Forum Zero
ForumZero

İletileri Göster

Bu özellik size üyenin attığı tüm iletileri gösterme olanağı sağlayacaktır . Not sadece size izin verilen bölümlerdeki iletilerini görebilirsiniz


Mesajlar - Zero

Sayfa: 1 2 3 ... 99
18
Atatürk'ün Kitapları



Milli Eğitim Bakanlığı'nın yaptığı araştırmaya göre Atatürk 10 binin üzerinde kitap okudu. Edebiyattan tarihe, hukuktan dini kitaplara kadar her alanda okuyan Mustafa Kemal yabancı dillerde özellikle Türk tarihi ve Türk dili ile ilgili olarak yazılan kitapları elçilikler aracılığı ile getirtip, Türkçe'ye tercüme ettirmiş. Çankaya Köşkü'nde ve Anıtkabir'deki müzede 10 binin üzerinde cilt bulunuyor. Atatürk okuduğu tüm kitapların üzerine de el yazısıyla mavi ve kırmızı kalemler ile not alıp, eleştiriler yapmış. Atatürk'ün okuduğu kitapların 1233'ü tarih, coğrafya ve biyografi, 121'i felsefi, 161'i dini, 387'si dil bilimi, 261'i askeri, 204'ü siyasal bilimler, 150'si hukuk üzerine. Atatürk, 544 adet de edebiyat ile ilgili eser okumuş. Araştırmaya göre yaşamında uykuya çok az yer ayıran Atatürk günün neredeyse tamamını okumaya, okuduklarını tartışma ve uygulamaya ayırmış. Atatürk yurt içinde yaptığı tüm gezilerde de özel kütüphanesine ait kitapları sandıklar ile yanında götürmüş. Atatürk'ün yakın çalışma arkadaşlarının aktardıklarına göre iki gün iki gece hiç durmadan sadece banyo yapıp, koltuğunda dinlenerek kitap okuduğu ifade ediliyor.



ATATÜRKÜN KİTAPLIĞINDAKİ TÜRKÇE VE OSMANLICA KİTAPLARDAN BAZILARI



Ahmet Vefik Paşa : Lehçe-i Osmani

Ahmet Vefik Paşa : Lehçe-i Osmani

Mehmet Salahi : Kamus-u Osmani

Avram Galanti : Türkçede Arabi ve Latin Harfleri ve İmla Meselesi

Mehmet Ali : Tahsil-i Lisan-ı Alman

Nüzhet : Kendi Kendine Almanca

Ahmet Cevat : Türkçe sarf ve nahif

Kazım Nami : Türkçe Oku, Türkçe Yaz

Mithat Sadullah : Latin Harflerinin Türkçeye tatbiki

İbn Emin Mahmut Esat : Tarih-i Din-i İslam

Osman Bin Süleyman : Kamus

Lütfullah Ahmet : Hayat-ı Hazret-i Muhammet

Abdunnaim Bin Hasan : Ceridetül Evail ve Hamidetül Evahir

Ahmet Halit : İslam Büyükleri

Abdurrahmanil Cami : Tercüme-i Nefhatül İnsan

Mehmet Cemil : Hukuku Düvel

Katip Çelebi : Cihannuma

Feridun Bey : Feridun Bey Münşeatı

Mehmet Bin Sait : Kitabü'l Tabakatü'l-Kebir

Şemseddin Sami : Kamusu Alam (6 cilt)

Şemseddin Sami : Kamusu Okyanus

H.Z. Ülken : Aristo Metafizik

Süheyl Ünver : İbn-i Sina

Ahmet Rifat : Lügat-ı Tarihiye ve Osmaniye

M.Fuat : Amerika'da Tükler ve Gördüklerim

Rıza Tevfik : Kamus-u Felsefe

Cemal Paşa : Hatırat (1913 - 1922)

Mehmet Cemil : Sulhta ve Harpte Hukuku Düvel

Evliya Çelebi : Seyyahatname

Suphi : Tekmiletül'l-iber

Lütfi Simavi : Devr-i İnkılap

Mustafa Necip : Selimname

Osmanzade Taib : Hakikatü'l Vüzera

Ahmet Saip : Vaka-i Sultan Aziz

Ahmet Hilmi : Tarih-i İslam

Mazhar Fevzi : Hayr-i Sahil

Ziya Paşa : Endülüs Tarihi

Resulzade Mehmet Emin : Azerbaycan Cumhuriyeti

Ali Reşat : Tarih-i Osmaniye

Ali Reşat : Kurun-u Cedide Tarihi

Sebahattin : İttihat ve Terakki Cemiyetine Açık Mektuplar

Mahmut Esat : Tarih-i Dini İslam

Ahmet Mithat : İnkılap

Ahmet Cevdet : Kısas-ı Enbiya ve Tevarih-i Hulefa

Mustafa Efendi : Tarih-i Selanik

M. Şemsettin : İslam Tarihi

Ahmet Rasim : Osmanlı Tarihi

Necip Asım : Türk Tarihi

Mustafa Nuri Paşa : Netayic-ül Vukuat

Mehmet Zihni : Neşahir-ün Nisa

Mehmet Şemsettin : Mufassal Türk Tarihi

Ziya Gökalp : Türk Medeniyeti Tarihi



ATATÜRK'ÜN OKUDUĞU YABANCI KİTAPLARDAN BİRKAÇI



M. Roux de Rochelle : Etats-Unis D'Amerique

M. Dubois de Jancigny ve M. Xavier Raymond : Inde

M. Chopin : Russie

M. G. L. Domeny de Nenzi : Oceanique

Bary de St Vinvent : Iles de l'Ocean

M. Ph. Le Bas : Etats de la Confederation Germanique

M. Van Hasselt : Belgique et Hollande

M. Louis Lacrcix : Iles de la Grece

M. Louis Lacrcix : Chili, Paraguay, Uruguay, Buenos Aires

Champollion Figeac : Egypte Ancienne

M. J. J. Marcel : Egypte depuis la conquete des Arabes

Rozet et Carette : Algerie, Etats Tripolitains, Tunisie

Lavalle ve Gueroult : Espagne

M. Ph de Golbery : Histoire et Description de la Suisse et du Tyrol

M. G. Pauthier : Chine et son Description Historique

M. Chepin ve A. Ubicini : Provinces Danubiennes et Roumanies

M. Ph. le Bas : Suede et Norvege

Ferdinand Denis : Portugal

Ferdinand Denis : Afrique

Ferdinand Deniz - M. C. Famin : Bresil, Colombie et Guyane

M. Larenaudiere ve M. Lacroix : Mexique Guatamala Perou

M. Davezat : Iles de l'Afrigue

M. A. Tardieu, M. S. Cherubini : Senegambie et Guinee

M. N. Desvergers : Nubie, Abyssinie

Lacroix Yanoski : Italie Ancienne

M. Le Chevalier Artaud : Italie Sicile

Frederic Lacroix : İles Baleres et Pithyuse

M. Friess De Colonma : Histoires des Antilles

M. Elias Rensult M. Roux De Rochelle : Villes Anseatiques

M. Ferdinand Hoeger : Chaldee Assyrie Medie Babylonie

M. Neel Desverges : Arabie

S. Munk : Palestine Description Geographique historique et areheologique

Jean Yanosky ve M. Jules David : Syrie Ancienne et Moderne

M. Dubeux : Tatarie, Beloutchistan

M. V. Valmont, M. Xavier Raymond : Boutan et Nepal

Ernest Lqvi see ve Alfred Rambaud : Histoire Generale du IV e Siecle a nos jours (12 cilt)

Jean Jaures : Histoire Socialiste de la Revolution Française

Hilaire de Barenton : Le Mystere des pyramides



ATATÜRK'ÜN DİL DEVRİMİ SIRASINDA ÇALIŞTIĞI KİTAPLARDAN BAZILARI



H. F. Kuergic : Psychologie de Quelgues Elements des Langues Turques (1)

Vilhelm Thomson : Inscription de l'Orkhon

M. Guizot : Dictionnaire Universel des Synonymes

M. Brasseur de Bourburg : La Langue Maya

Hilaire de Barenton : L'Origine des langues des Religions et des Peuples

19
arkadaşlar Neyzen Tevfik'in yazdığı çok güzel bir şiir lütfen silmeyin;



Be Hey Dürzü

Ne ararsin TANRI ile aramda!...

Sen kimsin ki orucumu sorarsın?

Hakikaten gözün yoksa haramda

Basi açiga niye türban sorarsin?



Raki, sarap içiyorsam sana ne.

Yoksa sana bir zararim, içerim.

Ikimiz de gelsek kildan köprüye,

Ben dürüstsem sarhosken de geçerim



Esir iken mümkün müdür ibadet?

Yatip kalkip ATATÜRK'e dua et.

Senin gibi dürzülerin yüzünden,

Dininden de soguyacak bu millet



Işgaldeki hali sakin unutma.

ATATÜRK'e dil uzatma sebepsiz.

Sen anandan yine çikardin amma

Baban kimdi bilemezdin ********.



Neyzen TEVFİK

20
Atatürk Hakkında BiLinmesi Gereken 30 Şey

1."ATA"Lafını Sevmezdi

 

"Atatürk" hitabını ilk kez dönemin Türk Dil Kurumu Bşk. bir konuşmasında kullanmış, M.Kemal de çok beğenerek soyadı olarak aLmıştı.Kendisine "Ata" diye hitap edilmesinden hiç hoşlanmazdı.

 

2.EN SEVDİĞİ YEMEK

Manastır Askeri Lisesi yıllarından kalan bir alışkanlıkla hayatı boyunca en sevdiği yemek kuru fasulye- pilav olarak kaldı.Tatlı sevmezdi ama canı tatlı istediğinde gül reçeli yerdi.

 

 

 

3.EN BÜYÜK HAYALİ DÜNYA TURUNA ÇIKMAKTI

Ömrü yetseydi bir dünya turuna çıkıp Türk dili ve tarihi üzerindeki çalışmalarını genişletmek en büyük hayaliydi.

 

 





4.BAŞUCU KİTABI "ÇALIKUŞU"YDU.

 

Binlerce kitabı vardı.Ama Reşat Nuri Güntekin`in ünlü Çalıkuşu romanını hayatı boyunca, hatta cephede bile başucundan ayırmaz, her gün rastgele bir yerinden açar, bir kaç sayfa okurdu.

 

5.KABUL SALONUNDAKİ AT YAVRUSU

Atlardan sonra en sevdiği hayvan köpekti. "Fox" adını verdiği köpeği, Gazi`nin yatağının ayak ucunda uyurdu.Hayvanlara düşkünlüğü o dereceydi ki bir gün misafirlerinin de görebilmesi için yeni doğmuş bir tayla annesinin Çankaya Köşkü kabul salonuna getirilmesini bile emretmişti.

 

6.TAM BİR SALON ADAMI

En sevdiği dans valsti. Müzik zevki çeşitlilik gösteriyordu.Klasik Batı müziği dışında Anadolu ezgilerini de severek dinlerdi.

 

7.GÖMLEKLERİNİN TÜMÜ BEYAZDI

Gömleklerinin hepsi beyazdı. Bu gömlekler ilk yıllarda İsviçre`de özel olarak dikililen sonra yerli malı kullanma kampanyasına öncülük edebilmek için Beyoğlu`nda bir terziye diktiriLmeye başlanmıştı.

 

8.DOLABINDA LACİVERDE YER YOKTU

Takım elbiselerinin tasarımlarını hep kendisi çizerdi.Lacivert takım giymeyi sevmezdi.



