Forum Zero
ForumZero

İletileri Göster

Bu özellik size üyenin attığı tüm iletileri gösterme olanağı sağlayacaktır . Not sadece size izin verilen bölümlerdeki iletilerini görebilirsiniz


Konular - Zero

Sayfa: 1 2 3 ... 88
18
Atatürk Hakkında BiLinmesi Gereken 30 Şey

1."ATA"Lafını Sevmezdi

 

"Atatürk" hitabını ilk kez dönemin Türk Dil Kurumu Bşk. bir konuşmasında kullanmış, M.Kemal de çok beğenerek soyadı olarak aLmıştı.Kendisine "Ata" diye hitap edilmesinden hiç hoşlanmazdı.

 

2.EN SEVDİĞİ YEMEK

Manastır Askeri Lisesi yıllarından kalan bir alışkanlıkla hayatı boyunca en sevdiği yemek kuru fasulye- pilav olarak kaldı.Tatlı sevmezdi ama canı tatlı istediğinde gül reçeli yerdi.

 

 

 

3.EN BÜYÜK HAYALİ DÜNYA TURUNA ÇIKMAKTI

Ömrü yetseydi bir dünya turuna çıkıp Türk dili ve tarihi üzerindeki çalışmalarını genişletmek en büyük hayaliydi.

 

 





4.BAŞUCU KİTABI "ÇALIKUŞU"YDU.

 

Binlerce kitabı vardı.Ama Reşat Nuri Güntekin`in ünlü Çalıkuşu romanını hayatı boyunca, hatta cephede bile başucundan ayırmaz, her gün rastgele bir yerinden açar, bir kaç sayfa okurdu.

 

5.KABUL SALONUNDAKİ AT YAVRUSU

Atlardan sonra en sevdiği hayvan köpekti. "Fox" adını verdiği köpeği, Gazi`nin yatağının ayak ucunda uyurdu.Hayvanlara düşkünlüğü o dereceydi ki bir gün misafirlerinin de görebilmesi için yeni doğmuş bir tayla annesinin Çankaya Köşkü kabul salonuna getirilmesini bile emretmişti.

 

6.TAM BİR SALON ADAMI

En sevdiği dans valsti. Müzik zevki çeşitlilik gösteriyordu.Klasik Batı müziği dışında Anadolu ezgilerini de severek dinlerdi.

 

7.GÖMLEKLERİNİN TÜMÜ BEYAZDI

Gömleklerinin hepsi beyazdı. Bu gömlekler ilk yıllarda İsviçre`de özel olarak dikililen sonra yerli malı kullanma kampanyasına öncülük edebilmek için Beyoğlu`nda bir terziye diktiriLmeye başlanmıştı.

 

8.DOLABINDA LACİVERDE YER YOKTU

Takım elbiselerinin tasarımlarını hep kendisi çizerdi.Lacivert takım giymeyi sevmezdi.



9.ÖLÇÜLERİ

Boyu 1.74 idi.Hayatının son dönemlerine kadar 76 olan kilosu hastalığının ilerlemeye başlamasıyla 46 ya kadar düşmüştü. 43 numara siyah rugan ayakkabı giyerdi

 



10.RUMELİ ŞİVESİ



Özenli ve temiz bir Türkçe konuşurdu. Ancak bazı kelimeleri Rumeli şivesiyle telaffuz ederdi.

 



 

11.HAZİN BİR HİKAYE

Hayatında bir dönem çok önemli yer tutan M.Kemal`in evlenmesinden sonra hayatına trajik bir şekilde son veren Fikriye Hanım`ın mezarının nerede olduğu bilinmiyor.

 

 



 

12.CUMHURBAŞKANLIĞINDAN SIKILIYORDU.

 

Hayatının çoğunu geçirdiği savaş cephelerinden sonra Cumhurbaşkanı olarak geçirdiği yıllar ona bir tecrit yaşantısı gibi geliyor, çok sevdiği halkından ve sade bir vatandaş yaşamından uzaklaştığını düşünüyordu.

 

 

 

13.PAPA`NIN TEMSİLCİSİNE ELBİSE

Kıyafet Kanunu çerçevesinde tüm din adamlarının dini kıyafetleriyle sokağa çıkmaları yasaklanınca, Monsenyör Roncalli`ye kendi terzisi Kemal Milaslı eliyle bir koleksiyon hazırlattı.

 

 



14.KENDİSİ TIRAŞ OLMAZDI.

 

Sabah kahvaltılarıyla arası hiç hoş değildi.Yataktan kalkar kalkmaz odasındaki divanın üzerine bağdaş kurarak oturur, günün ilk kahvesini sigarasını içerdi.Bir özelliği de kendi kendine tıraş olmamasıydı.

 

 

 

15.DÜZEN TAKINTISI VARDI

Evinde ,çevresinde hatta konuk olduğu evlerde bile eğri duran eşyaları düzeltmeden rahat edemezdi.

 

 



16.HOŞGÖRÜLÜ LİDER

 

Köylünün birinin gazete kağıdına sardığı tütünü içmeye çalışırken eli yanmış ,"Alın bunu kendi içsin"diyerek Atatürk`e küfretmişti.Mahkemeye çıkarılacaktı. Atatürk olayı dinledikten sonra "Onu mahkemeye vereceğinize doğru dürüst sigara içmesini temin edin" dedi

 

 

 

17.SİGARA PAZARLIĞI

Hastalığının başlangıcında kendisini muayene eden Dr.Fissinger günde kaç paket sigara içtiğini sormuş, Atatürk "sekiz" demişti. Doktor bunu günde bir pakete indirmesi gerektiğini söyleyince gülümseyerek cevap vermişti:"Ben zaten bir paket içiyorum. Bundan sonra bunu sizin izninizle yapacağım"

 

 



18."BU NASIL HALKÇILIK?"

 

Bir sabah milletvekilleri ile trene binmişti.Kondüktörün milletvekillerinden bilet parası almamasına şaşırmış nedenini sormuştu.Trenin milletvekillerine bedava olduğunu öğrenince epey sinirlenmiş "Ne de güzel halkçılık ama" demişti....

 

 

 

19."LAİKLİK ADAM OLMAKTIR!"

İlk mecliste üyelerden biri laikliğin ne manaya geldiğini anlayamadığını söyleyince Gazi sinirlenmiş elini kürsüye vurarak , "Adam olmak demektir hocam, adam olmak!"demiştir.

 

20.KURBANLARI BAĞIŞLARDI.

Gittiği yurt gezilerinde kendisi için kurban edilen hayvanlara bakamaz böyle durumlarda sırtını döner yada kesilmelerini engellerdi

 

 



 

21.YABANCI DİLE MERAKI

 

Askeri lisede öğrenmeye başladığı Fransızcayı sonraki yıllarda geliştirdi. Zengin bir kelime bilgisi vardı.

 

 

 

22.FASULYESİNE POKER

Kumardan hoşlanmaz ama arkadaşlarıyla fasulyesine poker oynardı.Oyun sonunda kazandıklarını iade ederdi.

 

 



 

23.KAN GÖRMEYE DAYANAMAZDI

 

Cephelerde düşmanla göğüs göğüse savaşmış biri olarak en ilginç özelliği savaş meydanları dışında kan görünce fenalaşmasıydı.



 

 

24.KULAKLARI DUYAN TEK KİŞİ

Fransız tarihçisi Herriot Ankara`ya geldiğininde Gazi`nin kulaklarının duyuyor olmasına şaşırmış anılarında bunu espirili bir dille anlatmıştı: "T.C`de bir tane kulakları duyan kişi var onu da Cumhurbaşkanı yapmışlar"



 


19
Gazi, çiftliğinde dolaşıp hava alırken oldukça yaşlı bir kadına rastladı.

Atatürk attan inerek bu ihtiyar kadının yanına sokuldu.

- Merhaba nine.

Kadın Ata'nın yüzüne bakarak hafif bir sesle;

- Merhaba dedi.

- Nereden gelip nereye gidiyorsun?

Kadın şöyle bir duralayıp;

- Neden sordun ki, dedi. Buraların saabisi misin? Yoksa bekçisi mi?

Paşa gülümsedi.

- Ne sahibiyim ne de bekçisiyim nine. Bu topraklar Türk milletinin malıdır. Buranın bekçisi de Türk milletinin kendisidir. Şimdi nereden gelip nereye gittiğini söyleyecek misin?

Kadın başını salladı.

- Tabii söyleyeceğim, ben Sincan'ın köylerindenim bey, otun güç bittiği, atın geç yetişdiği, kavruk köylerinden birindeyim. Bizim muhtar bana bilet aldı trene bindirdi, kodum Angara'ya geldim.

- Muhtar niçin Ankara'ya gönderdi seni?

- Gazi Paşamızı görmem için. Başını pek ağrıttım da... Benim iki oğlum gâ vur

harbinde şehit düştü. Memleketi gâvurdan gurtaran kişiyi bir kez görmeden ölmeyim diye hep dua ettim durdum. Rüyalarıma girdi Gazi Paşa. Bende gün demeyip mihtara anlatinca, o da bana bilet aliverip saldi Angaraya, giceleyin

geldimdi. Yolu neyi de bilemediğimden işte agsamdan belli böyle kendimi ordan

oraya vurup duruyom bey.

- Senin Gazi Paşa'dan başka bir isteğin var mı? Kadının birden yüzü sertleşti.

- Tövbe de bey, tövbe de! Daha ne isteyebilirim ki.. O bizim vatanımızı gurtardı. Bizi düşmanın elinden gurtardı. Şehitlerimizin mezarlarını onlara çiğnetmedi daha ne isteyebilirim ondan? Onun sayesinde şimdi istediğimiz gibi yaşiyoz. Sunun bunun gâvur dölünün köpeği olmaktan onun sayesinde kurtulmadık mı? Buralara bir defa yüzünü görmek, ona sağol paşam! Demek için düştüm. Onu görmeden ölürsem gözlerim açık gidecek. Sen efendi bir adama benziyon, bana bir yardım ediver de Gazi Paşayı bulacağım yeri deyiver.

Atatürk'ün gözleri dolu dolu olmuştu, çok duy gulandığı her halinden belliydi. Bana dönerek;

- Görüyorsun ya Gökçen, işte bu bizim insanimizdir... Benim köylüm, benim vefalı Türk anamdır bu.

Attan indim. Yaşlı kadının elini tuttum anacığım dedim, sen gökte aradığını yerde buldun, rüyalarını süsleyen, seni buralara kadar koşturan Gazi Pasa yani Atatürk işte karsında duruyor.

Köylü kadın bu sözleri duyunca şaşkına döndü. Elindeki değneği yere fırlatıp

Atatürk'ün ellerine sarıldı. Görülecek bir manzaraydı bu. İkisi de ağlıyordu. İki Türk insanı biri kurtarıcı, biri kurtarılan, ana oğul gibi sarmaş dolaş ağlıyorlardı. Yaşlı kadın belki on defa öptü atanın ellerini. Ata da onun ellerini öptü. Sonra heybesinden küçük bir paket çıkarttı. Daha doğrusu beze sarılmış bir köy peyniri. Bunu Atatürk'e uzattı;

- Tek ineğimim sütünden kendi ellerimle yaptım Gazi Paşa, bunu sana hediye

getirdim. Seversen gene yapıp getiririm.

Paşa hemen orada bezi açıp peyniri yedi. Çok beğendiğini söyledi. Sonra birlikte köşke kad ar gittik. Oradakilere şu emri verdi;

-'Bu anamızı alın burada iki gün konuk edin.

( '***** da al git' deyip, bir anlamda vatandaşa küfredenler var artık zamanımızda )

Sonra köyüne götürün. Giderken de kendisine üç inek verin benim armağanım olsun.'



Bu yazıyı okurken duygulanan veya ağlayanlar varsa, hala umut var demektir..

Ortada dolaşan saçma sapan elektronik postaları 10 kişiye yollamak yerine, bu tür yazıları herkese yollarsak belki Atamızın değeri daha çok anlaşılır. Belki bazıları da vatandaşla nasıl konuşulacağını daha iyi anlar...

Acaba kendisini 2 kilo şekere, 5 kilo kömüre satan, bugünkü Türk insanına mı benziyor bu NİNEM..

Yada ülkeyi babalar gibi satan siyasilere benziyor mu, ATAM...

Ne dersiniz? ...

20
Arkadaşlar yeni bir konu taşımak istiyorum Atamızın en sevdiğiniz sözü sizin için.

 

kuşkusuz her sözü güzel anlamlı fakat insanın yaşamında hep beğendiği bir söz vardır işte bende o yoldan çıkarak iletiyorum..

 

 Atamızın en sevdiğiniz sözü hangisi ?

 

Benim için :Ne Mutlu TÜRK'üm Diyene !

21
Türk devletleri Bakü'de bir araya gelecek...

 

 

Azerbaycan’ın Türkiye Büyükelçisi Hulusi Kılıç yaptığı basın toplantısında 2009 senesinde Azerbaycan ile Türkiye’nin kardeşlik ilişkilerini geliştirmek adına çeşitli faaliyetler gerçekleştirileceğini söyledi. Bunlardan ilki Türk Büyükelçiliğinin Bakü’de Atatürk’e ait bir anıt yaptırması olacak.

 

 

Kılıç yaptığı açıklamada “2009 senesinde Bakü’de Türk Devletleri bir araya gelecek. Bu Türk devletlerinin bir nevi parlamenter toplanışı olacak” dedi. Kılıç ayrıca Mart ayında Türkiye ile Azerbaycan’ın kardeşliğini simgeleyen bir parkın açılacağını söyledi. Diğer bir adım olarak ise Ganja şehrinde Türk başkonsolosluğu açılması öngörülüyor.

22
ANNESİ ZÜBEYDE HANIMA MEKTUBU

1 Ağustos 1920



Muhterem valideciğim,



İstanbul'dan ayrılışımdan beri sizlere ancak birkaç telgraftan başka bir şey yazamadım. Bu sebeple büyük merak içinde kaldığınızı tahmin ediyorum. Bilhassa, hakkımda ötekinden berikinden ve gerek gazetelerden işittiğiniz tamam olmayan haberler şüphesiz merakınızı artırmıştır. Şimdi vereceğim bilgilerle tahmin olacağınız için endişe duyacak hiçbir şey yoktur.



Biliyorsunuz ki İstanbul'da iken yabancı devletler, devleti ve ulusu fevkalade sıkıştırmakta ve millete hizmet edebilecek ne kadar adamımız varsa hepsini hapis ve tevkifle, bir kısmını da Malta'ya sürerek herkesi sıkıntıya sokmakta pek ileri gidiyorlardı. Bana nasılsa ilişmemişlerdi. Fakat 3. Ordu Müfettişi olarak Samsun'a ayak basar basmaz İngilizler benden şüphelendiler, Hükümete benim gidiş nedenimi sordular.



Nihayet İstanbul'a çağırılmamı istediler, bunda ısrar ettiler. Hükümette beni kandırarak İstanbul'a gelmemi ve İngilizlere teslim olmamı sağlamak istedi. Bunun derhal farkına vardım. Tabiatıyla kendi ayağımla gidip esir olmam doğru değildi. Padişahımıza gerçek durumu yazdım ve gelemeyeceğimi bildirdim. Zatı şahanede önce uygun buldu. Fakat daha sonra İngilizlerin baskısı artmıştı. Sonunda O'da İstanbul'a dönmemi emretti.



Bu suretle artık resmi görevimde kalmaya imkan görmediğim gibi askerliğimi sürdürdükçe de İngilizlerin ve hükümetin hakkımdaki ısrarına karşı duyulamayacaktı. Bir taraftan da bütün Anadolu halkı, tüm ulus, hakkımda büyük bir sevgi ve güven gösterdi, "seni bırakmayız" dediler. Gerçekte vatan ve milletimizi kurtarabilmek için tek çare, askerliği bırakıp serbest olarak milletin başına geçmek ve milleti tek vücut bir hale getirmekle doğacak kudret ve ulusal gücü kullanmaktan başka çare yoktu. Bende öyle yaptım. Elhamdülillah başarılı oluyorum. Pek yakında elle tutulur sonucu bütün dünya görecektir. Ben bu suretle hareket edince İngilizler derhal yalvarmaya başladı. Ve beni kazanmaya çalıştı. Ve bütün suçu bizim hükümete attılar. Gerçekten hükümette benimle uğraşmak istedi. Fakat gücü buna yetmedi ve yetemez.



1-Daha bir zaman bu şekilde Anadolu içinde çalışmakla her şey hallolacaktır. Yakında Millet Meclisi toplanacak ve meşru bir hükümet iktidara gelecektir. Bende ihtimal o zaman İstanbul'a geleceğim. Sıhhat ve afiyetteyim, katiyen hiç merak etmeyiniz.



2-Salih Bey (Salih Fansa) Fuat Beyden alacağını aldı mı? Bunu bilgi almak bakımından soruyorum. Yoksa her ne olursa olsun, elhamdülillah hiç önemi yoktur. Siz müsterih olunuz ve bir sıkıntınız olursa derhal bana bildiriniz.



3-Bu mektubu getirecek olan "...." size benim hakkımda istediğiniz kadar bilgi verecektir. Kendisiyle bana bazı elbiselerimi gönderiniz.



4-Hemşiremin sıhhati nasıldır. Eve herhangi bir taraftan saldırıda bulunuldu mu? Hala orada mısınız? Çocuklar ne yapıyor, büyüdüler mi?



5- Salih(Fansa) Beyle Madam Salih Bey inşallah sıhhat ve afiyettedirler. Ben kendilerini daima yad ediyorum. Madamın benim hakkımda bir rüyası vardı. Galiba o çıkacaktır. İnşallah yakında sevinç içinde görüşeceğiz.



6-Ben, birkaç güne kadar bir kongre için Sivas'a gideceğim. Tekrar Erzurum'a döneceğim. Tekrar ediyorum: Her işittiğinize önem vermeyiniz. Pekala bilirsiniz ki ben, yaptığımı bilirim. Netice görmeseydim başlamazdım.



Saygı ile ellerinizden, hemşiremin gözlerinden öperim.



M. Kemal





 İSMET İNÖNÜ'YE MEKTUBU

12 Haziran 1937



Başvekil İsmet İnönü'ye,



Hatırlarsınız, Türk köylüsünün, Türk'ün efendisi olduğunu söylediğim zamanı. Ben o efendinin arzu ve iradesi altında senelerden beri çalışmış olan bir hadimim (hizmetkarım). Şimdi beni çok heyecana getiren hadise, Türk köylüsüne nacizane de olsa ufak bir vazife yapmış olduğumdur. Milletin yüksek mümessiller heyeti bunu iyi görmüş ve kabul etmişlerse benim için ne unutulmaz bir saadet hatırasını bana vermişlerdir. Bundan dolayı çok yüksek zevkle millet, memleket ve Cumhuriyet Hükümetine yapmaya mecbur olduğum vazifelerden en basiti karşısında gösterilmiş olan teveccühten, takdirden ne kadar mütehassis olduğumu ifadeye muktedir değilim.



