişti.
 Millî Mücadelenin başarıyla tamamlanmasından sonra Atatürk, sıranın Türk 
Milletini muasır medeniyetler seviyesine ulaştıracak inkılâplara geldiğini 
düşünüyordu. Ona göre, gerçekleştirilecek inkılâpların başarıya ulaşabilmesi ve 
en önemlisi kalıcı olabilmesi ise, mevcut tarih anlayışı ve görüşünün değişmesi 
ile yakından alakalıydı. Çünkü inkılâplar, eskiyi yıkarken onun tarihî 
temellerini en azından sarsıyor, yeniyi ortaya koyarken ise, çok defa ona tarihî 
temel ve izah tarzı arıyordu. Bu yüzden cumhuriyet döneminde mazinin yeniden 
yargılanması ve yazılması gerekiyordu. Böylece, gerçekleştirilecek inkılâplar ve 
konulacak yeni ilkeler açısından tarihe bakılmasına ve yeni sorular sorulmasına 
zemin hazırlanacaktı (Kodaman, 1982:6).
 Atatürk, "Gelecekte Türk milleti ve devleti ne olacak ve nasıl olacak?" 
sorusuna büyük önem veriyordu. Bir millet yada devletin gelecekte ne olacağı 
sorusunun cevabını,  ancak tarihte ne olduğuna bakarak vermek mümkün olabilirdi. 
Dolayısıyla bu sorunun cevabı tarihte saklıydı. Türk Milletinin mazide ne 
olduğunu ve nasıl olduğunu bilmek ise, Türk Milletinin tarihini, yani millî 
tarihimizi öğrenmekle mümkün idi. Ancak şimdiye kadar ihtiyaç 
hissedilmediğinden,  böyle bir tarih anlayışı mevcut olmamış ve bu yönde bir 
çalışma da yapılmamıştı.
 Halbuki millî bir tarih anlayışına sahip olmanın çeşitli faydaları söz konusu 
idi. Her şeyden önce, cumhuriyetin ilk yılları Türkiye'de millî bir kimlik 
oluşturma süreci idi (Bilgin, 1994:114). Dolayısıyla millî tarih anlayışıyla 
yeni rejiminin Türkiye'de oluşturmaya çalıştığı; gelenekçiliğe ve medreseye 
karşı cephe almış, her meseleyi fikir açısından objektif olarak ele alabilen ve 
akılcı özelliklere sahip yeni insan tipinin ( Karpat, 1967:51) meydana getirilmesi 
daha kolay olabilirdi. Bu sebeple konu, üzerinde ciddiyetle durulması gerekecek 
kadar önemliydi. 
 Atatürk, inkılâp nesillerine millî bir bakış açısından ele alınmış tarih 
anlayışı kazandırabilmek için tarihle meşgul olmak gerektiğini düşünüyordu. 
Çünkü, Osmanlılar daha çok dînî tarih anlayışını benimsediğinden, Osmanlı 
tarihçiliği, ananevî İslam tarihini esas alan bir istikamette gelişmişti. Bu 
sebeple Türk tarihi, Selçuklu ve Osmanlı tarihlerinden ibaretmiş gibi ele 
alınmış, dolayısıyla Orta Asya Türk tarihine temas edilmemişti (Kodaman, 
1982:4).