9.ÖLÇÜLERİ

Boyu 1.74 idi.Hayatının son dönemlerine kadar 76 olan kilosu hastalığının ilerlemeye başlamasıyla 46 ya kadar düşmüştü. 43 numara siyah rugan ayakkabı giyerdi

 



10.RUMELİ ŞİVESİ



Özenli ve temiz bir Türkçe konuşurdu. Ancak bazı kelimeleri Rumeli şivesiyle telaffuz ederdi.

 



 

11.HAZİN BİR HİKAYE

Hayatında bir dönem çok önemli yer tutan M.Kemal`in evlenmesinden sonra hayatına trajik bir şekilde son veren Fikriye Hanım`ın mezarının nerede olduğu bilinmiyor.

 

 



 

12.CUMHURBAŞKANLIĞINDAN SIKILIYORDU.

 

Hayatının çoğunu geçirdiği savaş cephelerinden sonra Cumhurbaşkanı olarak geçirdiği yıllar ona bir tecrit yaşantısı gibi geliyor, çok sevdiği halkından ve sade bir vatandaş yaşamından uzaklaştığını düşünüyordu.

 

 

 

13.PAPA`NIN TEMSİLCİSİNE ELBİSE

Kıyafet Kanunu çerçevesinde tüm din adamlarının dini kıyafetleriyle sokağa çıkmaları yasaklanınca, Monsenyör Roncalli`ye kendi terzisi Kemal Milaslı eliyle bir koleksiyon hazırlattı.

 

 



14.KENDİSİ TIRAŞ OLMAZDI.

 

Sabah kahvaltılarıyla arası hiç hoş değildi.Yataktan kalkar kalkmaz odasındaki divanın üzerine bağdaş kurarak oturur, günün ilk kahvesini sigarasını içerdi.Bir özelliği de kendi kendine tıraş olmamasıydı.

 

 

 

15.DÜZEN TAKINTISI VARDI

Evinde ,çevresinde hatta konuk olduğu evlerde bile eğri duran eşyaları düzeltmeden rahat edemezdi.

 

 



16.HOŞGÖRÜLÜ LİDER

 

Köylünün birinin gazete kağıdına sardığı tütünü içmeye çalışırken eli yanmış ,"Alın bunu kendi içsin"diyerek Atatürk`e küfretmişti.Mahkemeye çıkarılacaktı. Atatürk olayı dinledikten sonra "Onu mahkemeye vereceğinize doğru dürüst sigara içmesini temin edin" dedi

 

 

 

17.SİGARA PAZARLIĞI

Hastalığının başlangıcında kendisini muayene eden Dr.Fissinger günde kaç paket sigara içtiğini sormuş, Atatürk "sekiz" demişti. Doktor bunu günde bir pakete indirmesi gerektiğini söyleyince gülümseyerek cevap vermişti:"Ben zaten bir paket içiyorum. Bundan sonra bunu sizin izninizle yapacağım"

 

 



18."BU NASIL HALKÇILIK?"

 

Bir sabah milletvekilleri ile trene binmişti.Kondüktörün milletvekillerinden bilet parası almamasına şaşırmış nedenini sormuştu.Trenin milletvekillerine bedava olduğunu öğrenince epey sinirlenmiş "Ne de güzel halkçılık ama" demişti....

 

 

 

19."LAİKLİK ADAM OLMAKTIR!"

İlk mecliste üyelerden biri laikliğin ne manaya geldiğini anlayamadığını söyleyince Gazi sinirlenmiş elini kürsüye vurarak , "Adam olmak demektir hocam, adam olmak!"demiştir.

 

20.KURBANLARI BAĞIŞLARDI.

Gittiği yurt gezilerinde kendisi için kurban edilen hayvanlara bakamaz böyle durumlarda sırtını döner yada kesilmelerini engellerdi

 

 



 

21.YABANCI DİLE MERAKI

 

Askeri lisede öğrenmeye başladığı Fransızcayı sonraki yıllarda geliştirdi. Zengin bir kelime bilgisi vardı.

 

 

 

22.FASULYESİNE POKER

Kumardan hoşlanmaz ama arkadaşlarıyla fasulyesine poker oynardı.Oyun sonunda kazandıklarını iade ederdi.

 

 



 

23.KAN GÖRMEYE DAYANAMAZDI

 

Cephelerde düşmanla göğüs göğüse savaşmış biri olarak en ilginç özelliği savaş meydanları dışında kan görünce fenalaşmasıydı.



 

 

24.KULAKLARI DUYAN TEK KİŞİ

Fransız tarihçisi Herriot Ankara`ya geldiğininde Gazi`nin kulaklarının duyuyor olmasına şaşırmış anılarında bunu espirili bir dille anlatmıştı: "T.C`de bir tane kulakları duyan kişi var onu da Cumhurbaşkanı yapmışlar"



 


21
Gazi, çiftliğinde dolaşıp hava alırken oldukça yaşlı bir kadına rastladı.

Atatürk attan inerek bu ihtiyar kadının yanına sokuldu.

- Merhaba nine.

Kadın Ata'nın yüzüne bakarak hafif bir sesle;

- Merhaba dedi.

- Nereden gelip nereye gidiyorsun?

Kadın şöyle bir duralayıp;

- Neden sordun ki, dedi. Buraların saabisi misin? Yoksa bekçisi mi?

Paşa gülümsedi.

- Ne sahibiyim ne de bekçisiyim nine. Bu topraklar Türk milletinin malıdır. Buranın bekçisi de Türk milletinin kendisidir. Şimdi nereden gelip nereye gittiğini söyleyecek misin?

Kadın başını salladı.

- Tabii söyleyeceğim, ben Sincan'ın köylerindenim bey, otun güç bittiği, atın geç yetişdiği, kavruk köylerinden birindeyim. Bizim muhtar bana bilet aldı trene bindirdi, kodum Angara'ya geldim.

- Muhtar niçin Ankara'ya gönderdi seni?

- Gazi Paşamızı görmem için. Başını pek ağrıttım da... Benim iki oğlum gâ vur

harbinde şehit düştü. Memleketi gâvurdan gurtaran kişiyi bir kez görmeden ölmeyim diye hep dua ettim durdum. Rüyalarıma girdi Gazi Paşa. Bende gün demeyip mihtara anlatinca, o da bana bilet aliverip saldi Angaraya, giceleyin

geldimdi. Yolu neyi de bilemediğimden işte agsamdan belli böyle kendimi ordan

oraya vurup duruyom bey.

- Senin Gazi Paşa'dan başka bir isteğin var mı? Kadının birden yüzü sertleşti.

- Tövbe de bey, tövbe de! Daha ne isteyebilirim ki.. O bizim vatanımızı gurtardı. Bizi düşmanın elinden gurtardı. Şehitlerimizin mezarlarını onlara çiğnetmedi daha ne isteyebilirim ondan? Onun sayesinde şimdi istediğimiz gibi yaşiyoz. Sunun bunun gâvur dölünün köpeği olmaktan onun sayesinde kurtulmadık mı? Buralara bir defa yüzünü görmek, ona sağol paşam! Demek için düştüm. Onu görmeden ölürsem gözlerim açık gidecek. Sen efendi bir adama benziyon, bana bir yardım ediver de Gazi Paşayı bulacağım yeri deyiver.

Atatürk'ün gözleri dolu dolu olmuştu, çok duy gulandığı her halinden belliydi. Bana dönerek;

- Görüyorsun ya Gökçen, işte bu bizim insanimizdir... Benim köylüm, benim vefalı Türk anamdır bu.

Attan indim. Yaşlı kadının elini tuttum anacığım dedim, sen gökte aradığını yerde buldun, rüyalarını süsleyen, seni buralara kadar koşturan Gazi Pasa yani Atatürk işte karsında duruyor.

Köylü kadın bu sözleri duyunca şaşkına döndü. Elindeki değneği yere fırlatıp

Atatürk'ün ellerine sarıldı. Görülecek bir manzaraydı bu. İkisi de ağlıyordu. İki Türk insanı biri kurtarıcı, biri kurtarılan, ana oğul gibi sarmaş dolaş ağlıyorlardı. Yaşlı kadın belki on defa öptü atanın ellerini. Ata da onun ellerini öptü. Sonra heybesinden küçük bir paket çıkarttı. Daha doğrusu beze sarılmış bir köy peyniri. Bunu Atatürk'e uzattı;

- Tek ineğimim sütünden kendi ellerimle yaptım Gazi Paşa, bunu sana hediye

getirdim. Seversen gene yapıp getiririm.

Paşa hemen orada bezi açıp peyniri yedi. Çok beğendiğini söyledi. Sonra birlikte köşke kad ar gittik. Oradakilere şu emri verdi;

-'Bu anamızı alın burada iki gün konuk edin.

( '***** da al git' deyip, bir anlamda vatandaşa küfredenler var artık zamanımızda )

Sonra köyüne götürün. Giderken de kendisine üç inek verin benim armağanım olsun.'



Bu yazıyı okurken duygulanan veya ağlayanlar varsa, hala umut var demektir..

Ortada dolaşan saçma sapan elektronik postaları 10 kişiye yollamak yerine, bu tür yazıları herkese yollarsak belki Atamızın değeri daha çok anlaşılır. Belki bazıları da vatandaşla nasıl konuşulacağını daha iyi anlar...

Acaba kendisini 2 kilo şekere, 5 kilo kömüre satan, bugünkü Türk insanına mı benziyor bu NİNEM..

Yada ülkeyi babalar gibi satan siyasilere benziyor mu, ATAM...

Ne dersiniz? ...

22
Arkadaşlar yeni bir konu taşımak istiyorum Atamızın en sevdiğiniz sözü sizin için.

 

kuşkusuz her sözü güzel anlamlı fakat insanın yaşamında hep beğendiği bir söz vardır işte bende o yoldan çıkarak iletiyorum..

 

 Atamızın en sevdiğiniz sözü hangisi ?

 

Benim için :Ne Mutlu TÜRK'üm Diyene !

23
Türk devletleri Bakü'de bir araya gelecek...

 

 

Azerbaycan’ın Türkiye Büyükelçisi Hulusi Kılıç yaptığı basın toplantısında 2009 senesinde Azerbaycan ile Türkiye’nin kardeşlik ilişkilerini geliştirmek adına çeşitli faaliyetler gerçekleştirileceğini söyledi. Bunlardan ilki Türk Büyükelçiliğinin Bakü’de Atatürk’e ait bir anıt yaptırması olacak.

 

 

Kılıç yaptığı açıklamada “2009 senesinde Bakü’de Türk Devletleri bir araya gelecek. Bu Türk devletlerinin bir nevi parlamenter toplanışı olacak” dedi. Kılıç ayrıca Mart ayında Türkiye ile Azerbaycan’ın kardeşliğini simgeleyen bir parkın açılacağını söyledi. Diğer bir adım olarak ise Ganja şehrinde Türk başkonsolosluğu açılması öngörülüyor.

24
ANNESİ ZÜBEYDE HANIMA MEKTUBU

1 Ağustos 1920



Muhterem valideciğim,



İstanbul'dan ayrılışımdan beri sizlere ancak birkaç telgraftan başka bir şey yazamadım. Bu sebeple büyük merak içinde kaldığınızı tahmin ediyorum. Bilhassa, hakkımda ötekinden berikinden ve gerek gazetelerden işittiğiniz tamam olmayan haberler şüphesiz merakınızı artırmıştır. Şimdi vereceğim bilgilerle tahmin olacağınız için endişe duyacak hiçbir şey yoktur.



Biliyorsunuz ki İstanbul'da iken yabancı devletler, devleti ve ulusu fevkalade sıkıştırmakta ve millete hizmet edebilecek ne kadar adamımız varsa hepsini hapis ve tevkifle, bir kısmını da Malta'ya sürerek herkesi sıkıntıya sokmakta pek ileri gidiyorlardı. Bana nasılsa ilişmemişlerdi. Fakat 3. Ordu Müfettişi olarak Samsun'a ayak basar basmaz İngilizler benden şüphelendiler, Hükümete benim gidiş nedenimi sordular.