Ben icap ettiği zaman en büyük hediyem olmak üzere Türk Milletine canımı vereceğim.



Kemal Atatürk







SALİH BOZOK'A MEKTUPLARI



Trablusgarp muharebesi sırasında Sofya dan yazdığı mektup



Urla tahaffuzhanesinden Rus vapurundan 4 Ekim 1911



"Bilirsin ki Trablusgarp meselesinin ortaya çıktığından beri oraya gitmek teşebbüsünden geri durulmadı. Bir defa Şam vapurunda üç gece kalındıktan sonra döndürüldük. Ondan sonra Mısır ve Tunus yolu ile gitmeye teşebbüs ettik.



Harbiye Nazırı, ümit kestiği için vazgeçirtildi. Bir defa Ömer Naci ve daha iki kişi ile Mısır üzerinden hedefe yürümek üzere (2 Ekim 1911) İstanbul'dan hareket olundu. Harbiye Nazırı da ister istemez muvafakat etti. Lüzum ve fayda görürsem bazı arkadaşları isteyeceğim. Şimdilik temin edilecek noktalar var. Benim nerede olduğumu duyurmayın. Daha bir müddet için validemi dahi haberdar etmeyin. Ara sıra benim tarafımdan İstanbul'dan mektup gönderin.



Eyüp Sabri sizi görecek. Ona ilmühaberlerim ve borçlarım hakkında malumat verdim. Ruşen ve Necati beylere gizlice söyleyin, ilmühaberlerimin Beşinci Kolordu idaresinde kalması ve maaş tahsisatımdan borçlarım ödenmekle beraber kalanın valideme verilmesi lazımdır. Bunu Harbiye Nazırı da yazacak, unutmazsa!



Senin vasıtanla valideme verilmek üzere Kerim Beye (Abdülkerim Paşa) kırk lira bıraktım.



Mısır'a vardıktan sonra sana malumat ve adres vereceğim. Sen de bana yazarsın. Şayet sen bir tarafa gidersen senin namına mektupları alacak ve açacak bir arkadaş tayin edersin.



Arkadaşlar ne alemdedir? Vatanı kurtarmak için şimdiye kadar olduğundan ziyade gayret ve fedakarlık elzemdir. Endülüs tarihinin son sayfalarını okuyunuz.



Faydalı sohbetlerinizde bulunamadığıma üzgünüm. Beni unutmayın. Alaydaki arkadaşlara çok selam. Beraber yaptığımız talim programını takipten çok güzel neticeler alınır. Yorulmasınlar, eski tembellikle hiçbir şey olmaz. Başka kağıdım yok, Nuri'ye ayrıca mektup yazamayacağım. İstersen bu mektubu aynen gönder veyahut bahisle bir mektup yaz ve o kıymetli kardeşimize de ki "Benim için hatırası kalp ve vicdanımdan bir an çıkamayan bir öz kardeş varsa Nuri'dir." Bu müzlim seferi onunla beraber yapmak isterdim. Allah nasip ederse mücadele sahasında birleşiriz. Eğer mukadderse ahirette kavuşuruz.



Salih, senin de gözlerinden öperim. Kalbinin vefasına vicdanının saffet ve nezaketine şükran borçluyum. İstanbul'da kalan kerim Bey'e mektup yazın. O zavallı oradaki mücadelede yalnız kaldı. Mektuplarınız ona kalp kuvveti verir. Allahaısmarladık.



M. Kemal



***



Aynımansur Karargahından 25-26 Nisan 1912 gece saat 6



"Mektuplarınız da, gazetelerde bize ait hislerinizi tasvir eden satırları okuduğum zamanlar kalbimin pek derin hislerle çarptığını duyuyorum. Birkaç kardeşinizin Akdeniz'i aşarak, çöllerde uzun mesafeler alarak donanmasına dayanan düşmanın karşısına çıkması ve buradaki vatandaşları kucaklayarak, düşmanı sahile hapsetmesi şüphesiz sizi memnun eder. Fakat biz vatana borçlu olduğumuz fedakarlık derecesini düşündükçe bugüne kadar yapılan, hizmeti pek küçük buluyoruz.



Bilirsin ben, askerliğin her şeyden ziyade sanatkarlığını severim. Burada sanatın tüm icraatını tatbik edecek kadar zamana ve bu zamanın doğuracağı vesait ve vesilelere malik olunursa, işte o zaman milletin arzusuna uygun bir hizmet yapmış olacağız.



Ah Salih, Allah bilir, hayatımın bugüne kadar orduya faydalı bir uzuv olabilmekten başka vicdani bir emel edinmedim. Çünkü vatanın muhafazası, milletin saadeti için her şeyden evvel ordumuzun, eski Türk ordusu olduğunu dünyaya bir daha ispat lüzumuna çoktan kani idim. Bu kanaate ait emellerimin şiddeti ihtimal beni pek ziyade ifratperver göstermişti. Fakat zaman, saf ve nezih dimağlardan doğan fikri hakikatleri-kabulünden çekinilse dahi-tatbik ettirir.



Bu gece Derne kuvvetlerimizin bütün kumandanları ve zabitleriyle bir müsamere yapmıştık. Bu satırları çadırıma dönüşümde yazıyorum. Bu güzel kalbi, kahraman bakışlı arkadaşlarımın, bu küçük rütbeli fakat düşmanı titreten büyük kumandanların samimi nazarlarında vatan için ölmek iştiyakını okuyordum.



Bu okuyuş, dimağımda sizin, bütün Makedonya muhitinde tanıdığım arkadaşların, bütün ordumuzun kahraman evlatlarının hatırasını canlandırdı. Kalbimde büyük bir sevinç ve gurur hasıl oldu. Arkadaşlarıma dedim ki: "Vatan mutlaka selamet bulacak, millet mutlaka mesut olacaktır." Çünkü kendi selametini, kendi saadetini, memleketin ve milletin saadet ve selameti için feda edebilen vatan evlatları çoktur.



Cümlenize selam ederim kardeşim.



M. Kemal

Derne Osmanlı Kuvvetleri Kumandanı







MİRALAY FAHRETTİN (ALTAY) BEY'E MEKTUBU

Sivas 8 Aralık 1919



Muhterem kardeşim,



Şemsettin Beyden sonra Hüseyin Beyin de Sivas'a gönderilmesi suretiyle kardeşlik bağlarını kuvvetlendirmek hususunda ishar buyurulan samimiyete teşekkürlerimi arz eylerim, Şemseddin Bey son günlerin geciktirdiği müzakere ve kararlar hakkında siz biraderlerine malümat arz eylemiştir.



Hüseyin Beyde Suriye ve Ermenistan Fevkalade Komiseri iken İstanbul yolu ile Paris sulh konferansına giden François George Piqueau'nun Heyet-i Temsiliye'ye katılmak üzere Sivas'a gelmesindeki sebebi izah edecektir. Bu buluşmaya ait bir hülasa şifre ile takdim edildiği gibi bir sureti de Hüseyin Beyle takdim edilmiştir. İtalya'nın İstanbul Fevkalade Komiseri Mösyö Malis evvelce bazı mütalaalarını mektupla bildirdiği gibi bu defa da Sivas'a hususi bir memur göndererek iki taraf için bir anlaşma zemini araştırmaya başlamıştır. İngilizlerin Erzurum Kars havalisindeyken tanıştığımız ve sonradan Harbiye Nazırlarının daveti üzerine Londra'ya giden Kaymakam Rovlson bu defa İstanbul'a dönmüş ve görüşmek üzere Sivas'a gelmek istediğini Trabzon'daki mümessilleri vasıtasıyla bildirmiştir. Rovlson Londra'ya hareket edeceği sırada Erzurum'da veda etmek üzere görüşmüş ve "avdetimde daha müsait şartlar dahilinde görüşebileceğimizi ümit ederim." demişti. İstanbul umumiyetle Şarkta İngiliz siyasi memurlarının Türkleri tanımakta ve Trakya hakkında takip ettikleri siyasette yanlış yola gittiklerini ve bunda İstanbul muhiti ile Osmanlı Hükümet merkezinin zararlı amil olduklarını ilave etmişti.



Amerika Tahkikat Heyeti Reisi General Harbord ile Sivas'ta uzun uzadıya vuku bulmuş olan görüşmemizde müşarünileyhin ve Şarkta bulunan bütün Amerikalıların lehimizde olduğu anlaşılmış ve sonradan alınan mevsuk malümattan Harbord raporunun lehimizde yazıldığı anlaşılmıştır. Yalnız, Amerika ahalisi senelerden beri aleyhimizde işittikleri propagandanın tesirinden kolaylıkla kurtulamayacakları itiraf olunmuştur.



Avrupalıların Türkiye hakkındaki niyetleri memleketimiz üzerinde azami derecede ve daimi emin bir surette menfaatlerinin temini merkezindedir. Menfaatlerine uygun zemini hazırlamak ve temin etmek için dayanmak istedikleri sebep ve bahaneler: Osmanlı Hükümetinin aczi ve azınlıkların korunması için teminat.



Toplanacak olan Meclisi Mebusan, millete dayanır, vakur ve azimli bir vaziyet alırsa, millet ve vekillerine cidden mesnet olabilecek tam birlik gösterirse, mahvolmaktan kurtulabileceğimize emniyetim vardır.



Milletimizi mevcut ters ve zararlı cereyanlar arasında kuvvetli bir bütün halinde tutabilmek her şeyden evvel zat-ı biraderleri gibi kıymetli hamiyetli kumandan arkadaşlarımızın himmet ve fedakarlıklarına bağlıdır.



Mülkiye memurlarının başında bulunanlarının ekseriya mütelevvin olduklarını tecrübe göstermiştir. İşlerinde en hamiyetli olanlar bile daima askeri kumandanlara uymaktan başka bir şey yapmamışlardır.



Teşekküre ve hamde şayandır ki bugün istisnasız tekmil kolordu kumandanları arkadaşlarımız büyük bir iyi niyetle kurtuluşu noktasında fikirlerini birleştirmiş ve milleti müşekkel bir hale getirmek için alicenabane ve azimkarane bir surette çalışmaktadırlar.



Benim ve elyevm beraber bulunan Rauf Bey, Bekir Sami Bey gibi arkadaşlarımızın pek dikkatli olarak çalıştığımız esaslı nokta, bütün mesaimizin, arkadaşlarımızın düşüncelerine mutabık ve milli umumi efrarın muhassalasına uygun olmasıdır.



Buna rağmen Hüseyin Beyin, yolda bazı kimselerden bizim hiçbir vakit hatır ve hayalimizden geçmemiş ve geçmeyecek olan zararlı fikirler propaganda edildiğini söylemesi cidden teessürümüzü mucip oldu.



Mesela, diktatörlük gibi... Bu fikrin ne kadar manasız olduğu izan erbabınca kolaylıkla takdir olunur. Bir de bu hususta zerre kadar şüphe ve tereddüte düşen namus ve hasiyet erbabı için Heyet-i Temsiliyeye fiilen dahil olarak işbirliği etmek ve davranışları kontrol etmek daima mümkündür.



İstanbul'da bulunan yüksek zevatın serbest olanları, Ahmet İzzet Paşa vesaireyi devam ettim. Fakat bu gibiler hayatını tehlikeye koymak istemez, huzur ve rahatını feda edemezse ne yapılır?



Memleket ve milletin içinde bulunduğu elim şartlar, sonumuz hakkındaki karanlık ihtimaller bir an vicdan huzuru ile dönüşülecek olursa milli vahdeti, çalışmamızdaki ahengi bozacak ve kıl-ü kale sebebiyet verenler hakkında ne hüküm verilmek lazım geleceği kendi kendine anlaşılır



Heyeti temsiliye yakında Kayseri, Kırşehir üzerinden Ankara'ya ve oradan da Eskişehir yakınında Seydigazi'ye gidecektir. Bu intikali henüz mahrem tutmaktayız. Maksat, Eskişehir'den temin olunacak mebusların toplanmasına temas edebilmektir. Oraya intikal edecek Heyeti Temsiliye'ye, yeniden her liva mebuslarından Heyeti Temsiliye azası olarak davet olunacak birer mümessil ile takviye olunacaktır. Muvakkat bir toplantı ve kısa bir fikir danışmasından sonra Heyeti Temsiliye bir kısım azasıyla orada kalacak, geri kalanlar İstanbul'a gidecektir. Oralara geldiğimizde yakınlığı hasebiyle zat-ı ali-i biraderleriyle de müşerref olmayı temenni ederim.



Refet kendiliğinden İstanbul'a gidivermiş. Cephenin bir an evvel deruhtesi hakkındaki bildirileri üzerine kendisine yazdım, hatta habersiz İstanbul'a gidişini biraz da tenkit ettim.



Hürmetle gözlerinizden öper ve diğer arkadaşların selam ve muhabbetlerini takdim ederim kardeşim."



M . Kemal







AFET İNAN'A MEKTUBU



Saravona yatı 14.6.1938



Afet,

H. R. Soyak ile, benden mektup beklediğini bildirmiştin. Arzun her gün hatırımdadır. Şifahen Celal'e (Üner) telefonla bildirmek üzere söylemekteyim. Ancak henüz kendim bir şey tespit edemedim.



Vazifem şudur: Bence doktorların yanlış görüş ve hükümleri sebebiyle hastalık durmamış, ilerlemiştir. Vakitsiz ayağa kalkmak, yürümek hususiyetiyle burunda yapılan atuşman üzerine gelen kusma neticesi, yapılan istirahatleri hiçe indirmiştir. İstanbul'a gelince, Hükümet reyimi almaya lüzum görmeksizin Fissenger'yi getirtti. Yeniden tetkik, muayene yapıldık. Karaciğeri eski halinden farksız ve karnı birkaç kiloluk birikmiş su ve gaz dolayısıyla şişkin ve defigüre bir halde buldular. Şimdilik Temmuz on beşe kadar yeni tiretman ve yeni rejim altında repo apsolüyü (Kesin istirahati) zaruri buldular. Bunun esası da yatak ve şezlong istirahatidir. Bu müddet sonunda Fissenger tekrar gelecektir. Umumi ahvalim iyidir. Tamamen iadeli afiyet ümit ve va'di kuvvetlidir. Senin için asla merakı ve endişeyi mucip olmamalıdır. Serinkanlılıkla imtihanlarını vererek muvaffakiyetle dönmeni bekler ve muhabbetle gözlerinden öperim.



İkamet için Savarona'yı tercih ettiler. Yat şimdilik saray karşısında demirlidir.



Malümun olan devlet işleri için Başbakan ve diğer bakanlar sık sık gelip yatta misafir olmaktadırlar.



Nutuk'unu Şükrü Kaya Türkçeye çevirmektedir. Matbuata verilecektir.



K. Atatürk







SABİHA GÖKÇEN'E MEKTUBU

Ankara 29.6.1929



Sabiha'ya



Sanatoryumdan mektubu da aldım. Oradaki hayat ve bakımdan hoşnut olduğundan ve doktorların tavsiyelerini çok itina ile takip ettiğinden pek memnun oldum. Aldığımız raporlardan anladığımıza göre esasen hastalığın o kadar mühim değildir. Sıhhat ve rahatına bildiğin gibi itinada devam edersen az zamanda tamamıyla iyileşeceğin şüphesizdir.



Vücudunda her gün topluluğa doğru olacağına şüphe olmayan değişikliği anlamak üzere ara sıra kilonu bildirmekle beraber fotoğraflarını da gönder.



Gözlerinden öperim.

Gazi M. Kemal



***



Dolmabahçe15.8.1929



Kızım Sabiha'ya,



Sıhhatiniz hakkındaki mektubuna memnun oldum. "Zemering"ten istifade etmeni temenni ederim.



Gözlerinden öperim.



Gazi M. Kemal







BEHİÇ ERKİN'E GÖNDERİLEN MEKTUP



Aynı-ı Mansur Karargahından 30 Mart (1912)



"İzzetli Beyefendi, günlük ciddi çalışmalarınız arasında elinize geçmek bahtiyarlığına erişeceğine ümit ettiğim işbu varakpare, Cebel-i Ahzar'ın hayatına ait hisleri aksettireceği için meşgalelerinizden birkaç dakika terk et-meye değer zannederim.



Selanik'ten İstanbul ve oradan Akdeniz'i geçerek Mısır'a ve Mısır'dan da 700 küsur kilometrelik boş çölleri geçerek şimdiki mevkiimize gelişimiz öyle bir tarihtir ki ancak Selanik'in "paşa gıdası" ile anlatılabilir Buna muvaffakiyet şimdilik bir hayal ise de hakikat olması da uzak değildir.



19 Şubat Muharebesinde Nişancı Taburu Kumandanı iken Sedes civarında Pertev Beyin idare ettiği karşılıklı hareketimiz münasebetiyle zatı alinizi hatırladım. Muharebenin, manevramızın bazı safhalarıyla benzerliği vardır. Esasen 70 kişilik bir pusu kurulmuştu. İtalyanlar sabahleyin bu kuvvetle muharebeye tutuştu. Bizde taarruz fikri yoktu. Kuvvetlerimizin hepsi örtülü hazırlık mevziinde bulunuyordu. Saat 6 oldu, gündüz. İtalyanlar pusu kuvvetini taredemedi. Bütün kuvvetini muharebeye hazırladı ve taarruza geçti. Pusu yeri Derne'nin 4 kilometre batısındaydı. Biz, bu umum kuvvetle taarruza geçtik. Şark kolunu da getirttik. Seyitabdullah noktasında (pusu yeri) "...." muharebesinde olduğu gibi 8-9 defa düşmanın taarruzu kırıldıktan sonra saat 11'de bütün İtalyan safları avcı hattı, ihtiyat, istinat, hepsi birbirine müvazi olarak kaçmaya başladılar. Biz bu hattın sol tarafında, topçu mevziinde manzarayı tamamen görüyorduk. Gecenin gelmesi muharebeyi sona erdirdi. O gün Derne'ye gelmiş bulunan iki Alman, bir İngiliz subayı harbin cereyanını anlayamıyorlardı. Netice meseleyi halletti. Bizde onlara oldukça yüksek perdeden attık. Benzerlik cenah hücumlarımızdadır.



Arzı hürmet ederim efendim" Derne Kumandanı M.Kemal



***



Aynı Mansur Karargahından 16 Temmuz 1912



"Muhterem kardeşim Behiç Bey,



Pek ziyade teselli veren mektubunuzu aldım. Selanik'in Olimpos'unda iadesi vaad buyurulan geçmiş tatlı günlerin hülyalarına daldım. O ciddi kardeşlik hayatına örnek olan günlerin tekrar yaşanması ne kadar büyük saadet olur.



Buradaki hayat tarzımız ve çalışmamız artık cümlece anlaşılmış bir hale geldiğinden bahsini bile lüzumsuz buluyorum. Ancak şurasını arz edeyim ki bizde buradaki vaziyet ve mukavemetimizle milletin şanına uygun bir netice alınması ümidi pek kuvvetli iken, son zamanlarda memleket içinde çıkan elem verici levhalar bizi üzdü. Bizim ahlaksızlığımızın, menfaatperestliğimizin derecesi malum idi. Fakat bunun hıyanet ve katibeten tasavvur etmiyorduk.



İhtiraslar, cehalet ve mantıksızlık yüzünden koca Osmanlı Devletini mahvedeceğiz. Kuvvetli bir Osmanlı İmparatorluğu vücuda getirmeyi düşünürken vaktinden evvel esir, sefil ve rezil olacağız.



Askeri, siyasetle uğraşmaktan men için kanun maddeleri yapmışlar. Ben iki sene evvel tesadüfen bulunduğum bir kongrede "askeri bırakınız" dediğim için mürteci oldum, idama mahkum edildim. Zaman ve hadiseler her türlü hakikatleri ispat ve izhar eder, fakat bazen böyle helak eden bir darbe indirerek.



Harbiye Nazırının mevkiini terk edişini garip buluyorum. Hamiyetli ve fedakar idiyse ötede beride savurduğu gibi kellesini koltuğuna almış idi ise asıl hamiyet ve fedakarlık göstermek ve sebat etmek zamanı şimdi idi.



Kalp yumuşaklığı göstermeye ne lüzum vardı. Daha on ay evvel benim gibi naciz bir kolağasını sükuta mecbur ve atalete duçar etmeye ve gizli maksatlarını temin için etrafını saran bir sürü beyinsizlere kafa sallamakla vakit geçirmeye ve budala gibi, bir alık gibi kukla vaziyetinde entrika cereyanlarına nefsini teslim etmeye rıza göstermektense, daha o zaman makamını ehline terk etmek elbette daha doğru olurdu. Meslek hareketi doğru idiyse, şimdi göstereceği vaziyet, sebat ve fedakarlık olacaktı. Devlet işlerini çocuk oyuncağı mı zannediyordu?



Bizim askeri vaziyetimizde bir değişiklik yoktur. Siyasetimiz müsait ise biz, istenildiği kadar sebat ve mukavemete muktediriz.



Yalnız siyaset erbabının memleketi büsbütün tarumar olmaktan korumak için gözlerini dört açması lazımdır.



Bilcümle dostlara selam ve hürmetlerimi takdim eyler ve sizin gözlerinizden öperim. Enver Bey mahsus selam eder."



Derne Kuvvetleri Kumandanı M. Kemal



İKBAL GAZETESİNE MEKTUBU



Mustafa Kemal'in Bingazi'de bulunduğu dönemde Hanya'da çıkan İstikbal adındaki gazetede mektup yayınlanmıştır. 29 Ekim 1909 Bingazi



Muazzez vatandaş;



Bir müddetten beri Bingazi ahvali Bingazi memurininden bazısı hakkında gazetenize derceylemekte olduğunuz malumatın, pek basit nazar ve fikirli müstenit olduğuna şüphe edilemez. Gazetenizin böyle araz-ı şahsiye (kişisel garaz) ye müsteniden vaki olan ihbaratın vasıta-i neşr ü tamimi olması, Bingazide birçok erbab-ı hamiyetin yekdiğerine şüpheli nazarlarla bakmasını, tesis ve takviyesi selamet-i millet ve saadet-i namına elzem olan uhuvvet-i umumiyeye iras-ı halel edebilir.



BÖLÜCÜLÜĞÜ DEĞİL BİRLİĞİ SAVUNUNUZ



Efrad-ı millet beyninde nifakı değil, ittihat ve ittifakı temine, yekdiğerden ahz-ı intikam hissiyatını tevlide değil, devr-i istibdat ve zulmetin tadiğar-ı levsiyatı olan fena hislerin kalplerden tebidine medar olacak makalat-ı hakimane ve akılane dercine sa'yedilse gazetenizin şerefli teali eder, hizmeti müfit olur. Hükümet-i sabıkanın perver-şeyyap eylediği zulüm malumdur. Yanlış malumata müsteniden bazı erbab-ı namus ve hamiyetin de o güruh-i müstebideye karıştırılması pek büyük hatadır.







MADAM CORİNNE'E MEKTUBU

28 Şubat 1913,Sofya



"Aziz Corrine,



Kaymakamlığa (yarbaylığa) terfiim münasebetiyle yolladığınız çok sevimli tebrikler beni çok derinden derine mütehassis etti ve bu vesile ile bana yazdığınız güzel sözler dosdoğru kalbimde yer aldı. Kendi kendime izah edemediğim sükutumun birkaç amilleri vardı. Son zamanlarda Sofya, Belgrad ve Petinya ateşemiliterliklerine tayinim üzerine son derece meşguldüm. Bana o kadar iş yükledi ki o iki şehre de gidemedim. Beni bilhassa Sofya ile ilgilendiren bazı meseleleri tetkik etmek lüzumunu duyuyorum. Bundan başka büyük meşgalelerimden biride, bana bir çok sıkıntı ve rahatlık veren bu otellerdeki hayatımdan kurtulmak için bir ev aramaktır. Nihayet mevsim ortasında burada bulunduğumuz için modern hayata ait vazifeler zamanımın büyük bir kısmını alıyor.



İşte, maalesef beni sana uzun uzun yazmaktan men eden sebeplerden bazılarının hülasası bu. Birkaç kelimelik kartpostal yollamak, seni yalnız tatmin etmemekle kalmaz, aynı zamanda hayrete düşürürdü. Hem de bu vasıtayı ancak beni az ilgilendiren ve kendilerine birkaç nezaket kelimesi göndermek mecburiyetini hissettiğim kimselere karşı kullanırım.



Küçük ve sevimli Edith'in, benim uzun ve irademin dışında kalan sükutumun üzerine sana bazı şeyler söylemeyi vazife bilmesi beni hayrete düşürmekten hali kalmadı. Hakkımda beslediği iyi fikirden dolayı ona teşekkür ederim. Küçük nasihatleri evvela sana karşı büyük bir dost olduğu ve benim samimiyetime de pek az itimadı olduğunu ve nihayet hayat, hayat işleri hakkında pek az tecrübesi olduğunu ispat ediyor. Rica ederim ona söyle, en çok konuşan ve sayfalar dolusu yazan kimseler mi bu dünyada en halis ve samimi dostlardır? Çok hisseden, fakat uzun lakırdıların sevilen insanı nihayet yormasından korktuğu için hislerini gizlemeyi tercih eden bir insana kayıtsızlık ve tasasızlık isnadı lazım mıdır?



Her halde küçük Edith emin olabilir ki ben onun Avusturyalı dostu kadar halis ve fedakar olmaya muktedirim. Yine küçük Edith emin olsun ki bazı insanların tabiatları iktizası mecbur oldukları cemileleri yapmaya, eğer zahmeti göze alırsam, ben de muktedirim. Hem şunu da bilsin: Senin benim nazarımda çok büyük bir mevkiin var. Öyle bir mizaca sahipsin ki müdahaleci bir ağzın sözlerine kulak asmazsın ve benden kalbimin dikte etmediği kelimeler almayı elbette ki istemezsin.



Tatlı ve sevimli hemşirene bu satırları okuduktan başka, ona kendisinin kolay kolay silinmeyecek bir hatırası olduğunu söylemeni rica ederim. Aynı zamanda annene ve babana saygılarımı sunmama delalet etmek lutfunda bulun.



Samimi ve halis dost"

M. Kemal



***



Maydos Karargahı (Çanakkale) 17 Mart 1915



Aziz dostum,



Son kartınız Maydos'a Fethinin bir zarfı içinde geldi. Siz ki her şeyden haberiniz olduğunu iddia edersiniz. Siz ki benim hayatımı takip etmekten memnun olmak istersiniz. Nasıl oluyor da benim muharebe meydanında bulunduğumu öğrenemediniz? Bunun, benim hatam olduğunu mu söylemek istiyorsunuz? Tabii, değil mi, cidden hayret ettiniz sanırım. Ben Maydos'ta bulunur, gece gündüz düşmanla savaşırımda aziz dostum Corinne bunu bilmez ve kartlarıyla mektuplarını bermutat Sofya'ya gönderir, bunları da benim yerime hep Fethi Bey alır.



Vaziyet Çanakkale Boğazında biraz buhranlı bir hal kastedince, aziz dostunuz Nuri'nin eski mevkii olan Tekirdağ'a gidip orada bulunan bir fırkamızın kumandasını üzerime almamı isteyen gayet müstacel bir telgraf aldım. Yeni dostlarıma veda bile edemeden Sofya'dan ayrıldım. Biliyordum ki bu benim tarafımdan bir nezaketsizlikti. Mısır'a gitmeden ve Kudüs'te ıstırahate karar vermeden evvel sizde bir akşam yemeği yiyen ve size hararetle veda eden Nuri hiçbir zaman benim gibi hareket etmek istemez.



Neyse, 24 saatte Tekirdağ'ında hazırdım ve bir fırka teşkili ile meşgul oldum. Sonra teşkil ettiğim fırka ile Maydos'a gitmek ve orada bulunan bütün kuvvetlerin kumandasını deruhte etmek emrini aldım. Bu kuvvetler Çanakkale Boğazını müdafaa eden, takriben iki topçu fırkasıydı.



İki aydır buradayım ve Çanakkale Boğazı'nı müttefiklerin ihraç teşebbüsünde bulunan donanmalarına ve kuvvetlerine karşı müdafaa ediyorum. Bu ana kadar aziz Corrine, hep muvaffak oldum ve aynı yerde kalırsam, kuvvetle ümit ediyorum ki daima da muvaffak olacağım.



Burada benim ismimin duyulmasına hayret etmemeli, çünkü ben mühim bir muharebenin kahramanı olarak Mehmet Çavuşa şeref kazandırmayı tercih ettim. Tabii şüphe etmezsiniz ki muharebeyi idare eden sizin dostunuzdu ve savaş gecesi muharebelerin saflarında Mehmet Çavuşu bulanda o idi.



Corrine, Sofya'dan ayrıldığımı ve burada bulunduğumu size niçin haber veremediğimi bana sormayınız. Anlayamazsınız ki çok ciddi bir şekilde meşgulüm ve şüphe etmemelisiniz ki hafızalarımızda silinmez çizgilerini çizdiğimiz güzel anları asla unutamam.



Zaman geçer, fakat dostlar arasındaki bağları daima kuvvetlendirir. Mektubumu elinize vermesi için size fırkamdan bir zabit gönderiyorum. Çünkü posta ile ancak manasız birkaç kelime göndermek mümkün. Siyasi ve askeri, umumi vaziyeti nasıl gördüğünüzü bana açıkça söyleyiniz Corrine. Ben bu mevzuda size izahat veremem.



Cevat Bey hiç değilse Pazar günleri sizi ziyaret ediyor mu? Etmiyorsa ona, sizi görmesi için yazınız ve söyleyiniz ki her türlü yanlış anlaşmalara rağmen, ben onun samimi dostuyum ve bana mektup yazmasını arzu ediyorum.



Siz bana kısa, basit kartlar yollayabilirsiniz.



Size, istenilen zamanda cevap veremezsem ümit ederim ki beni mazur görürsünüz.



Matmazel Edith'e samimi dostluklarımı arz ederim. Valideniz hanıma ve pederinize lütfen hürmetlerimi bildiriniz.



Geçmiş zaman ve geçmiş zamanın hatıraları ebedi bir hayata maliktir.



Beni unutmayınız Corrine, hatta bu harpte ölsem bile."



19.Fırka Kumandanı M.Kemal



***



"Aziz dost,



İşte Arıburnu'nda İngilizlerle savaştayım. Düşmanın esaslı kuvvetini ezdim, bakiyesi de cesur kıtalarım tarafımdan sahilde donanma tarafından himaye edilen bir noktaya sürüldü.



Pek ziyade ümit ederim ki düşmanın tam imhası haberini yakında alacaksınız.



Matmazel Edith'e Türk dilinde ilerlediği için tebrikler ve cümlenize hürmetler.



(İmza yok)









LENİN'E MEKTUBU



1-Emperyalist Hükümetler aleyhine 26 Nisan 1920 harekatı ve bunların tahakküm ve esareti hakkında bulunan mazlum insanların kurtulması amacını güden Bolşevik Ruslarla işbirliği ve harekatı kabul ediyoruz.



2-Bolşevik kuvvetleri Gürcistan üzerine askeri harekat yapar veyahut takip edeceği siyaset ve göstereceği tesir ve nüfusla Gürcistan'ın da Bolşevik ittifakına dahil olmasını ve içlerindeki İngiliz kuvvetlerini çıkarmak üzere, bunlar aleyhine harekata başlamasını temin ederse Türkiye Hükümeti de emperyalist Ermeni Hükümeti üzerine askeri harekat icrasını ve Azerbaycan Hükümetini de Bolşevik devletler zümresine ithal etmeyi taahhüt eyler.



3-Evvela, milli topraklarımızı işgal altında bulunduran emperyalist kuvvetleri tart ve ileride emperyalizm aleyhine vuku bulacak müşterek mücadelemiz için dahili kuvvetlerimizi organize ettirmek üzere şimdilik ilk taksit olarak beş milyon altının ve kararlaştırılacak miktarda cephane vesaire harp vesaiti ve sıhhiye malzemesinin ve yalnız doğuda harekat icra edecek kuvvetler için erzakın Rus Sovyet Cumhuriyetince temini rica olunur.



Yüksek hürmetlerimin ve samimi duygularımın kabulünü rica eylerim.



T.B.M.M. Reisi

Mustafa Kemal





ROOSVELT'E MEKTUBU



Aziz Bay Cumhurbaşkanı,



Son günlerde Bay Julien Briyan tarafından alınmış olan filmi seyretmekten duyduğunuz memnuniyeti bildiren 6 Nisan 1937 tarihli lütufkar mektubunuzu hakiki bir sevinç ile aldım. Mektubunuzda ahval ve şerait müsaade eder etmez birbirimize bir gün mülaki olacağımız ümidini de izhar buyuruyorsunuz. Samimi duygularınızdan ve Türkiye'de elde edilen terakki hakkında takdirkar telakkilerinizden dolayı size fevkalade müteşekkir olduğuma inanmanızı rica ederim.



Bay Cumhurbaşkanı.



Bu fırsattan istifade ederek Amerika Birleşik Devletleri hakkındaki hayranlığımı tekrar bildirmek isterim. Bilhassa ki bizim iki memleketimiz, umumi sulh ve insanlığın saadetini hedef tutan aynı ideali gütmektedirler.



Size bir an evvel mülaki olmak benim de samimi arzum olduğundan harikulade işler yapmış olan sevimli ve kuvvetli şahsiyetinizi Türkiye'de selamlayabileceğim günü sabırsızlıkla intizar ediyorum.



Samimi saygılar ve bilhassa temennilerimle.

Vafakarınız

K. Atatürk

23
Atatürk bir akşam, Çankaya'da arkadaşlarına sordu

 

- Dünyanın en büyük insanı kimdir?

 

- Timur'dur Paşam!

 

- Değil.

 

- Fatih'tir.

 

- Değil.

 

- Yavuz Sultan Selim.

 

- Değil.

 

- Alpaslan.

 

- Değil.

 

- Napolyon.

 

- İskender.

 

- Değil.

 

Nafile!.. Ne derlerse Atatürk "değil" diyordu. Dalkavuklardan biri

dayanamadı:

 

- Sizsiniz Paşam., dedi.

 

Atatürk, bu zatı tersledikten sonra, sualinin cevabını kendisi verdi:

 

- Dünyanın en büyük insanı Hz. Muhammed'dir. Ölümünden bu yana bin üç

yüz sene geçtiği halde, günde beş vakit, Cenab-ı Allahtan sonra adı

söylenen Hz. Muhammed'dir...

 

 

2-)  Atatürk aynı ismi taşıdığı Hz. Muhammed Aleyhisselam?a son derece

bağlı ve saygılı bir insandır. Bu saygı ve bağlılığı ifade etmesi

açısından şu olayı nakletmemiz yerinde olacaktır: Bir vesile ile Batılı

bir oryantalistin Hz. Peygamber hakkında yazdığı bir kitap kendisine

sunulur. Oryantalist kitabında Yüce Peygamberimizden; ?cezbeyetutulmuş

sönük bir derviş? diye söz eder. Bunu okuyunca Atatürk şu yorumu yapar:

?Bu gibi cahil adamlâr onun yüksek şahsiyetini ve başardığı büyük işleri

kavrayamazlar. O, Allah?ın birinci ve en büyük kuludur. O?nun izinde

bugün milyonlarca insan yürüyor. Benim, senin adın silinir, fakat

sonsuza kadar O anılacaktır, yaşayacaktır.?

 

Atatürk'ün Kuran-ı Kerim'e duyduğu derin sevgi ve saygısı, İslam dininin

en saf şekliyle yaşanmasına olan inancı onun dindar yönünü her dönemde

ortaya çıkarmıştır. Her zaman gerçek din ile batıl inançlarla dolu

gericiliği net biçimde ayıran Atatürk, birçok konuşmasında, samimi ve

içten bir şekilde Allah'tan, İslam'dan, Kuran'dan saygı ve bağlılıkla

bahsetmiştir. Hz. Peygamberimizi övmüş ve Türk Milleti'ne, gerçek dine

sarılmayı ve daha dindar olmayı tavsiye etmiş. Allah'a yönelmede Hz.

Muhammed'i rehber göstermiştir: "Bütün dünyanın Müslümanları Allah'ın

son peygamberi Hz. Muhammed'in gösterdiği yolu takip etmeli ve verdiği

talimatları tam olarak tatbik etmeli. Tüm Müslümanlar Hz. Muhammed'i

örnek almalı ve kendisi gibi hareket etmeli; İslamiyet'in hükümlerini

olduğu gibi yerine getirmeli. Zira ancak bu şekilde insanlar

kurtulabilir ve kalkınabilirler." (Atatürk, Nedim Senbai, A.Ü. Dil,

Tarih, Coğrafya Yay., s. 102, 1979)

 

Hz. Muhammed'i överek O'nu kendisine örnek alan Atatürk, Hz. Muhammed'in

peygamberliğine kesin olarak iman etmişti. Hz. Muhammed'e duyduğu

hayranlığı ve O'nun peygamberliğini heyecanla anlattığı bir sırada

yanında bulunan M. Şemseddin Günaltay, Ata'nın o anki halini şöyle

anlatmıştır:

 

"... Atatürk'ün denizlerden renk alıp renk veren gözleri, masanın

üzerinde serili haritaya dikildi ve beni kolumdan tutarak masanın başına

çekip parmağını bir noktaya dikti. Bu, kendi elleriyle çizdikleri bir

askeri harita idi ve Hz. Muhammed'in büyük Bedir Cengi'ni adım adım

gösteriyordu. Hz. Muhammed'e ve O'nun peygamberliğine kadar, büyük

askeri dehasına hayran olan eşsiz Sakarya Galibi, Bedir Galibi'ni

göklere çıkarırken, "O'nun Hak Peygamber olduğundan şüphe edenler, şu

haritaya baksınlar ve Bedir destanını okusunlar" diye heyecanlandı.