Nihayet İstanbul'a çağırılmamı istediler, bunda ısrar ettiler. Hükümette beni kandırarak İstanbul'a gelmemi ve İngilizlere teslim olmamı sağlamak istedi. Bunun derhal farkına vardım. Tabiatıyla kendi ayağımla gidip esir olmam doğru değildi. Padişahımıza gerçek durumu yazdım ve gelemeyeceğimi bildirdim. Zatı şahanede önce uygun buldu. Fakat daha sonra İngilizlerin baskısı artmıştı. Sonunda O'da İstanbul'a dönmemi emretti.



Bu suretle artık resmi görevimde kalmaya imkan görmediğim gibi askerliğimi sürdürdükçe de İngilizlerin ve hükümetin hakkımdaki ısrarına karşı duyulamayacaktı. Bir taraftan da bütün Anadolu halkı, tüm ulus, hakkımda büyük bir sevgi ve güven gösterdi, "seni bırakmayız" dediler. Gerçekte vatan ve milletimizi kurtarabilmek için tek çare, askerliği bırakıp serbest olarak milletin başına geçmek ve milleti tek vücut bir hale getirmekle doğacak kudret ve ulusal gücü kullanmaktan başka çare yoktu. Bende öyle yaptım. Elhamdülillah başarılı oluyorum. Pek yakında elle tutulur sonucu bütün dünya görecektir. Ben bu suretle hareket edince İngilizler derhal yalvarmaya başladı. Ve beni kazanmaya çalıştı. Ve bütün suçu bizim hükümete attılar. Gerçekten hükümette benimle uğraşmak istedi. Fakat gücü buna yetmedi ve yetemez.



1-Daha bir zaman bu şekilde Anadolu içinde çalışmakla her şey hallolacaktır. Yakında Millet Meclisi toplanacak ve meşru bir hükümet iktidara gelecektir. Bende ihtimal o zaman İstanbul'a geleceğim. Sıhhat ve afiyetteyim, katiyen hiç merak etmeyiniz.



2-Salih Bey (Salih Fansa) Fuat Beyden alacağını aldı mı? Bunu bilgi almak bakımından soruyorum. Yoksa her ne olursa olsun, elhamdülillah hiç önemi yoktur. Siz müsterih olunuz ve bir sıkıntınız olursa derhal bana bildiriniz.



3-Bu mektubu getirecek olan "...." size benim hakkımda istediğiniz kadar bilgi verecektir. Kendisiyle bana bazı elbiselerimi gönderiniz.



4-Hemşiremin sıhhati nasıldır. Eve herhangi bir taraftan saldırıda bulunuldu mu? Hala orada mısınız? Çocuklar ne yapıyor, büyüdüler mi?



5- Salih(Fansa) Beyle Madam Salih Bey inşallah sıhhat ve afiyettedirler. Ben kendilerini daima yad ediyorum. Madamın benim hakkımda bir rüyası vardı. Galiba o çıkacaktır. İnşallah yakında sevinç içinde görüşeceğiz.



6-Ben, birkaç güne kadar bir kongre için Sivas'a gideceğim. Tekrar Erzurum'a döneceğim. Tekrar ediyorum: Her işittiğinize önem vermeyiniz. Pekala bilirsiniz ki ben, yaptığımı bilirim. Netice görmeseydim başlamazdım.



Saygı ile ellerinizden, hemşiremin gözlerinden öperim.



M. Kemal





 İSMET İNÖNÜ'YE MEKTUBU

12 Haziran 1937



Başvekil İsmet İnönü'ye,



Hatırlarsınız, Türk köylüsünün, Türk'ün efendisi olduğunu söylediğim zamanı. Ben o efendinin arzu ve iradesi altında senelerden beri çalışmış olan bir hadimim (hizmetkarım). Şimdi beni çok heyecana getiren hadise, Türk köylüsüne nacizane de olsa ufak bir vazife yapmış olduğumdur. Milletin yüksek mümessiller heyeti bunu iyi görmüş ve kabul etmişlerse benim için ne unutulmaz bir saadet hatırasını bana vermişlerdir. Bundan dolayı çok yüksek zevkle millet, memleket ve Cumhuriyet Hükümetine yapmaya mecbur olduğum vazifelerden en basiti karşısında gösterilmiş olan teveccühten, takdirden ne kadar mütehassis olduğumu ifadeye muktedir değilim.



Ben icap ettiği zaman en büyük hediyem olmak üzere Türk Milletine canımı vereceğim.



Kemal Atatürk







SALİH BOZOK'A MEKTUPLARI



Trablusgarp muharebesi sırasında Sofya dan yazdığı mektup



Urla tahaffuzhanesinden Rus vapurundan 4 Ekim 1911



"Bilirsin ki Trablusgarp meselesinin ortaya çıktığından beri oraya gitmek teşebbüsünden geri durulmadı. Bir defa Şam vapurunda üç gece kalındıktan sonra döndürüldük. Ondan sonra Mısır ve Tunus yolu ile gitmeye teşebbüs ettik.



Harbiye Nazırı, ümit kestiği için vazgeçirtildi. Bir defa Ömer Naci ve daha iki kişi ile Mısır üzerinden hedefe yürümek üzere (2 Ekim 1911) İstanbul'dan hareket olundu. Harbiye Nazırı da ister istemez muvafakat etti. Lüzum ve fayda görürsem bazı arkadaşları isteyeceğim. Şimdilik temin edilecek noktalar var. Benim nerede olduğumu duyurmayın. Daha bir müddet için validemi dahi haberdar etmeyin. Ara sıra benim tarafımdan İstanbul'dan mektup gönderin.



Eyüp Sabri sizi görecek. Ona ilmühaberlerim ve borçlarım hakkında malumat verdim. Ruşen ve Necati beylere gizlice söyleyin, ilmühaberlerimin Beşinci Kolordu idaresinde kalması ve maaş tahsisatımdan borçlarım ödenmekle beraber kalanın valideme verilmesi lazımdır. Bunu Harbiye Nazırı da yazacak, unutmazsa!



Senin vasıtanla valideme verilmek üzere Kerim Beye (Abdülkerim Paşa) kırk lira bıraktım.



Mısır'a vardıktan sonra sana malumat ve adres vereceğim. Sen de bana yazarsın. Şayet sen bir tarafa gidersen senin namına mektupları alacak ve açacak bir arkadaş tayin edersin.



Arkadaşlar ne alemdedir? Vatanı kurtarmak için şimdiye kadar olduğundan ziyade gayret ve fedakarlık elzemdir. Endülüs tarihinin son sayfalarını okuyunuz.



Faydalı sohbetlerinizde bulunamadığıma üzgünüm. Beni unutmayın. Alaydaki arkadaşlara çok selam. Beraber yaptığımız talim programını takipten çok güzel neticeler alınır. Yorulmasınlar, eski tembellikle hiçbir şey olmaz. Başka kağıdım yok, Nuri'ye ayrıca mektup yazamayacağım. İstersen bu mektubu aynen gönder veyahut bahisle bir mektup yaz ve o kıymetli kardeşimize de ki "Benim için hatırası kalp ve vicdanımdan bir an çıkamayan bir öz kardeş varsa Nuri'dir." Bu müzlim seferi onunla beraber yapmak isterdim. Allah nasip ederse mücadele sahasında birleşiriz. Eğer mukadderse ahirette kavuşuruz.



Salih, senin de gözlerinden öperim. Kalbinin vefasına vicdanının saffet ve nezaketine şükran borçluyum. İstanbul'da kalan kerim Bey'e mektup yazın. O zavallı oradaki mücadelede yalnız kaldı. Mektuplarınız ona kalp kuvveti verir. Allahaısmarladık.



M. Kemal



***



Aynımansur Karargahından 25-26 Nisan 1912 gece saat 6



"Mektuplarınız da, gazetelerde bize ait hislerinizi tasvir eden satırları okuduğum zamanlar kalbimin pek derin hislerle çarptığını duyuyorum. Birkaç kardeşinizin Akdeniz'i aşarak, çöllerde uzun mesafeler alarak donanmasına dayanan düşmanın karşısına çıkması ve buradaki vatandaşları kucaklayarak, düşmanı sahile hapsetmesi şüphesiz sizi memnun eder. Fakat biz vatana borçlu olduğumuz fedakarlık derecesini düşündükçe bugüne kadar yapılan, hizmeti pek küçük buluyoruz.



Bilirsin ben, askerliğin her şeyden ziyade sanatkarlığını severim. Burada sanatın tüm icraatını tatbik edecek kadar zamana ve bu zamanın doğuracağı vesait ve vesilelere malik olunursa, işte o zaman milletin arzusuna uygun bir hizmet yapmış olacağız.



Ah Salih, Allah bilir, hayatımın bugüne kadar orduya faydalı bir uzuv olabilmekten başka vicdani bir emel edinmedim. Çünkü vatanın muhafazası, milletin saadeti için her şeyden evvel ordumuzun, eski Türk ordusu olduğunu dünyaya bir daha ispat lüzumuna çoktan kani idim. Bu kanaate ait emellerimin şiddeti ihtimal beni pek ziyade ifratperver göstermişti. Fakat zaman, saf ve nezih dimağlardan doğan fikri hakikatleri-kabulünden çekinilse dahi-tatbik ettirir.



Bu gece Derne kuvvetlerimizin bütün kumandanları ve zabitleriyle bir müsamere yapmıştık. Bu satırları çadırıma dönüşümde yazıyorum. Bu güzel kalbi, kahraman bakışlı arkadaşlarımın, bu küçük rütbeli fakat düşmanı titreten büyük kumandanların samimi nazarlarında vatan için ölmek iştiyakını okuyordum.



Bu okuyuş, dimağımda sizin, bütün Makedonya muhitinde tanıdığım arkadaşların, bütün ordumuzun kahraman evlatlarının hatırasını canlandırdı. Kalbimde büyük bir sevinç ve gurur hasıl oldu. Arkadaşlarıma dedim ki: "Vatan mutlaka selamet bulacak, millet mutlaka mesut olacaktır." Çünkü kendi selametini, kendi saadetini, memleketin ve milletin saadet ve selameti için feda edebilen vatan evlatları çoktur.



Cümlenize selam ederim kardeşim.



M. Kemal

Derne Osmanlı Kuvvetleri Kumandanı







MİRALAY FAHRETTİN (ALTAY) BEY'E MEKTUBU

Sivas 8 Aralık 1919



Muhterem kardeşim,



Şemsettin Beyden sonra Hüseyin Beyin de Sivas'a gönderilmesi suretiyle kardeşlik bağlarını kuvvetlendirmek hususunda ishar buyurulan samimiyete teşekkürlerimi arz eylerim, Şemseddin Bey son günlerin geciktirdiği müzakere ve kararlar hakkında siz biraderlerine malümat arz eylemiştir.



Hüseyin Beyde Suriye ve Ermenistan Fevkalade Komiseri iken İstanbul yolu ile Paris sulh konferansına giden François George Piqueau'nun Heyet-i Temsiliye'ye katılmak üzere Sivas'a gelmesindeki sebebi izah edecektir. Bu buluşmaya ait bir hülasa şifre ile takdim edildiği gibi bir sureti de Hüseyin Beyle takdim edilmiştir. İtalya'nın İstanbul Fevkalade Komiseri Mösyö Malis evvelce bazı mütalaalarını mektupla bildirdiği gibi bu defa da Sivas'a hususi bir memur göndererek iki taraf için bir anlaşma zemini araştırmaya başlamıştır. İngilizlerin Erzurum Kars havalisindeyken tanıştığımız ve sonradan Harbiye Nazırlarının daveti üzerine Londra'ya giden Kaymakam Rovlson bu defa İstanbul'a dönmüş ve görüşmek üzere Sivas'a gelmek istediğini Trabzon'daki mümessilleri vasıtasıyla bildirmiştir. Rovlson Londra'ya hareket edeceği sırada Erzurum'da veda etmek üzere görüşmüş ve "avdetimde daha müsait şartlar dahilinde görüşebileceğimizi ümit ederim." demişti. İstanbul umumiyetle Şarkta İngiliz siyasi memurlarının Türkleri tanımakta ve Trakya hakkında takip ettikleri siyasette yanlış yola gittiklerini ve bunda İstanbul muhiti ile Osmanlı Hükümet merkezinin zararlı amil olduklarını ilave etmişti.



Amerika Tahkikat Heyeti Reisi General Harbord ile Sivas'ta uzun uzadıya vuku bulmuş olan görüşmemizde müşarünileyhin ve Şarkta bulunan bütün Amerikalıların lehimizde olduğu anlaşılmış ve sonradan alınan mevsuk malümattan Harbord raporunun lehimizde yazıldığı anlaşılmıştır. Yalnız, Amerika ahalisi senelerden beri aleyhimizde işittikleri propagandanın tesirinden kolaylıkla kurtulamayacakları itiraf olunmuştur.



Avrupalıların Türkiye hakkındaki niyetleri memleketimiz üzerinde azami derecede ve daimi emin bir surette menfaatlerinin temini merkezindedir. Menfaatlerine uygun zemini hazırlamak ve temin etmek için dayanmak istedikleri sebep ve bahaneler: Osmanlı Hükümetinin aczi ve azınlıkların korunması için teminat.



Toplanacak olan Meclisi Mebusan, millete dayanır, vakur ve azimli bir vaziyet alırsa, millet ve vekillerine cidden mesnet olabilecek tam birlik gösterirse, mahvolmaktan kurtulabileceğimize emniyetim vardır.



Milletimizi mevcut ters ve zararlı cereyanlar arasında kuvvetli bir bütün halinde tutabilmek her şeyden evvel zat-ı biraderleri gibi kıymetli hamiyetli kumandan arkadaşlarımızın himmet ve fedakarlıklarına bağlıdır.



Mülkiye memurlarının başında bulunanlarının ekseriya mütelevvin olduklarını tecrübe göstermiştir. İşlerinde en hamiyetli olanlar bile daima askeri kumandanlara uymaktan başka bir şey yapmamışlardır.



Teşekküre ve hamde şayandır ki bugün istisnasız tekmil kolordu kumandanları arkadaşlarımız büyük bir iyi niyetle kurtuluşu noktasında fikirlerini birleştirmiş ve milleti müşekkel bir hale getirmek için alicenabane ve azimkarane bir surette çalışmaktadırlar.



Benim ve elyevm beraber bulunan Rauf Bey, Bekir Sami Bey gibi arkadaşlarımızın pek dikkatli olarak çalıştığımız esaslı nokta, bütün mesaimizin, arkadaşlarımızın düşüncelerine mutabık ve milli umumi efrarın muhassalasına uygun olmasıdır.



Buna rağmen Hüseyin Beyin, yolda bazı kimselerden bizim hiçbir vakit hatır ve hayalimizden geçmemiş ve geçmeyecek olan zararlı fikirler propaganda edildiğini söylemesi cidden teessürümüzü mucip oldu.



Mesela, diktatörlük gibi... Bu fikrin ne kadar manasız olduğu izan erbabınca kolaylıkla takdir olunur. Bir de bu hususta zerre kadar şüphe ve tereddüte düşen namus ve hasiyet erbabı için Heyet-i Temsiliyeye fiilen dahil olarak işbirliği etmek ve davranışları kontrol etmek daima mümkündür.



İstanbul'da bulunan yüksek zevatın serbest olanları, Ahmet İzzet Paşa vesaireyi devam ettim. Fakat bu gibiler hayatını tehlikeye koymak istemez, huzur ve rahatını feda edemezse ne yapılır?



Memleket ve milletin içinde bulunduğu elim şartlar, sonumuz hakkındaki karanlık ihtimaller bir an vicdan huzuru ile dönüşülecek olursa milli vahdeti, çalışmamızdaki ahengi bozacak ve kıl-ü kale sebebiyet verenler hakkında ne hüküm verilmek lazım geleceği kendi kendine anlaşılır



Heyeti temsiliye yakında Kayseri, Kırşehir üzerinden Ankara'ya ve oradan da Eskişehir yakınında Seydigazi'ye gidecektir. Bu intikali henüz mahrem tutmaktayız. Maksat, Eskişehir'den temin olunacak mebusların toplanmasına temas edebilmektir. Oraya intikal edecek Heyeti Temsiliye'ye, yeniden her liva mebuslarından Heyeti Temsiliye azası olarak davet olunacak birer mümessil ile takviye olunacaktır. Muvakkat bir toplantı ve kısa bir fikir danışmasından sonra Heyeti Temsiliye bir kısım azasıyla orada kalacak, geri kalanlar İstanbul'a gidecektir. Oralara geldiğimizde yakınlığı hasebiyle zat-ı ali-i biraderleriyle de müşerref olmayı temenni ederim.



Refet kendiliğinden İstanbul'a gidivermiş. Cephenin bir an evvel deruhtesi hakkındaki bildirileri üzerine kendisine yazdım, hatta habersiz İstanbul'a gidişini biraz da tenkit ettim.



Hürmetle gözlerinizden öper ve diğer arkadaşların selam ve muhabbetlerini takdim ederim kardeşim."



M . Kemal







AFET İNAN'A MEKTUBU



Saravona yatı 14.6.1938



Afet,

H. R. Soyak ile, benden mektup beklediğini bildirmiştin. Arzun her gün hatırımdadır. Şifahen Celal'e (Üner) telefonla bildirmek üzere söylemekteyim. Ancak henüz kendim bir şey tespit edemedim.



Vazifem şudur: Bence doktorların yanlış görüş ve hükümleri sebebiyle hastalık durmamış, ilerlemiştir. Vakitsiz ayağa kalkmak, yürümek hususiyetiyle burunda yapılan atuşman üzerine gelen kusma neticesi, yapılan istirahatleri hiçe indirmiştir. İstanbul'a gelince, Hükümet reyimi almaya lüzum görmeksizin Fissenger'yi getirtti. Yeniden tetkik, muayene yapıldık. Karaciğeri eski halinden farksız ve karnı birkaç kiloluk birikmiş su ve gaz dolayısıyla şişkin ve defigüre bir halde buldular. Şimdilik Temmuz on beşe kadar yeni tiretman ve yeni rejim altında repo apsolüyü (Kesin istirahati) zaruri buldular. Bunun esası da yatak ve şezlong istirahatidir. Bu müddet sonunda Fissenger tekrar gelecektir. Umumi ahvalim iyidir. Tamamen iadeli afiyet ümit ve va'di kuvvetlidir. Senin için asla merakı ve endişeyi mucip olmamalıdır. Serinkanlılıkla imtihanlarını vererek muvaffakiyetle dönmeni bekler ve muhabbetle gözlerinden öperim.



İkamet için Savarona'yı tercih ettiler. Yat şimdilik saray karşısında demirlidir.



Malümun olan devlet işleri için Başbakan ve diğer bakanlar sık sık gelip yatta misafir olmaktadırlar.



Nutuk'unu Şükrü Kaya Türkçeye çevirmektedir. Matbuata verilecektir.



K. Atatürk







SABİHA GÖKÇEN'E MEKTUBU

Ankara 29.6.1929



Sabiha'ya



Sanatoryumdan mektubu da aldım. Oradaki hayat ve bakımdan hoşnut olduğundan ve doktorların tavsiyelerini çok itina ile takip ettiğinden pek memnun oldum. Aldığımız raporlardan anladığımıza göre esasen hastalığın o kadar mühim değildir. Sıhhat ve rahatına bildiğin gibi itinada devam edersen az zamanda tamamıyla iyileşeceğin şüphesizdir.



Vücudunda her gün topluluğa doğru olacağına şüphe olmayan değişikliği anlamak üzere ara sıra kilonu bildirmekle beraber fotoğraflarını da gönder.



Gözlerinden öperim.

Gazi M. Kemal



***



Dolmabahçe15.8.1929



Kızım Sabiha'ya,



Sıhhatiniz hakkındaki mektubuna memnun oldum. "Zemering"ten istifade etmeni temenni ederim.



Gözlerinden öperim.



Gazi M. Kemal







BEHİÇ ERKİN'E GÖNDERİLEN MEKTUP



Aynı-ı Mansur Karargahından 30 Mart (1912)



"İzzetli Beyefendi, günlük ciddi çalışmalarınız arasında elinize geçmek bahtiyarlığına erişeceğine ümit ettiğim işbu varakpare, Cebel-i Ahzar'ın hayatına ait hisleri aksettireceği için meşgalelerinizden birkaç dakika terk et-meye değer zannederim.



Selanik'ten İstanbul ve oradan Akdeniz'i geçerek Mısır'a ve Mısır'dan da 700 küsur kilometrelik boş çölleri geçerek şimdiki mevkiimize gelişimiz öyle bir tarihtir ki ancak Selanik'in "paşa gıdası" ile anlatılabilir Buna muvaffakiyet şimdilik bir hayal ise de hakikat olması da uzak değildir.



19 Şubat Muharebesinde Nişancı Taburu Kumandanı iken Sedes civarında Pertev Beyin idare ettiği karşılıklı hareketimiz münasebetiyle zatı alinizi hatırladım. Muharebenin, manevramızın bazı safhalarıyla benzerliği vardır. Esasen 70 kişilik bir pusu kurulmuştu. İtalyanlar sabahleyin bu kuvvetle muharebeye tutuştu. Bizde taarruz fikri yoktu. Kuvvetlerimizin hepsi örtülü hazırlık mevziinde bulunuyordu. Saat 6 oldu, gündüz. İtalyanlar pusu kuvvetini taredemedi. Bütün kuvvetini muharebeye hazırladı ve taarruza geçti. Pusu yeri Derne'nin 4 kilometre batısındaydı. Biz, bu umum kuvvetle taarruza geçtik. Şark kolunu da getirttik. Seyitabdullah noktasında (pusu yeri) "...." muharebesinde olduğu gibi 8-9 defa düşmanın taarruzu kırıldıktan sonra saat 11'de bütün İtalyan safları avcı hattı, ihtiyat, istinat, hepsi birbirine müvazi olarak kaçmaya başladılar. Biz bu hattın sol tarafında, topçu mevziinde manzarayı tamamen görüyorduk. Gecenin gelmesi muharebeyi sona erdirdi. O gün Derne'ye gelmiş bulunan iki Alman, bir İngiliz subayı harbin cereyanını anlayamıyorlardı. Netice meseleyi halletti. Bizde onlara oldukça yüksek perdeden attık. Benzerlik cenah hücumlarımızdadır.



Arzı hürmet ederim efendim" Derne Kumandanı M.Kemal



***



Aynı Mansur Karargahından 16 Temmuz 1912



"Muhterem kardeşim Behiç Bey,



Pek ziyade teselli veren mektubunuzu aldım. Selanik'in Olimpos'unda iadesi vaad buyurulan geçmiş tatlı günlerin hülyalarına daldım. O ciddi kardeşlik hayatına örnek olan günlerin tekrar yaşanması ne kadar büyük saadet olur.