Ata'nın son sözü şu olmuştu:

 

- Hz. Muhammed'in bir avuç imanlı Müslümanla mahşer gibi kalabalık ve

alabildiğine zengin Kureyş ordusuna karşı Bedir meydan muharebesinde

kazandığı zafer, fani insanların kârı değildir, O'nun Peygamberliğinin

en kuvvetli delili işte bu savaştır. (Atatürk ve Din Eğitimi, Ahmet

Gürbaş, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, s.28)

Atatürk"ün Hz. Muhammed'e duyulacak sevgiyi tarif ettiği sözleri ise

şöyledir: "Büyük bir inkılap yaratan Hazreti Muhammed'e karşı beslenilen

sevgi, ancak onun ortaya koyduğu fikirleri, esasları korumakla tecelli

edebilir." (Şemsettin Günaltay, Ülkü Dergisi, sayı 100, s. 4)

__________________________________________________  ______

 

 


[/i]

24
Türk olmaktan mutluluk ve gurur duyuyorsanız,

Hürriyet ve istiklal karakteriniz ise,

Milletin ve büyük ecdadımızın en kıymetli mirasından olan istiklal aşkı ile yaratılmış bir kişi iseniz.

Çocukluğunuzdan bu güne kadar ailevi, hususi ve resmi hayatınızın her safhasını yakından tanıyanlarca bu aşkınız biliniyorsa,

Size göre bir milletle şerefin, haysiyetin, namusun ve insanlığın yerleşmesi ve yaşaması mutlaka o milletin hürriyet ve istiklaline sahip olmasına bağlı ise,

Buna çok ehemmiyet veriyor ve bu özelliklerin kendinizde varlığını iddia edebilmek için milletin de aynı özellikleri taşımasını şart ve esas biliyorsanız,

Yaşayabilmek için mutlaka bağımsız bir milletin evladı kalmanız gerekiyorsa,

Milli bağımsızlık sizce bir hayat meselesi ise,

Millet ve memleketin menfaatleri gerektirdiği takdirde insanlığı teşkil eden milletlerden her biriyle medeniyet gereğinden olan dostluk ve siyaset münasebetlerini büyük bir hassasiyetle takdir ediyorsanız,

Ancak milletimizi esir etmek isteyen herhangi bir milletin de bu arzusundan vazgeçinceye kadar amansız düşmanı iseniz,

Birinci vazifenizin, Türk istiklâlini, Türk cumhuriyetini, ilelebet, muhafaza ve müdafaa etmek olduğuna inanıyorsanız,

En olumsuz ahval ve şerâit içinde dahi, Türk istiklâl ve cumhuriyetini kurtarmak için göreve atılmaktan kaçınmayacak iseniz,

Türk ulusunu muasır medeniyet seviyesi üzerine çıkartacak yol ve yöntemleri biliyorsanız,

Hayatta en hakiki mürşit olarak akıl, bilim ve fen yolunuzu aydınlatıyorsa,

Aklınız, sağlınız, iradeniz ve sevdikleriniz dışındaki hiç bir şeyi kaybetmekten korkmuyorsanız,

Gerçekleştirmek istediğiniz hayaller başkalarına delilik gibi geliyorsa,

Muhtaç olduğunuz kudreti damarlarınızdaki asil kanda bulabiliyorsanız,

 

 

Siz bir Atatürk Gencisiniz Tebrikler..

25
Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün dönemin ABD Büyükelçisi Joseph C. Grew ile Orman Çiftliği’ndeki görüşmesi cumhurbaşkanlığının sitesinde yayımlandı.







verildiyse özür dilerim


27
Cumhuriyetin ilanından sonra İstanbul'da bir resepsiyon verilir.Tüm dünya ülkelerinin elçileri ve ateşeleri de davet edilir.



Davet güzel bir şekilde devam etmektedir fakat ingiliz ateşesi olan binbaşının bakışları Mustafa Kemal'in gözünden kaçmaz .Bütün davet boyunca kendisine dik dik bakmıştır ve bakmaya devam etmektedir.Ne olduğunu öğrenmek için yaverini gönderir.

Yaver Mustafa Kemal'e şöyle der:



-Paşam kendisine neden ters bir tavır takındığını sordum , oda bana Mustafa Kemal'in Çanakkalede babasını öldürdüğünü söyledi.



bunun üzerine Mustafa Kemal şöyle der:



- git sor bakalım Çanakkalede ne işi varmış ?







------------------------





Çok hoşuma gitti,bir yerden aldım paylaşmak istedim..


28
ForumTR üyesi olmak için tıklayınız][/url] tarafından desteklenen ve bizzat geliştirilen dil teorisidir..

 

Teorinin ana fikri Türk dilinin dünyada esas bir dil olduğu ve dünya dillerindeki birçok kelimenin de Türkçeden türediğiydi. Güneş Dil Teorisinin tarih içerisinde oynadığı rol, 'nin ideolojik hattını anlamak açısından önemlidir.  millete geçme aşamasında olan ve Batı karşısında kendisini ezik hisseden Türk milletine özgüven aşılanmak istenmiştir. Atatürk Devrimleri'nin yıktığı düzenle ve Avrupa merkezci tarih teorileriyle hesaplaşma çabası olarak değerlendirilmektedir. Teori, bilimsel nedenlerden çok siyasi nedenlerle desteklenmiştir.

 

 

 

Güneş Dil Teorisi-Süreç

Türkçenin diğer dillere kaynaklık ettiği düşüncesi 1932’deki Birinci Türk Dil Kurultayı’nda adı konmadan bazı bildirilerde ortaya atılmıştı. Dil devrimi başladığında, önce dildeki bütün yabancı sözcüklerin atılması gerektiği gibi bir düşünce hâkimdi. Dilin söz varlığına girmiş, anlamını herkesin bildiği ve kullandığı, ama kökenini bilmediği, günümüzde de kullandığımız pek çok sözcüğün atılması gerektiği dile getirilmiştir.

 

1935 yılına gelindiğinde, yine herkesin anlayamadığı bir dil ortaya çıktı. Zaten Osmanlı Türkçesinden şikayet şuydu: Yazılıp da konuşulamayan bir edebi Türkçe, bir de konuşulup yazılmayan halk dili vardı. Bunun birleştirilmesi gerekiyordu. Dil devriminde de amaç buydu zaten. Bunda da büyük ölçüde başarı sağlandı.

 

III. Türk Dil Kurultayı 24-31 Ağustos 1936 tarihleri arasında yapılmıştır. Yurtdışından gelen 13 dil bilgininin de katılımıyla gerçekleşen kurultayda, cemiyetin adı Türk Dil Kurumu olarak değiştirilmiştir. Bu kurultayda, çalışma esasları, diğer iki kurultaydakinden farklı olmuştur: Artık Güneş Dil Teorisi (özleştirmeye ret, yaşayan dile dönüş) üzerinde durulmaya başlanmış, yabancı kelimelere Türkçe karşılık aranmasına son verilerek yaşayan dil kabul edilmiştir.



[/b][/i]

Dönemin konjonktürü gereği mi, fazla abartılmış bir unsur mu, yoksa sadece ümmetçilik zihniyetinin karşısında durmak için midir bilinmez ancak dilde arınma ve tarih tezleri Cumhuriyet Dönemi’nde üzerine çalışılmaya değer mühim konular olarak yerini almıştır. Birçok şeyin kökenini İslamiyet’te arayan hatta o döneme kadar bütün cevapları da bunda bulmuş ‘öncesiz’ olduklarına inandırılmış büyük insan toplulukları ancak bu şekilde dünyevileştirilebilirdi galiba. Belki aydınlanma devrimi gereği kendinden önceki düzenle bağları koparma ve geçmişin daha da geçmişine dönme ihtiyacı doğduğu düşünülse de dil konusu hayati önem taşımaktadır. Nüfusun %90’ının bırakın Türkçeyi, Arapçayı okuma yazma bilmediği bir dönemde dil devrimini eğitim oranını düşürmesiyle karalayanların ne kadar bilimden uzak kaldıkları bellidir. Atatürk dünya tarihi ile Türk tarihini birleştirmek için her ne kadar özel bir çaba sarf etmese de üzerine basarak durduğu belli başlı konular vardı.bunlardan bir tanesi ise dil teorisidir.

 

Atatürk’ün isteğiyle birçok bilim adamı ve araştırmacı dil ve tarih alanında çalışmalar yaptı. Yabancı bilim adamları davet edildi. 1930 yılında Türk Tarih Kurumu kuruldu. Çok zengin malzeme ve bilgiler ortaya çıkarıldı. Yine de Türklerin nereden geldikleri tam olarak açıklığa kavuşmuş sayılmazdı. 1932 yılında emekli General Tahsin Bey Atatürk’ü ziyaret etti. Maya dili ile Türkçe arasındaki benzerliklerden bahsetti. Mayalar Meksika’da yaşamışlar Türkler ise Orta Asya’dan gelmişlerdi. Aradaki uzaklığa rağmen Atatürk bu konuyla ilgilendi. Derhal Tahsin beyi Meksika’ya elçi olarak atadı. Ona iki dil arasındaki benzerlikleri ortaya çıkarma görevini verdi. Tahsin Bey Meksika’da Amerikalı Arkeolog William Niven’in bulduğu tabletlerden haberdar oldu. Maya dilinin kökünün bu tabletlerde olduğu anlaşılmıştı, Türkçe ile maya dili arasındaki benzerlikler de bu tabletlerde aranmalıydı. Amerikalı arkeologun ortaya çıkarmış olduğu tabletler Tahsin Beyi şaşkına çevirdi. Eğer bunlar doğru ise bilinen tarih ve bilim yanılıyor demekti. Çünkü tabletler M.Ö. 200000 ile 70000 arasında Büyük Okyanus’ta yer almış olan bir kıtayı haber veriyorlardı. Bu kıtanın adı Mu’ydu. Avustralya’dan birkaç misli büyüktü. Yüksek bir medeniyete ulaştıktan sonra bir deprem ve tufan sonucu battığı sanılıyordu. Acaba Türklerin kökeni de bu kıtadan göç edenlere mi dayanıyordu? Tahsin Bey konuyla ilgilendikçe karşısına yeni bilgiler çıkıyordu. Bu kez kendisine İngiliz albayı James Churchward’ın Hindistan’da bulduğu tabletlerden bahsettiler. Bunlar da kayıp Mu kıtasıyla ilgiliydi. Churchward 50 yıllık çalışma ile bu tabletleri çözmüştü aynı zamanda bu konunda yayınlanmış 5 adet kitabı da vardı. Tahsin Bey öğrendiklerini ve ortaya çıkardıklarını Atatürk’e raporlar halinde sundu. Atatürk konuya büyük ilgi duymaya devam ediyordu. Churchward’ın Mu ile ilgili kitapları getirildi. Dönemin Kültür bakanı ve Dışişleri bakanlığı arasındaki yazışmada tercümenin üstesinden geleceği düşünülen Mehmet Ali Tevfik’in hemen işe alınma talimatı dikkat çekmektedir

 

Kitaplar basılmadan daktilo edilmiş halde Atatürk’ün önüne kondu. Atatürk insanın yaradılışı ile ilgili bölümlerle ilgilenmişti. Mu’nun insanoğlunun anayurdu olduğunu, nüfusunun 64 milyona kadar çıktığını, ilk insanın orada yaratıldığını anlatan satırların altını çizmişti. Tercümelerde Maya dilinin yeryüzünün anadilinden gelmiş olduğunu, tüm dillerin orada doğduklarını ve anadilin Mu dili olduğu bölümlerin altı, yine Atatürk tarafından çizilmişti. İlgi çeken bir diğer bölüm, ırkların kökeniyle ilgiliydi. Anadolu’daki ilk insanlar olan Karyanlar’ın asıl vatanlarının Büyük Okyanus’taki Easter Adası olduğunu anlatan bölümün de altı çizilmişti. Mu’nun batışının anlatan bölümde ‘Ya Mu bizi kurtar’ diye bağırmalarını işaretlemiş ve ‘Demek ki Mu bir ilahtı’ notunu düşmüştür. Birçok Mu kökenli özel isim ve sıfatları Atatürk öztürkçe ile karşılaştırmış, notlar almış. Örneğin tarlaların Allahı anlamına gelen ‘bal’ kelimesinin yanına ‘balağmak’ notunu almış, “Ruhların memleketi Kui” cümlesinin yanına: “kökü: ailedir” diye yazmış.

 

Bu tür kelime notları hayli fazla. Bir yerde, Mu’nun demokrasi ile yönetildiğini, güneş enerjisinin aydınlatılmada kullanıldığını anlatan satırların altı çizilmiştir. Ve bunlar gibi yüzlerce satır cumhuriyetimizin kurucusu tarafından çizilmiş, işaretlenmiş, sayfa yanlarına notlar alınmıştır.

 

İncelendiğinde görülüyor ki, Atatürk’ü önce Türklerin kökenini ve Mu dilinin Türkçe ile bağlantısı ilgilendirmiş. Sonra inançların ve Mu’nun yönetim biçimi üstünde durmuş. Üçüncü kitaptaysa çok geniş anlatılan Mı simgelerini, Atatürk Latin abecesiyle karşılaştırmış.

 

Atatürk, James Churchward’ın iki kitabıyla özellikle ilgilenmiştir: Kayıp Mu Kıt’ası ve Mu’nun Çocukları. Bu iki kitap, Anıtkabir Kitaplığı’nda 1301 ve 1302 no ile kayıtlıdır. Kitaplardan çıkarılan, daktilo ile yazılmış çeviri metinleri ise yine Anıtkabir Kitaplığı’nda 4 dosya halinde bulunmaktadır.

 

Atatürk’ün Mu ile ilgili düşünceleri ve çıkardığı sonuçlar, yazık ki tam olarak bilinmemektedir. Bunun nedeni, 1935 yılından sonra sinsice ilerleyen hastalığının, ona pek zaman tanımamış olmasıdır.

 

Ortada garip bir olay daha vardır: 1967 yılına kadar Türk Dil Kurumu arşivinde, sonra Anıtkabir Kitaplığı’nda bulunan bu çeviriler hâlâ basılmamıştır. Öylece durmaktadır. Atatürk’e kitapları sağlayan Tahsin Bey, Meksika’da araştırmalar yaparken, Maya-Aztek-İnka uygarlıklarının Türklerde kullanılan eşyalara benzer eşyalar kullandıklarını öğrenmişti. Ayrıca davullar ve kalkanlar bizimkilere çok benziyor, üstlerinde ay ve yıldız simgeleri bulunuyordu. Tahsin Bey, tüm çalışmalarını belge ve fotoğraflarla birleştirerek üç cilt defter halinde Atatürk’e yollamıştır. Bunların ilk ikisi 1970’lere dek TDK Kütüphanesi’nde 56-57 numaraları ile durmaktadır. Üçüncü defter kayıptır.

 

Güneş-Dil teorisi her ne kadar farazi düşüncelerden ibaret gibi görünse de önemli olan, var olan bu incelemelerin dönemin koşulları da düşünülerek neden bu kadar önem gördüğünü anlamaktır. Ulus gazetesinde her gün 5 adet öztürkçeleri ile yayımlanan Arapça, Farsça, Fransızca kelimeler yeni kurulmuş bir Cumhuriyet’in en önemli dayanaklarından birinin dil olduğunun göstergesidir. Günümüzde geriye kalan hurafelerden çok, Güneş-Dil teorisi ile yapılmaya çalışılan asıl unsurlar birçok kesim tarafından bilinmektedir.

 

 

 ‘Ülkemizin yüksek istikbalini korumasını bilen Türk milleti dilini de yabancı dillerin boyunduruğundan kurtarmalıdır.’


K.Atatürk

29
Bir panelde konuşan Doç. Dr. Ahmet Faruk Kılıç, Atatürk'ün dini, bütün sadeliği ile hurdafelerden arındırılmış olarak yaşanmasını istediğini savundu.    

 Sakarya Üniversitesi (SAÜ) İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Ahmet Faruk Kılıç, Atatürk'ün İslam dini ile ilgili sorunu varmış gibi gösterilmesinin doğru olmadığını belirterek, "Atatürk, dinin bütün sadeliğiyle hurafelerden arındırılmış olarak yaşanmasını istemiştir" dedi.



"Sosyo Kültürel Açıdan Atatürk ve Din" konulu konferansta konuşan Doç. Dr. Kılıç, Atatürk'ün gerek çocukluk, gerek gençlik yıllarında dinle iç içe olduğunu söyledi.



Atatürk'ün bütün konuşma ve yazışmalarında dini terimlerin sık sık kullanıldığını ifade eden Doç. Dr. Kılıç, Atatürk'ün anne ve babasının dindar olduğunu kendisinin de mahalle mektebinde dini eğitim aldığını, Allah'a ve İslam dinine inancının tam olduğunu gösteren yüzlerce konuşması bulunduğunu belirterek şunları devam etti:



"Atatürk Çanakkale'de kazanılan zaferini, söylediği unutulmaz sözleriyle inancın gücüne bağlıyor. İslam dinini savunan Atatürk, şu ifadeleri kullanıyor, 'Bizim dinimiz en makul ve tabii bir dindir. Bundan dolayı da son din olmuştur. Bir dinin tabii olması için akla, bilme, fenne, mantığa tekabül etmesi lazımdır. Bizim dinimiz bunlara tamamen mutabıktır."



Fransız bir gazetecinin 29 Ekim 1923'te Atatürk ile mülakat yaptığını ve bu gazetecinin İslam dinine karşı Atatürk'ten birkaç söz almaya çalıştığını belirten Doç. Dr. Kılıç, şöyle konuştu:



"Atatürk gazeteciye, 'Siyasetimizi dine mugayir olmak şöyle dursun, din noktai nazarından eksik bile hissediyoruz. Yani biz daha dindar olmamız lazım. Bütün sadeliğiyle dini yaşamamız gerekir' demiştir. Atatürk ateizme karşı çıkmış, insanların dinsiz olmasının mümkün olmayacağını kaydetmiştir. Dinin bütün sadeliğiyle hurafelerden arındırılmış olarak yaşanmasını istemiştir."



Doç. Dr. Kılıç, Atatürk'ün içki içtiğini ve bunu gizlemediğini, ancak mübarek gün ve gecelerde Çankaya Köşkü'nde içki içmediğinin bilindiğini söyledi.

 timeturk

30
Tuvanin Müziği

Son zamanlarda bazı televizyon programlarında gösterilen Tuva Müzik Grubu’nun yapmış olduğu müzikler, tüm dünyada ilgi gördü. Özellikle Avrupa ve Amerika’da Tuva müziğine ilgi duyan çok sayıda kişi var. Bu konuda ne yazık ki biz yine geç kaldık. Öz değerlerimizi yine bizden önce Batı keşfetti ve sonra Türkiye’de de Message to show when link is hidedne olan ilgi artmaya başladı.

Message to show when link is hided, bugün Moğolistan’ın kuzeyinde Rusya’ya bağlı bir özerk cumhuriyette yaşıyorlar. Son nüfus sayımına göre, bugün Tuva Cumhuriyeti’nde 300.000′e yakın Tuva Türk’ü yaşıyor. Message to show when link is hided‘nin en güzel özelliği, ana yurdumuz çevresinde yaşayıp, binlerce yıldır geleneklerinden, kültürlerinden kopmamış olmalarıdır. Uzun süre Çin’in ve Sovyet Rusyası’nın işgali altında yaşayan Tuvalı soydaşlarımız, binlerce yıl önceki Message to show when link is hidednü ve inancını bugüne kadar yaşatmayı başarabilmişlerdir.

Message to show when link is hided‘nin neredeyse tamamı Message to show when link is hided olduğu için, ezgilerinde ritmik ögeler hemen göze çarpıyor. Atalarımızın dinini yaşatan Tuva Türkleri, bu inancın da etkisiyle farklı giyiniş biçimlerini benimsemişler. Yaşamlarında at, kurt ve kartal gibi hayvanların, bizde olduğu gibi önemli bir yeri var. Message to show when link is hidednın birçok bölgesinde ata önem verilir; fakat Tuvalılar’da bu en üst düzeye çıkmış durumdadır. Çalgıların tepelerinde at figürleri vardır ve hatta bu çalgıların telleri / yayları bile at kılından yapılmaktadır. Birçok müzikte atların yürüyüş tempolarına özgü sesleri işitmek mümkündür. At üstünde doğup, at üstünde ölme düşüncesini yaşatırmışçasına, yaşamlarında bu hayvanlara çok büyük yer ayırmış durumdalar. Bunun için Türk kültürüne, töresine, geleneklerine ait birçok ögeyi, Tuva müziklerinde görebilmemiz mümkündür.

Tuva müziği, ilk dinleyişte çok ilginç geliyor; fakat kısa sürede insanı saran muhteşem bir ezgi, aynı zamanda insanı hayrete düşürüyor. Çünkü Tuvalılar, doğa ve hayvan seslerinin çoğunu müzik aletleriyle değil, gırtlaklarının gücüyle çıkarıyorlar. Kullandıkları müzik aletleri de, geleneksel Türk müziğine özgü çalgılardan oluşuyor. Tuva müziğinde gırtlağın çok büyük önemi var. Şaman törenlerinde kamların dua ederken söyledikleri ezgilere benzeyen ilginç sesleri çıkarabilmek, çok zor olsa gerek.

Message to show when link is hided‘un ve Message to show when link is hided‘nın çalışmalarıyla Türkiye’ye getirilen Message to show when link is hided‘nun seslendirdiği muhteşem türküler, Message to show when link is hided‘nin Message to show when link is hided adlı programında izleyicilere sunulmuştu.

31
Atatürk ve Diğer Türk Önderlerimiz / Türk soyu
« : 25 Şubat 2011, 17:54:55 »
ForumTR üyesi olmak için tıklayınız][/url][/b] egemenliğine girmiştir. Ancak son yarım yüzyıl içerisinde yapılan antropolojik araştırmalar, Türkler ile Moğollar arasında bir miktar karışmayı kabul etmekle birlikte, Türklerin asıl olarak “beyaz ırka” mensup olduklarını ortaya koymuştur.

, yeryüzünde mevcut üç büyük ırk grubundan (europid, mongolid ve negrid) “Europoid” adı verilen grubun “Turanid” kolundandırlar. “Brakisefal” kafatası yapısına sahip olan Türkler, her ne kadar “Dolikosefal Mongoloid” ırkındanmış gibi gösterilseler de, Türkleri diğer bütün ırklardan ayıran belirgin özellikler bulunmaktadır.

nun (tipinin) baskın özellikleri; “beyaz renk, düz burun, yuvarlak yüz yapısı, hafif dalgalı saç, orta gürlükte sakal ve bıyık…”tır. Ayrıca “orta boy, boya nispeten kısa kol ve bacaklar, orta büyüklükte burun, ufak çene, parlak ve koyu renkli göz, çok hafifçe çıkık elmacık kemikleri…” gibi özellikler de sıralanabilir. Elbette bu özellikler birer “genelleme”dir ve Türk soylu herkesin bu özelliklere sahip olması gerekmemektedir. Fakat iklim ve coğrafya etkisi de düşünüldüğünde, bugün bile bu genellemeler, çoğu kez doğrulanmaktadır. Her ne kadar farklı coğrafyalarda yaşayıp, farklı tipler oluştursalar da, dünya üzerindeki Türklerin çoğu bu genellemelerin çoğuna uymaktadırlar.



Yunan, Çin, İslam ve Hristiyan kaynakları,  arasında sarı ve Mongoloid ırktan, Aryani ve Hindi tiplerine kadar değişen sima farklılıklarının olduğunu belirlemişlerdir. Nitekim eski Çin kaynakları Kırgızları, kumral saçlı, mavi gözlü ve uzun boylu olarak tanımlarken; İslam ve Bizans kaynakları Kıpçakları sarışın, beyaz tenli ve uzun boylu olarak tanımlamıştır. Bu da, Türkler arasında da farklı yüz ve beden yapılarına ait boyların olduğunu göstermektedir.

, tarihin erken çağlarında Orta Asya’da ortaya çıkarak, doğuda Kadırgan dağlarından, batıda Orta Tuna havzasına; güneyde Hindistan, İran ve Mısır’dan, kuzeyde Lena Irmağı’nın mansabına ve Volga ırmağı’na katılan Kama Irmağı havzasına kadar uzanan geniş bölgeye yayılmıştır. Bugün bu bölgenin asli ve hakim unsurudur.

Türklüğün  ile başladığını, bu ulu zatın Tanrı’nın elçilerinden olabileceğini, nın bu ’nın adından kaynaklandığını, bu kutsal atanın getirdiği  buyruğu ile Türklüğü yaymış olabileceğini ve bu buyruğun büyük olasılıkla Türk töresi olduğunu savunan bir görüş de vardır.  de TBMM’de yaptığı bir konuşmada, bütün dünya Türk adını benimsemiş yüz milyondan fazla kişinin yaşadığını belirtip, bu adın Hz. Nuh’un Türk adındaki oğlundan gelmiş olabileceğine dikkat çekmektedir. Tevrat kaynaklı bir rivayete göre,  ve , Hz. Nuh’un üç oğlundan biri olan Yafes’in oğlu ’ten gelmektedir. İran kaynaklarından Avesta’daki bir rivayete göre de , dünyayı oğulları arasında paylaştıran Feridun’un Türk ve Çin ülkelerini bağışladığı oğlu “Tur” veya “Turac”ın adından gelmektedir.

’te , “‘ nın devlet güneşini  burçlarında doğurduğunu ve onların milkleri üzerinde göklerin bütün teğrelerini döndürmüş olduğunu gördüm. Tanrı onlara  verdi ve onları yeryüzüne ilbay kıldı. Zamanımızın hakanlarını onlardan çıkardı; dünya milletlerinin idare yularını onların ellerine verdi; onları herkese üstün eyledi; kendilerini hak üzere kuvvetlendirdi. Onlarla birlikte çatışanı, onlardan yana olanı aziz kıldı ve Türkler yüzünden onları her dilediklerine eriştirdi; bu kimseleri kötülüklerin ayak takımının şerrinden korudu…” demektedir.

32
Atatürk’ün de sahipleri arasında yer aldığı “Minber” adlı bir gazete vardır. Minber Gazetesi, 1918’de Mondros Mütarekesinin imzalanmasından iki gün sonraki Cuma günü yayınlanmaya başladı. Kurucuları: Fethi Okyar, Dr. Rasim Ferid Talay ve Mustafa Kemal’dir. 51 gün gibi çok kısa ömürlü olan Minber Gazetesindeki yayınlarda; Ali Fethi ile Mustafa Kemal’in, Enver Paşa ile İttihat Terakki karşısındaki durumlarını aydınlatan çok değerli bilgiler yer almıştır.



Örenebildigim budur...




33
Atatürk ve Diğer Türk Önderlerimiz / Atatürk ve TDK
« : 25 Şubat 2011, 17:54:46 »
TDK’nin kurucu ve koruyucu (hami) başkanı Yüce Atatürk, 12 Temmuz 1932 tarihinden itibaren ölünceye dek TDK ile yakından ilgilenmiş; çalışmalarını takip etmiş, bazen Genel Merkez Kurulu ve Terim Kolu toplantılarına başkanlık etmiş, bazen de bazı yönetici ve üyelerle sofrasında uzun uzadıya Kurum çalışmalarını ele almış, yönlendirici uyarılarda, tavsiyelerde bulunmuştur. Bu yazımızda, nda TDK’nin nasıl yer aldığını,  sırasına göre kısaca açıklamaya çalışacağız:

11 Temmuz 1932: I. Türk Tarihi Kurultayı’nda seçilen  Tetkik Cemiyeti (Türk Tarih Kurumu) Merkez Heyeti üyelerinden Âfet (İnan), Yusuf (Akçura), Sâmih Rifat (Horozcu), Sadri Maksudî (Arsal), Hâmit Zübeyr (Koşay) ve Macar Prof. Zayti Ferenç, Cumhurbaşkanı ve Türk Tarihi Tetkik Cemiyetinin de kurucu ve koruyucu (hami) başkanı Gazi  tarafından Çankaya Köşkü’ne davet edilirler. Prof. Clemens Holzmeister’in planını çizdiği yeni köşke henüz taşınılmıştır. Ruşen Eşref Ünaydın Bey de köşke davetlidir.

Türk iyle ilgili konular görüşüldükten sonra Gazi, şu soruyu sorar:

“-Dil işlerini düşünme zamanı da gelmiştir. Ne dersiniz?”

Düşüncesinin sevinçle karşılanması üzerine:

-Öyle ise Türk Tarihi Tetkik Cemiyeti gibi bir de ona kardeş bir dil cemiyeti kuralım. Adı, Tetkik Cemiyeti olsun” der.

O akşam, Gazi’nin önerisiyle Sâmih Rifat Bey Başkan, Ruşen Eşref Bey Umumi Kâtip (genel yazman) olurlar. Ruşen Eşref Bey’in önerisi üzerine de Yakup Kadri (Karaosmanoğlu) ve Celâl Sahir (Erozan) Beyler de kurucu üyeliklere uygun görülürler. Ertesi gün, kuruluş izninin alınması kararlaştırılır.

12 Temmuz 1932: Türk Dili Tetkik Cemiyeti (TDTC)’nin İçişleri Bakanlığından kuruluş izni alındı. İzinnamenin ekindeki Türk Tarihi Tetkik Cemiyeti tüzüğünün benzeri ilk tüzük de yürürlüğe girdi.

18 Ağustos 1932: Gazi Mustafa Kemal, TDTC’nin kuruluş amacı ve yapması gereken çalışmalar konusunda gazeteci Yunus Nadi (Abalıoğlu) ile Yalova’da görüştüler. Yunus Nadi Bey, o sırada hazırlıkları sürdürülen I. Türk Dili Kurultayı’nı düzenleyen TDTC Teşebbüs Heyeti üyesiydi. Gazi’nin düşüncelerine çok değer verdiği bir yazardı. Kurul (heyet) toplantılarına düzenli olarak katılamadığından, daha sonra yerine başka bir üye alındı. TDTC kurulalı henüz bir ay geçmişti. Cumhuriyet gazetesinin 21 Ağustos 1932 tarihli baskısında yer alan ve Söylev ve Demeçler kitabına girmemiş “Gazi Hz. ile Bir Hasbıhâl” başlıklı makalede yayımlanmış bu sohbette şunlar konuşulmuştur:

Büyük Reis ve Rehber, birkaç gün evvel kendilerini Yalova’daki son ziyaretimizde maksadın Türk milletine kendi mazisinde mevcut ve kendi mazisinden mevrus (miras) ve bu itibar ile bittabi daha mütekâmil (gelişmiş) şekiller ile istikbaline de şamil kendi kültürünü ortaya çıkararak göstermek olduğunu izah ettikten sonra Türk Dili Cemiyetinin bu yoldaki mesaisinden ortaya cidden hayret olunacak neticeler, yani hakikatler çıkması muhakkak bulunduğunu bütün bir emniyet ve kuvvetle beyan buyurdular ve:

“-İsterseniz”, dediler, “evvela mevzuubahsimiz olan kültür kelimesini ele alalım.”

Şöylece bir tesadüf bu kelime bile bizi tenvire (aydınlatmaya) kifayet etti.



Bunları söyleyerek büyük reis bize yanlarındaki bir kitabı uzatarak:

“-Evvela”, dediler, “bu kitabın ismini, müellifini (yazarını) ve basma tarihini okuyunuz.”

Okuduk:

-Lûgat-i Çağatay. Müellifi Şeyh Süleyman Efendi Buharî. İstanbul 1298



Sonra da:

“-Şimdi”, dediler, “bu kitapta kilturmak kelimesini bulunuz!”

Bulduk.



“-Kelimenin karşısındaki mana izahlarını okuyunuz.” dediler.

Şöylece okuduk:

-Getürmek, ihzar, isal. İrat ve peyda etmek. Sevk ve ikame etmek. Takarrür.

Bundan sonra Gazi Hz. şunları söylediler:

-“ fiillerinde mek ve mak lahikalarının (eklerinin) kaldırılmasıyla geri kalan maddenin asıl kelime olduğunu bilirsiniz. Kilturmak fiilinin asıl maddesi kilturdur demek. Fransızca, İngilizce, Almanca gibi belli başlı Garp dillerinde pek az telaffuz farkıyla kullanılan  kelimesi ile bu kiltur kelimemiz arasında telaffuz itibarıyla olduğu gibi mana itibariyle de mevcut olan kuvvetli tetabuka (uygunluğa) dikkat etmemek mümkün müdür? Malûmdur ki garp dillerinde kültürün manası hem maddidir, hem manevi. de de aynı. Nihayet Çağatayî Türkî de yapılacak işe takarrür edecek son şeklini vermeye kiltur diyor. Frenk tarlayı ekmeye kültür dediği gibi ulum ve fünunda tekemmül muhassalasına da kültür diyor. Şeyh Süleyman Efendi Buharî’nin bu kiltur kelimesini Garp lisanlarından almamış olduğuna şüphe yok. Öyle bir şey hatıra dahi gelemez. Bu zatın Türk dilleri şubelerinden Çağataycanın kelimelerini toplamış ve onların manalarını yazmış olduğu meydandadır. Pek ufak bir telaffuz farkıyla kelime bütün manaları itibarıyla Asya’da ve Avrupa’da aynıdır. Acaba onun asıl menşei Asya mıdır, Avrupa mıdır? Burasını tetkike çok zaman ve imkânımız vardır. Fakat şimdiden söylenebilir ki kelime esasen Asyalıdır. Avrupa’nın hâlen çok müterakki (ileri) olduğunda şüphe olmayan kültürü dahi aslen Türk’tür demek olur…

Filhakika biz kültür kelimesini Garp medeniyetinde gördükten sonra onu Arapça bir kelime ile ifade etmek için hars kelimesini almışız. Hars ve haraset, kültürün aslına ve iştikaklarına maddi ve manevi manalarıyla tetabuk eden (uygun düşen) bir kelimedir. Garp dillerindeki kültür kelimesine menşe olarak Latince kültüra (cultura) ve kültive (cultiver) mukabili olarak da kültivare (cultivare) kelimelerini buluyoruz ki aynı ile hars ve haraset demektir. Fakat şimdi asıl Türk dilinde kiltur kelimesini buluyoruz, bunun da aynen kültür demek olduğunu görüyoruz.”

Gazi Hz.nin bu yolda verdikleri izahlara ve tafsillere (açıklamalara) nazaran yukarıya kaydetmiş olduğumuz bu kültür ve kiltur tetabuku şöylece ilk misallerden biridir. İlk tetkiklerin umumi bir göz gezdirişten ibaret olan ilk araştırmaları ortaya şimdiden böyle yüzlerce misal koymuştur. Bu tetkikler ise yoktan bir şey icat etmek veya yakıştırmak için yapılmıyor. Evvela Türk’ün tarihi tespit olunmuştur. Bu tarih, tarihe hâkim olan bir hayattır. Ondan sonradır ki şimdi bu hakikatin diğer evsaf ve eşkâli üzerinde çalışmaya geçilmiştir. Vereceği müspet neticeler evvelinden bilinerek diyebiliriz ki Türk’ün kültürü uyanmıştır, ayaklanıyor. (Yunus Nadi)

27 Ağustos 1932: Gazi Mustafa Kemal, TDTC’yi kurarak Dil Devrimi çalışmalarına başlaması dolayısıyla kendisini kutlayan Sivas Millî Türk Talebe Birliği Araştırma Heyetinin telgrafını cevaplandırdılar:

Millî Türk Talebe Araştırma Heyetine:

“Dilimiz çok zengindir, güzeldir. Bunu ortaya çıkaracaklar, sizin gibi duygusu derin, yorulmaz Türk gençleridir. Türkçemizi günün en ileri bilgi dili yapmak, değerli araştırmanızdan beklenir. Sizlere uğurlar dilerim.”

2 Eylül 1932: Gazi , Dolmabahçe Sarayı’nda TDTC Başkanı Sâmih Rifat (Horozcu), Umumi Kâtip (Genel Yazman) Ruşen Eşref (Ünaydın) ve TDTC Teşebbüs Heyetinden gazeteci Yunus Nadi (Abalıoğlu) ile görüştüler. O günlerde Sâmih Rifat Bey çok hastaydı. Gazi’nin emriyle Sarayda TDK’ye bir büro tahsis edilmiş, bir odaya da Sâmih Rifat Bey yatırılmıştı. Doktor gözetiminde, hasta yatağından Kurultay hazırlıklarını yürütmekteydi. Basına herhangi bir açıklama yapılmamış olmakla beraber, söz konusu görüşmede Kurultay hazırlıkları üzerinde durulduğu kesindir.

5 Eylül 1932: Gazi’nin emriyle ünlü   Paris Büyük Elçiliğine çekilen bir telgrafla I. Türk Dili Kurultayı’na davet edildi. Telgraf Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri Y. Hikmet (Bayur) imzasıyla çekilmiştir.

10 Eylül 1932: Atatürk’ün Nöbet Defteri; Gazi, I. Türk Dili Kurultayı Düzenleme Kurulu (TDTC Teşebbüs Heyeti) üyelerinden Ruşen Eşref (Ünaydın), Ragıp Hulûsi (Özdem), Ahmet İhsan (Tokgöz), Ruşenî (Barkın), İhsan (Sungu) ve Ahmet Cevat (Emre) ile Dolmabahçe Sarayı’nda görüştüler. Bu görüşmelerin toplu veya tek tek yapıldığı hakkında elimizde bir belge yok. Ancak, her ne şekilde olursa olsun Kurultay hazırlıkları ve sunulacak tezler üzerinde durulduğunu kesinlikle söyleyebiliriz. Kurultay’ın 26 Eylül 1932 tarihinde Dolmabahçe Sarayı’nda toplanacağı gerçeğinden yola çıkarak bu kanıya ulaşmış bulunuyoruz. Hastalığı sebebiyle Başkan Sâmih Rifat, yatağından kaldırılmamış olmalıdır.