Buradaki hayat tarzımız ve çalışmamız artık cümlece anlaşılmış bir hale geldiğinden bahsini bile lüzumsuz buluyorum. Ancak şurasını arz edeyim ki bizde buradaki vaziyet ve mukavemetimizle milletin şanına uygun bir netice alınması ümidi pek kuvvetli iken, son zamanlarda memleket içinde çıkan elem verici levhalar bizi üzdü. Bizim ahlaksızlığımızın, menfaatperestliğimizin derecesi malum idi. Fakat bunun hıyanet ve katibeten tasavvur etmiyorduk.



İhtiraslar, cehalet ve mantıksızlık yüzünden koca Osmanlı Devletini mahvedeceğiz. Kuvvetli bir Osmanlı İmparatorluğu vücuda getirmeyi düşünürken vaktinden evvel esir, sefil ve rezil olacağız.



Askeri, siyasetle uğraşmaktan men için kanun maddeleri yapmışlar. Ben iki sene evvel tesadüfen bulunduğum bir kongrede "askeri bırakınız" dediğim için mürteci oldum, idama mahkum edildim. Zaman ve hadiseler her türlü hakikatleri ispat ve izhar eder, fakat bazen böyle helak eden bir darbe indirerek.



Harbiye Nazırının mevkiini terk edişini garip buluyorum. Hamiyetli ve fedakar idiyse ötede beride savurduğu gibi kellesini koltuğuna almış idi ise asıl hamiyet ve fedakarlık göstermek ve sebat etmek zamanı şimdi idi.



Kalp yumuşaklığı göstermeye ne lüzum vardı. Daha on ay evvel benim gibi naciz bir kolağasını sükuta mecbur ve atalete duçar etmeye ve gizli maksatlarını temin için etrafını saran bir sürü beyinsizlere kafa sallamakla vakit geçirmeye ve budala gibi, bir alık gibi kukla vaziyetinde entrika cereyanlarına nefsini teslim etmeye rıza göstermektense, daha o zaman makamını ehline terk etmek elbette daha doğru olurdu. Meslek hareketi doğru idiyse, şimdi göstereceği vaziyet, sebat ve fedakarlık olacaktı. Devlet işlerini çocuk oyuncağı mı zannediyordu?



Bizim askeri vaziyetimizde bir değişiklik yoktur. Siyasetimiz müsait ise biz, istenildiği kadar sebat ve mukavemete muktediriz.



Yalnız siyaset erbabının memleketi büsbütün tarumar olmaktan korumak için gözlerini dört açması lazımdır.



Bilcümle dostlara selam ve hürmetlerimi takdim eyler ve sizin gözlerinizden öperim. Enver Bey mahsus selam eder."



Derne Kuvvetleri Kumandanı M. Kemal



İKBAL GAZETESİNE MEKTUBU



Mustafa Kemal'in Bingazi'de bulunduğu dönemde Hanya'da çıkan İstikbal adındaki gazetede mektup yayınlanmıştır. 29 Ekim 1909 Bingazi



Muazzez vatandaş;



Bir müddetten beri Bingazi ahvali Bingazi memurininden bazısı hakkında gazetenize derceylemekte olduğunuz malumatın, pek basit nazar ve fikirli müstenit olduğuna şüphe edilemez. Gazetenizin böyle araz-ı şahsiye (kişisel garaz) ye müsteniden vaki olan ihbaratın vasıta-i neşr ü tamimi olması, Bingazide birçok erbab-ı hamiyetin yekdiğerine şüpheli nazarlarla bakmasını, tesis ve takviyesi selamet-i millet ve saadet-i namına elzem olan uhuvvet-i umumiyeye iras-ı halel edebilir.



BÖLÜCÜLÜĞÜ DEĞİL BİRLİĞİ SAVUNUNUZ



Efrad-ı millet beyninde nifakı değil, ittihat ve ittifakı temine, yekdiğerden ahz-ı intikam hissiyatını tevlide değil, devr-i istibdat ve zulmetin tadiğar-ı levsiyatı olan fena hislerin kalplerden tebidine medar olacak makalat-ı hakimane ve akılane dercine sa'yedilse gazetenizin şerefli teali eder, hizmeti müfit olur. Hükümet-i sabıkanın perver-şeyyap eylediği zulüm malumdur. Yanlış malumata müsteniden bazı erbab-ı namus ve hamiyetin de o güruh-i müstebideye karıştırılması pek büyük hatadır.







MADAM CORİNNE'E MEKTUBU

28 Şubat 1913,Sofya



"Aziz Corrine,



Kaymakamlığa (yarbaylığa) terfiim münasebetiyle yolladığınız çok sevimli tebrikler beni çok derinden derine mütehassis etti ve bu vesile ile bana yazdığınız güzel sözler dosdoğru kalbimde yer aldı. Kendi kendime izah edemediğim sükutumun birkaç amilleri vardı. Son zamanlarda Sofya, Belgrad ve Petinya ateşemiliterliklerine tayinim üzerine son derece meşguldüm. Bana o kadar iş yükledi ki o iki şehre de gidemedim. Beni bilhassa Sofya ile ilgilendiren bazı meseleleri tetkik etmek lüzumunu duyuyorum. Bundan başka büyük meşgalelerimden biride, bana bir çok sıkıntı ve rahatlık veren bu otellerdeki hayatımdan kurtulmak için bir ev aramaktır. Nihayet mevsim ortasında burada bulunduğumuz için modern hayata ait vazifeler zamanımın büyük bir kısmını alıyor.



İşte, maalesef beni sana uzun uzun yazmaktan men eden sebeplerden bazılarının hülasası bu. Birkaç kelimelik kartpostal yollamak, seni yalnız tatmin etmemekle kalmaz, aynı zamanda hayrete düşürürdü. Hem de bu vasıtayı ancak beni az ilgilendiren ve kendilerine birkaç nezaket kelimesi göndermek mecburiyetini hissettiğim kimselere karşı kullanırım.



Küçük ve sevimli Edith'in, benim uzun ve irademin dışında kalan sükutumun üzerine sana bazı şeyler söylemeyi vazife bilmesi beni hayrete düşürmekten hali kalmadı. Hakkımda beslediği iyi fikirden dolayı ona teşekkür ederim. Küçük nasihatleri evvela sana karşı büyük bir dost olduğu ve benim samimiyetime de pek az itimadı olduğunu ve nihayet hayat, hayat işleri hakkında pek az tecrübesi olduğunu ispat ediyor. Rica ederim ona söyle, en çok konuşan ve sayfalar dolusu yazan kimseler mi bu dünyada en halis ve samimi dostlardır? Çok hisseden, fakat uzun lakırdıların sevilen insanı nihayet yormasından korktuğu için hislerini gizlemeyi tercih eden bir insana kayıtsızlık ve tasasızlık isnadı lazım mıdır?



Her halde küçük Edith emin olabilir ki ben onun Avusturyalı dostu kadar halis ve fedakar olmaya muktedirim. Yine küçük Edith emin olsun ki bazı insanların tabiatları iktizası mecbur oldukları cemileleri yapmaya, eğer zahmeti göze alırsam, ben de muktedirim. Hem şunu da bilsin: Senin benim nazarımda çok büyük bir mevkiin var. Öyle bir mizaca sahipsin ki müdahaleci bir ağzın sözlerine kulak asmazsın ve benden kalbimin dikte etmediği kelimeler almayı elbette ki istemezsin.



Tatlı ve sevimli hemşirene bu satırları okuduktan başka, ona kendisinin kolay kolay silinmeyecek bir hatırası olduğunu söylemeni rica ederim. Aynı zamanda annene ve babana saygılarımı sunmama delalet etmek lutfunda bulun.



Samimi ve halis dost"

M. Kemal



***



Maydos Karargahı (Çanakkale) 17 Mart 1915



Aziz dostum,



Son kartınız Maydos'a Fethinin bir zarfı içinde geldi. Siz ki her şeyden haberiniz olduğunu iddia edersiniz. Siz ki benim hayatımı takip etmekten memnun olmak istersiniz. Nasıl oluyor da benim muharebe meydanında bulunduğumu öğrenemediniz? Bunun, benim hatam olduğunu mu söylemek istiyorsunuz? Tabii, değil mi, cidden hayret ettiniz sanırım. Ben Maydos'ta bulunur, gece gündüz düşmanla savaşırımda aziz dostum Corinne bunu bilmez ve kartlarıyla mektuplarını bermutat Sofya'ya gönderir, bunları da benim yerime hep Fethi Bey alır.



Vaziyet Çanakkale Boğazında biraz buhranlı bir hal kastedince, aziz dostunuz Nuri'nin eski mevkii olan Tekirdağ'a gidip orada bulunan bir fırkamızın kumandasını üzerime almamı isteyen gayet müstacel bir telgraf aldım. Yeni dostlarıma veda bile edemeden Sofya'dan ayrıldım. Biliyordum ki bu benim tarafımdan bir nezaketsizlikti. Mısır'a gitmeden ve Kudüs'te ıstırahate karar vermeden evvel sizde bir akşam yemeği yiyen ve size hararetle veda eden Nuri hiçbir zaman benim gibi hareket etmek istemez.



Neyse, 24 saatte Tekirdağ'ında hazırdım ve bir fırka teşkili ile meşgul oldum. Sonra teşkil ettiğim fırka ile Maydos'a gitmek ve orada bulunan bütün kuvvetlerin kumandasını deruhte etmek emrini aldım. Bu kuvvetler Çanakkale Boğazını müdafaa eden, takriben iki topçu fırkasıydı.



İki aydır buradayım ve Çanakkale Boğazı'nı müttefiklerin ihraç teşebbüsünde bulunan donanmalarına ve kuvvetlerine karşı müdafaa ediyorum. Bu ana kadar aziz Corrine, hep muvaffak oldum ve aynı yerde kalırsam, kuvvetle ümit ediyorum ki daima da muvaffak olacağım.



Burada benim ismimin duyulmasına hayret etmemeli, çünkü ben mühim bir muharebenin kahramanı olarak Mehmet Çavuşa şeref kazandırmayı tercih ettim. Tabii şüphe etmezsiniz ki muharebeyi idare eden sizin dostunuzdu ve savaş gecesi muharebelerin saflarında Mehmet Çavuşu bulanda o idi.



Corrine, Sofya'dan ayrıldığımı ve burada bulunduğumu size niçin haber veremediğimi bana sormayınız. Anlayamazsınız ki çok ciddi bir şekilde meşgulüm ve şüphe etmemelisiniz ki hafızalarımızda silinmez çizgilerini çizdiğimiz güzel anları asla unutamam.



Zaman geçer, fakat dostlar arasındaki bağları daima kuvvetlendirir. Mektubumu elinize vermesi için size fırkamdan bir zabit gönderiyorum. Çünkü posta ile ancak manasız birkaç kelime göndermek mümkün. Siyasi ve askeri, umumi vaziyeti nasıl gördüğünüzü bana açıkça söyleyiniz Corrine. Ben bu mevzuda size izahat veremem.



Cevat Bey hiç değilse Pazar günleri sizi ziyaret ediyor mu? Etmiyorsa ona, sizi görmesi için yazınız ve söyleyiniz ki her türlü yanlış anlaşmalara rağmen, ben onun samimi dostuyum ve bana mektup yazmasını arzu ediyorum.



Siz bana kısa, basit kartlar yollayabilirsiniz.



Size, istenilen zamanda cevap veremezsem ümit ederim ki beni mazur görürsünüz.



Matmazel Edith'e samimi dostluklarımı arz ederim. Valideniz hanıma ve pederinize lütfen hürmetlerimi bildiriniz.



Geçmiş zaman ve geçmiş zamanın hatıraları ebedi bir hayata maliktir.