15 Eylül 1932: Gazi, Dolmabahçe Sarayı’nda I. Türk Dili Kurultayı Düzenleme Kurulundan Ruşen Eşref (Ünaydın), Ahmet İhsan (Tokgöz), Ahmet Cevat (Emre), Prof. Ragıp Hulûsi (Özdem), Ruşenî (Barkın), Celâl Sahir (Erozan), ,  ve Prof. Dr. Saim Ali (Dilemre) Bey’le görüştüler. Bu görüşmeler sırasında da I. Türk Dili Kurultayı hazırlıklarının gözden geçirildiğine şüphe yoktur. Kurucu ve Koruyucu Başkan, Kurultay’da sunulacak tezleri önceden okuyup bilgi sahibi olmaktaydı. Başkan Sâmih Rifat’ın yatağından kaldırılıp hırpalanmamasına dikkat edilmiştir görüşündeyiz.

20/21 Eylül 1932: nı, çalışmalarını gün gün inceleyen Niyazi Ahmet Banoğlu’na göre, Gazi bu günlerde de Dolmabahçe Sarayı’nda I. Türk Dili Kurultayı’nı düzenleyen TDTC Teşebbüs Heyeti üyeleriyle toplantılar yapmış, Kurultay’da sunulacak tezleri incelemiştir. Her ne kadar, Atatürk’ün günlük çalışmalarının not edildiği Nöbet Defteri’nde bu konuda bir bilgi bulunmamaktaysa da, Gazi’nin dil konusuna verdiği önem dolayısıyla verilen bilginin doğru olduğuna inanıyoruz.

21 Eylül 1932: Gazi’nin emri üzerine Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterliğince Sofya’da yaşayan Ermeni Dil Bilgini Agop Martayan’a (Ata’nın isteği üzerine TDK’de görev alarak 1936-1978 yılları arasında çalıştı. Soyadı, Ata tarafından “Dilaçar” olarak verildi.) I. Türk Dili Kurultayı’na yetişmek üzere vize verilmesi hakkında Dahiliye (İçişleri) Vekili (Bakanı) Şükrü Kaya’ya bir telgraf yazıldı ve Agop Martayan Kurultay’a katıldı.

22 Eylül 1932: Gazi, Dolmabahçe Sarayı’nda I. Türk Dili Kurultayı’nı düzenleyen TDTC Teşebbüs Heyeti üyelerinden Ruşen Eşref (Ünaydın), Ragıp Hulûsi (Özdem), Ruşenî (Barkın), Ahmet İhsan (Tokgöz), Hasan Âli (Yücel), Celâl Sahir (Erozan), İhsan (Sungu), Ahmet Cevat (Emre), Reşat Nuri (Güntekin) ve Prof. Dr. Saim Ali (Dilemre) Beylerle görüştüler. Bu görüşmelerde Kurultay hazırlıklarının gözden geçirildiği kesindir.

24 Eylül 1932: I. Türk Dili Kurultayı’nı düzenleyen kurul üyeleri ve bazı dil bilginleri, Gazi’nin başkanlığında saat 15.00’te Dolmabahçe Sarayı’nda toplandılar. Saat 15.00’te başlayıp gece yarısına değin süren toplantıda iki gün sonra başlayacak olan Kurultay’da sunulacak tezler gözden geçirildi. Başkan Sâmih Rifat Bey yine yataktaydı. Son gücünü açılış gününe saklıyordu. Toplantıya Ruşen Eşref (Ünaydın), Ragıp Hulûsi (Özdem), Ruşenî (Barkın), Ahmet İhsan (Tokgöz), Hasan Âli (Yücel), Celâl Sahir (Erozan), İhsan (Sungu), Ahmet Cevat (Emre), Reşat Nuri (Güntekin), Dr. Saim Ali (Dilemre) ve Sofya’dan Gazi’nin isteği üzerine gelen Ermeni dil bilgini Agop Martayan (Dilaçar) katıldılar.

26 Eylül 1932: Cumhurbaşkanı, Kurucu ve Koruyucu Başkan Gazi Mustafa Kemal, 13.30-19.00 saatleri arasında, Dolmabahçe Sarayı’nda çalışmalarına başlayan I. Türk Dili Kurultayı’nın açış toplantısında hazır bulundular. Kurultay açış konuşmalarını ve oturumda sunulan Sâmih Rifat Bey’in “Türkçenin Ari ve Sami Lisanlarla Mukayesesi” başlıklı konferansını dinlediler.

27 Eylül 1932: Gazi Mustafa Kemal, konuğu ABD Genelkurmay Başkanı Gen. Mc Arthur’la birlikte saat 14.00-18.00 arasında I. Türk Dili Kurultayı çalışmalarını izlediler. Ahmet Cevat (Emre), Prof. Dr. Saim Ali (Dilemre) ve Agop Martayan (Dilaçar)’ın tezlerini ve tartışmalarını dinlediler. Ayrıca, Ruşen Eşref (Ünaydın) ve Celâl Sahir (Erozan) Bey’le bir süre görüştüler.

28 Eylül 1932: Gazi Mustafa Kemal, saat 14.00’ten itibaren Kurultay toplantı salonunu teşrif ederek; Mehmet Saffet, Hakkı Nezihi, Artin Cebeli ve Prof. Yusuf Ziya (Özer) Beylerin tezlerini dinlediler. Ayrıca TDTC yöneticilerden Ruşen Eşref (Ünaydın) ve Celâl Sahir (Erozan) Beylerle görüştüler.

29 Eylül 1932: Gazi, öğleden sonra (14.00-18.00) Dolmabahçe Sarayı’ndaki Kurultay toplantı salonunda Prof. Ragıp Hulûsi (Özdem), Sâmih Rifat (Horozcu) ve Hasan Âli (Yücel) Beylerin tezlerini dinlediler.

1 Ekim 1932: Öğleden sonra 14.00’te Kurultay toplantı salonunu teşrif ederek; Köse Raif Paşaoğlu Fuat, Abdullah Battal (Taymas), Bedros Zeki (Usman) Beylerin tezlerini ve tartışmalarını dinlediler. Ayrıca, TDTC yöneticilerinden Kurultay düzenleyicilerinden Ruşen Eşref (Ünaydın), Ruşenî (Barkın), Hasan Âli (Yücel), Ali Canip (Yöntem), Celâl Sahir (Erozan), Ahmet Cevat (Emre) Beylerle de bir süre görüştüler.

2 Ekim 1932: Gazi, Niyazi Ahmet Banoğlu’nun yazdığına göre bugün de Dolmabahçe Sarayı’nda Kurultay çalışmalarına katıldılar. Dil tartışmalarını dinlediler. O gün, Hüseyin Cahit (Yalçın) ve Faik Âli (Ozansoy) Beyler tezlerini sunmuşlardır. Hüseyin Cahit Beyin tezi tartışma yaratmıştır. Hasan Âli (Yücel), Ali Canip (Yöntem), Fazıl Ahmet (Aykaç), Dr. M. Şükrü (Akkaya), Sâmih Rifat (Horozcu), Sadri Etem (Ertem) ve Namdar Rahmi (Karatay) söz alarak bu tez üzerinde görüşlerini açıklamışlardır.

3 Ekim 1932: Gazi, öğleden sonra (14.00-18.00) Kurultay toplantı salonunu teşrif ederek Halit Ziya (Uşaklıgil), Ahmet Cevat (Emre), Ali Canip (Yöntem), Reşat Nuri (Güntekin) Beylerin tezlerini dinlediler. Ayrıca; Kurultay’ı düzenleyenlerden Ahmet İhsan (Tokgöz), Ali Canip (Yöntem), Ahmet Cevat (Emre), Prof. Dr. Saim Ali (Dilemre), İhsan (Sungu) ve Ruşenî (Barkın) Beylerle bir süre görüştüler.

4 Ekim 1932: Öğleden sonra (14.00-19.00) Kurultay çalışmalarını takip ederek; Prof. Dr. Saim Ali (Dilemre), İhsan (Sungu), Ruşenî (Barkın), Ahmet İhsan (Tokgöz), , Besim (Atalay) Beylerle, Mediha Muzaffer Hanımın tezlerini dinlediler. Toplantıdan sonra Celâl Sahir (Erozan), Ruşenî (Barkın), Ahmet İhsan (Tokgöz), Falih Rıfkı (Atay), Prof. Yusuf Ziya (Özer), Besim (Atalay) Beylerle görüştüler. Gazi’nin, Kurultay’ın günlük çalışmalarının ardından Kurultay düzenleyicilerinin bazılarıyla yaptığı görüşmelerde o günkü çalışmaları değerlendirdiği görüşündeyiz.

5 Ekim 1932: Gazi Mustafa Kemal, öğleden sonra (14.00-16.00) Kurultay’ın son oturumunda hazır bulundular. Tüzük değişikliği ve program çalışmalarını izlediler. Seçimlerden önce salondan ayrıldılar. Kurultay kapandıktan sonra Boğaziçi’nde tekneyle bir gezinti yapıp 20.00’de Dolmabahçe Sarayı’na döndükten sonra Kurultay’da TDTC Umumî (Genel) Merkez Heyetine (Kuruluna) seçilen Başkan Sâmih Rifat (Horozcu), Genel Yazman (Umumi Kâtip) Ruşen Eşref (Ünaydın), Sayman (Muhasip) Besim (Atalay), Celâl Sahir (Erozan), Ahmet Cevat (Emre), Prof. Ragıp Hulûsi (Özdem), Hâmit Zübeyr (Koşay), Hasan Âli (Yücel) ve İbrahim Necmi (Dilmen) Beylerle Maarif Vekili Dr. Reşit Galip (Baydur) Beyi, ayrıca Kurultay düzenleme kurulundan Ali Canip (Yöntem) ve Ruşenî (Barkın) Beyleri kabul ettiler. Bu kabulde, Gazi’nin Merkez Heyeti üyelerini tebrik ettiği, başarılar dilediğini tahmin etmek güç olmasa gerek. Ayrıca, Kurultay’ın değerlendirilmesinin yapıldığını da bu tahmine ekleyebiliriz. Gazi, aynı gün, Kurultay’ın tamamlanması dolayısıyla Başbakan İsmet (İnönü) Bey’e bir telgraf göndererek; “Kurultay’ın değerli çalışmasından, yüksek duygular ortaya koymasından ne kadar sevindiğini” bildirmişlerdir. Telgrafta ayrıca Kurultay’ın kapanışında İsmet Bey’in adı geçince çok alkışlandığı da belirtilmiştir.

6 Kasım 1932: Gazi, Çankaya Köşkü’nde, TDTC Fahri Başkanı ve Maarif Vekili Dr. Reşit Galip (Baydur), TDTC Genel Merkez Heyeti Üyesi ve Kol Başkanlarından Ruşen Eşref (Ünaydın), Ahmet Cevat (Emre), Hâmit Zübeyr (Koşay), Prof. Ragıp Hulûsi (Özdem), İ. Necmi (Dilmen), Celâl Sahir (Erozan), Naim Hâzım (Onat) ve Besim (Atalay) Beyleri kabul edip görüştüler, muhtemelen yemek yediler. Falih Rıfkı Atay da o gün Köşk’teydi. Ata’nın sofrası bir akademik tartışma alanıydı. Bu yemekte Türkçe ve yapılması gerekenler konusunun konuşulduğundan hiç şüphemiz yok.

4 Aralık 1932: TDTC’nin ağır hasta olan Başkanı Sâmih Rifat (Horozcu) Bey’in 3 Aralık 1932 günü İstanbul’da vefat etmesi üzerine Kurucu ve Koruyucu Başkan Gazi Mustafa Kemal, TDTC Başkanlığına bir başsağlığı mektubu gönderdiler.

21 Aralık 1932: Gazi, SSCB Ankara Büyükelçiliği tarafından kendisine armağan edilen dille ilgili 23 kitabı, Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterliğinin bir yazısıyla TDTC’ye gönderdiler.

4 Ocak 1933: Gazi, saat 17.00’de TDTC’nin Ankara Vakıf Apartmanı sırasındaki Anadolu Kulübünden devralınan binasına gelip Genel Merkez Kurulu (Umumi Merkez Heyeti) toplantısına başkanlık ettiler. Bu toplantıya; Millî Eğitim (Maarif) Bakanı Dr. Reşit Galip (Baydur)’in yanı sıra Ruşen Eşref (Ünaydın), Besim (Atalay), İ. Necmi (Dilmen), Celâl Sahir (Erozan), Ahmet Cevat (Emre), Prof. Ragıp Hulûsi (Özdem), Hâmit Zübeyr (Koşay), Hasan Âli (Yücel) Beyler ve Türk Tarihi Tetkik Cemiyetinden Âfet (İnan) Hanım katıldılar. Toplantıda alınan kararların en önemlisi, tüzüğe göre fahriî başkan konumundaki Millî Eğitim Bakanı Dr. Reşit Galip’in başkanlığı gelecek kurultaya kadar asaleten yürütmesi oldu. Millî Eğitim Bakanlarının TDK Başkanlığını yürütmesi uygulaması öylesine benimsendi ki, tüzük değişikliği yapılarak 1936 (III. Kurultay)’dan itibaren 1951 yılı olağanüstü kurultayına değin devam etti.

7 Mart 1933: TDTC Genel Merkez Kurulu, Kurum binasında Gazi Mustafa Kemal’in başkanlığında toplandı. Toplantıda Arapça ve Farsça kelimelere karşılık bulunması için bir dil anketi açılmasına karar verildi. 8 Mart gününe de sarkan toplantıya TDTC Başkanı ve Millî Eğitim Bakanı Dr. Reşit Galip (Baydur), Ruşen Eşref (Ünaydın), İ. Necmi (Dilmen), Besim (Atalay), Celâl Sahir (Erozan), Ahmet Cevat (Emre), Prof. Ragıp Hulûsi (Özdem), Hâmit Zübeyr (Koşay), Hasan Âli (Yücel)’in yanı sıra CHP Genel Sekreteri Recep (Peker) ve Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri Yusuf Hikmet (Bayur) Beyler de katıldılar. Alınan karar uyarınca dil anketi açılıp birçok Arapça ve Farsça kelimeye Türkçe karşılık bulundu.

23 Mart 1933: Gazi, TDTC Başkanı ve Millî Eğitim Bakanı Dr. Reşit Galip (Baydur) ve Genel Merkez Kurulundan Besim (Atalay), Ahmet Cevat (Emre), Prof. Ragıp Hulûsi (Özdem), Hasan Âli (Yücel), Naim Hâzım (Onat) ve Hâmit Zübeyr (Koşay) Beyleri Çankaya Köşkü’nde kabul edip görüştüler. Bu görüşmede TDTC’nin çalışmaları ve dil anketi uygulamasının konuşulduğu muhakkaktır. O gün ayrıca, S. Maksudî (Arsal), Hasan Cemil (Çambel), ve Yusuf (Akçura) ile de bir süre görüşmüşlerdir.

2 Nisan 1933: Çankaya Köşkü’nde gece Gazi Mustafa Kemal’in başkanlığında TDTC Genel Merkez Kurulu ve bazı üyeler toplandılar. Toplantıya; TDTC Başkanı ve Millî Eğitim Bakanı Dr. Reşit Galip (Baydur), Genel Yazman Ruşen Eşref (Ünaydın), Sayman Besim (Atalay), Prof. Ragıp Hulûsi (Özdem), Ahmet Cevat (Emre), Celâl Sahir (Erozan), İ. Necmi (Dilmen), Hâmit Zübeyr (Koşay), Naim Hâzım (Onat), Prof. Yusuf Ziya (Özer), Yusuf (Akçura) ve Sadri Maksudî (Arsal) katıldılar. Bu toplantıda dil anketi çalışmaları üzerinde durulduğunu tahmin ediyoruz.

27 Temmuz 1933: Genel Yazman Ruşen Eşref (Ünaydın) Bey’in başkanlığında toplanan TDTC Genel Merkez Kurulunun dil anketi değerlendirme toplantısına bir ara Gazi de gelmiş, çalışmaları incelemiş, memnuniyetini bildirerek üyeleri teşvik etmişlerdir.

17 Ağustos 1933: Yalova’dan İstanbul’a dönen Gazi Mustafa Kemal, Dolmabahçe Sarayı’na gelen TDTC Genel Merkez Kurulu üyeleriyle bir toplantı yaptılar. Bu toplantıyla ilgili Anadolu Ajansının haberi şöyledir:

Türk Dili Tetkik Cemiyeti Umumi Merkez Heyeti, bugün Umumi Kâtip (Genel Yazman) Ruşen Eşref (Ünaydın) Bey’in reisliği altında Dolmabahçe Sarayı’nda toplanarak iki celse (oturum) yapmıştır.

Cemiyetin hami (koruyucu) reisi Gazi Mustafa Kemal, Cemiyetin müzakere etmekte olduğu odayı, yanlarında Muallim Âfet (İnan) Hanım, Meclis Reisi Kâzım (Özalp) Paşa, Hikmet (Bayur, Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri) olduğu hâlde lütfen teşrif ederek uzun zaman toplantıya riyaset (başkanlık) ettiler.

Bu toplantıda dil anketine gelen cevaplar üzerinde çalışıldığına şüphe yoktur. Çünkü, aynı konudaki toplantılar, 23 ve 24 Ağustos 1933 günleri de sürdürülmüştür.

23 Ağustos 1933: TDTC Genel Merkez Kurulu, Genel Yazman Ruşen Eşref (Ünaydın) Bey’in başkanlığında Dolmabahçe Sarayı’nda toplanarak dil anketi çerçevesinde Arapça ve Farsça kelimelere bulunan Türkçe karşılıklar üzerinde çalışmıştır. Gazi’nin bu konuya verdiği önem ve çalışmaları yakından izlemesi dolayısıyla bu toplantının ve devamının Dolmabahçe Sarayı’nda yapıldığı açıktır. Toplantılar; 24, 26 ve 31 Ağustos 1933 günlerinde de sürdürülmüştür. Sarayda, TDTC’nin bir çalışma odası bulunmaktaydı. Toplantıyla ilgili bilgi Anadolu Ajansı kanalıyla kamuoyuna verilmiştir.

12 Ağustos 1934: TDTC Genel Merkez Kurulu ve II. Kurultay Merkez Bürosu üyeleri Dolmabahçe Sarayı’nda biri sabah, diğeri öğleden sonra iki toplantı yaptılar. Gazi Mustafa Kemal, öğleden sonraki toplantıya başkanlık ettiler. Toplantıda, 18 Ağustos 1934 tarihinde sarayda toplanacak olan II. Türk Dili Kurultayı’nın hazırlıklarını gözden geçirdiler. Toplantıya TBMM Başkanı Kâzım F. (Özalp), Genel Yazman İbrahim Necmi (Dilmen), Sayman Besim (Atalay), Naim Hâzım (Onat), Hasan Âli (Yücel), Ahmet Cevat (Emre), Ali Canip (Yöntem) ve Prof. Dr. Saim Ali (Dilemre) katıldılar.