Beni unutmayınız Corrine, hatta bu harpte ölsem bile."



19.Fırka Kumandanı M.Kemal



***



"Aziz dost,



İşte Arıburnu'nda İngilizlerle savaştayım. Düşmanın esaslı kuvvetini ezdim, bakiyesi de cesur kıtalarım tarafımdan sahilde donanma tarafından himaye edilen bir noktaya sürüldü.



Pek ziyade ümit ederim ki düşmanın tam imhası haberini yakında alacaksınız.



Matmazel Edith'e Türk dilinde ilerlediği için tebrikler ve cümlenize hürmetler.



(İmza yok)









LENİN'E MEKTUBU



1-Emperyalist Hükümetler aleyhine 26 Nisan 1920 harekatı ve bunların tahakküm ve esareti hakkında bulunan mazlum insanların kurtulması amacını güden Bolşevik Ruslarla işbirliği ve harekatı kabul ediyoruz.



2-Bolşevik kuvvetleri Gürcistan üzerine askeri harekat yapar veyahut takip edeceği siyaset ve göstereceği tesir ve nüfusla Gürcistan'ın da Bolşevik ittifakına dahil olmasını ve içlerindeki İngiliz kuvvetlerini çıkarmak üzere, bunlar aleyhine harekata başlamasını temin ederse Türkiye Hükümeti de emperyalist Ermeni Hükümeti üzerine askeri harekat icrasını ve Azerbaycan Hükümetini de Bolşevik devletler zümresine ithal etmeyi taahhüt eyler.



3-Evvela, milli topraklarımızı işgal altında bulunduran emperyalist kuvvetleri tart ve ileride emperyalizm aleyhine vuku bulacak müşterek mücadelemiz için dahili kuvvetlerimizi organize ettirmek üzere şimdilik ilk taksit olarak beş milyon altının ve kararlaştırılacak miktarda cephane vesaire harp vesaiti ve sıhhiye malzemesinin ve yalnız doğuda harekat icra edecek kuvvetler için erzakın Rus Sovyet Cumhuriyetince temini rica olunur.



Yüksek hürmetlerimin ve samimi duygularımın kabulünü rica eylerim.



T.B.M.M. Reisi

Mustafa Kemal





ROOSVELT'E MEKTUBU



Aziz Bay Cumhurbaşkanı,



Son günlerde Bay Julien Briyan tarafından alınmış olan filmi seyretmekten duyduğunuz memnuniyeti bildiren 6 Nisan 1937 tarihli lütufkar mektubunuzu hakiki bir sevinç ile aldım. Mektubunuzda ahval ve şerait müsaade eder etmez birbirimize bir gün mülaki olacağımız ümidini de izhar buyuruyorsunuz. Samimi duygularınızdan ve Türkiye'de elde edilen terakki hakkında takdirkar telakkilerinizden dolayı size fevkalade müteşekkir olduğuma inanmanızı rica ederim.



Bay Cumhurbaşkanı.



Bu fırsattan istifade ederek Amerika Birleşik Devletleri hakkındaki hayranlığımı tekrar bildirmek isterim. Bilhassa ki bizim iki memleketimiz, umumi sulh ve insanlığın saadetini hedef tutan aynı ideali gütmektedirler.



Size bir an evvel mülaki olmak benim de samimi arzum olduğundan harikulade işler yapmış olan sevimli ve kuvvetli şahsiyetinizi Türkiye'de selamlayabileceğim günü sabırsızlıkla intizar ediyorum.



Samimi saygılar ve bilhassa temennilerimle.

Vafakarınız

K. Atatürk

25
Atatürk bir akşam, Çankaya'da arkadaşlarına sordu

 

- Dünyanın en büyük insanı kimdir?

 

- Timur'dur Paşam!

 

- Değil.

 

- Fatih'tir.

 

- Değil.

 

- Yavuz Sultan Selim.

 

- Değil.

 

- Alpaslan.

 

- Değil.

 

- Napolyon.

 

- İskender.

 

- Değil.

 

Nafile!.. Ne derlerse Atatürk "değil" diyordu. Dalkavuklardan biri

dayanamadı:

 

- Sizsiniz Paşam., dedi.

 

Atatürk, bu zatı tersledikten sonra, sualinin cevabını kendisi verdi:

 

- Dünyanın en büyük insanı Hz. Muhammed'dir. Ölümünden bu yana bin üç

yüz sene geçtiği halde, günde beş vakit, Cenab-ı Allahtan sonra adı

söylenen Hz. Muhammed'dir...

 

 

2-)  Atatürk aynı ismi taşıdığı Hz. Muhammed Aleyhisselam?a son derece

bağlı ve saygılı bir insandır. Bu saygı ve bağlılığı ifade etmesi

açısından şu olayı nakletmemiz yerinde olacaktır: Bir vesile ile Batılı

bir oryantalistin Hz. Peygamber hakkında yazdığı bir kitap kendisine

sunulur. Oryantalist kitabında Yüce Peygamberimizden; ?cezbeyetutulmuş

sönük bir derviş? diye söz eder. Bunu okuyunca Atatürk şu yorumu yapar:

?Bu gibi cahil adamlâr onun yüksek şahsiyetini ve başardığı büyük işleri

kavrayamazlar. O, Allah?ın birinci ve en büyük kuludur. O?nun izinde

bugün milyonlarca insan yürüyor. Benim, senin adın silinir, fakat

sonsuza kadar O anılacaktır, yaşayacaktır.?

 

Atatürk'ün Kuran-ı Kerim'e duyduğu derin sevgi ve saygısı, İslam dininin

en saf şekliyle yaşanmasına olan inancı onun dindar yönünü her dönemde

ortaya çıkarmıştır. Her zaman gerçek din ile batıl inançlarla dolu

gericiliği net biçimde ayıran Atatürk, birçok konuşmasında, samimi ve

içten bir şekilde Allah'tan, İslam'dan, Kuran'dan saygı ve bağlılıkla

bahsetmiştir. Hz. Peygamberimizi övmüş ve Türk Milleti'ne, gerçek dine

sarılmayı ve daha dindar olmayı tavsiye etmiş. Allah'a yönelmede Hz.

Muhammed'i rehber göstermiştir: "Bütün dünyanın Müslümanları Allah'ın

son peygamberi Hz. Muhammed'in gösterdiği yolu takip etmeli ve verdiği

talimatları tam olarak tatbik etmeli. Tüm Müslümanlar Hz. Muhammed'i

örnek almalı ve kendisi gibi hareket etmeli; İslamiyet'in hükümlerini

olduğu gibi yerine getirmeli. Zira ancak bu şekilde insanlar

kurtulabilir ve kalkınabilirler." (Atatürk, Nedim Senbai, A.Ü. Dil,

Tarih, Coğrafya Yay., s. 102, 1979)

 

Hz. Muhammed'i överek O'nu kendisine örnek alan Atatürk, Hz. Muhammed'in

peygamberliğine kesin olarak iman etmişti. Hz. Muhammed'e duyduğu

hayranlığı ve O'nun peygamberliğini heyecanla anlattığı bir sırada

yanında bulunan M. Şemseddin Günaltay, Ata'nın o anki halini şöyle

anlatmıştır:

 

"... Atatürk'ün denizlerden renk alıp renk veren gözleri, masanın

üzerinde serili haritaya dikildi ve beni kolumdan tutarak masanın başına

çekip parmağını bir noktaya dikti. Bu, kendi elleriyle çizdikleri bir

askeri harita idi ve Hz. Muhammed'in büyük Bedir Cengi'ni adım adım

gösteriyordu. Hz. Muhammed'e ve O'nun peygamberliğine kadar, büyük

askeri dehasına hayran olan eşsiz Sakarya Galibi, Bedir Galibi'ni

göklere çıkarırken, "O'nun Hak Peygamber olduğundan şüphe edenler, şu

haritaya baksınlar ve Bedir destanını okusunlar" diye heyecanlandı.

Ata'nın son sözü şu olmuştu:

 

- Hz. Muhammed'in bir avuç imanlı Müslümanla mahşer gibi kalabalık ve

alabildiğine zengin Kureyş ordusuna karşı Bedir meydan muharebesinde

kazandığı zafer, fani insanların kârı değildir, O'nun Peygamberliğinin

en kuvvetli delili işte bu savaştır. (Atatürk ve Din Eğitimi, Ahmet

Gürbaş, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, s.28)

Atatürk"ün Hz. Muhammed'e duyulacak sevgiyi tarif ettiği sözleri ise

şöyledir: "Büyük bir inkılap yaratan Hazreti Muhammed'e karşı beslenilen

sevgi, ancak onun ortaya koyduğu fikirleri, esasları korumakla tecelli

edebilir." (Şemsettin Günaltay, Ülkü Dergisi, sayı 100, s. 4)

__________________________________________________  ______

 

 


[/i]

26
Türk olmaktan mutluluk ve gurur duyuyorsanız,

Hürriyet ve istiklal karakteriniz ise,

Milletin ve büyük ecdadımızın en kıymetli mirasından olan istiklal aşkı ile yaratılmış bir kişi iseniz.

Çocukluğunuzdan bu güne kadar ailevi, hususi ve resmi hayatınızın her safhasını yakından tanıyanlarca bu aşkınız biliniyorsa,

Size göre bir milletle şerefin, haysiyetin, namusun ve insanlığın yerleşmesi ve yaşaması mutlaka o milletin hürriyet ve istiklaline sahip olmasına bağlı ise,

Buna çok ehemmiyet veriyor ve bu özelliklerin kendinizde varlığını iddia edebilmek için milletin de aynı özellikleri taşımasını şart ve esas biliyorsanız,

Yaşayabilmek için mutlaka bağımsız bir milletin evladı kalmanız gerekiyorsa,

Milli bağımsızlık sizce bir hayat meselesi ise,

Millet ve memleketin menfaatleri gerektirdiği takdirde insanlığı teşkil eden milletlerden her biriyle medeniyet gereğinden olan dostluk ve siyaset münasebetlerini büyük bir hassasiyetle takdir ediyorsanız,

Ancak milletimizi esir etmek isteyen herhangi bir milletin de bu arzusundan vazgeçinceye kadar amansız düşmanı iseniz,

Birinci vazifenizin, Türk istiklâlini, Türk cumhuriyetini, ilelebet, muhafaza ve müdafaa etmek olduğuna inanıyorsanız,

En olumsuz ahval ve şerâit içinde dahi, Türk istiklâl ve cumhuriyetini kurtarmak için göreve atılmaktan kaçınmayacak iseniz,

Türk ulusunu muasır medeniyet seviyesi üzerine çıkartacak yol ve yöntemleri biliyorsanız,

Hayatta en hakiki mürşit olarak akıl, bilim ve fen yolunuzu aydınlatıyorsa,

Aklınız, sağlınız, iradeniz ve sevdikleriniz dışındaki hiç bir şeyi kaybetmekten korkmuyorsanız,

Gerçekleştirmek istediğiniz hayaller başkalarına delilik gibi geliyorsa,

Muhtaç olduğunuz kudreti damarlarınızdaki asil kanda bulabiliyorsanız,

 

 

Siz bir Atatürk Gencisiniz Tebrikler..

27
Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün dönemin ABD Büyükelçisi Joseph C. Grew ile Orman Çiftliği’ndeki görüşmesi cumhurbaşkanlığının sitesinde yayımlandı.







verildiyse özür dilerim


29
Cumhuriyetin ilanından sonra İstanbul'da bir resepsiyon verilir.Tüm dünya ülkelerinin elçileri ve ateşeleri de davet edilir.



Davet güzel bir şekilde devam etmektedir fakat ingiliz ateşesi olan binbaşının bakışları Mustafa Kemal'in gözünden kaçmaz .Bütün davet boyunca kendisine dik dik bakmıştır ve bakmaya devam etmektedir.Ne olduğunu öğrenmek için yaverini gönderir.

Yaver Mustafa Kemal'e şöyle der:



-Paşam kendisine neden ters bir tavır takındığını sordum , oda bana Mustafa Kemal'in Çanakkalede babasını öldürdüğünü söyledi.



bunun üzerine Mustafa Kemal şöyle der:



- git sor bakalım Çanakkalede ne işi varmış ?







------------------------





Çok hoşuma gitti,bir yerden aldım paylaşmak istedim..


30
ForumTR üyesi olmak için tıklayınız][/url] tarafından desteklenen ve bizzat geliştirilen dil teorisidir..

 

Teorinin ana fikri Türk dilinin dünyada esas bir dil olduğu ve dünya dillerindeki birçok kelimenin de Türkçeden türediğiydi. Güneş Dil Teorisinin tarih içerisinde oynadığı rol, 'nin ideolojik hattını anlamak açısından önemlidir.  millete geçme aşamasında olan ve Batı karşısında kendisini ezik hisseden Türk milletine özgüven aşılanmak istenmiştir. Atatürk Devrimleri'nin yıktığı düzenle ve Avrupa merkezci tarih teorileriyle hesaplaşma çabası olarak değerlendirilmektedir. Teori, bilimsel nedenlerden çok siyasi nedenlerle desteklenmiştir.

 

 

 

Güneş Dil Teorisi-Süreç

Türkçenin diğer dillere kaynaklık ettiği düşüncesi 1932’deki Birinci Türk Dil Kurultayı’nda adı konmadan bazı bildirilerde ortaya atılmıştı. Dil devrimi başladığında, önce dildeki bütün yabancı sözcüklerin atılması gerektiği gibi bir düşünce hâkimdi. Dilin söz varlığına girmiş, anlamını herkesin bildiği ve kullandığı, ama kökenini bilmediği, günümüzde de kullandığımız pek çok sözcüğün atılması gerektiği dile getirilmiştir.

 

1935 yılına gelindiğinde, yine herkesin anlayamadığı bir dil ortaya çıktı. Zaten Osmanlı Türkçesinden şikayet şuydu: Yazılıp da konuşulamayan bir edebi Türkçe, bir de konuşulup yazılmayan halk dili vardı. Bunun birleştirilmesi gerekiyordu. Dil devriminde de amaç buydu zaten. Bunda da büyük ölçüde başarı sağlandı.

 

III. Türk Dil Kurultayı 24-31 Ağustos 1936 tarihleri arasında yapılmıştır. Yurtdışından gelen 13 dil bilgininin de katılımıyla gerçekleşen kurultayda, cemiyetin adı Türk Dil Kurumu olarak değiştirilmiştir. Bu kurultayda, çalışma esasları, diğer iki kurultaydakinden farklı olmuştur: Artık Güneş Dil Teorisi (özleştirmeye ret, yaşayan dile dönüş) üzerinde durulmaya başlanmış, yabancı kelimelere Türkçe karşılık aranmasına son verilerek yaşayan dil kabul edilmiştir.



[/b][/i]

Dönemin konjonktürü gereği mi, fazla abartılmış bir unsur mu, yoksa sadece ümmetçilik zihniyetinin karşısında durmak için midir bilinmez ancak dilde arınma ve tarih tezleri Cumhuriyet Dönemi’nde üzerine çalışılmaya değer mühim konular olarak yerini almıştır. Birçok şeyin kökenini İslamiyet’te arayan hatta o döneme kadar bütün cevapları da bunda bulmuş ‘öncesiz’ olduklarına inandırılmış büyük insan toplulukları ancak bu şekilde dünyevileştirilebilirdi galiba. Belki aydınlanma devrimi gereği kendinden önceki düzenle bağları koparma ve geçmişin daha da geçmişine dönme ihtiyacı doğduğu düşünülse de dil konusu hayati önem taşımaktadır. Nüfusun %90’ının bırakın Türkçeyi, Arapçayı okuma yazma bilmediği bir dönemde dil devrimini eğitim oranını düşürmesiyle karalayanların ne kadar bilimden uzak kaldıkları bellidir. Atatürk dünya tarihi ile Türk tarihini birleştirmek için her ne kadar özel bir çaba sarf etmese de üzerine basarak durduğu belli başlı konular vardı.bunlardan bir tanesi ise dil teorisidir.

 

Atatürk’ün isteğiyle birçok bilim adamı ve araştırmacı dil ve tarih alanında çalışmalar yaptı. Yabancı bilim adamları davet edildi. 1930 yılında Türk Tarih Kurumu kuruldu. Çok zengin malzeme ve bilgiler ortaya çıkarıldı. Yine de Türklerin nereden geldikleri tam olarak açıklığa kavuşmuş sayılmazdı. 1932 yılında emekli General Tahsin Bey Atatürk’ü ziyaret etti. Maya dili ile Türkçe arasındaki benzerliklerden bahsetti. Mayalar Meksika’da yaşamışlar Türkler ise Orta Asya’dan gelmişlerdi. Aradaki uzaklığa rağmen Atatürk bu konuyla ilgilendi. Derhal Tahsin beyi Meksika’ya elçi olarak atadı. Ona iki dil arasındaki benzerlikleri ortaya çıkarma görevini verdi. Tahsin Bey Meksika’da Amerikalı Arkeolog William Niven’in bulduğu tabletlerden haberdar oldu. Maya dilinin kökünün bu tabletlerde olduğu anlaşılmıştı, Türkçe ile maya dili arasındaki benzerlikler de bu tabletlerde aranmalıydı. Amerikalı arkeologun ortaya çıkarmış olduğu tabletler Tahsin Beyi şaşkına çevirdi. Eğer bunlar doğru ise bilinen tarih ve bilim yanılıyor demekti. Çünkü tabletler M.Ö. 200000 ile 70000 arasında Büyük Okyanus’ta yer almış olan bir kıtayı haber veriyorlardı. Bu kıtanın adı Mu’ydu. Avustralya’dan birkaç misli büyüktü. Yüksek bir medeniyete ulaştıktan sonra bir deprem ve tufan sonucu battığı sanılıyordu. Acaba Türklerin kökeni de bu kıtadan göç edenlere mi dayanıyordu? Tahsin Bey konuyla ilgilendikçe karşısına yeni bilgiler çıkıyordu. Bu kez kendisine İngiliz albayı James Churchward’ın Hindistan’da bulduğu tabletlerden bahsettiler. Bunlar da kayıp Mu kıtasıyla ilgiliydi. Churchward 50 yıllık çalışma ile bu tabletleri çözmüştü aynı zamanda bu konunda yayınlanmış 5 adet kitabı da vardı. Tahsin Bey öğrendiklerini ve ortaya çıkardıklarını Atatürk’e raporlar halinde sundu. Atatürk konuya büyük ilgi duymaya devam ediyordu. Churchward’ın Mu ile ilgili kitapları getirildi. Dönemin Kültür bakanı ve Dışişleri bakanlığı arasındaki yazışmada tercümenin üstesinden geleceği düşünülen Mehmet Ali Tevfik’in hemen işe alınma talimatı dikkat çekmektedir

 

Kitaplar basılmadan daktilo edilmiş halde Atatürk’ün önüne kondu. Atatürk insanın yaradılışı ile ilgili bölümlerle ilgilenmişti. Mu’nun insanoğlunun anayurdu olduğunu, nüfusunun 64 milyona kadar çıktığını, ilk insanın orada yaratıldığını anlatan satırların altını çizmişti. Tercümelerde Maya dilinin yeryüzünün anadilinden gelmiş olduğunu, tüm dillerin orada doğduklarını ve anadilin Mu dili olduğu bölümlerin altı, yine Atatürk tarafından çizilmişti. İlgi çeken bir diğer bölüm, ırkların kökeniyle ilgiliydi. Anadolu’daki ilk insanlar olan Karyanlar’ın asıl vatanlarının Büyük Okyanus’taki Easter Adası olduğunu anlatan bölümün de altı çizilmişti. Mu’nun batışının anlatan bölümde ‘Ya Mu bizi kurtar’ diye bağırmalarını işaretlemiş ve ‘Demek ki Mu bir ilahtı’ notunu düşmüştür. Birçok Mu kökenli özel isim ve sıfatları Atatürk öztürkçe ile karşılaştırmış, notlar almış. Örneğin tarlaların Allahı anlamına gelen ‘bal’ kelimesinin yanına ‘balağmak’ notunu almış, “Ruhların memleketi Kui” cümlesinin yanına: “kökü: ailedir” diye yazmış.

 

Bu tür kelime notları hayli fazla. Bir yerde, Mu’nun demokrasi ile yönetildiğini, güneş enerjisinin aydınlatılmada kullanıldığını anlatan satırların altı çizilmiştir. Ve bunlar gibi yüzlerce satır cumhuriyetimizin kurucusu tarafından çizilmiş, işaretlenmiş, sayfa yanlarına notlar alınmıştır.

 

İncelendiğinde görülüyor ki, Atatürk’ü önce Türklerin kökenini ve Mu dilinin Türkçe ile bağlantısı ilgilendirmiş. Sonra inançların ve Mu’nun yönetim biçimi üstünde durmuş. Üçüncü kitaptaysa çok geniş anlatılan Mı simgelerini, Atatürk Latin abecesiyle karşılaştırmış.

 

Atatürk, James Churchward’ın iki kitabıyla özellikle ilgilenmiştir: Kayıp Mu Kıt’ası ve Mu’nun Çocukları. Bu iki kitap, Anıtkabir Kitaplığı’nda 1301 ve 1302 no ile kayıtlıdır. Kitaplardan çıkarılan, daktilo ile yazılmış çeviri metinleri ise yine Anıtkabir Kitaplığı’nda 4 dosya halinde bulunmaktadır.

 

Atatürk’ün Mu ile ilgili düşünceleri ve çıkardığı sonuçlar, yazık ki tam olarak bilinmemektedir. Bunun nedeni, 1935 yılından sonra sinsice ilerleyen hastalığının, ona pek zaman tanımamış olmasıdır.

 

Ortada garip bir olay daha vardır: 1967 yılına kadar Türk Dil Kurumu arşivinde, sonra Anıtkabir Kitaplığı’nda bulunan bu çeviriler hâlâ basılmamıştır. Öylece durmaktadır. Atatürk’e kitapları sağlayan Tahsin Bey, Meksika’da araştırmalar yaparken, Maya-Aztek-İnka uygarlıklarının Türklerde kullanılan eşyalara benzer eşyalar kullandıklarını öğrenmişti. Ayrıca davullar ve kalkanlar bizimkilere çok benziyor, üstlerinde ay ve yıldız simgeleri bulunuyordu. Tahsin Bey, tüm çalışmalarını belge ve fotoğraflarla birleştirerek üç cilt defter halinde Atatürk’e yollamıştır. Bunların ilk ikisi 1970’lere dek TDK Kütüphanesi’nde 56-57 numaraları ile durmaktadır. Üçüncü defter kayıptır.

 

Güneş-Dil teorisi her ne kadar farazi düşüncelerden ibaret gibi görünse de önemli olan, var olan bu incelemelerin dönemin koşulları da düşünülerek neden bu kadar önem gördüğünü anlamaktır. Ulus gazetesinde her gün 5 adet öztürkçeleri ile yayımlanan Arapça, Farsça, Fransızca kelimeler yeni kurulmuş bir Cumhuriyet’in en önemli dayanaklarından birinin dil olduğunun göstergesidir. Günümüzde geriye kalan hurafelerden çok, Güneş-Dil teorisi ile yapılmaya çalışılan asıl unsurlar birçok kesim tarafından bilinmektedir.