18 Ağustos 1934: Kurucu ve Koruyucu Başkan Gazi Mustafa Kemal, Dolmabahçe Sarayı’nda toplanan II. Türk Dili Kurultayı’nı 14.00’te teşrif edip 18.00’e değin çalışmaları izlediler. Millî Eğitim Bakanı Abidin (Özmen) Bey’in açış konuşmasını, Genel Yazman İ. Necmi (Dilmen) Bey’in iki yıllık çalışma raporunu dinleyip, yeni program taslağının müzakerelerini takip ettiler. Ahmet Cevat (Emre) Bey’in tezinin birinci bölümünü dinlediler.

19 Ağustos 1934: Gazi, öğleden sonra 14.00’te II. Kurultay toplantı salonunu teşrif ederek akşama değin yapılan konuşmaları dinlediler. Ahmet Cevat (Emre), Prof. Dr. Saim Ali (Dilemre), Doç. Ahmet (Caferoğlu) Beylerin tezlerini ilgiyle takip ettiler. Doç. Ahmet (Caferoğlu) “Rus Dilinde İlk Türk Dili Yadigârları” başlıklı tezini sunarken konu dışına çıkan sözler söyleyince Gazi, salonu terk ettiler. Bunun üzerine Kurultay Başkanı TBMM Başkanı Kâzım F. (Özalp), konuşmacının sözünü keserek kendisini kürsüden indirdi.

20 Ağustos 1934: Gazi, 14.00-18.00 saatleri arasında II. Türk Dili Kurultayı’nda hazır bulunup sunulan tezleri dinlediler. Bugün, Naim Hâzım (Onat), Yusuf Ziya (Özer) Beyler tezlerini sundular.

21 Ağustos 1934: Gazi, 14.00-18.00 saatleri arasında II. Kurultay çalışmalarını izlediler. Prof. Dr. Reşit Rahmeti (Arat), Tahsin Ömer, Dr. Şevket Aziz (Kansu), Prof. Meşçeninov ve Prof. Dr. W. Friedrich Carl Giese ve Agop Martayan (Dilaçar)’ın tezlerini dinlemişlerdir.

22 Ağustos 1934: Gazi, 14.00-18.00 saatleri arasında II. Kurultay’da yapılan konuşmaları dinlediler. Bugün; Hakkı Nezihi, Prof. Salih Murat (Uzdilek), Prof. Aleksandr N. Samoiloviç, Harp Akademisi Komutanı Korg. Ali Fuat (Erden) tezlerini sundular.

23 Ağustos 1934: Gazi, saat 14.00’te II. Kurultay’ın toplandığı salonu teşrif ettiler. Saat 15.30’da Kurultay sona erinceye değin çalışmaları izlediler. Komisyonların sunulan tezler hakkındaki raporlarını dinlediler.

26 Eylül 1934: Gazi Mustafa Kemal, yanında Başbakan İsmet (İnönü) Bey olduğu hâlde saat 17.30’da Ankara Halkevi’ni teşrif edip locasından TDTC’ce düzenlenen II. Dil Bayramı toplantısını izleyip saat 19.30’da Çankaya Köşkü’ne döndüler. Aynı gün; TDTC Başkanı ve Millî Eğitim Bakanı Abidin (Özmen) ve TDTC üyelerinden Besim (Atalay), Naim Hâzım (Onat) ve Velet Çelebi (İzbudak) Beylerle görüştüler.

31 Ocak 1935: Atatürk, akşamüstü TDTC yönetici ve üyelerinden bir grupla Dolmabahçe Sarayı’nda bir toplantı yaptılar. Basına yansımayan bu toplantıya kimlerin katıldığı ve hangi konuların görüşüldüğü bilinmiyor. Ancak, TDTC çalışmalarıyla o günlerin güncel konusu Arapça ve Farsça kelimelere Türkçe karşılıklar bulunması üzerinde durulduğu söylenebilir.

15 Nisan 1935: Atatürk, 14 Nisan gecesinden başlayarak uyumaksızın Çankaya Köşkü’nde dil bilginleriyle birlikte Türkçeyle ilgili incelemeler yaptılar. Bu çalışmaya TDTC Genel Merkez Yönetici ve Kol Başkanlarından İbrahim Necmi Dilmen (Genel Yazman) Naim Hâzım Onat, Ahmet Cevat Emre, Hasan Âli Yücel, İsmail Müştak Mayakon ve Üye Reşat Nuri Güntekin katıldılar.

12 Temmuz 1935: Atatürk, TDTC’nin kuruluşunun 3. yıl dönümü dolayısıyla Genel Yazman İ. Necmi Dilmen’in saygı ve teşekkürlerini bildiren telgrafını cevaplandırdılar. Çektikleri telgrafın başında “Türk Dili Araştırma Kurumu Genel Sekreterliğine”, hitabı bulunmaktadır. Telgrafta; “Kurumun üç yıl içinde büyük işler yaptığı, Kurum çalışanlarının bununla övünmeleri gerektiği” belirtilerek başarılar dilenmektedir.

26 Eylül 1935: Atatürk, 3. Dil Bayramı dolayısıyla TDTC’nin çektiği telgrafı cevaplandırdılar. “TDK’nin verimli çalışmasını sevinçle andığını belirterek Dil Bayramı’nı kutladığını” bildirdiler. Tamim Telgraf ve Beyannameler, kitabında telgraf tarihi yanlış olarak 21 Eylül yazılmıştır. III. Kurultay’dan önce TDK adı kullanılmaya başlamıştır.

1 Kasım 1935: Atatürk, TBMM yasama yılını açış konuşmasında Türk Tarihi ve Türk Dili Tetkik Cemiyetlerinin çalışmalarından; “Türk tarih ve dil çalışmaları büyük inanla beklenilen ışıklı verimlerini şimdiden göstermektedir” diye söz etmişlerdir.

25 Kasım 1935: Atatürk, Cenevre’de bulunan Afet İnan’a yazdığı mektuba, Çankaya’daki sofrasında “dil dersleri” sırasında çekilmiş bir fotoğrafı, 25.XI.1935 tarihini atarak imzalayıp göndermişlerdir.

12 Ocak 1936: Atatürk, saat 17.00’de Çankaya Köşkü’nde DTCF öğretim üyeleriyle TTK ve TDTC üyelerine bir çay verdiler. Aynı gün, ayrıca TDTC Başkanı ve Kültür (Millî Eğitim) Bakanı Saffet Arıkan, TDTC Genel Yazmanı İ. Necmi Dilmen’le dilci ve edebiyatçılardan Prof. Fuat Köprülü, Prof. Yusuf Ziya Özer, İhsan Sungu, Abdülkadir İnan ve İsmail Müştak Mayakon’u da kabul edip görüştüler.

22 Ağustos 1936: Atatürk, Dolmabahçe Sarayı’nda Türk Tarih Kurumunun III. Türk Dil Kurultayı dolayısıyla verdiği çayda, dil bilginlerine şu sözü söylemişlerdir: “Dünya dil âlimlerinin Türk âlimleriyle beraber çalışmaları, dil ilminin şimdiye kadar halledemediği birçok güçlüklerin hallini kolaylaştıracaktır.”

24 Ağustos 1936: Atatürk, Dolmabahçe Sarayı’nda toplanan III. Türk Dili Kurultayı’nın açılış törenini şereflendirdiler. Açılış oturumunda bir konuşma yapan Türk Tarih Kurumu Asbaşkanı Âfet (İnan), Atatürk’ten naklen şunları söyledi: “Türk Tarih Kurumu, Türk Dil Kurumunun kendinden ayrılmaz eşidir. Bu iki kurum, birlikte yükselmesi, birbirini tamamlaması icabeden iki aydın abidedir.” Atatürk, açış konuşmalarını, TDK çalışma raporunu ve Prof. Yusuf Ziya Özer’in tezini dinlediler. Kurultay’ın o günkü çalışması 17.30’da sona erdi. III. Kurultay’da ağırlıklı olarak Güneş Dil Teorisi ele alındı.

25 Ağustos 1936: Atatürk, saat 14.00-18.00 arasında III. Türk Dili Kurultayı’nın çalışmalarını izlediler. İbrahim Necmi Dilmen ve Vecihe Kılıçoğlu (Hatipoğlu)’nun tezlerini dinlediler. Aynı gün TDTC Başkanı ve Kültür (Millî Eğitim) Bakanı Saffet Arıkan’ı da kabul edip bir süre görüştüler. Bu kabulde Kurultay çalışmaları üzerinde de durulduğunu söyleyebiliriz.

26 Ağustos 1936: Atatürk, saat 14.00-18.00 arasında III. Türk Dili Kurultayı’na zaman ayırarak Hasan Reşit Tankut ve Sabahat Türkân’ın tezlerini dinlediler.

27 Ağustos 1936: Atatürk, saat 14.00-18.00 arasında III. Kurultay çalışmalarını izlediler. Naim Hâzım Onat, Ahmet Cevat Emre, Prof. Abdülkadir İnan ve İsmail Müştak Mayakon’un tezlerini dinlediler. O gün, ayrıca TDTC Başkanı ve Kültür (Millî Eğitim) Bakanı Saffet Arıkan, Prof. Dr. Saim Ali Dilemre, Hasan Reşit Tankut, Ahmet Cevat Emre ve İ. Müştak Mayakon’la da görüştüler. Bu görüşmelerde Kurultay’da ileri sürülen görüşlerin değerlendirildiğinden şüphe yoktur.

28 Ağustos 1936: Atatürk, bugün de saat 14.00-18.00 arasında III. Kurultay çalışmalarını izlediler. Agop Dilaçar, Dr. Mehmet Ali Ağakay ve İ. Hâmi Danişment’in tezlerini dinlediler.

29 Ağustos 1936: Atatürk, saat 14.00-18.00 arasında III. Kurultay çalışmalarını izlediler. Yabancı dil bilginlerinin (Prof. Anagnastopulos, Prof. J. Deny, Prof. Dr. W. F. C. Giese, Dr. Miatef, Prof. Dr. M. Hilaire Barenton, Prof. Sir Denisson Ross, Prof. Bartalini, Prof. Okubo, Prof. Dr. A. Zajaczkowski, Prof. A. N. Samoiloviç ve Dr. Herman F. Kvergic) konuşmalarını dinlediler. Aynı gün, dil bilginlerinden Prof. Fuat Köprülü, Ahmet Cevat Emre, Abdülkadir İnan, Ruşen Eşref Ünaydın, Prof. Yusuf Ziya Özer’le bir süre görüştüler.

5 Eylül 1936: Atatürk, öğleden sonra Dolmabahçe Sarayı’nda TDK yöneticilerinden İbrahim Necmi Dilmen, Hasan Reşit Tankut, Ahmet Cevat Emre ve Dr. Mehmet Ali Ağakay’la bir süre çalıştılar. Bu toplantıda Atatürk’ün TDK’de görevlendirdiği ve soyadını bizzat verdiği Agop Dilaçar (Martayan) ve Avusturyalı dilci Dr. Herman Kvergic de bulundu. Toplantıda, Kurultay’ın değerlendirildiği, yeni dönemde yapılacak çalışmalar üzerinde durulduğundan şüphe yoktur.

13 Eylül 1936: Atatürk, saat 16.30’da Florya Deniz Köşkü’nden Dolmabahçe Sarayı’na gelerek TDK’nin toplantısına başkanlık ettiler. Bu toplantı, III. Kurultay’da seçilen yeni Genel Merkez Kurulu üyeleriyle yapılmış olmalıdır. Basına herhangi bir bilgi yansımamıştır. Kurucu ve Koruyucu Başkan, aynı gün TDK Genel Yazmanı İ. Necmi Dilmen ve dil bilginlerinden Dr. Mehmet Ali Ağakay ve Agop Dilaçar’la da görüşmüşlerdir.

28 Eylül 1936: Atatürk, 4. Dil Bayramı dolayısıyla halktan ve çeşitli kuruluşlardan gelen telgraflara Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterliği vasıtasıyla ve Anadolu Ajansı kanalıyla teşekkür etmişlerdir.

29 Eylül 1936: Atatürk, 4. Dil Bayramı dolayısıyla TDK Genel Yazmanı İ. Necmi Dilmen’in telgrafını cevaplandırmış; teşekkür ederek TDK’nin Dil Bayramı’nı kutlamış ve çalışmalarında başarılar dilemişlerdir.

19 Ekim 1936: Atatürk, öğleden sonra 15.50’de TDK’nin Ankara Ulus semtindeki binasına gelmiş, bir saat kadar yöneticilerle görüşmüşlerdir. Ata’nın yanında Bilecik Milletvekili Salih Bozok da bulunmaktaydı. Genel Yazman İbrahim Necmi Dilmen, üyelerden Hasan Reşit Tankut, Uzman Abdülkadir İnan ve Avusturyalı dil bilgini Dr. Herman F. Kvergic tarafından karşılanmışlardır. Gazetelere göre bu görüşmeden sonra Köşk’e, Nöbet Defteri’ne göre de Orman Çiftliği’ne gitmişlerdir. O gün, ayrıca TDK yönetici ve üyelerinden İbrahim Necmi Dilmen (Genel Yazman), Ahmet Cevat Emre, Hasan Reşit Tankut ve İsmail Müştak Mayakon’u Çankaya Köşkü’nde kabul ederek görüşmüşlerdir.

1 Kasım 1936: Atatürk, TBMM yeni yasama yılını açış konuşmasında Türk Tarih ve Dil Kurumlarının çalışmalarından övgüyle söz etmiş, “bu kurumların az zaman içinde ulusal akademiler hâlini almasını” temenni ettiğini söylemişlerdir.

1936-1937 kış ayları: Atatürk, bir geometri kitabı yazarak geometri terimlerine Türkçe karşılıklar bulmuşlardır. Bu terimler, okul kitaplarına girmiştir.

12 Mart 1937: Atatürk, saat 16.30’da TDK’nin Ankara Ulus semtindeki binasına gelerek saat 23.00’e değin Terim Kolu üyeleriyle çalıştılar. Daha sonra bazı Terim Kolu üyeleriyle birlikte Çankaya Köşkü’ne dönüp yemekte de tartışmalarını sürdürdüler. Atatürk’ün Nöbet Defteri’ne göre; o gece Köşk’e gelenler Hasan Reşit Tankut, Dr. Mehmet Ali Ağakay, Naim Hâzım Onat, Abdülkadir İnan ve İsmail Müştak Mayakon’du.

31 Mart 1937:  Atatürk, Çankaya Köşkü’nde sinüs ve kosinüs terimlerinin gelişimini söğüt çubuklarıyla TDK yöneticilerine açıklamışlar, bu açıklamanın bir anı olmak üzere bronz levha dökümü yapılmıştır. Bu bronz levha, TDK Kitaplığında sergilenmektedir.

27 Eylül 1937: Atatürk, 5. Dil Bayramı dolayısıyla TDK Genel Yazmanı İbrahim Necmi Dilmen’in kendisine çektiği tebrik ve şükran telgrafını cevaplandırarak; “TDK’nin hakkındaki duygularından çok mütehassis olduğunu belirterek kurumun değerli çalışmalarında başarılarının devamını” dilemişlerdir. Telgraf tarihi, Atatürk’ün Tamim Telgraf ve Beyannameleri’nde 29 Eylül olarak gözükmekteyse de Türk Dili Bülteni’nin 23-26. sayfalarındaki özgün yayımında 27 Eylül’dür.

1 Kasım 1937: Atatürk, TBMM yeni yasama yılını açış konuşmasında, Türk Tarih ve Dil Kurumlarının çalışmalarını övmüş; “bu kurumların değerli ve önemli birer bilim kurumu durumuna geldiğini” söylemişlerdir.

13 Temmuz 1938: Atatürk, TDK’nin altıncı kuruluş yıl dönümü dolayısıyla TDK Genel Sekreteri İbrahim Necmi Dilmen’in telgrafını cevaplandırmışlardır.

5 Eylül 1938: Atatürk, durumunun ağırlaşması üzerine vasiyetini yazmışlardır. Vasiyetinin 6. maddesinde Türkiye İş Bankasındaki hisselerinin gelirinden her yıl Türk Tarih ve Dil Kurumlarına eşit miktarlarda pay tahsis etmişlerdir. Vasiyet, 6 Eylül 1938 günü İstanbul 6. Noterine teslim edilmiş, Atatürk’ün vefatı üzerine 28 Kasım 1938 günü açılmıştır.

26 Eylül 1938: Atatürk, 6. Dil Bayramı dolayısıyla TDK Genel Sekreteri İbrahim Necmi Dilmen’in radyoda yaptığı konuşmayı dinleyerek takdirlerini İstanbul Radyosu kanalıyla bildirmişlerdir.

27 Eylül 1938: Atatürk, 6. Dil Bayramı dolayısıyla TDK Genel Yazmanı İbrahim Dilmen’in çektiği telgrafı cevaplandırmış; “kendisine karşı gösterilen temiz duygulardan çok mütehassis olduğunu belirterek Kurumun verimli çalışmalarında sürekli başarılar dilemişlerdir.

Aynı gün Dil Bayramı dolayısıyla yurdun her tarafından kendisine gönderilen kutlama telgraflarına, Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterliğinin hazırladığı teşekkür cevabı Anadolu Ajansı aracılığıyla kamuoyuna duyurulmuştur.

1 Kasım 1938: Atatürk, Başbakan Mahmut Celâl Bayar’a okutturduğu TBMM yeni yasama yılını açış konuşmasında Türk Tarih ve Dil Kurumlarının çalışmalarından övgüyle söz etmişlerdir.

34
Atatürk ve Diğer Türk Önderlerimiz / Anıtkabir
« : 25 Şubat 2011, 17:54:42 »


 



[/url]

font face="Times New Roman"font size="2"Cumhuriyetimizin kurucusu Ulu Önder Atatürk’ ün ebedi istirahatgahı olan Anıtkabir,

yurdun dört bir yanından ve yurtdışından gelen ziyaretçilerin akınına uğruyor.

/font

Anıtkabir 2006’da 8 milyondan fazla ziyaretçinin akınına uğradı.





font face="Times New Roman"ANITKABİR’İN YAPIMININ KISA TARİHÇESİ /font



font face="Times New Roman"font size="2"Ulu Önder Atatürk, Türk milletinin bağımsız ve milli egemenliğe dayanan demokratik bir devlet anlayışı içinde yaşaması için yürüttüğü mücadelesinde, milleti ile bütünleşerek başarıya ulaşmıştır./font/font

font face="Times New Roman"font size="2"Türk yurdunu işgal eden düşmana karşı, vatanın bağımsızlık ve bütünlüğünü milletin azim ve kararının kurtaracağını çok sevdiği milletine aşılayan Atatürk, bağımsız Türkiye Cumhuriyeti’ ni kurmayı başarmış, Türkiye Cumhuriyeti’ ni çağdaş uygarlığa götüren yenileşme yolunda Türk Milletine layık inkılapları gerçekleştirmiştir./font/font

font face="Times New Roman"font size="2"Türkiye Cumhuriyeti’ nin kuruluşunun 15 nci yılında hastalığı ağırlaşarak, 10 Kasım 1938 ‘ de Dolmabahçe Sarayı’ nda ebediyete intikal etmiştir. /font kendisi için bir mezar yaptırmadığı gibi, gömüleceği yer içinde vasiyette bulunmamıştı.