 

 

 ‘Ülkemizin yüksek istikbalini korumasını bilen Türk milleti dilini de yabancı dillerin boyunduruğundan kurtarmalıdır.’


K.Atatürk

31
Bir panelde konuşan Doç. Dr. Ahmet Faruk Kılıç, Atatürk'ün dini, bütün sadeliği ile hurdafelerden arındırılmış olarak yaşanmasını istediğini savundu.    

 Sakarya Üniversitesi (SAÜ) İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Ahmet Faruk Kılıç, Atatürk'ün İslam dini ile ilgili sorunu varmış gibi gösterilmesinin doğru olmadığını belirterek, "Atatürk, dinin bütün sadeliğiyle hurafelerden arındırılmış olarak yaşanmasını istemiştir" dedi.



"Sosyo Kültürel Açıdan Atatürk ve Din" konulu konferansta konuşan Doç. Dr. Kılıç, Atatürk'ün gerek çocukluk, gerek gençlik yıllarında dinle iç içe olduğunu söyledi.



Atatürk'ün bütün konuşma ve yazışmalarında dini terimlerin sık sık kullanıldığını ifade eden Doç. Dr. Kılıç, Atatürk'ün anne ve babasının dindar olduğunu kendisinin de mahalle mektebinde dini eğitim aldığını, Allah'a ve İslam dinine inancının tam olduğunu gösteren yüzlerce konuşması bulunduğunu belirterek şunları devam etti:



"Atatürk Çanakkale'de kazanılan zaferini, söylediği unutulmaz sözleriyle inancın gücüne bağlıyor. İslam dinini savunan Atatürk, şu ifadeleri kullanıyor, 'Bizim dinimiz en makul ve tabii bir dindir. Bundan dolayı da son din olmuştur. Bir dinin tabii olması için akla, bilme, fenne, mantığa tekabül etmesi lazımdır. Bizim dinimiz bunlara tamamen mutabıktır."



Fransız bir gazetecinin 29 Ekim 1923'te Atatürk ile mülakat yaptığını ve bu gazetecinin İslam dinine karşı Atatürk'ten birkaç söz almaya çalıştığını belirten Doç. Dr. Kılıç, şöyle konuştu:



"Atatürk gazeteciye, 'Siyasetimizi dine mugayir olmak şöyle dursun, din noktai nazarından eksik bile hissediyoruz. Yani biz daha dindar olmamız lazım. Bütün sadeliğiyle dini yaşamamız gerekir' demiştir. Atatürk ateizme karşı çıkmış, insanların dinsiz olmasının mümkün olmayacağını kaydetmiştir. Dinin bütün sadeliğiyle hurafelerden arındırılmış olarak yaşanmasını istemiştir."



Doç. Dr. Kılıç, Atatürk'ün içki içtiğini ve bunu gizlemediğini, ancak mübarek gün ve gecelerde Çankaya Köşkü'nde içki içmediğinin bilindiğini söyledi.

 timeturk

32
Tuvanin Müziği

Son zamanlarda bazı televizyon programlarında gösterilen Tuva Müzik Grubu’nun yapmış olduğu müzikler, tüm dünyada ilgi gördü. Özellikle Avrupa ve Amerika’da Tuva müziğine ilgi duyan çok sayıda kişi var. Bu konuda ne yazık ki biz yine geç kaldık. Öz değerlerimizi yine bizden önce Batı keşfetti ve sonra Türkiye’de de Message to show when link is hidedne olan ilgi artmaya başladı.

Message to show when link is hided, bugün Moğolistan’ın kuzeyinde Rusya’ya bağlı bir özerk cumhuriyette yaşıyorlar. Son nüfus sayımına göre, bugün Tuva Cumhuriyeti’nde 300.000′e yakın Tuva Türk’ü yaşıyor. Message to show when link is hided‘nin en güzel özelliği, ana yurdumuz çevresinde yaşayıp, binlerce yıldır geleneklerinden, kültürlerinden kopmamış olmalarıdır. Uzun süre Çin’in ve Sovyet Rusyası’nın işgali altında yaşayan Tuvalı soydaşlarımız, binlerce yıl önceki Message to show when link is hidednü ve inancını bugüne kadar yaşatmayı başarabilmişlerdir.

Message to show when link is hided‘nin neredeyse tamamı Message to show when link is hided olduğu için, ezgilerinde ritmik ögeler hemen göze çarpıyor. Atalarımızın dinini yaşatan Tuva Türkleri, bu inancın da etkisiyle farklı giyiniş biçimlerini benimsemişler. Yaşamlarında at, kurt ve kartal gibi hayvanların, bizde olduğu gibi önemli bir yeri var. Message to show when link is hidednın birçok bölgesinde ata önem verilir; fakat Tuvalılar’da bu en üst düzeye çıkmış durumdadır. Çalgıların tepelerinde at figürleri vardır ve hatta bu çalgıların telleri / yayları bile at kılından yapılmaktadır. Birçok müzikte atların yürüyüş tempolarına özgü sesleri işitmek mümkündür. At üstünde doğup, at üstünde ölme düşüncesini yaşatırmışçasına, yaşamlarında bu hayvanlara çok büyük yer ayırmış durumdalar. Bunun için Türk kültürüne, töresine, geleneklerine ait birçok ögeyi, Tuva müziklerinde görebilmemiz mümkündür.

Tuva müziği, ilk dinleyişte çok ilginç geliyor; fakat kısa sürede insanı saran muhteşem bir ezgi, aynı zamanda insanı hayrete düşürüyor. Çünkü Tuvalılar, doğa ve hayvan seslerinin çoğunu müzik aletleriyle değil, gırtlaklarının gücüyle çıkarıyorlar. Kullandıkları müzik aletleri de, geleneksel Türk müziğine özgü çalgılardan oluşuyor. Tuva müziğinde gırtlağın çok büyük önemi var. Şaman törenlerinde kamların dua ederken söyledikleri ezgilere benzeyen ilginç sesleri çıkarabilmek, çok zor olsa gerek.

Message to show when link is hided‘un ve Message to show when link is hided‘nın çalışmalarıyla Türkiye’ye getirilen Message to show when link is hided‘nun seslendirdiği muhteşem türküler, Message to show when link is hided‘nin Message to show when link is hided adlı programında izleyicilere sunulmuştu.

33
Atatürk ve Diğer Türk Önderlerimiz / Türk soyu
« : 25 Şubat 2011, 17:54:55 »
ForumTR üyesi olmak için tıklayınız][/url][/b] egemenliğine girmiştir. Ancak son yarım yüzyıl içerisinde yapılan antropolojik araştırmalar, Türkler ile Moğollar arasında bir miktar karışmayı kabul etmekle birlikte, Türklerin asıl olarak “beyaz ırka” mensup olduklarını ortaya koymuştur.

, yeryüzünde mevcut üç büyük ırk grubundan (europid, mongolid ve negrid) “Europoid” adı verilen grubun “Turanid” kolundandırlar. “Brakisefal” kafatası yapısına sahip olan Türkler, her ne kadar “Dolikosefal Mongoloid” ırkındanmış gibi gösterilseler de, Türkleri diğer bütün ırklardan ayıran belirgin özellikler bulunmaktadır.

nun (tipinin) baskın özellikleri; “beyaz renk, düz burun, yuvarlak yüz yapısı, hafif dalgalı saç, orta gürlükte sakal ve bıyık…”tır. Ayrıca “orta boy, boya nispeten kısa kol ve bacaklar, orta büyüklükte burun, ufak çene, parlak ve koyu renkli göz, çok hafifçe çıkık elmacık kemikleri…” gibi özellikler de sıralanabilir. Elbette bu özellikler birer “genelleme”dir ve Türk soylu herkesin bu özelliklere sahip olması gerekmemektedir. Fakat iklim ve coğrafya etkisi de düşünüldüğünde, bugün bile bu genellemeler, çoğu kez doğrulanmaktadır. Her ne kadar farklı coğrafyalarda yaşayıp, farklı tipler oluştursalar da, dünya üzerindeki Türklerin çoğu bu genellemelerin çoğuna uymaktadırlar.



Yunan, Çin, İslam ve Hristiyan kaynakları,  arasında sarı ve Mongoloid ırktan, Aryani ve Hindi tiplerine kadar değişen sima farklılıklarının olduğunu belirlemişlerdir. Nitekim eski Çin kaynakları Kırgızları, kumral saçlı, mavi gözlü ve uzun boylu olarak tanımlarken; İslam ve Bizans kaynakları Kıpçakları sarışın, beyaz tenli ve uzun boylu olarak tanımlamıştır. Bu da, Türkler arasında da farklı yüz ve beden yapılarına ait boyların olduğunu göstermektedir.

, tarihin erken çağlarında Orta Asya’da ortaya çıkarak, doğuda Kadırgan dağlarından, batıda Orta Tuna havzasına; güneyde Hindistan, İran ve Mısır’dan, kuzeyde Lena Irmağı’nın mansabına ve Volga ırmağı’na katılan Kama Irmağı havzasına kadar uzanan geniş bölgeye yayılmıştır. Bugün bu bölgenin asli ve hakim unsurudur.

Türklüğün  ile başladığını, bu ulu zatın Tanrı’nın elçilerinden olabileceğini, nın bu ’nın adından kaynaklandığını, bu kutsal atanın getirdiği  buyruğu ile Türklüğü yaymış olabileceğini ve bu buyruğun büyük olasılıkla Türk töresi olduğunu savunan bir görüş de vardır.  de TBMM’de yaptığı bir konuşmada, bütün dünya Türk adını benimsemiş yüz milyondan fazla kişinin yaşadığını belirtip, bu adın Hz. Nuh’un Türk adındaki oğlundan gelmiş olabileceğine dikkat çekmektedir. Tevrat kaynaklı bir rivayete göre,  ve , Hz. Nuh’un üç oğlundan biri olan Yafes’in oğlu ’ten gelmektedir. İran kaynaklarından Avesta’daki bir rivayete göre de , dünyayı oğulları arasında paylaştıran Feridun’un Türk ve Çin ülkelerini bağışladığı oğlu “Tur” veya “Turac”ın adından gelmektedir.

’te , “‘ nın devlet güneşini  burçlarında doğurduğunu ve onların milkleri üzerinde göklerin bütün teğrelerini döndürmüş olduğunu gördüm. Tanrı onlara  verdi ve onları yeryüzüne ilbay kıldı. Zamanımızın hakanlarını onlardan çıkardı; dünya milletlerinin idare yularını onların ellerine verdi; onları herkese üstün eyledi; kendilerini hak üzere kuvvetlendirdi. Onlarla birlikte çatışanı, onlardan yana olanı aziz kıldı ve Türkler yüzünden onları her dilediklerine eriştirdi; bu kimseleri kötülüklerin ayak takımının şerrinden korudu…” demektedir.

34
Atatürk’ün de sahipleri arasında yer aldığı “Minber” adlı bir gazete vardır. Minber Gazetesi, 1918’de Mondros Mütarekesinin imzalanmasından iki gün sonraki Cuma günü yayınlanmaya başladı. Kurucuları: Fethi Okyar, Dr. Rasim Ferid Talay ve Mustafa Kemal’dir. 51 gün gibi çok kısa ömürlü olan Minber Gazetesindeki yayınlarda; Ali Fethi ile Mustafa Kemal’in, Enver Paşa ile İttihat Terakki karşısındaki durumlarını aydınlatan çok değerli bilgiler yer almıştır.



Örenebildigim budur...




Sayfa: 1 2 3 ... 99