1923 yılında bir sohbet sırasında Atatürk; “Elbet birgün öleceğim, beni Çankaya’ ya gömer, hatıramı yaşatırsınız” demiş ve “Beni milletim nereye isterse oraya gömsün. Fakat benim hatıralarımın yaşayacağı yer Çankaya olacaktır” diye eklemiştir.

Türk Ulusunun O’ na karşı duyulan büyük saygı ve minnettarlığının bir ifadesi olan , Türkiye Cumhuriyeti’ nin en anlamlı eseridir.

, 10 Kasım 1938′de son bulmasından sonra, dönemin hükümeti tarafından oluşturulan bir komisyon, Anıtkabir’in yerinin seçilmesi için görevlendirildi. Bu komisyon çalışmaları sonunda, oy çokluğu ile 906 rakımlı Rasattepe’de Anıtkabir’in yapılmasına karar verdi. Aynı komisyon tarafından 1 Mart 1941 tarihinde uluslararası bir yarışma açıldı. Bu yarışmayaTürkiye, Almanya, İtalya, Avusturya, İsviçre, Fransa ve Çekoslovakya’dan toplam 47 proje katıldı. Bu projelerden 3 tanesi komisyon tarafından ödüle layık görüldü. Proje yarışma şartları gereğince birinciyi seçme hakkı hükümete verilmişti. Milli konuyu daha başarılı ifade etmesi ve projenin araziye uygunluğu sebebiyle, Türk mimarlar Prof. Emin ONAT ve Doç. Orhan ARDA’nın projesinin Anıtmezar olarak yapılmasına karar verildi. 9 Ekim 1944 tarihinde Anıtkabir’in yapımına başlandı. Inşaat 4 aşamalı olarak 9 yıllık bir sürede 1953 yılında tamamlandı. 10 Kasım 1953 tarihinde ise, Atatürk’ün naaşı, 1938 yılından beri, 15 yıl süreyle muhafaza edildiği geçici kabri olan Etnografya Müzesi’nden alınarak, büyük bir törenle ebedi istirahatgâhı olan Anıtkabir’e defnedildi. Anıtkabir750 bin m2‘lik bir alan üzerine kurulu olup bu alanın yaklaşık 120 bin m2‘lik kısmı Anıt Bloğu, geri kalan kısmı ise Barış Parkı’dır.

KADIN HEYKEL GRUBU

Anıtkabir için yapılan heykel ve kabartmaların konuları, kurtuluş savaşı ve Cumhuriyet tarihimizden ve Atatürk’ ün hayatından seçilmiştir.



İstiklâl Kulesi’nin önünde, ulusal kıyafetler giymiş üç kadından oluşan bir heykel grubu vardır. Bu kadınlardan kenarlardaki ikisi yere kadar uzanan kalın bir çelenk tutmaktadır. Başak demetlerinin meydana getirdiği çelenk bereketli yurdumuzu temsil etmektedir. Soldaki kadın, ileri uzattığı elindeki kapla Atatürk’e Tanrı’dan rahmet dilemekte, ortadaki kadın eliyle yüzünü kapamış ağlamaktadır. Bu üçlü grup, Türk kadınlarının Atatürk’ün ölümünün derin acısı içinde bile gururlu, ağır başlı ve azimli oluşunu dile getirmektedir. Heykel grubu Hüseyin ÖZKAN’ın eseridir.



ERKEK HEYKEL GRUBU



Hürriyet Kulesi’nin önünde üç erkekten oluşan heykel grubu vardır. Sağdaki erkek başında miğferi ve kalın kaputu ile Türk askerini , onun yanındaki elinde kitabı ile Türk gençliğini ve aydın insanını, biraz gerisindeki ise yerel kıyafeti ile Türk köylüsünü temsil etmektedir. Heykellerin yüzünde derin acı ile Türk Milleti’nin kendine özgü ağırbaşlılığı ve yüksek irade gücü dile getirilmiştir. Heykel grubu Hüseyin OZKAN’ın eseridir.



ASLANLI YOL

Ziyaretçileri, Atatürk’ün huzuruna hazırlamak için yapılmış olan 262 metre uzunluğundaki yolun iki yanında oturmuş pozisyonda 24 tane aslan heykeli bulunmaktadır. Atatürk’ün Türk ve Anadolu tarihine verdiği önem sebebiyle, Türk mitolojisinde güç ve kuweti temsil eden ve Anadolu’da uygarlık kuran Hititlerin sanat üslubu ile yapılan aslan heykelleri, kuwet ve sükûneti temsil etmektedir. Heykeller Hüseyin ÖZKAN’ın eseridir. Aslanlı Yol’un iki yanı çiçekler ve ardıç ağaçlarıyla süslüdür. Yol traverten taşlar ile döşelidir. Yolun sonunda Türk bayrağının ve daha ileride Çankaya’nın görünmesi Atatürk’ün yüce katına gidiş bakımından çok anlamlıdır.



TÖREN MEYDANI



Aslanlı Yol sonunda yer alan 15 bin kişi kapasiteli Tören Meydanı 129×84,5 metre boyutlarındadır. Bu alanın zemini; siyah, kırmızı, sari ve beyaz renkte traverten taşlardan oluşan 373 adet halı ve kilim deseniyle bezenmiştir.



BAYRAK DİREĞİ



Anıtkabir’in Çankaya yönündeki 28 basamaklı Tören Meydanı’na giriş merdivenlerinin ortasında, yüksek bir direk üzerinde Türk bayrağı dalgalanır. Amerika’da özel olarak yapılan 33 metre 53 santim yüksekliğindeki ve 4850 kg. ağırlığındaki bu direk 1953′te, Avrupa’daki çelik bayrak direklerinin en yükseğidir. Direğin 4 metresi kaidenin altında yer almaktadır. Amerika’da yaşayan Türk asıllı Amerikan vatandaşı Nazmi CEMAL tarafından, kendi bayrak direği fabrikasında imal edilerek 1946 yılında Anıtkabir’e hediye edilmiştir.



MOZOLE



Anıtkabir’in en önemli bölümü olan Mozole’ye çıkan 42 basamaklı merdivenlerin ortasında “Hitabet Kürsüsü” yer almaktadır. Mermer kürsünün cephesi dairesel geometrik motiflerle süslü olup, ortasında Atatürk’ün “Hakimiyet kayıtsız şartsız milletindir.” sözü yazılıdır. Kürsü Kenan YONTUÇ’un eseridir. Mozole 72×52x17 metre boyutlarında uzunca dikdörtgen bir plan üzerine kurulmuş olup, önde ve arkada sekiz, yan cephelerde on dört adet 14.40 metre yüksekliğinde kolonlarla çevrelenmiştir. Mozole cephesinde solda Atatürk’ün Türk gençliğine hitabı, sağda ise cumhuriyetin kuruluşunun 10′ncu yıl dönümünde söylediği nutuk taş kabartma üzerine altın yaldızla yazılıdır.



ŞEREF HOLÜ



Şeref Holü’ne bronz kapılardan girilir. Girişte sağda Atatürk’ün 29 Ekim 1938 tarihli Türk Ordusu’na son mesajı, solda ise ikinci Cumhurbaşkanı İsmet İNÖNÜ’nün Atatürk’ün ölümü üzerine 21 Kasım 1938′de Türk Milleti’ne söylediği taziye mesajı yer almaktadır. Girişin tam karşısında pencerenin yer aldığı nişin içinde, Atatürk’ün sembolik lahdi bulunmaktadır. Lahit taşı 40 ton ağırlığında tek parça mermerden olup Osmaniye ilinden getirilmiştir. Lahitin yer aldığı bölüm ise beyaz Afyon mermeri ile kaplıdır. Şeref Holü’nün zemini Adana ve Hatay’dan, duvarlar ise Afyon ve Bilecik’ten getirilen kırmızı, siyah, yeşil ve kaplan postu mermerlerle kaplanmıştır. 27 kirişten oluşan tavan ve yan galeri tavanları Türk halı ve kilim desenlerinden oluşan altın yaldızlı mozaik ile süslenmiştir. Tavan yüksekliği 17 metre olup, yan duvarlarında 12 adet meşale bulunmaktadır. Mozole yapısının üstü, düz kurşun çatı ile örtülüdür.



MEZAR ODASI



Atatürk’ün aziz naaşı Mozole’nin zemin katında doğrudan toprağa kazılmış bir mezarda bulunmaktadır. Mozole Şeref Holü’ndeki sembolik lahit taşının tam altında bulunan mezar odası Selçuklu ve Osmanlı mimari stilinde sekizgen planlı olup, piramidal külahlı tavanı geometrik motifli mozaiklerle süslenmiştir. Zemin ve duvarlar siyah, beyaz, kırmızı mermerlerle kaplanmıştır. Mezar odasının ortasında kıble yönünde kırmızı mermer sanduka yer almaktadır. Sandukanın çevresinde bütün illerden, K.K.TC’ den ve Azerbaycan’dan gönderilen toprakların konulduğu pirinç vazolar bulunmaktadır



İSMET İNÖNÜ LAHDİ



25 Aralık 1973 yılında vefat eden ikinci Cumhurbaşkanı İsmet İNÖNÜ’nün Batı revakında sembolik lahdi, alt katta ise gerçek mezar odası bulunmaktadır. İsmet İNÖNÜ Anıtkabir’e Bakanlar Kurulu Kararı ile 28 Aralık 1973′de defnedilmiştir.





SİNEVİZYON SALONU


60 kişilik kapasiteye sahip salonda Anıtkabir, Atatürk ve Millî Mücadele konulu belgesel filmler gösterilmektedir. Salon Mehmetçik Kulesi’nde yer almaktadır.



HATIRA EŞYA SATIŞ SALONU

Burada, Anıtkabir, Atatürk ve Kurtuluş Savaşı’yla ilgili kitaplar, CD’ler ve hatıra amaçlı eşyalar satılmaktadır. Satış Salonu Müdafaa-i Hukuk Kulesi’nde yer almaktadır.



ANITKABİR KİTAPLIĞI


Atatürk ve Kurtuluş Savaşı Müzesi Komutanlığı Karargâhı içinde Anıtkabir Kitaplığı bulunmaktadır. Atatürk, Millî Mücadele ve İnkılâplar konulu Türkçe ve yabancı dillerde kitapların bulunduğu bir “ihtisas kitaplığı” olarak araştırmacı ve okuyucuya hafta içi 09.00-12.30 / 13.30-17.00 saatleri arasında hizmet vermektedir.







BARIŞ PARKI: ANITKABİR’İN YEŞIL ALANI ATATÜRK’ÜN “YURTTA SULH, CİHANDA SULH” ÖZDEYIŞİNDEN İLHAM ALINARAK, YABANCI ÜLKELERDEN VE ANADOLU’NUN ÇEŞİTLİ BOLGELERİNDEN GETİRİLEN FİDANLARLA OLUŞTURULMUŞTUR. BU NEDENLE ADINA BARIŞ PARKI DENILMİŞTİR.

GENÇLİK CADDESİ NİZAMİYE GİRİŞİNDEN ASLANLI YOL’A OLAN MESAFE 600 METRE OLUP, YAKLAŞIK 12 DAKİKADA YÜRÜNEBİLMEKTEDİR. ASLANLI YOL’A, 26 BASAMAKLI GENİŞ MERDİVENLERDEN ULAŞILIR. 262 METRE UZUNLUĞUNDAKİ YOL BOYUNCA SAĞDA VE SOLDA I2′ŞERADET ASLAN HEYKELİ MEVCUTTUR.

HÜRRİYET KULESI: KULE İÇERİSİNDE ANITKABİR’İN İNŞAAT ÇALIŞMALARINI GÖSTEREN FOTOĞRAF SERGİSİ İLE İNŞAATTA KULLANILAN TAŞ ÖRNEKLERİ BULUNMAKTADIR.

İSTİKLÂL KULESİ: KULE İÇİNDE ANITKABİR MAKETİ YER ALMAKTA VE FOTOĞRAFLARLA AN ITKABİR TANITI LMAKTAD IR.

MEHMETÇİK KULESİ: KULE İÇERİSİNDE 60 KİŞİ KAPASİTELİ “SİNEVİZYON SALONU” BULUNMAKTADIR. BURADA ATATÜRK VE ANITKABİR LE İLGİLİ BELGESEL FİLMLER GÖSTERİLMEKTEDİR.

ZAFER KULESİ: KULENİN İÇERİSİNDE ATATÜRK’ÜN NAAŞINI TAŞIYAN TOP ARABASI SERGİLENMEKTEDİR.

İSMET İNÖNII LAHDİ: II. CUMHURBAŞKANIMIZ VE BATI CEPHESİ KOMUTANI İSMET İNÖNÜ’NÜN SEMBOLİKLAHDİ BULUNMAKTADIR. MEZAR ODASI LAHDİN ALTINDADIR.

BARIŞ KULESİ: KULENİN İÇERİSİNDE ATATÜRK’ÜN 1935-1938 YILLARI ARASINDA KULLANDIĞI LINCOLN MARKA TOREN VE MAKAM OTOMOBİLLERİ SERGILENMEKTEDİR.

23 NİSAN KULESİ: KULE İÇERİSİNDE ATATÜRK’ÜN 1936-1938 YILLARI ARASINDA KULLANDIĞI CADILLAC MARKA ÖZEL OTOMOBİLİ SERGİLENMEKTEDİR.

BAYRAK DİREĞİ: 33,5METREUZUNLUĞUNDAOLUPTURKASILLIAMERİKAN VATANDAŞI NAZMİ CEMAL TARAFI N DAN 1946′DAANITKABİR’E HEDİYE EDİLMİŞTİR.

MİSÂK-I MİLLİ KULESİ: KULE İÇERİSİNDE TÖRENLERDE ANITKABİR ÖZEL DEFTERİ’NİN İMZALANDIĞI KÜRSÙ İLE ANITKABİR’E YAPILAN ÜST DÜZEY ZİYARETLERİN FOTOĞRAFLARININ SERGİLENDİĞİ 2 ADET PANO YER ALMAKTADIR. BURASI AYNI ZAMANDA ATATÜRK VE KURTULUŞ SAVAŞI MÜZESİ’NİN GİRİŞİDİR.

İNKILÂP KULESİ: ATATÜRK’ÜN KIYAFETLERİ VE KENDİSİNE HEDİYE EDİLEN OBJELER YER ALMAKTADIR.

CUMHURİYET KULESİ: ATATÜRK’l1N BALMUMU HEYKELİ VE ORİJİNAL ÇALIŞMA MASASI YER ALMAKTADIR. AYRICA BU KULEDE “ATATÜRK VE KİTAP” KONULU DOKUNMATİK EKRANLI BİLGİSAYARLAR BULUNMAKTADIR.

MÜDAFAA-İ HUKUK KULESİ (MÜZE ÇIKIŞI): ANITKABİR VE ATATÜRK İLE İLGİLİ ÇEŞİTLİ KİTAPLAR VE HEDİYELİK EŞYALAR ZİYARETÇİLERE SUNULMAKTADIR. BU BÖLÜMDE KARTLI TELEFON HİZMETİ DE VERİLMEKTEDİR.

MOZOLE: MOZOLE CEPHESİNDE, SOLDA ATATÜRK’ÜN Tl1RK GENÇLİĞİNE HİTABESİ, SAĞDA İSE ONUNCU YIL NUTKU ALTIN VARAK HARFLERLE YAZILMIŞTIR. MOZOLE TAVANINA 15-16. YÜZYIL OSMANLI HALI VE KİLİM MOTİFLERİ ALTIN, GÜMÜŞ VE SEDEFLE İŞLENMİŞTİR. BURADAYER ALAN SEMBOLİK LAHİT 40 TON AĞIRLIĞINDA YEKPARE MERMERDİR.

DİNLENME SALONU: MÜZEMİZİ ZİYARETİNİZİN ÖNCESİNDE VEYA SONRASINDA BURADA DİNLENEBİLİRSİNİZ. SICAKSOĞUK İÇECEKLER LE YİYECEK ÇEŞİTLERİ SATILMAKTADIR. KARTLI TELEFON HİZMETİ DE VERİLMEKTEDİR.







ANITKABİR’İ ZİYARET KURALLARI


1. Anıtkabir’e bisiklet, motorsiklet, kamyon ve at arabası ile girilmez.

2. Anıtkabir’e el çantalarından başka hiçbir eşya, çanta, valiz, bavul, torba ve poşet alınmaz. Getirilenler nizamiyelerdeki emanet dolaplarında muhafaza edilir. Ancak bırakılan kıymetli eşyalarla ilgili sorumluluk kabul edilmez.

3. Anıtkabir’e asker ve polis gibi resmi görevli olarak gelenler dışında silahla girilmez. Silahlarnizamiyelerdeki emanetdoiaplarındamuhafazaedilir.

4. Ziyaretçiler araçlarını sadece kendilerine gösterilen otoparkta çizgilerle belirlenmiş yerlere park edebilirler. Park yeri kirletilmez ve araçta bırakılan kıymetli eşyalarla ilgili sorumluluk kabul edilmez.

5. Anıtkabir’in içinde piknik yapılmaz, ateş yakılmaz, çiçekler ve meyveler kopartılmaz, çimlere basılmaz.

6. Ziyaretçiler yanlarında kedi, köpek vb. evcil hayvanlar ile Anıtkabir’e giremez.

7. Anıt Bloğu içerisinde müsaade edilen yerler dışında oturulmaz, düşme tehlikesi olan yerlere yaklaşılmaz.

8. Aslanlı Yol üzerindeki heykellerin üzerine çıkılmaz, oturulmaz.

9. Ziyaretçiler dinlenme salonu dışında hiçbir yerde sigara içemez, elinde yiyecek veya içecekle dolaşamaz, yerlere kabuklu yemiş artıkları ile, kağıt, cikletvb. kirletici maddeleratamaz.

10. Atatürk ve Kurtuluş Savaşı Müzesi içinde fotoğraf çekilemez ve kamera ile kayıt yapılamaz. Ancak basin ve diğer kuruluşların Anıtkabir’i tanıtıcı film ve fotoğraf çekim talepleri özel izne tabidir.

11. Şeref Holü’ne resmi üniformalı kişiler dışında şapka ile girilmez.

12. Anıtkabir içinde görgü ve terbiyeye aykırı harekette bulunulamaz, gürültü yapılamaz, slogan atılamaz. Bildiri dağıtmak, siyasal ve toplumsal konularda basına demeç vermek ve topluluğa hitap etmek yasaktır. Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk’ün ebedi istirahatgâhına uygun davranışlar sergilenmesine özen gösterilir.

13. Ziyaretçiler müze içerisinde sergilenen vitrin, fotoğraf, tablo, rölyef ve büstlere dokunamaz ve yaslanamaz.

14. Kule içerisinde sergilenen otomobil, top arabası, fotoğraf ve diğer objeleri izlerken uyarı hatları geçilmez.

15. Grup ziyaretlerinde grubun başındaki rehber ve öğretmenler, gruplarının yukarıda belirtilen kurallara uymasından sorumludurlar.

Sayfa: 1 2 3 ... 88